27 Mayıs 2013

Korgan İlçesi'ni Tanıyalım/ Şevki Şaban Haciimamoğlu

GeçmişimizYazdıre-Posta
Yazan HİMAMOĞLU   
Perşembe, 27 Eylül 2007
Geçmişte Nasıl Yaşardık?
(Burada yazılanlar 1955 öncesi ve sonraki geçmiş yıllar içindir. Daha eski yıllar araştırıldıktan sonra yazılmaktadır.)
Şimdiki gençler belki bilemezler ama, geçmişteki yaşantılarımız bugünkünden farklı idi.
Evlerin Şekli ve Yapımı:
Evler genellikle iki kat yapılırdı. Alt kat ahır olarak kullanılır, üst katta hane halkı otururdu. Bazı evler ise, tek katlı olup yan tarafı ahır idi. Bu yaşam tarzı kırsal kesimlerde bu gün de devam etmektedir.
Evlerde ağaç malzemesi kullanılırdı. Evlerin büyüklüğü kişinin maddi durumuna göre küçük veya büyük yapılırdı. Bazı evlerde ahır bölümünün bir kısmı taştan yığma yapılırdı. Hayvan gübrelerini atmak için ahıra bir kürek sığacak kadar delik açılırdı. Bu deliğe tömzek denir. Evlerin gövde kısmında kalın tahtalar kullanılırdı. Tahtaların her iki uç tarafına çentik yapılırarak birbirine tutturulurdu. Bazı evlerin dış cephesi kalın çıtalarla dikdörtgen biçiminde duruma göre 30+50 ebadında ufacık pencere tipi gibi yapılır, iç kısım tahtalarla kaplandıktan sonra, dış cephedeki ufacık pencereler ufak taşlarla doldurulur, saman karışımı çamurla sıvanırdı.
Evler, üzeri ağaçtan yarma kiremit büyüklüğünde veya az daha büyük ve geniş tahta parçaları ile örtülürdü. Karaocakların dumanının çıkması için ocağın hizasına küçük bir baca deliği bırakılırdı. O dönemlerde kiremit örtü pek bulunmazdı, bulunsa da maddi bakımdan çoğunluk satın alamazdı. Bundan dolayı yağmur evin içine dolardı.
Evlerin içinde banyo özellikle tuvalette olurdu. Bazı yaşlıların anlattığına göre kimi ahırda banyo yapardı. Bazı evlerde ise banyo odanın birinin içinde gömme dolap biçiminde olurdu.
Tuvaletler (yöresel olarak hela ve kenef denir), evin uygun cephesine çıkıntılı balkon şeklinde yapılır, etrafı tahtalarla örtülürdü. Alt kısmı ise açıktı. Ağaçla döşeli tuvalete üçgen biçiminde bir delik açılır, ihtiyaç bu delikten giderilirdi. Tuvalete giden kişi elinde ibrik götürürdü. İtiyaç giderme anı çok komik olurdu; zira alt taraf açık olduğu için dışkılar zemine
sertçe çarpardı ve bunu orada birileri varsa, görürdü, kadınlar ise bu durumdan çok daha rahatsız olurdu. Dışkılar helanın altında birikirdi ve bir ark açılarak tarlaya doğru akıtılırdı.
Bu tip tuvaletler çok koku yapar ve alttaki dışkı herkes tarafından görülürdü. Hele tuvalet yol tarafında ise, bu daha da gülünç bir durum olur ve alay etme konusu olurdu.
Kara Ocak:
Evlerde kara ve bacalı olmak üzere iki çeşit ocak kullanılırdı. Karaocağın zemin ve arka kısmı taştan yapılırdı. Bazılarının alt ve arka kısmındaki taşlar kesme taştan, diğerlerininki döşeme taştan idi. Bu tip ocaklarda baca yoktu. Bazı evlerde dumanın iyi çıkması için tahtadan davlumbaz yapılırdı. Diğerlerinin her tarafı açıktı. Bu ocakların yaklaşık iki-üç metre yukarı kısmına kalın bir ağaç dalı takılır, bu ağaç dalına baca zinciri takılırdı. Zincirin alt kısmında bir çengel bulunur, çengele aşırtma kazanı(yemek veya yal pişirelen büyük kazan) asılırdı.
Bu ocaklarda yakılan odunun büyük ve küçüklüğüne bakılmaz, irili ufaklı ne olursa yakılırdı. Her tarafı açık olduğundan duman evin her tarafını kablar, özellikle bu ocağın olduğu yer kalın zift ile boyanmış gibi simsiyah olurdu. Kazanlar, zincirler ve üzerine konan diğer kablar isten kapkara olurdu. Tavan kısmındaki tahtalar is boyasından anlaşılamazdı. Temizlik yapılmazsa isler bazen yukarıdan aşağıya doğru kısa buzlar gibi sarkardı.
Ufak kablarda yemek pişirmek için sacayak kullanılırdı. Tencere, tava, ibrik gibi kablar da isten siyahlaşırdı.
Bacalı ocaklar kesme taştan yapılır, zemin kısmı, arka kısmı kesme taş döşeli, yan tarafları da kesme taş ile çevrili idi. Bu tip ocaklar fazla is yapmaz ama, baca zinciri bunların da çoğunluğunda vardı. Yemek ve ekmek de kara ocaktaki gibi pişirilirdi.Bu ocak şekli günümüzde de kullanılmaktadır.
Ekmek Pişirme:
O günlerde bugünkü hazır ekmekler sadece şehirlerde bulunurdu. Onu da herkes satın alamazdı. Alsalar da ya yarım, ya da bir bütün alınırdı. Çoğu kişi de alamadan çarşıdan eve ekmeksiz dönerdi. Mısır ve mısır unu ekmeği en önemli gıda maddesi idi. Mısır taneleri su değirmenlerinde öğütülerek un yapılırdı. Bundan dolayı ekmek evlerdeki karaocaklarda hazırlanırdı. Sacayağın üzerine konulan ve sac denilen yuvarlak ve taksi veya minibüs tekerleği büyüklüğünde kalın sactan yapılan sac üzerinde pişirilirdi. Sacın ateşe bakan alt kısmı kalın kül tabakası ile sıvanırdı.
