Nedense bizde kel
ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur. Belli bir görevi deruhte etmiş
insanları daha hayatta iken taltif etmeyi nedense pek beceremeyiz. Belki de bu
bizim izzet-i nefsimize dokunur. Kim bilir... Bu yazımızda, Cumhuriyet
döneminin belli bir zaman diliminde Kumru’nun kırsal kesiminde, sadece halkın
desteğiyle din hizmetlerini -rıza-i Bârii için- yürüten isimsiz kahramanlar
adına layık, şimdilik ömürlerinin sonbaharını yaşayan veya bir kısmı vefat
etmiş olan din adamlarımızı konu edindik.
Bir kısmıyla yaptığımız röportajlarda o
Anadolu toprağının samimiyet ve tevazularını taşıyan bu hocalar, kendi
dönemlerinde yüzlerce talebenin din, vatan, millet sevgisiyle tanışmasına
vesile olmuş, ilmihal bilgilerini bir sonraki nesle bizzat yaşayarak aktarmış,
adab-ı muaşeret kurallarını gelenekle yoğurarak köy gençliğinin gönüllerine
nakşetmişlerdir.
Yer yer köylünün sıhhat problemleriyle,
köylü arasında olan kavgalarda hakemlik yapma işleriyle, gençlerin düğün
törenlerinde, insanların cenaze, mevlid işleri, Ramazan ibadetleri, askerleri
uğurlama törenleri, kurak duaları gibi umumun katıldığı yerlerde hep ön
saflarda yer tutup halka önderlik etmişlerdir.
Kendileriyle yaptığımız röportajlarda
hemen hemen çoğu bu hizmeti gönül hoşluğu ve Allah rızası için yaptıklarını
açıkça belirtmişlerdir. Bugün bile kırsal kesimde pek çok din hizmetini,
üzerlerine düştüğünde yerine getirmekte tereddüt etmemekte olan din adamlarımızın
hiç olmazsa hatıralarının yazılması fikri bizi böyle bir yazı yazmaya sevketti.
İnsanlarımızın yetişmesinde böylesine emeği geçmiş büyüklerimizi hayırla yad etmek ve bir
sonraki nesli bu insanların varlığından haberdar etmek aslında bizim gibiler
için bir vazife olmalıdır. Hocalarımızın bir kaçıyla yüz yüze konuştuk,
röportaj yaptık, hatıralarını dinledik, özlemlerini tazeledik, geleceğe yönelik
umutlarını keşfetmeye çalıştık.
Yazı okunduğunda da anlaşılacağı gibi
mezkür din adamlarımızın hemen hemen tamamına yakını zamanın zor şartlarında
okumuş, fakirlik ve cehaletle boğuşmuş, yer yer devrin hükümetlerinin
baskılarıyla da yüz yüze gelmişlerdir.
Yaş itibarıyla en büyükleri olan Osman
Zengince Hoca ile yaptığımız röportajın metni aşağıdadır:
...
Yer: Ordu / Kumru –Karaağaç Köyü
Alan Mah. Osman Hoca’nın evi. Tarih - 08.02.2001.
Ahmet: Hocam kendinizi tanıtır
mısınız?
Hoca: 1929 yılında dünyaya
gelmişim. Babamın adı Mehmet Ali, annem ise Şahsene’dir. Ordu ili Kumru ilçesi
Karaağaç köyü Alan mahallesinde doğmuşum.
A: Hocalarınız kimlerdi efendim,
hangi hocalardan hangi dersleri okudunuz?
Hoca: Efendim bed’i besmeleye
Basri Hoca’da başladım. İlk okumaya ise Fizme Köyü’ndeki Tekkeli Recep Hoca’da
başladım. Sonraki dönemlerde Nutkullo Hafız’da tecvid dersleri aldım. Tısko
Mehmet (Bice) den okudum. Yine Gölköylü Şükrü Hoca ile Hacı Mehmet Hoca’dan da
dersler aldım. Bu hocalarımızdan daha çok, günün şartları icabı, genel olarak
öğretilen Kur’an dersleri aldık. Namaz surelerini öğrendik. Kur’an’ı kıraatle
güzel okumak için tecvid dersleri aldık.
A: Hocam yaklaşık kaç yıl
okudunuz?
Hoca: Normal olarak on beş yıl
kadar okudum. Ancak bizim dönemimizde mektep denilen köy çocuklarının topluca
özellikle kış mevsimlerinde okudukları yerler vardı. Bunlar daha çok ahşap
yapılı yerler olup kız ve erkek çocukların birlikte fakat kendi aralarında aynı
sınıfta ayrı bölmelerde ders okudukları yerlerdi. Bu mektepler de daha çok her
yıl iki veya
üç ay kadar olurdu. Köylü kendi aralarında topladıkları paralarla
çocuklarını okutmak için hoca tutarlar,
çocuklar da kış mevsimlerinde bu mektebe din bilgilerini öğrenmek için
gelirlerdi. Köylü hocanın icabında öğlen yemeğini nöbetleşe olarak getirirdi.
