6 Şubat 2014

İSİMSİZLER.../AHMET ÇAPKU

      Nedense bizde kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur. Belli bir görevi deruhte etmiş insanları daha hayatta iken taltif etmeyi nedense pek beceremeyiz. Belki de bu bizim izzet-i nefsimize dokunur. Kim bilir... Bu yazımızda, Cumhuriyet döneminin belli bir zaman diliminde Kumru’nun kırsal kesiminde, sadece halkın desteğiyle din hizmetlerini -rıza-i Bârii için- yürüten isimsiz kahramanlar adına layık, şimdilik ömürlerinin sonbaharını yaşayan veya bir kısmı vefat etmiş olan din adamlarımızı konu edindik.

       Bir kısmıyla yaptığımız röportajlarda o Anadolu toprağının samimiyet ve tevazularını taşıyan bu hocalar, kendi dönemlerinde yüzlerce talebenin din, vatan, millet sevgisiyle tanışmasına vesile olmuş, ilmihal bilgilerini bir sonraki nesle bizzat yaşayarak aktarmış, adab-ı muaşeret kurallarını gelenekle yoğurarak köy gençliğinin gönüllerine nakşetmişlerdir.

      Yer yer köylünün sıhhat problemleriyle, köylü arasında olan kavgalarda hakemlik yapma işleriyle, gençlerin düğün törenlerinde, insanların cenaze, mevlid işleri, Ramazan ibadetleri, askerleri uğurlama törenleri, kurak duaları gibi umumun katıldığı yerlerde hep ön saflarda yer tutup halka önderlik etmişlerdir.

      Kendileriyle yaptığımız röportajlarda hemen hemen çoğu bu hizmeti gönül hoşluğu ve Allah rızası için yaptıklarını açıkça belirtmişlerdir. Bugün bile kırsal kesimde pek çok din hizmetini, üzerlerine düştüğünde yerine getirmekte tereddüt etmemekte olan din adamlarımızın hiç olmazsa hatıralarının yazılması fikri bizi böyle bir yazı yazmaya sevketti. İnsanlarımızın yetişmesinde böylesine emeği geçmiş  büyüklerimizi hayırla yad etmek ve bir sonraki nesli bu insanların varlığından haberdar etmek aslında bizim gibiler için bir vazife olmalıdır. Hocalarımızın bir kaçıyla yüz yüze konuştuk, röportaj yaptık, hatıralarını dinledik, özlemlerini tazeledik, geleceğe yönelik umutlarını keşfetmeye çalıştık.

      Yazı okunduğunda da anlaşılacağı gibi mezkür din adamlarımızın hemen hemen tamamına yakını zamanın zor şartlarında okumuş, fakirlik ve cehaletle boğuşmuş, yer yer devrin hükümetlerinin baskılarıyla da yüz yüze gelmişlerdir.

      Yaş itibarıyla en büyükleri olan Osman Zengince Hoca ile yaptığımız röportajın metni aşağıdadır:
...

Yer: Ordu / Kumru –Karaağaç Köyü Alan Mah. Osman Hoca’nın evi. Tarih - 08.02.2001.

Ahmet: Hocam kendinizi tanıtır mısınız?
Hoca: 1929 yılında dünyaya gelmişim. Babamın adı Mehmet Ali, annem ise Şahsene’dir. Ordu ili Kumru ilçesi Karaağaç köyü Alan mahallesinde doğmuşum.

A: Hocalarınız kimlerdi efendim, hangi hocalardan hangi dersleri okudunuz?
Hoca: Efendim bed’i besmeleye Basri Hoca’da başladım. İlk okumaya ise Fizme Köyü’ndeki Tekkeli Recep Hoca’da başladım. Sonraki dönemlerde Nutkullo Hafız’da tecvid dersleri aldım. Tısko Mehmet (Bice) den okudum. Yine Gölköylü Şükrü Hoca ile Hacı Mehmet Hoca’dan da dersler aldım. Bu hocalarımızdan daha çok, günün şartları icabı, genel olarak öğretilen Kur’an dersleri aldık. Namaz surelerini öğrendik. Kur’an’ı kıraatle güzel okumak için tecvid dersleri  aldık.

