18 Ekim 2017

Ömer Fatsa Hoca /Ahmet ÇAPKU

Kumru Haber'in Notu :
Sitemizde Araştırmalarını yayınladığımız Kumru'lu Hocamız Ahmet Çapku'nun son çalışması olan Kumru'muz'un yetiştirdiği büyük alimlerden ve Halil Tatlıgül Hocamızın ilk Hocası Ömer Fatsa'nın Hayatını sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Kumru Haber olarak Değerli Hocamız Ahmet Çapku'ya  gayretlerinden dolayı Allah Razı olsun diyor, yeni araştırma ve inceleme yazılarını bekliyor, Kumru kültürüne katkı yapan dost ve ziyaretcilerimize Kumru'dan sevgi ve saygılarımızla selamlarımızı iletiyoruz.                            Bekir AKKAYA **21 Eylül 2007/Kumru**

AHMET ÇAPKU HOCAMIZDAN ÖMER FATSA HOCA'NIN HAYATI

ÖMER (FATSA) HOCA

Ne zamandır memleketimizin tanınmış âlimlerinden Ömer (Fatsa) Hoca’nın hayat hikayesini kimlerden nasıl temin edebilirim diye düşünürdüm. Bu isteğimin düşünceden fiiliyata geçmesine Remzi (Kınalı) ağabey destek çıktı ve bu fakire kılavuzluk etti. Remzi ağabeyin yakın çevresinden Mahmut Güneş ve İsmail Yazar beyler de Hoca’nın yaşamış olduğu Çokdeğirmen Köyü’ne giderken bize eşlik ettiler. Ömer Hoca’nın tedris hayatına dair bilgi temininde İsmail ve Mustafa (Fatsa) amcalar ile Mehmet (Fatsa) bey cömert davrandılar. Misafirperverlikleri her türlü takdirin üstündedir. Cümlesine şükranlarımı arzederim.
…   
Fatsalıoğulları denilen bir aileye mensup olan Ömer Hoca’nın dedeleri Fatsa’nın Meşebükü denilen yerinden Çokdeğirmen’e gelip yerleşmişler. Soy isimlerinin Fatsa oluşu herhalde bununla ilgilidir. Babası Ali Efendi, annesi Fatma hanımdır. Hoca’nın doğum yılı olarak 1936 yazılı mezar taşında. Fakat öyle anlaşılıyor ki, birkaç sene de gizli (kayda girmemiş) yaşı vardır. Fatma hanımın erkeden vefatı sonrası babası ikinci evliliğini yapmıştır. Dolayısıyla henüz üç yaşlarında iken annesi vefat eden Ömer Hoca’nın hayatında üvey annesi tarafının mühim bir yeri vardır. Şöyle ki, Ömer Hoca, Akçaalan Köyü’nde biraz zengin olan üvey annesinin babasıgilin hayvanlarını gütmeye verilmiş küçük yaşlarda. Tabi orada iken müderris Hacı Ali Efendi ve Yusuf Efendi gibi büyük âlimlerden ders okuma imkanı bulmuştur. Böylece onun tahsil hayatı da başlamıştır denilebilir. Medrese usulü ders okumaya başlayan Ömer Hoca’nın tahsil hayatında mezkür hoca efendilerin yeri fevkaladedir. Yusuf Efendi’nin Ordu’nun ilk müftüsü olduğu söylenir. Hepsi birer müderris olan Abdi Hoca, Yusuf Efendi ve Hacı Ali Efendi’nin 1957 yılının Eylül’ünde peşpeşe birer hafta ara ile vefat ettikleri bilinmektedir. İlk önce Hacı Ali Efendi’de okuyan Ömer Hoca, daha sonra Akçekese Köyü’nde talebe okutan Yusuf Efendi’ye talebe olmuştur. Yusuf Efendi Ordu’ya il müftüsü olarak gidince Ömer Hoca ile birlikte Yemişken’li Harun Hoca, Ergen’li Basri Hoca da Yusuf Efendi’nin peşinden onda okumaya gitmişler. Öyle anlaşılıyorki bu kişiler daha önce Akçekese’de onda okuyan talebeleriydiler. Ordu’da birkaç yıl talebelik hayatı devam etmiştir. Ancak Ordu’ya gitmeden önce kendi köyünde Batum’lu İshak Hoca denilen bir âlimden de dersler aldığını görürüz Ömer Hoca’nın.