Mektepler aynı zamanda köylünün mescidi idi. Öğlen, ikindi namazları burada
kılınır, babalar çocuklarının ders takibini namaz vakitlerinde hocadan
öğrenirlerdi. Bu arada çocuklar namazı, ezan okumayı, namaz sonrası aşır
okumayı uygulamalı olarak öğrenmiş olurlardı.
A: Peki üstadım, sonraki
dönemlerde kendi isteğinizle mi, yoksa ailenizin isteğiyle mi okumaya devam
ettiniz?
Hoca: Ailemin zoruyla değil kendi
isteğimle okumamı devam ettirdim. Tabii annem babam da bana destek oldular. Şu
da var ki, bizim okuduğumuz devirin bazı dönemlerinde mekteplerde okumak yasak
idi. Jandarma gelir, baskın yapardı mekteplere. Ancak köylü bu konuda titiz
idi. Mesela bizim köy biraz basık bir yerde kaldığı için köyün alt ve üst
taraflarına birer gözcü dikilir, şayet jandarma vb. geliyorsa bunlar ıslık
eder, mektepte okuyan bizler de hemen orayı boşaltır, Kur’an tecvid gibi
kitaplarımızı ya tahta döşemenin altına saklar veya dışarıda tarlalara saklar
hemen köyün üst başındaki dağa çıkardık. Eğer jandarma gelirse bizi dağdan
birer kucak çalı çirpi ile döndüğümüzü görürler ve bize ne yaptığımızı sorduklarında,
eve çalı çirpi taşıdığımızı söylerdik. Yine o dönemde ezanları Tanrı Uludur
diye okuduğumuzu hatırlarım. Bu tür uygulamaları gördük. Fakat köylü o zamanlar
tutkun idi. Çocuklarını ve hocayı koruyup kollar, her türlü tehlikeye karşı
onlara yardımcı olurlardı. Tam bir şey diyemem ama şimdi aynı hassasiyetin
olduğunu sanmıyorum bu açıdan.
A: Kaç yıl hocalık ve imamlık
yaptığınızı öğrenebilir miyiz?
Hoca: Toplam olarak yirmi beş yıl
imamlık yaptım, kırk bir yıl da mektep okuttum. Öğrencim epey olmuştur. Hatta
Kılıçlı mahallesi’ndeki Mehmet (Çapku) Hoca ile Karaağaç Mahallesi’ndeki Tevfik
(Derilmek) Hoca da benim talebem olmuşlardır. Talebe açısından belki de en
zengin olanı benimdir. Bu konuda diyebilirim ki, Karaağaç Köyü’nün Karaağaç ve
Alan mahallelerinde neredeyse okutmadığım talebe kalmamıştır. Epey ömrüm geçti
talebelerimle. Bunlar arasında önemli bir mevkiye gelmiş olanı pek yoktur. Zira
bizim yaptığımız hizmet bir ilk mektep hizmeti idi. Yine bu mektepler kısa
süreli idi ve yetişkin olan çocuk zaten artık mektepten ayrılırdı. Dolayısıyla
biz daha çok küçük çocuklarla haşır neşir olurduk. Mektep okuturken köyün fahri
imamlık vazifesini de yerine getirirdik. Cenazelerde, mevlitlerde,
ramazanlardaki dini işler ile yeni evlenen gençlerin nikah işlerinde de bu arada ilgilenirdik.
A: Hocam neler okuttunuz ders
olarak?
Hoca: Ders olarak tabii ki,
öğrendiğimiz dersleri okutmuşuzdur. Bunlar Kur’an dersleri, tecvid dersleri,
namaz sureleri ve Mızraklı İlmihal[1]
bilgileri şeklinde idi. Şayet derste ilerlemiş olanlar varsa bunlara da Yasin,
Tebareke, Amme gibi sureleri de ezberletir, mevlit okumayı da kendilerine ek
ders olarak verirdik. Yine namaza niyet etmek demek olan neveytüleri de bir
ders olarak verirdik. Bizim öğrettiğimiz dersler genel itibarıyla üç farklı
ders görünümü arzederdi. Şöyle ki, hocasının rahlesinin yanına gelen öğrenci
şayet elif cüzü veya elham cüzü veya da Kur’an okuyorsa önce bu dersini okurdu.