İki çeşit ekmek pişirilirdi. Ekşi mayalı bazlama ekmek ve halk dilinde mayasız bayat ekmek. Bazlama ekmek yuvarlak olup 20-25 cm. genişliğinde, 1cm. kalınlığında hazırlanırdı.Sacın üzerine 4 adet döşenip pişirildikten sonra ateş korunun yanına dik vaziyette konulan düz ve yassı taşa yaslayarak kızartılırdı. Böylelikle nüfus çokluğuna göre 40-50 adet kadar hazırlanırdı. Bayat ekmek ise, uzun ve orta kısmı geniş 1.5 cm. kalınlığında hazırlanır, sacın üzerine en fazla üç tane döşenip piştiği şekilde yenirdi. Bayat ekmek bazlaması 4-6 adet kadar yapılırdı.
O dönemin en gözde ekmeklerinden biri de BİLEKİ ÇÖREĞİ idi. Bileki, topraktan pişirelerek yapılan bir kabtır. 5 cm. kadar derinliğinde, 20 ile 30 cm kadar genişlikte çeşitli boyları olan yuvarlak şekildedir. Mayasız mısır unu hamur yapılır, bilekinin içine döşenir, üzeri sac ile örtülerek pişmesi için çok kaynar külün içine gömülürdü. Piştikten sonra çörek bilekiden çıkarılırdı. Bu çörek çok lezzetli olurdu. Daha eskiden mısır keviğinden ekmek pişirip yiyenler de olmuştur.
O dönemlerde buğday unu lüks sayılır, ancak maddi durumu iyi olanların çok azında olurdu. Onlar da eve gelen özel misafirler için bulundururdu
İdare Lambaları
(Gaz Lambaları):

Evlerimizde idare lambaları denilen aydınlatma lambaları kullanılırdı. Fakirlerin evlerinde huni biçiminde tenekeden yapılmış, tepesinde dar bir boru, alt kısmı genişçe ve içinde fitil vardı. Fitil tepedeki borudan çıkartılır, çok az bir kısmı dışarda kalırdı. Bu lambaların içine gazyağı doldurulurdu. Fitil gazyağını emerek ıslanır ve yakılırdı. Fazla ışık vermezdi. Bu lambaların yandığı yerde is oluşurdu.
Zenginlerin evinde ise camlı lamba denen lambalar kullanılırdı. Camlı lambaların bazısının alt bölümü tenekeden yapılırdı, diğerleri ise camdan mamul idi. Buna kazan da denebilir. Bu bölüm, yuvarlak olup genellikle armut şekli gibiydi. Bu bölümün üst tarafına fitil makinesi denen ve gerektğinde içteki yassı fitili yukarı çekmek için bir makine takılırdı. Makinenin üstüne tepe tarafı dar, ortası geniş,alt tarafı dar cam takılırdı. Kazanın içine gazyağı doldurulurdu. Fitil tutuşturulduktan sonra cam takılırdı. Bu çeşit lamba is yapmaz ve idare lambasından daha parlak ışıtırdı. Bu lambalar da büyüklüklerine göre, beş numara, yedi numara ve öndört numaralı idi. Genellikle yedi numara kullanılırdı.
Yine gazyağı ile çalışan gemici feneri ve lüks aydınlatma aracı olarak kullanılsa da çok az hanede bulunurdu. Bunlar gece yolculuğunda daha kullanışlı idi. Çünkü bunların fitil ile yaydığı ışık etrafındaki cam sebebi ile rüzgarlı havada pek sönmezdi.
Evdeki gazyağı bitince aydınlatma için kers ve kövrek yakıldığı da olurdu. Kers, mısırın kurumuş sapının kök kısmına, kövrek de kenevirin (kendir) soyulmuş sapına denir.
O dönemlerde halk çarşıdan gazyağları satın alırdı. Gaz yağları genellikle cam şişelerde taşınırdı. Cumartesi günü olduğunda kimi kişi yarım litrelik, kimi bir litrelik, kimi de ikibuçuk litrelik şişelerle evlerine gazyağı götürürdü. Şişelerin ağzı kevük parçası ile tıkanırdı. Kevük, mısırın taneleri çıkartıldıktan sonra kalan kısımdır. Şişe mantarı pek bulunmazdı.
Tarım Çeşitleri:
En çok ekilen mısır idi. Yüksek kesimlerde(güzle) patates, buğday, arpa, yulaf çoğunlukta idi. Fakat patates daha çok dikilirdi. Buğday az da olsa, alçak kesimlerde de(köy) ekilirdi. Karalahana meşhur sebzeler arasındaydı. İhtiyaca göre; fasulye, soya fasulyesi, yeşil mercimek(herkes yapmazdı), salatalık, domates, pazı, hayvan yuları ve ip itiyacı için kenevir yapılanlar arasındaydı. Bunların çoğu günümüzde de yapılır. Fakat mısır üretimi çok azalmıştır. Kenevir yasaklanmıştır. Stratejik önemi çok olan soya fasulyesi unutulmuştur.(Aksiyon Dergisi'nde okuduğuma göre, soya fasulyesinden ABD'de 286 çeşit stratejik madde yapılıyor.) Mercimek terk edilmiştir. Salatalık, domates gibiler nasıl olsa, hormonlu şekilde çarşılarda satılıyor. Geriye kalanlar ufak çevriklerde (etrafı çevrilmiş çok küçük bahçe) az da olsa yapılıyor.
Eskiden bu tarım ürünleri kara sabanla çift sürülerek yapılırdı. Fındık henüz yetiştirilmediğinden ekilecek tarla çok idi. Tarlanın büyüklüğüne göre 5-6 çift öküz koşularak çift sürülürdü. Çift sürme işi aylarca devam ederdi. Tarlası az olanların işi tez biterdi. Buğday döven ile harman yapılırdı.