A: Hocam yaklaşık kaç yıl okudunuz?
Hoca: Normal olarak on beş yıl kadar okudum. Ancak bizim dönemimizde mektep denilen köy çocuklarının topluca özellikle kış mevsimlerinde okudukları yerler vardı. Bunlar daha çok ahşap yapılı yerler olup kız ve erkek çocukların birlikte fakat kendi aralarında aynı sınıfta ayrı bölmelerde ders okudukları yerlerdi. Bu mektepler de daha çok her yıl iki veya
üç ay kadar olurdu. Köylü kendi aralarında topladıkları paralarla çocuklarını  okutmak için hoca tutarlar, çocuklar da kış mevsimlerinde bu mektebe din bilgilerini öğrenmek için gelirlerdi. Köylü hocanın icabında öğlen yemeğini nöbetleşe olarak getirirdi. Mektepler aynı zamanda köylünün mescidi idi. Öğlen, ikindi namazları burada kılınır, babalar çocuklarının ders takibini namaz vakitlerinde hocadan öğrenirlerdi. Bu arada çocuklar namazı, ezan okumayı, namaz sonrası aşır okumayı uygulamalı olarak öğrenmiş olurlardı.

A: Peki üstadım, sonraki dönemlerde kendi isteğinizle mi, yoksa ailenizin isteğiyle mi okumaya devam ettiniz?
Hoca: Ailemin zoruyla değil kendi isteğimle okumamı devam ettirdim. Tabii annem babam da bana destek oldular. Şu da var ki, bizim okuduğumuz devirin bazı dönemlerinde mekteplerde okumak yasak idi. Jandarma gelir, baskın yapardı mekteplere. Ancak köylü bu konuda titiz idi. Mesela bizim köy biraz basık bir yerde kaldığı için köyün alt ve üst taraflarına birer gözcü dikilir, şayet jandarma vb. geliyorsa bunlar ıslık eder, mektepte okuyan bizler de hemen orayı boşaltır, Kur’an tecvid gibi kitaplarımızı ya tahta döşemenin altına saklar veya dışarıda tarlalara saklar hemen köyün üst başındaki dağa çıkardık. Eğer jandarma gelirse bizi dağdan birer kucak çalı çirpi ile döndüğümüzü görürler ve bize ne yaptığımızı sorduklarında, eve çalı çirpi taşıdığımızı söylerdik. Yine o dönemde ezanları Tanrı Uludur diye okuduğumuzu hatırlarım. Bu tür uygulamaları gördük. Fakat köylü o zamanlar tutkun idi. Çocuklarını ve hocayı koruyup kollar, her türlü tehlikeye karşı onlara yardımcı olurlardı. Tam bir şey diyemem ama şimdi aynı hassasiyetin olduğunu sanmıyorum bu açıdan.

A: Kaç yıl hocalık ve imamlık yaptığınızı öğrenebilir miyiz?
Hoca: Toplam olarak yirmi beş yıl imamlık yaptım, kırk bir yıl da mektep okuttum. Öğrencim epey olmuştur. Hatta Kılıçlı mahallesi’ndeki Mehmet (Çapku) Hoca ile Karaağaç Mahallesi’ndeki Tevfik (Derilmek) Hoca da benim talebem olmuşlardır. Talebe açısından belki de en zengin olanı benimdir. Bu konuda diyebilirim ki, Karaağaç Köyü’nün Karaağaç ve Alan mahallelerinde neredeyse okutmadığım talebe kalmamıştır. Epey ömrüm geçti talebelerimle. Bunlar arasında önemli bir mevkiye gelmiş olanı pek yoktur. Zira bizim yaptığımız hizmet bir ilk mektep hizmeti idi. Yine bu mektepler kısa süreli idi ve yetişkin olan çocuk zaten artık mektepten ayrılırdı. Dolayısıyla biz daha çok küçük çocuklarla haşır neşir olurduk. Mektep okuturken köyün fahri imamlık vazifesini de yerine getirirdik. Cenazelerde, mevlitlerde, ramazanlardaki dini işler ile yeni evlenen gençlerin nikah işlerinde  de bu arada ilgilenirdik.

A: Hocam neler okuttunuz ders olarak?
Hoca: Ders olarak tabii ki, öğrendiğimiz dersleri okutmuşuzdur. Bunlar Kur’an dersleri, tecvid dersleri, namaz sureleri ve Mızraklı İlmihal[1] bilgileri şeklinde idi. Şayet derste ilerlemiş olanlar varsa bunlara da Yasin, Tebareke, Amme gibi sureleri de ezberletir, mevlit okumayı da kendilerine ek ders olarak verirdik. Yine namaza niyet etmek demek olan neveytüleri de bir ders olarak verirdik. Bizim öğrettiğimiz dersler genel itibarıyla üç farklı ders görünümü arzederdi. Şöyle ki, hocasının rahlesinin yanına gelen öğrenci şayet elif cüzü veya elham cüzü veya da Kur’an okuyorsa önce bu dersini okurdu. Sonra ezber dersi dediğimiz namaz surelerini ezbere okurdu. İlerlemiş olanlar ise Yasin vb. ezberlerini verirlerdi. Daha sonra da işte bu neveytü dersleri dediğimiz hangi namaza nasıl niyet edilmesi gerektiğini ifade eden bu dersi arapça olarak ezberden okurdu. Böylece bir öğrenci hocasının dizinin dibine oturduğunda bir oturuşta bu üç dersi bir arada okumuş olurdu.