Sonra ezber dersi dediğimiz namaz surelerini ezbere okurdu. İlerlemiş olanlar
ise Yasin vb. ezberlerini verirlerdi. Daha sonra da işte bu neveytü dersleri
dediğimiz hangi namaza nasıl niyet edilmesi gerektiğini ifade eden bu dersi
arapça olarak ezberden okurdu. Böylece bir öğrenci hocasının dizinin dibine
oturduğunda bir oturuşta bu üç dersi bir arada okumuş olurdu.
Öğrenciler akşama yakın dağılmadan
önce topluca yaptığımız bir ders de vardı ki, bu daha çok itikat dersleri idi.
Biz buna âmentü dersleri derdik. Yüksek sesle ya hoca ya da bir öğrenci
âmentüyü okur, peşinden bütün öğrenciler bunu seslice tekrar ederlerdi. Yine
dağılmadan önce de hüve’l-habîbüllezî ilahisini arapça olarak topluca okur ve o
günkü ders böylece bitmiş olurdu.[2]
A: Maaş durumunuz ne idi mektep
okuttuğunuz zamanda?
Hoca: Mektepler zaten iki üç
dönemlik olurdu. Bu zaman zarfında köylü kendi arasında para toplar, günün
şartlarına göre hocanın geçimine yetecek kadar günün rayiç bedeline göre bir
şeyler verirdi. Bu, zaten Allah rızası ve çocuklarımızı yetiştirmek amacıyla
yapıldığı için pazarlık konusu yapılmaz, köyün önde gelen muhtarı, hacıları vs.
kendi aralarında belli bir para miktarı belirler bunu hocaya takdim ederlerdi.
Kaldı ki, bu insanlar zaten işin ehli, terbiyeli insanlardan müteşekkil olduğu
için verilen para üzerinde zaten herhangi bir dedikodu yapılacak bir durum söz
konusu olmazdı. Yine köylüler hocanın öğlen yemeğini de genelde aralarında
nöbetleşe olarak getirirlerdi.
A: Sizin devrinizdeki halkın dine
bakışıyla şimdikini kıyas yapabilir misiniz?
Hoca: Bizim zamanımızda halkın,
daha doğrusu köylünün hocalara, tabi dine bir saygısı vardı. Köylünün bir
terbiyesi vardı ve her şeyden evvel insanların birbirlerine güveni, itimatı
vardı. Şimdilerde aynı şeyi görmekte zorlanıyorum maalesef. Herhalde bu durum
halkın birbirine olan güvenini kalkmış olmasındandır diye düşünüyorum. Evet
eskiden de fakirlik, cahillik yüzünden halk hırsızlık yapar, bir takın kötü
işlere bulaşırdı ama insanların birbirlerine güveni vardı, saygısı vardı. Bu da
köylüyü toplum işlerinde birbirine bağlar, kenetlerdi. Şimdilerde bu kalktı.
Halkın din adamına itibarı da kalmadı. Okuttuğumuz talebelerimiz bizi gördüklerinde hâlâ daha saygı
gösteriyorlar, yer gösteriyorlar, hürmet gösteriyorlar bize. Sanırım bunda
bizim devredeki insanların samimiyetinin, karşılıklı güven içinde yaşamış olmalarının
büyük payı vardır.
A: Hocam son olarak sizden
sonrakilere söylemek istediğiniz bir sözünüz var mı?
Hoca: Benim gençlerden, bizi
tanıyanlar ve çocuklarımızdan özel isteğim şudur ki, namazlarını ihmal
etmesinler. Zira namaz dinimizin direği sayılmıştır. Bu arada dünyevî
bilgilerini geliştirmelerinin yanında ne yapıp yapıp dinî bilgilerini de elde
etmeleri ve çocuklarını dinî bilgilerle mücehhez kılmalarıdır. Çünkü bu
maneviyatımız, ruh dünyamızın gelişmesi açısından önemlidir bence.
A. Hocam verdiğiniz bilgilerden
dolayı teşekkür ediyorum.
Hoca: Ben teşekkür ederim
evladım. Çalışmalarınızda muvaffak olasınız. Allah yüzünüzü ak
etsin..(amin).
...
İkinci röportajı Mehmet Çapku Hoca
ile Karaağaç Köyü Kılıçlı Mahallesi’ndeki evinde yaptık. [Kendileri aynı
zamanda Muhterem Pederimdir. A.Ç.]. Tarih - 07.02. 2001
Ahmet: Sayın hocam kendinizi
tanıtır mısınız?