Yusuf Efendi’nin vefatı sonrası köyüne (Çokdeğirmen) dönen Ömer Hoca’yı, Amcası İsmail Efendi Samsun’a gönderir ilim tahsiline devam etmesi için. Fakirlik sebebiyle babası onu okutmaya taraftar olmasa da amcası İsmail Efendi, yeğeni Ömer Efendi’nin okumasında ısrarcıdır. Öyle ki; ‘Yeter ki siz okuyup ileriye gidin, bizim gibi buralarda kalmayın’ diyerek çeketini ve ayakkabısını çıkarıp yeğenine verir fakirliğin hüküm sürdüğü o zamanlarda. (Bu konu dile getirildiğinde İsmail amcanın, gözyaşlarını tutamadığını buraya kaydedelim). Talebe Ömer Efendi’nin ilme düşkünlüğünü şu hatıra bize çok iyi anlatır. Oğlu Mehmet beyin ifadeleriyle:
-“Talebeliği sıkıntılı geçmiş babamın. Dedem onu okutma taraftarı değilmiş. Fakirlik, yalnızlık her şey var işin içinde. Arazi var, çalışmaya adam lazım tabi. İsmail amcamın onda çok emeği vardır. Üzerindeki çeketi, ayakkabısını çıkarıp ona vermiş ve onu okumaya göndermiş. Batumlu İshak Yılmaz hoca var burada. Onda Arapça okumaya gidiyor. Bizim burada değirmen çok imiş o zamanlar. (Köyün adı da oradan gelir). Orada babama mısır çuvalı veriyorlar git bunu öğüt ve geri getir diye. Ömer Hocamız bunu zevkle alıyor. Bu arada kendi dersini yapıp mısırı öğütüp geri götürüyor. Ki böylece ona, hocasında yeniden ders alma fırsatı doğmuş olduğundan o, bu işi zevkle yapıyor. Bana yük taşıtıyorlar diye düşünüyor değil, bunu, yeniden bir ders okumak açısından bir sebep olarak biliyor. Okumaya müthiş düşkün!”
Yolların bile henüz tam olmadığı o yokuşlu bayırlı yerlerde sırtında mısır çuvalıyla nice kere yollar tepmiştir ilim uğruna yaşıtlarının oyun oynaşta olduğu çağlarında. Yusuf Efendi’nin vefatı sonrası köyüne döner Ömer Hoca. Bundan sonraki tahsil hayatının özetini İsmail amca şöyle dile getirir:
“Buraya geldi daha sonra. Samsun’da İskender Efendi’ye gideceksiniz dedim onlara. Sizi müftü İskender Efendi talebeliğe almazsa yine gideceksiniz, dedim. Almadı mı yine gideceksiniz, dedim. Dediğimi yapıyorlar. Hoca da aynısını yapmış onlara. Yani talebeliğe kabul etmemiş. Ben hocanın almayacağını tahmin ediyordum. Bunun üzerine onlar bir adres alıp Sivas’a gidiyorlar. Orada Süleyman Efendi var galiba. Orada bisel/biraz kalıyorlar sonra da Konya’ya geçiyorlar. Orada Hasan Arıkan diye bir hoca varmış. Orada da okuyor. Menderes sonrası ihtilalle birlikte orası dağılmış tabi. Böylece o da buraya, baba vatanı köyüne döndü.”