         Öğrenciler akşama yakın dağılmadan önce topluca yaptığımız bir ders de vardı ki, bu daha çok itikat dersleri idi. Biz buna âmentü dersleri derdik. Yüksek sesle ya hoca ya da bir öğrenci âmentüyü okur, peşinden bütün öğrenciler bunu seslice tekrar ederlerdi. Yine dağılmadan önce de hüve’l-habîbüllezî  ilahisini arapça olarak topluca okur ve o günkü ders böylece bitmiş olurdu.[2]

A: Maaş durumunuz ne idi mektep okuttuğunuz zamanda?
Hoca: Mektepler zaten iki üç dönemlik olurdu. Bu zaman zarfında köylü kendi arasında para toplar, günün şartlarına göre hocanın geçimine yetecek kadar günün rayiç bedeline göre bir şeyler verirdi. Bu, zaten Allah rızası ve çocuklarımızı yetiştirmek amacıyla yapıldığı için pazarlık konusu yapılmaz, köyün önde gelen muhtarı, hacıları vs. kendi aralarında belli bir para miktarı belirler bunu hocaya takdim ederlerdi. Kaldı ki, bu insanlar zaten işin ehli, terbiyeli insanlardan müteşekkil olduğu için verilen para üzerinde zaten herhangi bir dedikodu yapılacak bir durum söz konusu olmazdı. Yine köylüler hocanın öğlen yemeğini de genelde aralarında nöbetleşe olarak getirirlerdi.

A: Sizin devrinizdeki halkın dine bakışıyla şimdikini kıyas yapabilir misiniz?
Hoca: Bizim zamanımızda halkın, daha doğrusu köylünün hocalara, tabi dine bir saygısı vardı. Köylünün bir terbiyesi vardı ve her şeyden evvel insanların birbirlerine güveni, itimatı vardı. Şimdilerde aynı şeyi görmekte zorlanıyorum maalesef. Herhalde bu durum halkın birbirine olan güvenini kalkmış olmasındandır diye düşünüyorum. Evet eskiden de fakirlik, cahillik yüzünden halk hırsızlık yapar, bir takın kötü işlere bulaşırdı ama insanların birbirlerine güveni vardı, saygısı vardı. Bu da köylüyü toplum işlerinde birbirine bağlar, kenetlerdi. Şimdilerde bu kalktı. Halkın din adamına itibarı da kalmadı. Okuttuğumuz talebelerimiz  bizi gördüklerinde hâlâ daha saygı gösteriyorlar, yer gösteriyorlar, hürmet gösteriyorlar bize. Sanırım bunda bizim devredeki insanların samimiyetinin, karşılıklı güven içinde yaşamış olmalarının büyük payı vardır.

A: Hocam son olarak sizden sonrakilere söylemek istediğiniz bir sözünüz var mı?
Hoca: Benim gençlerden, bizi tanıyanlar ve çocuklarımızdan özel isteğim şudur ki, namazlarını ihmal etmesinler. Zira namaz dinimizin direği sayılmıştır. Bu arada dünyevî bilgilerini geliştirmelerinin yanında ne yapıp yapıp dinî bilgilerini de elde etmeleri ve çocuklarını dinî bilgilerle mücehhez kılmalarıdır. Çünkü bu maneviyatımız, ruh dünyamızın gelişmesi açısından önemlidir bence.

A. Hocam verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ediyorum.
Hoca: Ben teşekkür ederim evladım. Çalışmalarınızda muvaffak olasınız. Allah yüzünüzü ak etsin..(amin).      

...

          İkinci röportajı Mehmet Çapku Hoca ile Karaağaç Köyü Kılıçlı Mahallesi’ndeki evinde yaptık. [Kendileri aynı zamanda Muhterem Pederimdir. A.Ç.]. Tarih - 07.02. 2001

