15 Aralık 2006

HAYALİ CİHANA DEĞER-HARUN MUSLU

Affan Dede’ye para saydım.
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne adım var ne yaşım,
Bilmiyorum kim olduğumu.

Bu bahar havası,bu bahçe…
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim.
Hiç bitmese horoz şekerim.
CAHİT SITKI TARANCI


Az arşınlamadık kaldırım taşlarını,az koşmadık,zıplamadık sokaklarında…Şimdi gelin bize kollarını ardına kadar açmış olan ‘’ BİZİM MAHALLEYE’’ bir daha gidelim mi?


O zamanlarda mahallenin çocukları birbirini çok severlerdi.Gece gündüz fark etmez parolalı bir ıslıkla ayakkabının biri evin kapısında ,biri sokakta giyilirdi.Sanki yıllar önce ayrılmışız da…Kızsak, kavga etsek kin tutmazdık.Her gün yeni bir oyun,yeni bir fikirle buluşurduk.herkeste bir sevgi,pay etme,paylaşma,arkadaşını kollama hevesi ve duygusu vardı.Okula
 gitmek için evden bir saat önce çıkardık.Öyle’’ bu saatte niye okula geldiniz ‘’demezdi öğretmenlerimiz..Bilirlerdi sanki en ön sırayı kapmak istediğimizi.
Okul sıralarında pazartesi günleri öğrendik; Fenerbahçe’yi ve Galatasaray’ı..Kimin kimi yendiğini…


Bilgisayarın adı bile yoktu.Bizi evde internet veya televizyon değil,anne ve babamız beklerdi.En iyi bilgisayarı,en iyi cep telefonunu ve en iyi dershaneleri bilmezdik.Yoktular zaten.Ama güneşe yüzümüzü çevirip,duvarın üstüne oturup,bacaklarımızı sarkıtıp,Kemal Sunal’ı,Cüneyt Arkın’ı konuşmayı,Kara Murat gibi kılıç sallamayı,Tarkan gibi düşmanın üstüne atılmayı, ardından da çatlarcasına gülerdik hareket yaparken pantolonlarımızın sökülmesine.Melek sakızından çıkan kartlarla öğrendik hayatın içinde almakla vermenin kardeş olduğunu.Gazoz kapağı yuvarlayıp,misket oynamanın ,çember çevirmenin mevsimini mıh gibi çakardık aklımıza.Zamanı geldimi en yeni silahlarımızı çeker gibi çeker, dalardık mahallenin bize ayrılmış zannettiğimiz yerlerine.
Misket oynama yüzünden çok çatlamıştı elimizin derisi.Pazartesi okulda yapılacak olan temizlik yoklamaları sıkıntılı geçerdi bu yüzden.’’ Oğlum,140 Mehmet Muslu yine bilye oynamaya devam mı?’’diyen sesi hala kulağımdadır öğretmenimin.İnce tatlı bir sızısı da benimle beraber tüm arkadaşlarımın kulaklarında.Akşam olunca biz fark etmezdik akşamın olduğunu, annelerimizin ‘’Oğlum,akşam oldu hadi eve.Babanız gelir birazdan ‘’sözlerini duymasa idik.Bizde sanki annelerimizden azar işitmek için o ‘’Az sonra geliyoruz anne’’sözünü yalan çıkartmak için uğraşır,zamandan çalmaya çalışırdık. Akşam yemeği yenir yenmez,o sihirli ıslıkla yeniden mahalleye çıkardık.Taşlardan kale direkleri kurulur ve sokak lambalarının ışığı ile başlardık maça.Kesinlikle üç korner bir penaltıydı değişmez bir kuraldı. Yok taş üstüydü,yok goldü derken akıp giderdi zaman.
Okuma sevgisini kazandığımız haftalık mecmualar.Teksas,Tommiks,Zagor,Kızılmaske,onların arkadaşları Çiko,Profesör,Konyakçı ile tanıştığımız yerdi ‘’Mahalle’’.Hele bir sonraki sayıyı beklemenin tatlı sıkıntısı…
Mahalleli teyzeler kilim serer,çayı demlerler,el işlerini de alırlar,otururlardı güneşin vurmadığı gölge bir evin kapısına. Mahalle evimiz gibiydi o zamanlar.