            1960 İhtilaliyle dağılan Konya’daki kursları Ömer Hoca’nın tahsil hayatının da sonu olmuştur denilebilir. Zira daha sonraki aşamada köyüne dönen Hoca, bundan sonraki aşamada kendisine bir yol haritası çizmenin peşinde olmuştur. İhtilal öncesi askerliğini yapmıştır.  Acemiliğini Samsun’da, usta birliğini Amasya’da sıhhiye eri olarak vatanî görevini ifa etmiş, askerlik sonrası Konya’ya gitmiş tahsiline devam için. Ancak ihtilal o ve arkadaşlarının tahsil hayatında herhalde bir tür dönüm noktası olmuştur. Köyüne döndükten sonra evlenmiş ve bulunduğu yerde talebe okutmaya başlamıştır. Artık meyveye durma zamanıdır Ömer Hoca için. Bu noktayı da İsmail amcadan dinleyebiliriz:
“Daha sonra Ömer Hoca buraya geldi. Bunun üzerine buraya her taraftan talebe geldi. Niksar, Terme, Ünye, Bafra, Fizme ve çevreden. Talebeleri burada evlere ikişer üçer kişi dağıttık. Bizde ve Hoca’nın evinde bile iki üç talebe kalırdı. Elli altmış talebe oldu. Hafızlar on onbeş kişi, burası şenlendi. Yaş olarak hocadan büyük olanlar bile vardı. Ali Peru da burada okudu. Aşağıdaki mescitte. Belalanlı Mehmet hafız da orada Ali Peru ile ders okudu."
Sayıları artan talebeleri köydeki evlere yatılı usulü yerleştirmek ayrı bir problem olduğu gibi dağınık evlerde kalan talebelerin mektebe gelip gitmeleri ve onların disipline edilmeleri de başka bir sıkıntı kaynağı olmuştur. Burada bir hususa dikkat çekmemiz uygun düşer. Remzi Kınalı ağabeyin ifadelerine göre eskiden beri Kumru civarında Fizme ve Çokdeğirmen köyleri dini ilim tahsilinin üst seviyede yürütüldüğü iki önemli yerleşke olagelmiştir. Herhalde bunun bir neticesi olsa gerektir ki, mezkür köylerin sakinleri, şayet köylerinde bir mektep varsa ve oraya köyün dışından bir talebe okumak için gelmişse o talebeyi kendi evlatları gibi bağırlarına basmışlar, onun iaşe ve ibatesi (geçim ve barınma) ile doğrudan ilgilenmeyi kendilerine vazife addetmişlerdir. İsmail amcanın ifadelerinde de bunu görmek mümkündür. Sonraki aşamada talebelerin daha rahat ve bir arada barınmalarını temin için yatılı bir kurs yapımı gündeme gelmiştir. Yerleri kurs yapımına müsait olan kimi köylüden yer istendiğinde onlar, dedikodu olur düşüncesiyle çekimser kalmışlar. Bunun üzerine İsmail amca, Ömer Hoca’nın talebe okuttuğu kursun yerini vermiştir. Ancak Hoca’yı çekemeyen bir kısım insanın dedikodusu da başlamıştır Ömer Hoca kendisine ev yaptırıyor diye. Tuğlanın ve bugünkü manada ev yapım malzemelerinin köylerde henüz tam bulunmadığı o yıllarda çevre köylerden kereste toplanarak kurs inşasına başlanır. Taşıma usulüyle ta Divanî’den bile kereste getirilir. Bu işe yardımcı olmaya çalışanlar canla başla meseleye el atarlar. Kereste veren köylüler, verdikleri keresteleri kendilerine komşu köyün sınırına kadar taşırlar. Onlar bir sonrakine ve böylece keresteler kurs inşaatına kadar getirilir. Türlü çeşit zahmetler içinde yapılan bir yatılı kurs böylece inşa edilir. İçinde talebelere ekmek pişirmek için fırın da bulunan kursa köylüler aynı zamanda odun taşıyarak ve kursun erzak ihtiyacını gidermeye çalışarak da yardımcı olurlar. Hoca’nın maaşını aralarında toplayıp tedarik ederler. Gerçi Çokdeğirmen Köyü, Ömer Hoca’nın baba vatanı olduğu için, Hoca, kendi tarlalarında çalışarak insanlara yük olmamaya gayret etmiştir şüphesiz. Bu arada muhalefet edenler her zaman ve her yerde mevcuttur. Orada da aynı hüküm kendini göstermiştir. Bu konuyu, Hoca’nın görev yaptığı camide, cami hizmeti mirasını devam ettiren oğlu imam-hatip Mehmet beyin ağzından dinleyebiliriz:
-“Talebeleri okuturken yaşadığı sıkıntıları pek dile getirmezdi babam. Burada hoca iken de sıkıntıları
olmuş tabi. Kur’an kursu inşa edilirken muhalif güçler, onun hakkında; o kendisine ev yaptırıyor siz ona niçin yardım ediyorsunuz yaygarası koparmış. Kur’an kursunun dışında bacayı görenler, işte derlermiş, ev yaptırmış! Bu baskıdan kurtulmak isteyen Ömer Hoca, oraya bir minare yaptırmış sacdan. Ufak bir rüzgarda o minare sallanır dururdu ben küçükken.”