Hoca: Müezzinoğulları
kabilesindenim. İbrahim oğlu Ömer oğlu Faik ve Esma çiftinin oğlu olarak 1937
yılında dünyaya gelmişim. Dedemiz Ömer, seferbirliğe [savaşa ki, bu muhtemelen
Kurtuluş Savaşı olmalıdır] gitmiş geri dönmemiş.[3]
Çocukluğumda Karaağaç Köyünde bed’i besmeleye Hacıgilin Mehmet Hoca’da
başladım. Bu zat yolda yürürken bile bize ders verirdi. Sadece ayak yoluna
giderken Kur’an’ı elinden bırakan bir şahsiyetti!...Daha sonra Hasan (Azalma)
Hoca’da elif ba’ya başladım. Bu Hocada bir ay kadar okudum. Tısko Mehmet (Bice)
Hoca’da ise tecvid ve Kur’an okudum. Karaağaç köyünde ise Osman (Zengince)
Hoca’da okumaya devam ettim. Yine Tısko Ahmet Hoca’da Kur’an, tecvid[4] ve
bugünkü Türkçe’yi okuyup yazmayı öğrendim. Çocukluğum genelde fakirlik içinde
geçti. Evimiz yalnız idi. Çalışacak insan gücüne ihtiyaç duyulduğu ve annem de
hasta olduğu için evde, ev işlerine bakacak bir insana muhtaç olduğumuz için
biraz erken evlendim. Yaklaşık on beş yaşlarında idim o zamanlar. Evlendikten
sonra da bir süre okumaya devam ettim. Babam [Faik Çapku, v. 1987] beni
okutmaya özellikle istekliydi. Kendisi bakır kalaycısı idi. Eskiden kalaylı
tencereler olurdu. O işlere genelde babam bakardı. Körüğüyle köy köy dolaşır,
para kazanırdı. Mesleğinde ileri derecede bir san’atkardı. Ancak evli ve bu
fakirlik halimizle daha fazla okuyamayacağımı anlayınca ben de hayata atılmak
zorunda kaldım. Zira yalnızdık. Evimizin bir tek çocuğu ben idim.
A: Efendim ne zaman din hizmeti
görevine başladınız?
Hoca: Sanırım
1956’dan itibaren. O yıllarda yaklaşık 19 yaşlarımda idim. Vekil imam olmuştum.
İmam olduğum köyde kış mevsimi 3 ay boyunca mektep de okuttum. Ramazanda teravih
kıldırdım. Fahri imamlığa yaklaşık yirmi yedi buçuk [27,5] yıl kadar devam
ettim. 25 yaşlarımda ise ticarete atılmıştım. Aynı zamanda köy işleri ile de
ilgilenmekte idim. Fahri imamet, ticaret ve köy işleriyle aynı anda
ilgilendiğim oldu ki, bu fakirliğin bir sonucu idi. Bunları yapmaya mecburduk
geçinebilmek için. O zamanlar gerçekten bugüne nispetle epey fakirlik var idi.
25 yıl kadar da serbest meslekle uğraştım. Seyyar manifaturacılık yani
sergicilikle işe başlamıştım, sonraları yumurtacılık ve tavuk alım satımı
işleriyle ilgilendim, bir ara deri işlerine el attım nihayet dükkan açtım
Kumru’da [Karacalı Mahallesi’nde]. Dükkan işletme işini yaklaşık 12 yıl kadar
sürdürdüm. Şimdi se emekliyim.
A: Şayet maddi durumunuz iyi
olsaydı daha ileri okumayı ister miydiniz?
Hoca: Eğer maddi durumumuz iyi
olsaydı elbette daha ileri okurdum. Hafız olmayı ve ileri seviyede okumuş
olmayı çok arzu ederdim. Hatta Yüksek İslam Enstitüsü’nü bile okumayı isterdim.
A: Hocam nerelerde talebe
okuttunuz?
Hoca: Köy mektepleri olarak
Karaağaç ve Geyikçeli Mahalleleri’nde çocuk okuttum. [1974 yılında]. Aynı yıl
hacca nasip oldum. Okuttuğum talebe sayısı on beş yılda iki binin üzerindedir.
Bu talebelerimiz şimdi beni gördüklerinde fevkalade saygı gösterirler. Bahattin
Dartma İlahiyat Fakültesi hocası oldu. [100. Yıl Üniversitesi’nde. Tefsir
dalında Doçent]. Bir kısım talebelerimiz ise lise öğretmeni oldular.
A: Peki hocalık yaparken maaş
durumunuz ne idi?
Hoca: O zamanlar köylü kendi
aralarında bir kısım para toplar bunu hocaya takdim ederlerdi. Yine öğlen
yemeğini köylü nöbetleşe olarak getirirdi.
A: Okurken ve okuturken herhangi
bir baskı ile karşılaştınız mı?
Hoca: Osman Zengince Hoca’da
Karaağaç Köyü’nde okurken jandarma mektep kapısına kadar geldi. Bizler o
zamanlar çocuktuk. Epey korktuk [1945’li yıllar]. Bu tür yasaklar sebebiyle
Şuayıp Caldu’nun ahırında Yakup Hoca’da [Fizmeli] okuduğumuzu
hatırlıyorum.[1948’li yıllar].