Ahmet: Sayın hocam kendinizi tanıtır mısınız?
Hoca: Müezzinoğulları kabilesindenim. İbrahim oğlu Ömer oğlu Faik ve Esma çiftinin oğlu olarak 1937 yılında dünyaya gelmişim. Dedemiz Ömer, seferbirliğe [savaşa ki, bu muhtemelen Kurtuluş Savaşı olmalıdır] gitmiş geri dönmemiş.[3] Çocukluğumda Karaağaç Köyünde bed’i besmeleye Hacıgilin Mehmet Hoca’da başladım. Bu zat yolda yürürken bile bize ders verirdi. Sadece ayak yoluna giderken Kur’an’ı elinden bırakan bir şahsiyetti!...Daha sonra Hasan (Azalma) Hoca’da elif ba’ya başladım. Bu Hocada bir ay kadar okudum. Tısko Mehmet (Bice) Hoca’da ise tecvid ve Kur’an okudum. Karaağaç köyünde ise Osman (Zengince) Hoca’da okumaya devam ettim. Yine Tısko Ahmet Hoca’da Kur’an, tecvid[4] ve bugünkü Türkçe’yi okuyup yazmayı öğrendim. Çocukluğum genelde fakirlik içinde geçti. Evimiz yalnız idi. Çalışacak insan gücüne ihtiyaç duyulduğu ve annem de hasta olduğu için evde, ev işlerine bakacak bir insana muhtaç olduğumuz için biraz erken evlendim. Yaklaşık on beş yaşlarında idim o zamanlar. Evlendikten sonra da bir süre okumaya devam ettim. Babam [Faik Çapku, v. 1987] beni okutmaya özellikle istekliydi. Kendisi bakır kalaycısı idi. Eskiden kalaylı tencereler olurdu. O işlere genelde babam bakardı. Körüğüyle köy köy dolaşır, para kazanırdı. Mesleğinde ileri derecede bir san’atkardı. Ancak evli ve bu fakirlik halimizle daha fazla okuyamayacağımı anlayınca ben de hayata atılmak zorunda kaldım. Zira yalnızdık. Evimizin bir tek çocuğu ben idim.

A: Efendim ne zaman din hizmeti görevine başladınız?
Hoca: Sanırım 1956’dan itibaren. O yıllarda yaklaşık 19 yaşlarımda idim. Vekil imam olmuştum. İmam olduğum köyde kış mevsimi 3 ay boyunca mektep de okuttum. Ramazanda teravih kıldırdım. Fahri imamlığa yaklaşık yirmi yedi buçuk [27,5] yıl kadar devam ettim. 25 yaşlarımda ise ticarete atılmıştım. Aynı zamanda köy işleri ile de ilgilenmekte idim. Fahri imamet, ticaret ve köy işleriyle aynı anda ilgilendiğim oldu ki, bu fakirliğin bir sonucu idi. Bunları yapmaya mecburduk geçinebilmek için. O zamanlar gerçekten bugüne nispetle epey fakirlik var idi. 25 yıl kadar da serbest meslekle uğraştım. Seyyar manifaturacılık yani sergicilikle işe başlamıştım, sonraları yumurtacılık ve tavuk alım satımı işleriyle ilgilendim, bir ara deri işlerine el attım nihayet dükkan açtım Kumru’da [Karacalı Mahallesi’nde]. Dükkan işletme işini yaklaşık 12 yıl kadar sürdürdüm. Şimdi se emekliyim.

A: Şayet maddi durumunuz iyi olsaydı daha ileri okumayı ister miydiniz?
Hoca: Eğer maddi durumumuz iyi olsaydı elbette daha ileri okurdum. Hafız olmayı ve ileri seviyede okumuş olmayı çok arzu ederdim. Hatta Yüksek İslam Enstitüsü’nü bile okumayı isterdim.

A: Hocam nerelerde talebe okuttunuz?
Hoca: Köy mektepleri olarak Karaağaç ve Geyikçeli Mahalleleri’nde çocuk okuttum. [1974 yılında]. Aynı yıl hacca nasip oldum. Okuttuğum talebe sayısı on beş yılda iki binin üzerindedir. Bu talebelerimiz şimdi beni gördüklerinde fevkalade saygı gösterirler. Bahattin Dartma İlahiyat Fakültesi hocası oldu. [100. Yıl Üniversitesi’nde. Tefsir dalında Doçent]. Bir kısım talebelerimiz ise lise öğretmeni oldular.

A: Peki hocalık yaparken maaş durumunuz ne idi?
Hoca: O zamanlar köylü kendi aralarında bir kısım para toplar bunu hocaya takdim ederlerdi. Yine öğlen yemeğini köylü nöbetleşe olarak getirirdi.

A: Okurken ve okuturken herhangi bir baskı ile karşılaştınız mı?
Hoca: Osman Zengince Hoca’da Karaağaç Köyü’nde okurken jandarma mektep kapısına kadar geldi. Bizler o zamanlar çocuktuk. Epey korktuk [1945’li yıllar]. Bu tür yasaklar sebebiyle Şuayıp Caldu’nun ahırında Yakup Hoca’da [Fizmeli] okuduğumuzu hatırlıyorum.[1948’li yıllar].