1961 sonrası köyünde Kur’an hizmetine kendini adayan Ömer Hoca, 1965 sonrası, içinde yaklaşık 25 yıl hizmet vereceği kursa taşınmış olur. Nice şöhret olmuş, isim yapmış bölge hocalarının ilk durak yeri, denilebilir ki Ömer Hoca’nın rahle-i tedrisi olmuştur. Halil Tatlıgül Hoca, Paşa Hoca (Bahri Süme), Hikmet Saylan Hoca gibi nice zevatın ilk durak yerleri Çokdeğirmenli Ömer Hoca’dır. İlim tahsili için oradan dağılmışlar Rize’ye ve başka yerlere. Hatta Çatak’a hoca olarak ilk defa istenen kişi de Ömer Hoca olmuştur. Ancak o, talebesi Halil Hoca’nın Çatak’ta ilim tedrisi için uygun bir kişi olduğu haberini göndermiştir Çataklılara. İlk zamanlarında Ömer Hoca’nın kursunda okuyan Halil Hoca, kursta derslerine devam ederken hocası tarafından ilkokula da gönderilir. Böylece hem dini hem de müsbet ilimler açısından tahsil hayatı çift yönlü devam ettirilmiş olur. Biz bu metodun orada sadece Halil Hoca için değil diğer talebeler için de uygulandığını görürüz. Halil Hoca’nın babası Çokdeğirmen Köyü hatibi Ali Efendi, oğlunu daha sonraları Samsun’a ve Trabzon’a götürür. Ancak Ömer Hoca ile Halil Hoca’nın irtibatı hep devam etmiştir nezaket çerçevesinde. Öyle ki, askerden izine gelen Halil Hoca, baba evine gitmeden önce hocasına uğrar, elini öper, ondan müsaade alıp öylece evine yollanırmış. Şairin: ‘Ehli dîl birbirin bilmemek insaf değil’ sözünü bu iki hoca arasında şu şekilde düşünebiliriz: İki gönül/dîl ehli insan birbirini çok iyi anlamış ve karşılıklı olarak birbirinin değerini çok iyi takdir etmişlerdir.
Onbeş yıl kadar çok sıkı, ciddi ve kaliteli bir eğitim süreci yaşanmış Ömer Hoca’nın kursunda. Bir ara sayıları yüzyirmilere çıkan talebeler arasında on onbeş kadar da hafızlık çalışanlar vardır. Artık o bölge, talebelerin Kur’an sesleriyle dolmakta, gönüllü olarak oraya gelen nice talebe harıl harıl ders çalışmakta, köylüler ise onların eğitim hayatında ihtiyaçlarının giderilmesine yardımcı olmaktadır. “Ya âlim ol, ya talebe. Ya onlara yardımcı olan ol ya da onları seven. Beşincisi olma helak olursun!” hadisini o bölge insanı için bu manada hatırlayabiliriz. Yatılı talebe nesli kesilince Ömer Hoca, hizmet ettiği yere, üçte iki maaşla vekaleten resmî imam-hatip olarak atanmıştır. 1974’lü yıllarda ise vekalet asalete dönüşür. Yatılı talebe kalmasa bile Ömer Hoca, 1991 yılında vefatından üç ay öncesine kadar gündüzlü talebe okutmaya hep devam etmiştir 30 yıl boyunca. Onun hizmet alanı daha çok Kur’an eğitimi ve Arapça öğretimi şeklinde olmuştur. Kendisi hafız olmadığı halde iyi bir okuyucu (kârî) imiş oğlu Mehmet beyin ifadelerine göre. Son üç ayında talebe okutmaktan mahrum kalışı ise hastalığı sebebiyle hastaneye yatmış olmasıyla ilgilidir. İlginçtir ama kendisi sigara içmediği, içenlerin yanında bile bulunmaktan çekindiği halde akciğer kanserinden dolayı vefat etmiştir. İlahi yazgı/kader denilen inanç herhalde bu tip hadiselerde daha iyi anlaşılan bir şey olsa gerektir. Allahü a‘lem…