A: Ne tür dini hizmetleriniz
oldu?
Hoca: Köylerde dini hizmet olarak
mevlit, cenaze, kurak duaları, Ramazan hizmetlerini elimizden geldiği kadarıyla
ifaya gayret ettik. [Osman Zengince Hoca’nın mektepte okuttukları derslerin
aynısını burada tekrar yazmaya gerek görmedik. A.Ç.]
A: Sonraki nesle neler söylemek
istersiniz?
Hoca: Bizden sonra gelenlere
dinlerini güzelce öğrenmeleri ve yaşamalarını tavsiye ederim. Allah’ı
unutmasınlar isterim. Çocuklarımızın, gençlerimizin temiz ahlaklı olmalarını,
bu dünya gibi öte dünyaya da hazırlanmaları için her vakit dua ediyorum.
A: Geçmişteki İslamî duyarlılık
ile şimdiyi kıyas edebilir misiniz?
Hoca: Geçmişte bir takım nahoş
hadiseler olurdu ama bunda daha çok fakirliğin etkisi vardı kanaatindeyim.
Şimdiler o kadar fakirlik yok. Dolayısıyla eskisi kadar nahoş işlerin olmadını
sanıyorum.
A: Verdiğiniz bilgiler için çok
teşekkür ederim.
Hoca: Bir şey değil. Bizden de
teşekkür...
...
Bir diğer röportajımızı ise Paşa Hoca
[esas adı Bahri Süme] ile Küçükakçekese Köyü’ndeki evinde gerçekleştirdik.
Tarih - 10.02.2001. Cumartesi.
Ahmet: Hocam kendinizi tanıtır
mısınız?
Hoca: İmamoğulları
kabilesindenim. Babamın ismi Ali’dir. 1945’te doğmuşum. Mektebe gitmeden önce
bir köylü çocuğu olarak çelik çomak oynadım, hayvan güttüm. Mektebe ilk
başlamam mahalle mektebinde oldu. Cemal Seyrekli Hoca’da bed’i besmeleye
başladık. Namaz sureleri, elif ba ve elham cüzlerini de aynı hocada okudum.
Sonra Selim Öyzen Hoca’dan aynı mahallede [Küçükakçekese] Kur’an’a geçtim ve
hafızlığıma da Selim Hoca’da başladım. Bir müddet sonra da Abdullah Yüzükkaş
Hoca’da hafızlığımı devam ettirdim, Mehmet Olgaç Hoca’da ise ikmal ettim ki
toplam yirmi ayımı aldı bu. O zamanlar henüz on üç yaşlarında idim. 1958’in 11.
ayında Samsun’da Kur’an talimi için Kefeli Kur’an Kursu’na gittim ve hafızlık
diplomasını oradan aldım. İki buçuk yıl kadar orada kalmıştım. Selahattin Çakır
Hoca’dan da talim okudum aynı yerde.
Daha sonra ise Çokdeğirmen Köyü’nde Ömer
Fatsa Hoca’dan Arapçaya başladım. Esence Köyü’nde Ahmet Ergeç Hoca’da Arapçaya
devam ettim klasik usul üzere. Geyikçeli Köyü’nde birkaç ay Arapçaya Dursun
Olgaç Hoca’da devam ettim. Salihli Köyü’nde Ahmet Celeboğlu Hoca’da ise
Mev’ize, Muhtarü’l-ehâdîs, Hadîs-i erbaîn, Dürretü’l-vâizîn, Celaleyn Tefsiri
gibi dersleri okudum. 1965’te askere gittim. Amasya’da piyade olarak acemi
birliğime, daha sonra da Samsun’a geldim. Kars’ta da askerliğimi bitirdim.
1967’de Çatak’ta [şimdiki adı İslamdağ] Halil Tatlıgül Hoca’da Arapça, Beydavi,
Kütüb-i Sitte, İ‘rab dersleri, Haleb-i Sağîr, Mülteka, Dürer okuduk. 1969’da
aynı yerde Arapça icazeti aldık. Ders arkadaşlarımız ise Çataklı Abdullah Tepe
[şimdiki İslamdağ Belde Başkanı], Kadir Özyürek, Hikmet Saylan aklımda
kalanlarıdır.
Sonraki dönemlerde iki ay kadar
Karaağaç Köyü’nde mektep okuttum [ilk hocalık]. Bu yıllarda yirmi dört
yaşlarımda idim. 1968’de evlendim ve bir çocuğum olmuştu. 1995’e kadar fahri
hocalık yaptım. Sıbyan mektebi okuttum. Kur’an dersleri, hafızlık dersleri,
Arapça, namaz sureleri okuttum. 1969’dan 1995’e kadar tahmini olarak 1500
talebe okuttuğumu ifade edebilirim. Bu zaman zarfında köylünün cenaze işleri,
mevlitleri, önemli günlerine imkanım ölçüsünde koşmuşumdur. Bu hizmetleri şimdi
de yürütmeye gayret ederim.