Gıda Maddeleri Tatlı İdi:
Yenilenler, içilenler çok tatlı idi. Çünkü, o dönemlerde bugün kullandığımız tarım ilaçları ve suni gübre yoktu. Hormonlu yiyecekler yoktu. Hayvan gübresi kullanılırdı. Sebze ve meyveler iri ve gösterişli olmamasına rağmen yemesinde ayrı bir zevk, ayrı bir tat vardı. İnsanlarımız daha sağlıklı idi. İnsanların yiyip içtikleri temiz ve tatlı olduğu gibi hayvanların yediği ot ve saman da zehirsiz ve hormonsuz idi.
Tarım ilaçları ve suni gübre çıktıktan sonra yiyeceklerdeki tat gitti. Gösterişli meyve ve sebzeler çoğaldı ama, tatsızlık geldi. Hastalıklar çoğaldı. İnek yağının yerini içinde naylon katkısı olduğu söylenen katı yağlar türetildi ve bundan dolayı kalb ve damar hastalıkları çoğaldı.
Buğday Biçme:
O dönemlerde bugünkü modern tarım aletleri yoktu. Tırpan sonradan çıkmıştır. Buğday büyük oraklar ile biçilirdi. İmkanı olanlar ellerine ellik(parmaklık) takardı. Ellik, ağaçtan yapılır, parmağa sığacak şekilde delinirdi. Kavisli olup 15-20 cm. uzunlukta, hafif bükülmüş parmak şeklinde idi. Delik kısmından sonra elin sırtına gelecek şekilde ince ve yassı, 5-6 cm uzunluğunda asıl gövde ile uygun genişlikte bir uzantısı vardı. Duruma göre buğday tutan elin parmaklarının hepsine takılırdı. Bununla buğday daha çok tutulur, buğday sapları ele zarar vermezdi. Orak ile buğday biçme işi uzun zaman alırdı. Tırpan kullanılmaya başlandıktan sonra biçim işi daha hızlı olurdu.
Biçilen buğday tarlada kuruduktan sonra deste yapılır, ortasından uygun otlarla bağlanırdı. Bağlanan destelerden cuğul yapılırdı. Bir cuğul yaklaşık 10-15 desteden olur. Sonra bu cuğullardan öbek yapılırdı. Biçilmiş tarlada kalan buğday başakları dirgen ve tırmık ile taranarak toplanırdı.
Şartlar oluştuktan sonra tarladan öbekler sırt yükü veya kağnı arabası(öküz arabası) ile harman yerine taşınırdı.
Harman Alma:
Harman yeri 15-20 metre genişlikte yuvarlaktır. Bugün yine vardır. Fakat harman alma işi makinelerle yapılmaya başlanmıştır.
Harman yerine buğday desteleri çözülerek döşenir. Kalınlığı 30 cm. kadar olur. Kimi tek at ile, çoğunluğu iki öküz koşarak harman alırdı. Harman almak için döven kullanılırdı.
Döven çam ağacından yapılır, genelde 1.5 m. uzunluğunda, iki parçadan oluşan, ön tarafı yukarıya eğilmiş şekilde, 50 cm. genişliğinde, alt kısmı sert ve keskin, yassı 1.5-2 cm. uzunluğunda taşlarla işlemeli olurdu. Taşların yerinde sabit durması için dövenin altı karasakız ile sıvanırdı.
Havalar uygun olunca hazırlanmış harmanın üzerine döven bırakılır, öküzlere kısa boyunduruk takılır, boyunduruk ile döven arasına dövensilik denilen L şeklinde, 2 m. kadar uzunluğunda bir ağaç takılırdı. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, harmandaki buğday üzerinde dövenin üzerine bir kişi ya oturarak, ya da ayakta durarak(duruma göre) öküzleri daire biçiminde koşardı. Öküzlerin harmanı kirletmemesi için tahtadan bir kapak bulundurulur ve öküzler kuyruğunu kaldırmaya başlayınca kapak öküzün arkasına tutulur ve tezek dışarıya doğru uygun yere savrularak atılırdı. Harmandaki buğdayı yememesi için öküzlerin ağızlarına ağaçtan örme sepet takılırdı. Tek bir harman işlemi 3-4 saat sürerdi. Harman olgunlaştıktan sonra öküzler bırakılır, dirgen ile harmanın sapları(saman) ayrı bir yere toplanır ve tanelerin üzeri açılırdı.
Ayırma işlemi tamamlandıktan sonra taneler harmanın ortasına toplanır, saman çöp ve tozları ile karışık olan taneler hafif rüzgarlı havada yaba ile olduğu yerde havaya savrulurdu. Rüzgar saman kırıntılarını ve tozlarını götürür, taneler olduğu yere düşerdi. Bu işlem taneler ayıklanıncaya kadar devam ederdi. Sonra, gözel denen büyük kalbur ile taneler elenirdi. Yıkama ve kurutma tamamlandıktan sonra çuvallanırdı.
Kağnı Arabası
(Öküz Arabası):

Öküz arabası ağır yük taşımacılığında kullanılan en gözde vasıtalardandı. İki öküz tarafından çekilirdi.
Bu araba ağaçtan yapılırdı. Yük konulan bölümün uzunluğu 1.50 veya 1.80 cm. kadar; ön tarafı dar, arka kısmı 80 cm. veya 1. m. kadardı. Yan taraflarda öne doğru paralel 15-20 cm. kalınlığında iki tane, gövdenin asıl iskeletini oluşturan yanlık denilen ağaç vardır. Bu ağaçlara paralel şekilde 15-20 cm. genişliğinde tahtalar takılır. Araba bu şekliyle ağaç iskeleye benzer. Arabanın altında tekerleklerin takılmasına yarayan iv bulunur. Tekerlekler bu ivin uçlarına takılır. Tekerleğin boyu 50-60 cm.kadardır. İv, sabit olması için yanlardaki ağaçlara mazı ile bağlanır. Mazı arkalı-önlü olmak üzere ikişerden dört tanedir. Mazıların iv ile irtibatını sağlayan bölüme boğaz denir. Öküz arabasının kendine has sesi bu boğazdan çıkar. Öküzleri arabaya koşmak için çatal biçimde ayak bulunur. Ayak boyunduruğa bağlanır. Öküzlere boyunduruk takılır ve boyunduruk zelvelerle öküzün boynuna irtibatlanır ve uç kısımlarından çıkmaması için ip ile bağlanır.Ayağın arka kısmı ivin altına kadar uzanır, zemine sürter ve arabanın dengesini sağlar. Arabanın arka tarafında marmar vardır. Marmar, arabanın üzerine konan kaba yükü sıkmak için yapılmış, arabanın arka kısmının genişliği uzunlukta yuvarlak ağaçtır.