İyi bir baba olmuştur Ömer Hoca. Bugün Ahmet-Mehmet-Muhammet isimli üç oğlu da imam-hatip olarak insanımıza hizmet etmektedir. Pekiyi gerek aile içinde gerekse talebelerine karşı nasıl bir tavır takınmıştır sorusuna şu şekilde cevap alırız: Tatlı sert bir üslup. Ömer Hoca’nın taktiği bu minval üzere olmuştur. “Babam sıkı bir aile babası idi. Tatlı sert, disiplini ve prensibi olan biriydi. Sevilmesi gerektiğinde seven ama terbiye adına dövülmesi gerektiğinde de döven bir insandı. Talebelerini döver miydi bilmem ama Allah ellerine nur indirsin ders vermediğimde beni döverdi. Bizden her gün ders isterdi. Bize şunu derdi: Bakın oğlum, ben sizden bir şey istemiyorum. Sadece ders istiyorum. Dersinizi verin gerisi size aittir, derdi.” diyor oğlu Mehmet bey. Yemek seçmeyen, sofra adabına hassasiyet derecesinde ihtimam gösteren ve böylece etrafındakilere örneklik teşkil eden bir tutumu olmuştur Ömer Hoca’nın. Diyelim sofraya beş çeşit yemek konulmuştur. Hoca, yemek kaplarından birini önüne çeker, önündeki tabak bitmeden diğerine kaşığını götürmez. Düşen ekmek kırıntıları şeytana nasip olmasın diye onları parmaklarının ucuyla toplayıp yer. Hatta sofrada başkalarının önündeki ekmek kırıntılarını bile hiçbir kibir emaresi taşımadan toplar.
            Kurs hayatında ve namazlarında sarık takan Hoca, şehire veya başka yerlere giderken normal bir insan gibi giyinir. Güzel, bakımlı ve cins atlara binerek bir yerlere gitmek onun hobileri arasındadır. Abdi Hoca’da görülen türlü çeşit meyve dikip onları yetiştirme hasletini Ömer Hoca’da da bulmamız mümkündür. Giyim kuşamına dikkat eder. Siyasi konularda pek açık vermez. Herhangi bir kişiye bu konuda yön tayin etmez. Ancak onu bilenler duruşunu da tayin edebilirler şüphesiz. Muhafazakar kabul edilen siyasi partilere yakın olduğunu söylerler. Köyde yaşadığı için gazete takip etmemiş veya edememiştir. Fakat televizyon öncesi köylerde bulunan radyodan ajansları/haberleri takip etme konusunda komşularına gittiği olurmuş. Kendisi evine televizyon almaktan çekinmiştir. Ola ki, ben evde yokken çocuklarım onu kendi istekleri doğrultusunda seyre dalarlar endişesiyle. Aslında Ömer Hoca teknolojiye karşı biri olmamıştır. İyiye kullanılırsa fevkalade güzel, faydalı bir şeydir, dermiş televizyon ve diğer teknik aletler için. Lakin özellikle televizyon kültürünün köylere kadar sirayet etmesi, yetişmekte olan nesillerin ahlakının bozulması noktasında Hoca’yı ciddi manada düşündürdüğünü söyler oğlu Mehmet bey.
            Dahası artık mihraba geçen İmam Hatip nesli cami hocalarını bu konuda ehliyetsiz değil de kifayetsiz/yetersiz görmesi onun, dikkate alınmaya değer düşüncelerinden biri olmuştur denilebilir. Şöyle ki, İmam Hatip liselerinden mezun olup cami hizmetini üstlenen tanıdıklarına hep şunları söylermiş: ‘A evladım! Tamam İmam Hatibi okudunuz fakat bu ilminizi Kur’an talimi ve Arapça eğitimi alarak istenilen seviyeye getirmeniz lazım. Ben hep buradayım. İstediğiniz zaman gelin. Gece gündüz fark etmez. Elimden geldiği kadar size yardımcı olayım.’ Öyle anlaşılıyor ki, yeni nesil imam-hatiplerin devraldığı bir imamlık ve cami hizmetlerinin kalitesi hocada tedirginlik oluşturmuş gibidir.