A: Hocam okurken ve okuturken
herhangi bir yasakla karşılaştınız mı?
Hoca: Bizim okuduğumuz devirde
yasak dönemi geçmişti. Dolayısıyla ben o dönemde okumadım ve okutmadım. Fakat o
devri yaşayanlardan Hüseyin Seyrekli Hoca’dan şunları işittim. Bunlar gizlice
okuturlarmış talebelerini. Gözcüler dağda bulunurmuş. Çocuklar evlere tek tek
dağılırmış mektep sonrası. Çocuklara şayet nereden geldikleri sorulursa oyun
oynamaktan geldiklerini söylemelerini tenbih ederlermiş.
A: Talebe okutmayı tercih
edişinizde özel bir amaç var mıydı?
Hoca: Ben kendi isteğimle, ailem
ve ağabeylerimin katkılarıyla okumuştum. İslam ve İslam ahlakının yücelmesi
gayesiyle de talebeleri okuttum.
A: Maddi sıkıntınız oldu mu?
Hoca: Pek maddi sıkıntım olmadı
diyebilirim.
A: Okuttuğunuz talebelerden bir
kaçının ismini verebilir misiniz?
Hoca: Bahattin Dartma Hoca [şimdi
İlahiyat Fakültesi hocası] ile Aziz Bul [şimdi vaiz] talebelerim idiler. Bunlar
beni şimdi de arayıp sorarlar. Diğer talebelerim de daima bana saygı
gösterirler.
A: Talebelerinizi herhangi bir
alana yönlendirdiğiniz oldu mu?
Hoca: Kendi dönemimde talebelerim
daha çok dini alana yöneldiler. Fakat aynı imkanlar elimde olsa bugün için
herhalde belli bir dini eğitim aldıktan sonra onları hukuk, tıp, siyasal,
askeriye gibi alanlara yönlendirirdim diye düşünüyorum.
A: Peki hocam, hafızlık
yaptırdığınızdan bahsediyorsunuz. Bu nasıl oluyordu?
Hoca: Kendi köyümde mektep
okuturken uzak köylerden gelen birkaç öğrenci evimizde kalmıştır. [Hoca kendi
evini talebeleri için yurt olarak hizmete açmıştır. Niketim bu öğrencilerden
benim tanıdıkların şunlardır: Ağabeyim Mehmet Çapku, Hakkı Evet, Mustafa Evet
-şimdi Bafra’da imam-]. Yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını bizim evde
karşılamışlardır. Biz bunu Allah rızası için yaptık. Çocuklarımızın okuyup ilim
sahibi olmaları, dinlerine vatan ve milletine faydalı olmaları için yaptık
bunları.
A: Peki hocam bugünkü imkanlar
sizin zamanınızda olsaydı ne yapardınız?
Hoca: Şayet bugünkü imkanlar
benim talebelik dönemimde olsaydı herhalde üniversite okumayı ister İlahiyatı
da birinci tercih olarak seçerdim.
A: Geleceğe yönelik ne söylemek
istersiniz?
Hoca: Şu an 57 yaşımdayım.
Geleceğe yönelik herhangi bir hayalim, umudum yok gibi. Fakat gençliğimde
kadrolu bir imam olmak isteğim vardı. Lakin çeşitli sebeplerle olamadık. Talebe
yetiştirmek ayrı bir muradımdı. Onda biraz muvaffak olduk Allah’ın izniyle.
A: Hocam verdiğiniz bilgiler için
çok teşekkür ederim.
Hoca: Ben teşekkür ederim. Bizi
hatırladınız sağolun evladım.
...
Yukarıda sadece üç hocamızla yapılan
röportajı okudunuz. Her birinin ayrı bir macerası var ve her biri Kur’an’a
hizmet etmiş muhterem şahsiyetler. Buna mümasil daha pek çok hoca bilirim
hayatları kaleme alınacak. Fizmeli Abdi [Abdullah Bilici] Hoca, Tısko Mehmet
Hoca, Nutkullo Hoca, Çokdeğirmenli Ömer Hoca, Çataklı Abdullah Tepe Hoca,
Geyikçelili Dursun Hoca, Celebo Ahmet Hoca, Karaağaç Köyü Kayaköy Mahallesi’nde
Durmuş Bul Hoca, Yalnızdamlı Kefeli
Hoca, bir zamanlar Kumru Yukarı Cami imamlığını deruhte eden Mehmet Özbek Hoca
ilave olarak bir zamanlar Kumru İmam Hatip Lisesi Müdürlüğünü yapmış olan Ahmet
Hocaoğlu Hocamız...[Buna Terme’de pek çok hafız yetiştiren Niyazi Kasapoğlu
Hocamızı da ilave etmeliyim.] Şimdilik benim aklıma gelenler bunlar ancak bu
sayının çok daha fazla olduğuna kaniyim.