Özellikle sonbaharda güzle ve yaylalardan köylere ot ve saman çekme işleri başlayınca toprak yollarda arka arkaya dizilmiş şekilde yürütülmesi çok hoş olurdu. En çok hoş olan yanı ise, bu arabaların çıkardığı kendine has ses çıkarmasıydı. Bu sesin çıkması için de araba sahiplerinin özel gayreti olurdu. Arabanın boğazı tereyağı ile yağlanır, mazılar da hafifçe sıkılmak suretiyle sesin çıkması sağlanırdı. Beş-on araba aynı yolda giderken arabalardan çıkan ince-kalın sesler gökkuşağı rengi gibi ses cümbüşü oluştururdu. Bazılarının arabasının sesi ise bir markaydı. O ses duyulunca arabanın kime ait olduğu anlaşılırdı.
Bu sesler, normal düz yolda seyir halinde iken düzenli çıkardı. Taşlı ve çukurlu yollarda sesin yerini kütürtü sesi alırdı.
Sıcak günlerde öküzler bunalırdı. Her öküz yokuş yukarı yüklü arabayı iyi çekemezdi. Sahibi gaddar biri ise öküzleri gerek öndere, gerekse odun veya başka bir şeyle aşırı döverlerdi. Hatta bu şekilde öküzlerin dayaktan boynuzları kırılırdı, kimi de ölürdü...
At Taşımacılığı:
En önemli taşımacılıktan bir diğeri de at taşımacılığı idi. Güzle ve yaylalara giderken , geri dönüş yapılırken gerekli eşya at ile taşınırdı.
Sonbahar gelince güzle denilen yerleşim yerlerinden veya yaylalardan Korgan’a patates getirilip satılırdı. Çoğu zaman bu yollarda patates yüklü at kervanları oluşurdu. Ata iki çuval patates yüklenir, iki çuvalın ağırlığı 60-70 kg. kadar gelirdi. Patates ya peşin, ya da veresiye satılırdı. Korgan’ın Sülükgölü pazarındapatates dükkanı çok vardı.
Niksar’a ceviz götürülüp satılırdı. Fatsa’ya at ile veya yaya gidilirdi.
Yollar çok bozuk ve çamur olurdu. Çamurlu yollarda atların nalları düşüp kayıp olurdu. Yokuş aşağı inerken atın paltonu kuyruğunun altına gelmişse aşağı indirilirdi. Palton, atın kuyruğu altından takılan, iki ucu eyere bağlı, çember biçiminde, genişliği 5 cm. kadar olan sert deriden yapılan kemerdir. Palton kalça hizasına çekilmezse, yük atın boynuna gelir ve ata sıkıntı verdiği gibi atın boynundan aşağı yükün yıkılma ihtimali olur. Atın paltonunu aşağı çekerken çok kişiyi at teperdi. Atın bel kolanı da vardı. Belkolanı eyer takılmış atın eyerinin dönmemesi için atın ön ayaklarının arka kısmından takılan, genişliği 5 cm. kadar olan sert deriden yapılan bir kemer çeşididir. Gevşek bırakılırsa, eyer atın sırtında düzgün durmaz ve ata binen kişinin düşme ihtimali olur.
Binek ve yük eyeri olmak üzere iki çeşit eyer vardır. Binek eyeri adından da anlaşıldığı binek için kullanılır. Yük eyeri her iki şekilde de kullanılır.
Yük taşınırken ata üzengi takılmaz. Üzengi, ata binen kişinin ayaklarını takması için demirden yapılmış ayaklıktır.
Dizgin her zaman kullanılır. Dizgin atın kafasına takılan, deriden yapılmış bir yular çeşididir. Dizginde gem denilen bir bölüm vardırki, demirden yapılmış olup atın ağzına takılır. Gem atın iyi zaptedilmesini sağlar. Huysuz ve aşırı giden atın dizgininin saplarından çekilince gem atın ağzını gerer ve durmasını sağlar.
Bazıları binek için kullanılan atların eyerini ve dizginini gümüş işlemeli yaptırırdı. Bu bir zevk işi idi.
Düğünlerde at kullanılır, gelin at ile getirilir, gelinin çeyizleri at ile taşınırdı.
Evin odun ve diğer ihtiyaçları at taşımacılığı ile sağlanırdı. Katır ve eşek de taşımacılıkta kullanılsa da az olduğu için at daha revaçta idi. Atı ve eşeği olamayanlar veya olup da yakın yere yük taşıyanlar sırtlarında hey ile taşırdı. Hey fındık veya benzeri ağaçların dış kalın kabuklarından soyulan yarım metreden bir metreye kadar uzunluğu, dip kısmı dar ve ince, ağız kısmı geniş olan bir sepet çeşididir. Ağız kısmının yanlarında tutmak için birer tane halka şeklinde sapı vardır. Hey ile küçük parçalı yükler taşınır.
Bu gün at bulundurma yok denecek kadar azalmıştır.
Kara Saban:
Eskiden tarlalar kara saban ile sürülürdü. Ekilen alan çok idi. Pulluk(demir saban) sonradan çıkmıştır.
Kara saban temel olarak iki ana parçadan oluşur.
Sap kısmı: Buna eyek de denir. Çift süren kişinin sabanı kumanda etmek için eli ile tuttuğu kısımki, bu bölüm orağa benzer ve toprağa gelen ön ucuna saban demiri takılır. Saban demirinin ucu sivri, arka kısmı geniş olup ortası olukludur. Oluklu tarafı sabanın sap kısmının ön tarafına takılır. Toprağa batırılarak toprağın altının üste döndürülmesini sağlar.