A: Ne tür dini hizmetleriniz oldu?
Hoca: Köylerde dini hizmet olarak mevlit, cenaze, kurak duaları, Ramazan hizmetlerini elimizden geldiği kadarıyla ifaya gayret ettik. [Osman Zengince Hoca’nın mektepte okuttukları derslerin aynısını burada tekrar yazmaya gerek görmedik. A.Ç.]

A: Sonraki nesle neler söylemek istersiniz?
Hoca: Bizden sonra gelenlere dinlerini güzelce öğrenmeleri ve yaşamalarını tavsiye ederim. Allah’ı unutmasınlar isterim. Çocuklarımızın, gençlerimizin temiz ahlaklı olmalarını, bu dünya gibi öte dünyaya da hazırlanmaları için her vakit dua ediyorum.

A: Geçmişteki İslamî duyarlılık ile şimdiyi kıyas edebilir misiniz?
Hoca: Geçmişte bir takım nahoş hadiseler olurdu ama bunda daha çok fakirliğin etkisi vardı kanaatindeyim. Şimdiler o kadar fakirlik yok. Dolayısıyla eskisi kadar nahoş işlerin olmadını sanıyorum.

A: Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Hoca: Bir şey değil. Bizden de teşekkür...
...
  
      Bir diğer röportajımızı ise Paşa Hoca [esas adı Bahri Süme] ile Küçükakçekese Köyü’ndeki evinde gerçekleştirdik. Tarih - 10.02.2001. Cumartesi.

Ahmet: Hocam kendinizi tanıtır mısınız?
Hoca: İmamoğulları kabilesindenim. Babamın ismi Ali’dir. 1945’te doğmuşum. Mektebe gitmeden önce bir köylü çocuğu olarak çelik çomak oynadım, hayvan güttüm. Mektebe ilk başlamam mahalle mektebinde oldu. Cemal Seyrekli Hoca’da bed’i besmeleye başladık. Namaz sureleri, elif ba ve elham cüzlerini de aynı hocada okudum. Sonra Selim Öyzen Hoca’dan aynı mahallede [Küçükakçekese] Kur’an’a geçtim ve hafızlığıma da Selim Hoca’da başladım. Bir müddet sonra da Abdullah Yüzükkaş Hoca’da hafızlığımı devam ettirdim, Mehmet Olgaç Hoca’da ise ikmal ettim ki toplam yirmi ayımı aldı bu. O zamanlar henüz on üç yaşlarında idim. 1958’in 11. ayında Samsun’da Kur’an talimi için Kefeli Kur’an Kursu’na gittim ve hafızlık diplomasını oradan aldım. İki buçuk yıl kadar orada kalmıştım. Selahattin Çakır Hoca’dan da talim okudum aynı yerde.

       Daha sonra ise Çokdeğirmen Köyü’nde Ömer Fatsa Hoca’dan Arapçaya başladım. Esence Köyü’nde Ahmet Ergeç Hoca’da Arapçaya devam ettim klasik usul üzere. Geyikçeli Köyü’nde birkaç ay Arapçaya Dursun Olgaç Hoca’da devam ettim. Salihli Köyü’nde Ahmet Celeboğlu Hoca’da ise Mev’ize, Muhtarü’l-ehâdîs, Hadîs-i erbaîn, Dürretü’l-vâizîn, Celaleyn Tefsiri gibi dersleri okudum. 1965’te askere gittim. Amasya’da piyade olarak acemi birliğime, daha sonra da Samsun’a geldim. Kars’ta da askerliğimi bitirdim. 1967’de Çatak’ta [şimdiki adı İslamdağ] Halil Tatlıgül Hoca’da Arapça, Beydavi, Kütüb-i Sitte, İ‘rab dersleri, Haleb-i Sağîr, Mülteka, Dürer okuduk. 1969’da aynı yerde Arapça icazeti aldık. Ders arkadaşlarımız ise Çataklı Abdullah Tepe [şimdiki İslamdağ Belde Başkanı], Kadir Özyürek, Hikmet Saylan aklımda kalanlarıdır.

        Sonraki dönemlerde iki ay kadar Karaağaç Köyü’nde mektep okuttum [ilk hocalık]. Bu yıllarda yirmi dört yaşlarımda idim. 1968’de evlendim ve bir çocuğum olmuştu. 1995’e kadar fahri hocalık yaptım. Sıbyan mektebi okuttum. Kur’an dersleri, hafızlık dersleri, Arapça, namaz sureleri okuttum. 1969’dan 1995’e kadar tahmini olarak 1500 talebe okuttuğumu ifade edebilirim. Bu zaman zarfında köylünün cenaze işleri, mevlitleri, önemli günlerine imkanım ölçüsünde koşmuşumdur. Bu hizmetleri şimdi de yürütmeye gayret ederim.