Niyetimde Abdi Hoca’nın hayat hikayesini
kaleme almak var nasip olursa. Ancak bu uzun zaman alabilir. Bu arada
Geyikçelili Dursun Hoca ile Yalnızdamlı Kefeli Hoca’nın hayat hikayelerini
bizim Bayram Karar’dan istemiştim bir ara. Henüz bir ses gelmedi. Bekliyoruz.
Zira bu iki muhterem hoca efendiler Bayram’ın yakın akrabası ve hocası aynı
zamanda. Bu arada Mehmet Özbek hocamızın hayat hikayesini mesela Bekir Akkaya
hocamız neden kaleme almasın...[Gönlümüzden geçeni ifade ediyoruz ama hocamızın
ilgi sahasına girmeye hakkımızın olmadığını da peşinen beyan etmiş olalım.]
...
Hamiş:
Yine nasipte varsa Kumru’da iz bırakmış
olan Davut Yılmaz’ın [Pehlivan] merhume annesi ve benim de büyük annemin öz
hemşiresi olan Hüsne Abu’yu kaleme almayı düşünüyorum. Bu arada Davut
Amca’nın hayat hikayesini de -bütün teferruatıyla birlikte- aynı zamanda
öğretmen olan oğulları Osman ve Adem beylerden beklemek sanırım hakkımız
olmalı...
...
Bu arada gerçekte çocukluğu köyde geçmiş
pek çok biz yaşta insanın köy mektepleri ve hocalarıyla ilgili muhtelif anıları
vardır. Keşke bunlar derlense de bir eser vücuda getirilse. Bu meyanda
Fatsa’nın bir köyüne hatim için gittiğimizde Tekkeli Mustafa Hoca denilen bir
zat-ı muhteremin bize anlattığı bir hikayeyi burada nakletmek isterim. / Bir
gün hocanın biri köyün birine hoca tutulur. Mektep yatılıdır aynı zamanda. Hocanın
gece istirahati için de mektebin hemen yanıbaşında bir oda tahsis edilmiştir.
Çocuklar ise mektepte gecelerler. Yorgun geçen bir günün ardından hoca
istirahat için geceleyin odasına çekilir. Ancak mektepte yatan çocukları uyku
tutmadığı için onlar kendi aralarında oynamaya başlamışlar. Oyunun adı; köpek
oyunu! Çocuklar birbirilerine hav hav! diyerek dalışırlar boğuşurlar imiş. Epey
zaman geçmesine rağmen çocuklar oyuna devam edince hoca bir türlü gürültüden
uyumamış. Nihayet dayağı kapmış çocukları tedip etmek niyetiyle fırlamış
bulunduğu odadan dışarı. Bir de ne görsün! Çocukların bulunduğu mektebin
üzerine gökten nur yağıyor!... Ne yapacağını şaşırmış hoca. Dayağı bir kenara
bırakıp girmiş mektebe çocukların arasına karışmış ve o da başlamış hav hav demeye!..
Çocuklar hocalarının geldiğini göründe bir anda oyunu bozup her biri köşe bucak
kaçmaya çalışırlarken hoca: Devam edin çocuklar devam edin, aranıza koca köpek
de geldi devam edin! demiş gayri ihtiyari...
Mektep anılarıyla ilgili bir eser
için bkz.
-
Hazırlayanlar: İsmail Kara- Ali Birinci, Mahalle
Mektebi Hatıraları, İstanbul 1997, Kitabevi Yay.
Bir köy hocasının anılarıyla
ilgili bilgi için bkz.
- İsmail Kara, Kutuz Hoca, İstanbul
2000, Dergah Yay. / Yine değerli bir alim olan M. Asım Köksal’ın hayat hikayesi
için bkz. A. Cüneyd Köksal, M. Asım Köksal hayatı ve hatıraları
–Peygambere adanmış bir ömür-, İstanbul 2000, Köksal Yay.
Ahmet ÇAPKU
06.11. 2003. Üsküdar
[1] Mızraklı İlmihal ile ilgili
bir çalışma için bkz. Hazırlayan İsmail Kara, Mızraklı İlmihal, İstanbul
2001, Dergah Yay.