Ok kısmı: Buna saban oku denir. 2.5- 3 m. uzunluğunda kare şeklinde işlenmiş ağaçtır. Saban oku sabanın sap kısmına monte edilir. Bu bölüme kılıç denir.
Toprağın iyi yarılması için saban okuna cizek takılır. Cizek demirden yapılır, toprağa yakın olan ucu bıçak gibidir, saban demiri ile aynı hizada olur.
Kara saban ile çift süren kişinin en önemli aletlerinden biri de önderedir. Öndere 2-3 m. uzunluğunda fındık çubuğundan yapılan, eğriliği olmayan, dosdoğru bir değnek şeklidir. Deyimlere dahi geçmiştir. ‘’Elifi görse, öndere sanır.’’ (Cahil kişiler için kullanılır.)
Önderenin elle tutulan kısmına demirden yapılmış cemek takılır. Cemek üçgen şeklinde, ağız tarafı keskin bir demirdir. Sabanın boğazına saran çamur ve toprağı sıyırmak için kullanılır. Sabanın boğazı saban oku ile saban sapının birleştiği yerdir. Önderenin ucuna demir çividen yapılan mudul takılır. Mudul yavaş giden veya tembellik yapan öküze dürtülürki, tembellik yapması önlenir. Gaddar kişiler tarafından bir çok öküzün vücudundan kan akıtılırdı. Hırsını alamayanlar cemek de vurur, bu yüzden öküzler acıdan böğürürdü.
Saban iki öküz tarafında çekilir. Öküzlere boyunduruk takılır, sabanda kullanılan boyunduruk araba ve döven boyunduruğundan uzun olur. Boyunduruktaki diğer bölümler de araba boyunduruğu gibidir. Tarlanın alt tarafından çifte başlanır, tarla boyu bir ileri, bir geri gidilir. Tarlanın sürülmeye başlanan uygun yerine saban demirinin ucu batırılır, öküzlere gaaahhh denir. Öküzler sabanı çekmeye başlayınca saban demiri 15-20 cm. kadar toprağa dalar ve toprak yarılmaya başlar. Bu şekilde tarlanın diğer ucuna varılınca aynı yerden aynı işlem ile geri dönülür.
Tarlaya beşer m. aralıklarla evlek çizilir, bu şekilde sürme miktarı için plan yapılır.
Tarlada sabanın ulaşamadığı yerler ve kenarlar kıyı kazması denilen kazmalar ile kazılırdı. Yol kenarındaki tarlaları kazmak çok zor olurdu. Çünkü, çamurdan yoldan gidemeyenler tarlalara sapardı ve buralar ayak izinden taş gibi katı olurdu. Tarladan geçme yüzünden çok kavgalar olurdu.
O dönemlerde arazi çıplak idi. Şiddetli yağmur yağdığında ekili tarlada ne varsa, sel götürürdü. Tarlalarda çiftçiler çift sürmeyi bırakıp ekilen tohumların peşine düşerdi. Suyun toprağı götürmemesi için büyük hendekler kazarlardı ve yağmur yağdığında bu hendeklerden sel gibi çamurlu sular akardı.
Kenevir ve Kenevir Gölleri:
(Kendir ve Kendir Gölleri)
Eskiden evdeki ip ihtiyacını karşılamak için kenevir ekilirdi. Halk kenevire kendir derdi.
Kendir tarlası fazla büyük olmazdı, büyüklüğü en çok 10-10,10-15, 10-20 m. kadar olurdu. Yani tarlanın yeri ve şekline göre büyüklüğü değişirdi. Kendirin boyu normal olarak 1-2 m. kadardı. Kalınlığı yetişkin insanın elinin orta parmağı kalınlığında idi. Rengi koyu yeşil idi. Tepe kısmında yuvarlak, yeşil, buğday tanesi iriliğinde tohumları olurdu.
Tarlada bakım ve kazım işleri bittikten sonra olgunlaşan kendir kökü ile topraktan sökülürdü. Mısır destesi gibi deste yapılır, kuruması için destelerden mısır cuğulu gibi cuğul yapılırdı. Kuruduktan sonra tohumları çıkarılırdı. Tohumlar çıkarılırken kişiler ağızlarını ve burunlarını bez ile kapatırdı, çünkü kendirin toz ve kokusu sersemlik yapardı.
Tohumları çıkartıldıktan sonra kendirin sapları deste halinde kendir gölü denilen göllere üst üste koyulurdu.
Kendir gölünün büyüklüğü kişinin ektiği kendir miktarına bağlıdır. 2 m. kareden 4-5 m. kareye kadar olurdu. Derinliği 1 m. ile 1.5 m. kadardı. Kendir göle konduktan sonra ağırlık yapıp yüzeye çıkmaması için üzerine ağır taşlar konulur, sonra dolup taşıncaya kadar su doldurulurdu. Bu şekilde gölde 1-2 ay bekletilirdi. Su azalırsa ilave edilirdi. Su bu süre içinde yeşil renge dönerdi.
Bu göllerin bir de ziyaretçileri olurdu; kurbağalar. Gölde kurbağalar öterdi.
Göldeki kendir olgunlaştıktan sonra desteler halinde çıkarılıp kuruması için beklenirdi. Çıkarma esnasında çok kötü kokardı.
Kuruma işi de bittikten sonra kendirin saplarından ip yapımında kullanılan ince kabuk teker teker soyulurdu. Kendir sapı soyma imeceleri yapılırdı. Soyulan kendirin sapı beyaz olurdu. Buna kövrek denirdi. Kövrek önemli idi, çünkü bunun ile ateş tutuşturulurdu, kısa mesafe gece yolculuklarında yakılıp elde taşınarak aydınlatmada kullanılırdı.
Kendirin soyulan ince kabukları menük yapılarak dürülürdü. Menük sekiz rakamına benzer.