A: Hocam okurken ve okuturken herhangi bir yasakla karşılaştınız mı?
Hoca: Bizim okuduğumuz devirde yasak dönemi geçmişti. Dolayısıyla ben o dönemde okumadım ve okutmadım. Fakat o devri yaşayanlardan Hüseyin Seyrekli Hoca’dan şunları işittim. Bunlar gizlice okuturlarmış talebelerini. Gözcüler dağda bulunurmuş. Çocuklar evlere tek tek dağılırmış mektep sonrası. Çocuklara şayet nereden geldikleri sorulursa oyun oynamaktan geldiklerini söylemelerini tenbih ederlermiş.

A: Talebe okutmayı tercih edişinizde özel bir amaç var mıydı?
Hoca: Ben kendi isteğimle, ailem ve ağabeylerimin katkılarıyla okumuştum. İslam ve İslam ahlakının yücelmesi gayesiyle de talebeleri okuttum.

A: Maddi sıkıntınız oldu mu?
Hoca: Pek maddi sıkıntım olmadı diyebilirim.

A: Okuttuğunuz talebelerden bir kaçının ismini verebilir misiniz?
Hoca: Bahattin Dartma Hoca [şimdi İlahiyat Fakültesi hocası] ile Aziz Bul [şimdi vaiz] talebelerim idiler. Bunlar beni şimdi de arayıp sorarlar. Diğer talebelerim de daima bana saygı gösterirler.

A: Talebelerinizi herhangi bir alana yönlendirdiğiniz oldu mu?
Hoca: Kendi dönemimde talebelerim daha çok dini alana yöneldiler. Fakat aynı imkanlar elimde olsa bugün için herhalde belli bir dini eğitim aldıktan sonra onları hukuk, tıp, siyasal, askeriye gibi alanlara yönlendirirdim diye düşünüyorum.

A: Peki hocam, hafızlık yaptırdığınızdan bahsediyorsunuz. Bu nasıl oluyordu?
Hoca: Kendi köyümde mektep okuturken uzak köylerden gelen birkaç öğrenci evimizde kalmıştır. [Hoca kendi evini talebeleri için yurt olarak hizmete açmıştır. Niketim bu öğrencilerden benim tanıdıkların şunlardır: Ağabeyim Mehmet Çapku, Hakkı Evet, Mustafa Evet -şimdi Bafra’da imam-]. Yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını bizim evde karşılamışlardır. Biz bunu Allah rızası için yaptık. Çocuklarımızın okuyup ilim sahibi olmaları, dinlerine vatan ve milletine faydalı olmaları için yaptık bunları.

A: Peki hocam bugünkü imkanlar sizin zamanınızda olsaydı ne yapardınız?
Hoca: Şayet bugünkü imkanlar benim talebelik dönemimde olsaydı herhalde üniversite okumayı ister İlahiyatı da birinci tercih olarak seçerdim.

A: Geleceğe yönelik ne söylemek istersiniz?
Hoca: Şu an 57 yaşımdayım. Geleceğe yönelik herhangi bir hayalim, umudum yok gibi. Fakat gençliğimde kadrolu bir imam olmak isteğim vardı. Lakin çeşitli sebeplerle olamadık. Talebe yetiştirmek ayrı bir muradımdı. Onda biraz muvaffak olduk Allah’ın izniyle.

A: Hocam verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Hoca: Ben teşekkür ederim. Bizi hatırladınız sağolun evladım.
...

        Yukarıda sadece üç hocamızla yapılan röportajı okudunuz. Her birinin ayrı bir macerası var ve her biri Kur’an’a hizmet etmiş muhterem şahsiyetler. Buna mümasil daha pek çok hoca bilirim hayatları kaleme alınacak. Fizmeli Abdi [Abdullah Bilici] Hoca, Tısko Mehmet Hoca, Nutkullo Hoca, Çokdeğirmenli Ömer Hoca, Çataklı Abdullah Tepe Hoca, Geyikçelili Dursun Hoca, Celebo Ahmet Hoca, Karaağaç Köyü Kayaköy Mahallesi’nde Durmuş Bul Hoca,  Yalnızdamlı Kefeli Hoca, bir zamanlar Kumru Yukarı Cami imamlığını deruhte eden Mehmet Özbek Hoca ilave olarak bir zamanlar Kumru İmam Hatip Lisesi Müdürlüğünü yapmış olan Ahmet Hocaoğlu Hocamız...[Buna Terme’de pek çok hafız yetiştiren Niyazi Kasapoğlu Hocamızı da ilave etmeliyim.] Şimdilik benim aklıma gelenler bunlar ancak bu sayının çok daha fazla olduğuna kaniyim.