[2] Hoca’nın hüve’l-habîbü’llezî dediği
Arapça ilahi aslında bestesi Kenan Rıfai’ye, güftesi İmam Busûrî’ye
(v.695/1296?) ait olan Sofyan usulünde ve Rast makamında bir şuğul’dur. Bu
şiirin [naat] meşhur bir hikayesi de vardır. Rivayete göre İmam Busuri,
hayatının sonlarına doğru felç olmuş ve hasta haliyle yatarken bir gece
rüyasında Hz. Peygamber’i görür ve Peygamber (as) ondan kendini için yazdığı
şiiri okumasını ister. Busuri yazdığı şiiri Peygamber’e okur ve o da şiirin
sonuna kadar şairi dinler. İşin sonunda şiirden pek hoşlanan Hz. Peygamber,
İmam Busuri’ye hırkasını [bürde] verir ve felçli yerini eliyle sıvazlar. Busuri
heyecanla uykudan uyandığında bir de görür ki, felçli hali son bulmuştur. Bkz.
Mahmut Kaya, Kasiye-i Bürdeyi Türkçe Söyleyiş, İstanbul 2001, Türkiye
Diyanet Vakfı Fatih Şubesi, sf. 11. Bunun için olsa gerek ki, felçli olanlara
şifa niyetiyle bu şiirin okunduğu söylenir. Şiirin köylerde okunuşu şu
şekildeydi: [şiirin tamamı için adı geçen esere bkz. -eser bende mevcuttur.
A.Ç.-]
mevlaye salli vesellim dâimen ebeden / alâ
habîbike hayri’l halki küllihimi
hüve’l-habîbü’llezî türcâ
şefâatühü / li külli hevlim mine’l-ehvâlimü’ktehami
e min tezekküri cîrânin bi zi selemi /
mezecte dem’an cerâ min mukletin bi demi
mevlâya salli alâ muhammedin ve alâ /
ezvâcihi’t-tâhirât ve küllihim ecmâin
sümme’r-recâ an ebû bekrin ve an ömeri /
ve’l-hadra osmani ya mevla ali bi demi
mevlâya salli alâ muhammedin ve alâ
/ashâbihi’l-hulefâ ve küllihim ecmâîn
[3] Mehmet Çapku Hoca, bu arada Kılıçlı Mahallesi’nin
soy kütüğü olarak gerçekte bir tek kabileye dayandığını, kendi dedesi Ömer ile
Davutgil Kabilesinden rahmetli Davut (Kocaman’ın) babası Davut’un her ikisinin
de babasının İbrahim olduğunu böylece bugün için mahalledeki Müezzinoğlu
(mahallede bu soy adı taşıyanlar şimdilik çok az iken çoğu İngav soyadını
taşımaktadır) kabilesi ile bugün Çapku soyadını taşıyanların neticede aynı
kökten geldiklerini belirtmektedir.
[4] Köylerde daha çok Karabaş Tecvidi okutulurdu.
Konuyla ilgili bir çalışma için bkz. Necati Tetik, Karabaş Tecvidi,
Erzurum 1993, İhtar Yay. / Bu tecvidin yazarı Hamdi Efendi isimli bir zat imiş.
Tecvide ‘Karabaş’ isminin verilmesinin hikayesi de çok ilginçtir. Şöyle ki,
Hamdi Efendi’nin hocası siyah/kara bir sarık sararmış. Hamdi Efendi’ye kimden
okudun diye sual edildiğinde sarığına nispetle ‘Kaarabaş Hocadan’ dermiş ve
tecvidine de –iyi niyetli olarak- hocasının ismini vermiş: Karabaş Tecvidi.
Meğer hocası bu ismi yanlış anlamış ve talebesi için: ‘Bizim talebe bizi
karabaş [köpek! Zira köpeklere karabaş da denirmiş o zamanlar] yerine
koymuş!...’ diye sitem etmiş Hamdi Efendi için. Tabi Hamdi Efendi hocasının
meseleyi yanlış anladığını farkettiğinde fena halde üzülmüş ve ‘Karabaş ismini
ben üstüme alıyorum. Bundan böyle benim adım Karabaş olsun’ demiş ve tecvid de
o tarihten itibaren Karabaş Tecvidi adıyla anılmış. Bu konuyu Ali Osman Yüksel
Hoca [M.Ü. İlahiyat Fak.’den Yrd. Doç olarak emekli] Hamdi Efendi’nin diliyle
şöyle manzum hale getirmiş: / bir hocam vardı mektepte meğer / başına kara
sarardı ekser // kimden okudun dese bir kimse bana / Karabaş’tan derdim ben de
ona // meğer duyup incinmiş o pakize-i edep! / ol sebepten kaldı bize işte bu
lakap // Kabe’ye kara oldu çün libas / Karabaş olsaydı keşke ekser nas//
[14.03.1997’de Ali Osman Hocamdan bu şiiri kaydetmişim. A.Ç.]
BEKİR AKKAYA ÖZEL ARŞİVİ /İZİNSİZ ALMAYINIZ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...