Menükler ya elde, ya da ipçilere götürelerek ip yapılırdı. İpçiler vardı. Bunların ip çıkrığı vardı. Çıkrık ile yapılan ip daha sağlam ve dayanıklı olurdu. İpler ya halat şeklinde, ya da ince ip şeklinde işlenirdi. Bu iplerden hayvan yuları, öküz arabası ve at eyeri için urgan yapılırdı. Ayrıca hayvan örklemesinde de urgan kullanılırdı. Örkleme, bir hayvanı otlu bir yere kazık çakarak urganın bir ucunu kazığa, diğer ucunu hayvanın boğazına veya kafasına bağlanmasıdır. Hayvan böyle durumda kendi çevresindeki otları yer, diğer mahsüllere zarar veremez. Bazı hayvanlar hırçın olur, ya urganı kırar, ya da kazığı yerden çıkararak kaçar.
Kendirin tohumları ile ihtiyaç fazlası menükler satılırdı.
Kendirden uyuşturucu yapıldığı için bugün ancak izin ve denetim ile ekilmekte ise de, ip ihtiyacı kullanılan kenevir farklıdır. Fakat onun da keyif verici özelliği vardır.
Sigara Tütünleri ve Kav:
Eskiden en meşhur üç sigara çeşidi vardı. Birinci, İkinci ve Üçüncü sigara paketleri. Diğer sigara çeşitleri de olmasına rağmen halk en fazla bunlardan birini kullanırdı.Bu üç sigaranın genel adı köylü sigarası idi.Bafra, Kulüp, Yenice, Bahar, Yeni Harman, Yaka, Gelincik, Maltepe ve Samsun sigaraları daha çok şehirliler tarafından kullanılırdı. Yukarıdaki meşhur üç sigarayı kullanan şehirliler de vardı. Şehirlilerin kullandığı sigaraların kimi filitreli idi. En çok kullanılanlar da maddi imkansızlık nedeniyle filitresizlerdi.
Bugünkü yabancı ve lüks sigaralar Almanya gurbetçiliğinden sonra görülmeye başlandı. Yabancı sigaraların alım-satımı yasak idi ki; bu sigaralarla yakalanan hapis cezası alırdı. Ancak izin ile kullanılırdı.
O dönemlerde tütün daha makbul idi. Hem ucuzluğu, hem de kiloya çok girmesi bakımından tercih edilirdi. Bu tütünler de yasak idi. Yakalanmamak için gizli taşınırdı. Cumartesi günleri ki; Korgan’ın hafta günü belirli yolların belirli yerlerine Jandarma gelir, kaçak eşya için üst araması yapardı. Jandarmayı gören kaçardı. Kaçan kurtulur, yakalanan cezayı yerdi. Hatta kaçarken Jandarma tarafından ayağından vurulan olduğu da söylenirdi.
Bu tütünleri taşımak için sigara tabakaları vardı. Tabakanın içine tütün doldurulur, üzerine de deste halinde sigara kağıtları konurdu. Sigara kağıda elde sarılırdı.
Bir sigara çeşidi daha vardı.Mısır püskülü sigarası. Sigarası tükenip de alamayanlar ile yeni alışmaya başlayanlar mısır püskülünü mısır kundağının ince yaprağına tütün gibi sararlar ve içerlerdi. Ağaç ve taş yosunu da tütün yerine kullanılırdı. Fakat bu çeşit yosun sigarası nadiren kullanılırdı.
Sigaralar ya çakmak ile ya da kav ile yakılırdı. Gazyağı veya benzin ile kullanılan muhtar çakmakları çok meşhur idi. Buna muhtar çakmağı denilmesinin sebebinin şu olay olduğu söylenir: Muhtarın birinin acele mühür basması lazım imiş, sıtampa üzerinde olmadığından cebindeki gazyağı ile kullandığı çakmağı çıkarıp yakmış, mühüre doğru tutarak isi ile mühürü boyamış ve mühürü gerekli olan kağıda basmış. O günden beri bu çakmak muhtar çakmağı olarak söylenmeye başlamış.
O dönemlerde sigaranın meşhur yakacaklarından biri de kav idi. Kav, gürgen ağaçlarının gövdesinde çıkan büyük mantardan yapılırdı. Bu ağaçlara başka yerlerde ladin ağacı denir. Mantarlar gürgen ağacının gövdesinden koparıldıktan sonra yumurta büyüklüğünde parçalara ayrılırdı. Bu parçalar ateş üzerindeki bir kab içine konur, üzerine su doldurulur ve patates gibi haşlaması gibi pişirilirdi. Piştikten sonra parçalar ipe dizilir ve kurutulurdu.
Kav çakmak taşı ile tutuşturulurdu. Bu taş renkli, küçük, kaya parçasıdır. Çakmak taşı sol elin şehadet parmağının iç ortasına yerleştirilir, üzerine az miktarda kav konur, başparmak ile üzerine bastırılır ve sağ el ile çakmak taşına özel yapılmış küçük çelik parçasıyla yukardan aşağıya doğru sürtünme şeklinde hızlıca vurulur, çarpma esnasında taş kıvılcım saçar ve kav yanmaya başlardı. Yana kav el ile sarma sigaranın ucuna konur ve nefes ile içe doğru çekmeye başlanırdı. Kav çok güzel kokardı, kendine has hoş kokusu vardı.
Çakmak taşı, çakmak demiri(çakmak çeliği) ve kav küçük keselerde taşınırdı.
Giyim Şekli ve Dokuma Tezgahları:
O dönemlerde bu günkü gibi çok çeşitli elbiselik kumaş ve iç çamaşırlar bulunmazdı. Bulunanı da herkes alamazdı.
Bazı evlerde yöresel olarak ‘’ÇURFALIK’’ veya ‘’ÇULHALIK’’ denilen dokuma tezgahları vardı. Giyilecek elbiselikler çurfalıklarda dokunurdu.
Kadınlar öreke ile koyun yününden ince ip yaparlardı. Bu ipler tezgahta dokunurdu. Dokumalar ya elde, ya da dikiş makinesinde dikilirdi. Makine her yerde yoktu. Bir köyde ya bir tane, ya da birkaç köyde bir tane ya vardı, veya hiç yoktu.