       Niyetimde Abdi Hoca’nın hayat hikayesini kaleme almak var nasip olursa. Ancak bu uzun zaman alabilir. Bu arada Geyikçelili Dursun Hoca ile Yalnızdamlı Kefeli Hoca’nın hayat hikayelerini bizim Bayram Karar’dan istemiştim bir ara. Henüz bir ses gelmedi. Bekliyoruz. Zira bu iki muhterem hoca efendiler Bayram’ın yakın akrabası ve hocası aynı zamanda. Bu arada Mehmet Özbek hocamızın hayat hikayesini mesela Bekir Akkaya hocamız neden kaleme almasın...[Gönlümüzden geçeni ifade ediyoruz ama hocamızın ilgi sahasına girmeye hakkımızın olmadığını da peşinen beyan etmiş olalım.]

...
       Hamiş:

      Yine nasipte varsa Kumru’da iz bırakmış olan Davut Yılmaz’ın [Pehlivan] merhume annesi ve benim de büyük annemin öz hemşiresi olan Hüsne Abu’yu kaleme almayı düşünüyorum. Bu arada Davut Amca’nın hayat hikayesini de -bütün teferruatıyla birlikte- aynı zamanda öğretmen olan oğulları Osman ve Adem beylerden beklemek sanırım hakkımız olmalı...

...

      Bu arada gerçekte çocukluğu köyde geçmiş pek çok biz yaşta insanın köy mektepleri ve hocalarıyla ilgili muhtelif anıları vardır. Keşke bunlar derlense de bir eser vücuda getirilse. Bu meyanda Fatsa’nın bir köyüne hatim için gittiğimizde Tekkeli Mustafa Hoca denilen bir zat-ı muhteremin bize anlattığı bir hikayeyi burada nakletmek isterim. / Bir gün hocanın biri köyün birine hoca tutulur. Mektep yatılıdır aynı zamanda. Hocanın gece istirahati için de mektebin hemen yanıbaşında bir oda tahsis edilmiştir. Çocuklar ise mektepte gecelerler. Yorgun geçen bir günün ardından hoca istirahat için geceleyin odasına çekilir. Ancak mektepte yatan çocukları uyku tutmadığı için onlar kendi aralarında oynamaya başlamışlar. Oyunun adı; köpek oyunu! Çocuklar birbirilerine hav hav! diyerek dalışırlar boğuşurlar imiş. Epey zaman geçmesine rağmen çocuklar oyuna devam edince hoca bir türlü gürültüden uyumamış. Nihayet dayağı kapmış çocukları tedip etmek niyetiyle fırlamış bulunduğu odadan dışarı. Bir de ne görsün! Çocukların bulunduğu mektebin üzerine gökten nur yağıyor!... Ne yapacağını şaşırmış hoca. Dayağı bir kenara bırakıp girmiş mektebe çocukların arasına karışmış ve o da başlamış hav hav demeye!.. Çocuklar hocalarının geldiğini göründe bir anda oyunu bozup her biri köşe bucak kaçmaya çalışırlarken hoca: Devam edin çocuklar devam edin, aranıza koca köpek de geldi devam edin! demiş gayri ihtiyari...

Mektep anılarıyla ilgili bir eser için bkz.
-          Hazırlayanlar: İsmail Kara- Ali Birinci, Mahalle Mektebi Hatıraları, İstanbul 1997, Kitabevi Yay.
Bir köy hocasının anılarıyla ilgili bilgi için bkz.
     - İsmail Kara, Kutuz Hoca, İstanbul 2000, Dergah Yay. / Yine değerli bir alim olan M. Asım Köksal’ın hayat hikayesi için bkz. A. Cüneyd Köksal, M. Asım Köksal hayatı ve hatıraları –Peygambere adanmış bir ömür-, İstanbul 2000, Köksal Yay.
Ahmet ÇAPKU
 06.11. 2003. Üsküdar