Yavaş yavaş oyun alanlarımızın üzerine binalar,misket oynamamız için kullandığımız hatta sahiplendiğimiz inşaatların tamamlanmasına başlandı.Tabii bizlere de her defasında taşınmak düştü.Aslında anlamıştık kaybetmeye başladığımızı ama kabullenmek istememiştik.Her gelen eşya yüklü kamyonu karşılarken , tanımadan başlardık yeni dostlarımızı paylaşmaya.Uğurlarken eşya yüklü kamyonlarla giderdi yüreğimiz.Azıcık buruk olurdu akşam eve gelişlerde yüreğimiz giden dostlarımızın ardından.
Oyuna başlarken,adam paylaşmak için adım hesabını,en iyi adamı almak için karşıya iki adam seçme hakkını,mahalleler arasındaki maçlarda çıkan kavgalarda sahiplenmeyi,satmayı,satılmayı.kahraman olmayı,ödlek olunup aşağılanmayı,kan kardeşliklerini öğrendiğimiz mahalle.Kızlara inat çizgi üzerinde taş sektirmeyi,çelik çomak oynamayı,kış geldiğinde gübre çuvallarına oturarak milli birer kayakçı olmayı öğrendiğimiz mahalle.

Sonra ne olduğu, nasıl olduğu bilinmeyen,nereden estiği görülmeyen sert bir rüzgar esti mahallede.Her birimizi bir yaprak gibi fırlattı attı ayrı ayrı yerlere.Çoktan yok olmuş mahallelere.Sadece akşam işten eve dönülen mahallelere.


Yıllar sonra döndüğümde mahalleye,çoğunun yüzünde durgun bir bakış,hayatın yenilgisi,çaresizlikler ve doyumsuzluklar ile baş başa kalmış , oynamaya bile zamanı olmayan çocuklar.Bırak çay demleyip ev önünde oturmayı,yol bulup ta arabalardan evine çıkılamaz hale gelmiş mahalle.Artık kale yapmak için ne taş var,ne karşılıklı adım sayışacak arkadaş. Zaten pencereden ‘’Akşam oldu ,eve gelin’’diye seslenmemize de gerek yok.Zaten onları ,yani çocuklarımızı televizyon ve bilgisayar kutularına hapis edeli hiç sorun çıkarmıyor onlarda…Araba korkusundan,insan kaygısından çocuklarımızı fırına ekmek almaya bile yollayamaz hale geldik.
Çocuklarımız okuma yazmayı öğrendikten sonra;başlıyoruz onları üniversiteye hazırlamaya.Hepsi birer soru çözme uzmanı…


İp atlamayı,kızakla kaymayı,çember çevirmeyi ve mahalleler arası maçları bilmiyorlar ama hangi okul kaç puanla alır,çok iyi biliyorlar. Aslında hala sokaklarında top koşturulacak,ağaçlarına tırmanılacak,çizgi çizip seksek oynanacak mahalleler var. Ne yazık ki paylaşmayı bilmeyen,tek başına beton kafeslere hapsettiğimiz ,hiç ağaca tırmanmamış,kaçırdığı topun peşinden top dereye yada yola kaçmasın diye koşmamış ve kan ter içinde top elinde o yokuşu tırmanmamış,komşunun erik ağacından erik aşırmamış,pantolonun dizleri toprak,paçası çamur,karda kayarken ayağına giren kardan çorabı ıslanmamış,dizlerinde avuç içi kadar yara bağlamamış çocuklarımız var.
İyi de ‘’ MAHALLENİN’’ bunda ne suçu var?

Görüşmek üzere sağlıcakla kalın…

HARUN MUSLU
ARALIK---2006
KUMRU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...