Çurfalıkta dokunan dokumalardan şalvar dikilirdi, şalvarın altına yokluktan giymeye don da bulunmazdı. Donsuzluktan şalvar bacak aralarını zımpara çekilmiş gibi yapardı, bazılarının dediğine göre şalvarın bacak aralarına gelen yerleri sapsarı sararırdı. Çeket yerine şalvarın dikildiği dokumadan yapılan yöresel olarak göynek denilen gömlek giyilirdi, onun da altına giymeye bir şey bulunmazdı veya aynı dokumadan fanila yapılırdı.
Çeket ihtiyacı maddi duruma göre ya eskiciden, ya da yeni alınırdı. Bir çeket, ya da elbise bir-iki sene giyilirdi. Eskir veya yırtılırsa, yama yapılırdı. Pantolon alıp giyebilenlerin pantolonlarının dizleri ve oturak yeri yıpranırsa, suvarlik denilen yama ile kaplama yapılırdı. Bazılarının üzerindeki elbiselerin her tarafı yamalıydı, hatta 10-15 yama olurdu.
Daha sonraları İngiliz kilotu denen haki renkli pantolonlar giyilmeye başlandı. Bu pantolonların diz kısmı dış yanlara doğru kanat gibi kabarık, ayak tarafına doğru dar olup düğmeli idi.
Ayaklara çarık giyilirdi. Çarık hayvan derisinden yapılır ve elde dikilirdi. Çarık fazla dayanmaz,çabuk eskirdi. Çarıklar kendine özel yün bağlarla bacaklara dolandırılarak diz altına bağlanırdı. Bu ipler ya beyaz, ya da kırmızı-beyaz renkli olurdu. Çorap elde yapılan yün ipinden yine elde çiteler ile örülürdü. 1950’li yıllardan sonra çarığın yerini kara lastik aldı.
Kadınlar yün ipinden öynük denilen önlükler kuşanırdı. Öynük eteğin üzerine giyilen, belden ayak üzerine kadar uzanan, genişçe tek parça idi. İki ucu birbiri üstüne gelecek şekilde öynük bağları ile bele sarılırdı. Öynükün ayak üstüne gelen uçları bele sokulurdu. Bu şekilde heybe gibi gözlü olur, bu gözlerde irili-ufaklı eşya taşınırdı.
Renkli peştamal da o günlerin gözde giyeceklerindendi. Peştamal etek yerine giyilirdi. Peştamalın üstlüğü vardı, üstlük de üst kısma takılırdı. Kadınlar ayrıca bel kuşağı da takarlardı.
Çurafalıklarda dokunan beyaz yün ipleri ve bu iplerden yapılan giyecekler ağaç kabukları ile boyanırdı. Kızılağaç(yeykın) kabukları boyacılıkta kullanılan en meşhur ağaçlardan idi. Yöresel olarak çakal eriği denilen erik ağacının yaprak ve kabukları da boyacılıkta kullanılırdı.
Çurfalıklar sadece giyim eşyası dokumak için değil evin iç örtüsü de bunlarda dokunurdu. Çul en meşhur ev örtüsü idi. Çul kendir ipinden yapılır ve bu günkü halı ve battaniye yerine geçerdi. Büyüklüğü de battaniye ve halı kadardı.
Dastar da önemli ev örtüsü idi. Dastar çeşitli renklerle boyanmış, rengarenk ince yün ipinden yapılır ve çula göre daha değerli idi. Renkleri hemen hemen gökkuşağı gibiydi.
Çurfalık bir çeşit dokuma fabrikası idi.
Çocuk Altı Toprakları:
(Beşik Toprakları)
Çocuklar beşikte büyütülür, altlarına toprak serilirdi. Analar büyük kayalıklardan veya dere içlerindeki yumuşak topraklardan evlere getirirlerdi. Getirmezden önce toprağı çoğu zaman olduğu yerde elekten geçirirlerdi.
Eve getirilen toprak beşikte çocuğun poposunun altına serilir, kızgın eyiş veya uygun kızgın taş ile ısıtılırdı. Isıtılan bu toprağın üzerine çocuk yatırılır, belenirdi. Çocuk kakasını toprağın üzerine yapar, vücudunu idrar ve kaka tahriş etmezdi. Kirlenen toprak atılır, yerine taze, temiz toprak konurdu.
Çocukların bebek iken ayakta durmasını sağlamak için delmece vardı. Delmecenin de altına bu topraktan konurdu. Çünkü çocuk delmecede iken idrar ve kaka yaparsa toprak bunları hem emer, hem de temiz kalmasını sağlardı.
Toprak bu gün kullanılan her çeşit kağıt bezden daha sağlıklıdır. Hangi çeşit kağıt bez olursa, olsun, içindeki kimyasal maddeler vücudu tahriş ettiği gibi masraflıdır da. Rahmetli ağabeyim şöyle der idi: ''Eskiden analarımız bizleri sıcak toprak üzerinde büyütürlerdi. Altımıza sıcak toprağı serince pipi dimdik olurdu, şimdi ise, kağıt bezlerden pipi tepe aşağı uyuşuk duruyor.''
Alış-Veriş ve Kırcılar:
Eskiden alış-veriş bu günkü kadar hareketli değildi. Çiftçiler daha önce yazdığım ürettiği ürünleri satardı.
En meşhur satım malı patates idi. Korgan Sülükgölü’nde en çok papates alım dükkanları(mağaza) vardı. Yüksek kesimlerde üretilen patates at, katır ve merkep ile Korgan’a getirilip satılırdı. Katır ve merkep fazla yoktu. Bu hayvanlar ile getirilen 60-70 kg. kadar patates çoğu zaman veresiye verilirdi. Patatese kartupu veya gostil derlerdi.
Yumurta alım-satımı da meşhur idi. Tavuğu olanlar ki, olmayan ev yok gibiydi. En az iki, üç tane kadar da olsa, hemen hemen her evde tavuk bulunurdu. Yumurtalar biriktirilip çarşıya getirilerek satılırdı.