[1]  Mızraklı İlmihal ile ilgili bir çalışma için bkz. Hazırlayan İsmail Kara, Mızraklı İlmihal, İstanbul 2001, Dergah Yay.
[2]  Hoca’nın hüve’l-habîbü’llezî dediği Arapça ilahi aslında bestesi Kenan Rıfai’ye, güftesi İmam Busûrî’ye (v.695/1296?) ait olan Sofyan usulünde ve Rast makamında bir şuğul’dur. Bu şiirin [naat] meşhur bir hikayesi de vardır. Rivayete göre İmam Busuri, hayatının sonlarına doğru felç olmuş ve hasta haliyle yatarken bir gece rüyasında Hz. Peygamber’i görür ve Peygamber (as) ondan kendini için yazdığı şiiri okumasını ister. Busuri yazdığı şiiri Peygamber’e okur ve o da şiirin sonuna kadar şairi dinler. İşin sonunda şiirden pek hoşlanan Hz. Peygamber, İmam Busuri’ye hırkasını [bürde] verir ve felçli yerini eliyle sıvazlar. Busuri heyecanla uykudan uyandığında bir de görür ki, felçli hali son bulmuştur. Bkz. Mahmut Kaya, Kasiye-i Bürdeyi Türkçe Söyleyiş, İstanbul 2001, Türkiye Diyanet Vakfı Fatih Şubesi, sf. 11. Bunun için olsa gerek ki, felçli olanlara şifa niyetiyle bu şiirin okunduğu söylenir. Şiirin köylerde okunuşu şu şekildeydi: [şiirin tamamı için adı geçen esere bkz. -eser bende mevcuttur. A.Ç.-]


   mevlaye salli vesellim dâimen ebeden / alâ habîbike  hayri’l halki küllihimi
   hüve’l-habîbü’llezî türcâ şefâatühü / li külli hevlim mine’l-ehvâlimü’ktehami

   e min tezekküri cîrânin bi zi selemi / mezecte dem’an cerâ min mukletin bi demi
   mevlâya salli alâ muhammedin ve alâ / ezvâcihi’t-tâhirât ve küllihim ecmâin

   sümme’r-recâ an ebû bekrin ve an ömeri / ve’l-hadra osmani ya mevla ali bi demi
   mevlâya salli alâ muhammedin ve alâ /ashâbihi’l-hulefâ ve küllihim ecmâîn
[3] Mehmet Çapku Hoca, bu arada Kılıçlı Mahallesi’nin soy kütüğü olarak gerçekte bir tek kabileye dayandığını, kendi dedesi Ömer ile Davutgil Kabilesinden rahmetli Davut (Kocaman’ın) babası Davut’un her ikisinin de babasının İbrahim olduğunu böylece bugün için mahalledeki Müezzinoğlu (mahallede bu soy adı taşıyanlar şimdilik çok az iken çoğu İngav soyadını taşımaktadır) kabilesi ile bugün Çapku soyadını taşıyanların neticede aynı kökten geldiklerini belirtmektedir.
[4] Köylerde daha çok Karabaş Tecvidi okutulurdu. Konuyla ilgili bir çalışma için bkz. Necati Tetik, Karabaş Tecvidi, Erzurum 1993, İhtar Yay. / Bu tecvidin yazarı Hamdi Efendi isimli bir zat imiş. Tecvide ‘Karabaş’ isminin verilmesinin hikayesi de çok ilginçtir. Şöyle ki, Hamdi Efendi’nin hocası siyah/kara bir sarık sararmış. Hamdi Efendi’ye kimden okudun diye sual edildiğinde sarığına nispetle ‘Kaarabaş Hocadan’ dermiş ve tecvidine de –iyi niyetli olarak- hocasının ismini vermiş: Karabaş Tecvidi. Meğer hocası bu ismi yanlış anlamış ve talebesi için: ‘Bizim talebe bizi karabaş [köpek! Zira köpeklere karabaş da denirmiş o zamanlar] yerine koymuş!...’ diye sitem etmiş Hamdi Efendi için. Tabi Hamdi Efendi hocasının meseleyi yanlış anladığını farkettiğinde fena halde üzülmüş ve ‘Karabaş ismini ben üstüme alıyorum. Bundan böyle benim adım Karabaş olsun’ demiş ve tecvid de o tarihten itibaren Karabaş Tecvidi adıyla anılmış. Bu konuyu Ali Osman Yüksel Hoca [M.Ü. İlahiyat Fak.’den Yrd. Doç olarak emekli] Hamdi Efendi’nin diliyle şöyle manzum hale getirmiş: / bir hocam vardı mektepte meğer / başına kara sarardı ekser // kimden okudun dese bir kimse bana / Karabaş’tan derdim ben de ona // meğer duyup incinmiş o pakize-i edep! / ol sebepten kaldı bize işte bu lakap // Kabe’ye kara oldu çün libas / Karabaş olsaydı keşke ekser nas// [14.03.1997’de Ali Osman Hocamdan bu şiiri kaydetmişim. A.Ç.]

BEKİR AKKAYA ÖZEL ARŞİVİ /İZİNSİZ ALMAYINIZ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...