Korgan’ın zenginlerinin çoğu patates ve yumurta satardı. Dükkanlarda biriktirilen patatates ve yumurta kamyonlar ile Fatsa’ya nakledilirdi.
Kırılmaması için yumurta nakli yumurta kasalarında yapılırdı. Bu kasalar bu günkü manav kasaları gibi ağaçtan yapılıp 1.5 m. uzunluğunda idi. Kasalar kamyoncular tarafından Fatsa’dan getirilirdi. Kasaların içine saman veya ince ağaç talaşı doldurulurdu.
Sattığı maldan elde edilen para ile evin zaruri ihtiyaçları karşılanırdı. Önceden de yazdığım gibi en zaruri ihtiyaç gazyağı idi. Ekmek alınsa da herkes alamazdı.
Un, şeker gibi şeyler fazla miktarda alınmayıp yarım kg.dan 5 kg. kadar alınırdı. Un da az alınırdı. Normalde un çiftçinin kendi ürettiği buğdaydan su değirmenlerinde öğütülürdü. Bu unun rengi beyaz olmakla birlikte ekmeği kahve renkli olurdu. Çarşıdan alınan unun ekmeği beyaz renkli olurdu. Halk çarşı ununa fabrika unu yerine paalika unu derdi. Zira fabrika kelimesi yabancı sayıldığından herkes söyleyemezdi. Çarşıdan alınan ekmeğe de bazar ekmağa derlerdi.
Satın alınan giyim-kuşam eşyası da kaliteli cinsten sayılmazdı. Dividin basması, şayak kumaş meşhur idi. Çay ve zeytin köylülerce pek bilinmezdi.
Fındık birkaç hanede vardı. Yenipınar Mah.de (Findekse Köyü) HACIİMAMOĞULLARI’nda ve Korgan’da birkaç ailede çok eski bahçeler vardı. 1960 yılından sonra fındık üretimi artmaya başlamıştır. Bu yıldan önce fındık pek bilinmezdi. Hatırladığım kadarı ile fındık kilosu 35-40 kuruş idi.
Gübre 1960-65 yıllarından sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Kara Lastik ayakkabı da 1950’li yıllardan sonra giyilmeye başlayarak zaruri ihtiyaç haline gelmiştir.
Kırcılar da meşhur idi. Kırcılık, köylerde bakkalı olanlar tarafından yapılırdı. Bunlar Cumartesi günü ki, Korgan’in hafta günüdür, sabah erkenden çarşıya yakın yerlerde yol üzerine sergi açarlar ve çarşıya yumurta getirenlerin yumurtalarını ucuza almaya çalışırlardı. Aldıkları yumurtaları çarşıdaki toptancıya satarak kar ederlerdi. Kırcılar yumurtanın yanı sıra başka eşya alsa da önemi yoktu. Yumurta en iyi alım malzemesi idi.
Kimi vatandaş çok uzak köylerden gelerek yorulduğundan elindeki yumurtaları bunlara satarak parasını alır çarşıya giderdi. Kimi de ihtiyacı olduğu şeyi kırcıda bulursa, alır, evine geri dönerdi. Kırcı, halkı kandırarak çok ucuza almışsa, kavga bile olurdu.
Çarşıya Gelenlerin Yedikleri:
Eskiden gerek hafta arası,gerekse, Cumartesi Günü ki; Korgan'ın hafta günüdür, çarşıya gelindiğinde fırınlarda ekmek-helva, ekmek-şeker yemek meşhurdu. Çarşıya gelenler Garagul (Karakol) yanına veya bazara gidiyorum derdi. Bugünlerdeki gibi o günlerde de Aşağıpazar-Yukarıpazar denirdi. Aşağıpazar merkeze denir, Yukarıpazar Sülükgölü'ne denir.
At ile gelenler atını HAN'a bağlardı. Han, atları ve diğer binek hayvanlarını bağlamak için ücretli ahıra denir. Bugünkü modern Otoparkların görevini yapardı. Yani At Otoparkı da denilebilir.
Lokanta olmasına rağmen daha ucuz olduğu için vatandaş ekmek fırınlarını tercih ederdi. Fırınlarda ekmek- helva yemek için ayrılmış özel odalar vardı. Fırıncılar ekmek ile beraber helva da satardı. Ağaç oturak ve sıralarla donatılmış, bir veya iki boy sıra konulan bu odalarda vatandaş ya çeyrek, ya da yarım ekmek alır, yanına yüz gram veya ikiyüz gram helva ilavesi ile ekmeğini yer, karnını doyururdu. Helva almaya parası yetmeyenler akide veya halkalı şeker ile ekmeğini yerdi. Bu sıraların üzerinde fırıncıların ikramı sayılan bir-iki sürahi, yine ya tenekeden, ya da camdan mamul bir-iki bardak bulunurdu. Sürahi yerine ibrik konulduğu da olurdu. 20-25 kişininekmek yediği bu fırınlarda kimse kimsenin ağzından tiksinmez, o bardaktan su içerdi.
O günlerdeki ekmek-helva bugünkünden çok tatlı idi. Hele, At Hanları'ndaki At kişnemeleri eşliğinde yemek ayrı bir zevkti. Hanlarda bazan Atlar kendiliğinden boşanır, bir birleri boğuşurlardı. Bu yüzden At sahipleri arasında kavgalar olurdu.
Şehir İçi Durumu ve Hayat:
Geçmişte Korgan'nın içi berbat bir köy görünümünde idi. Tek cadde vardı. Yağmur yağdığında çamurdan karşıdan karşıya geçilmez, çok çamurlu olan ve batan yerlere ağaç çalıları döşenirdi. Karşıdan karşıya geçenler ırmakta taş atlar gibi geçerdi. İlk Kamyon geldiğinde aşağı çarşıdan yukarı çarşıya ıslak havada zincir takılırdı. Ayrıca bozuk yoldan dolayı kamyonların arka tekerleklerinin arkasına geri kaçmasın diye ağaç takoz tutulurdu....

Son Güncelleme ( 07 08 2007 )

KAYNAK : http://www.korgan.web.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=14&Itemid=36

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...