            Sivas veya Konya’da okurken ‘Süleymancı’ denilen çevreyle tanışmış Ömer Hoca. Sonraki yıllarında da söz konusu çevreye yakın durmuş anlaşıldığı kadarıyla. Bu yönüyle adı Süleymancıya çıkmıştır. Fakat yaşam ve düşünceleri dikkate alınırsa onun tavrını herhangi bir çevçeveye sokmak biraz zor görünüyor. Zira üç oğlunu da İmam Hatip Lisesi’nde okutmuş ve kendisi Diyanet’te görev almış, yıllarını resmî görevli bir imam-hatip olarak hizmete adamıştır. Etrafta bu şekilde tanınması, bazı soruşturmalar geçirmesine de sebep olmuş yakınlarının anlatmasına göre. Fakat herhalükarda Ömer Hoca, hayatını ilme, edebe, ahlaka, dine, devlete ve millete adamış biridir diyebiliriz. İlim ve dine bağlılık noktasında Hoca’nın, halkın dine soğuk davranmasına sebep oluyor şeklindeki bazı eleştiri alan yönleri bize, onun tutumu hakkında ipucu verir niteliktedir. Mesela teravih namazlarında da tadil-i erkana ciddiyetle riayet edişi onun hakkında şikayet konusu olmuş, bu mesele bazı insanlar tarafından Halil Hoca’ya götürülmüştür. Bunu söyleyenlere Halil Hoca’nın verdiği cevap adeta bir şamar olmuş gibidir: “Keşke imkanım olsa da bütün vakitleri Ömer Hoca’nın ardında kılsam!” Ucunda sıkıntı bile görülse dini açıdan bir mesele dile getirilmesi gerekli ise Ömer Hoca çekinmeden bunu dile getiren biri olmuştur.
    
Bir ara Elazığ’a hizmet içi eğitim kursuna gönderilen ve yaklaşık kırkbeş gün kadar orada kalan Hoca, hizmet içi eğitim kursu veren kimi hocalarla birlikte dersler yapmışlar. Onun, feraiz ilmini kursta hizmet veren bazı hocalara anlattığı ifade edilir. Bunun üzerine kendisinden ders okuyanlar: Hocam biz seni gökte ararken yerde bulduk, demişlerdir.
            Köyünde adeta bir sıhhiye gibi hizmet veren Ömer Hoca, ibadet hayatına düşkün biri olmuştur. Geceleyin seher vakitlerinde kalkıp ibadet edermiş. İki defa hacca gitmiş. Birincisinde normal hac farizasını yerine getirmiş, diğerinde ise yakın aile çevresinin katkılarıyla dedesi yerine vekaleten hacca gitmiş. Hac izlenimleri cümlesinden olarak; “Oranın halkı Efendimiz’in (sav) kıymetini iyi takdir edemiyorlar. Onu sıradan biri olarak görüyorlar” dermiş.
            Ömer Hoca, Abdi Hoca’nın, kalp gözü açık biri olduğunu söylermiş. Görev yaptığı yerde ve civar köylerde vaazlar, sohbetler vermiştir. Sohbetlerinde daha çok insanların itikadî ve şeklî açıdan dini yaşamadaki eksikliklerine vurgu yapmıştır. İslam adına doğruysa o doğruyu söylemekten çekinmeyen ve fıkhî konularda tavizsiz biri olduğu söylenir. Hoca, Kumru ve civarında cenaze ve kurak dualarına, diğer cemiyetlere imkan ölçüsünde katılmıştır. Kendi görev yeri dışına çıkıp hizmet ettiği gerekçesiyle bazı soruşturmalar geçirdiğini dile getirir yakınları. Mehmet bey: “Diyebiliriz ki, bu civarda Ömer Hoca’sız cenaze olmazdı. Adam cenazeyi bekletir Ömer Hoca’yı beklerdi. Ömer Hoca gitmezse sanki o cenazenin defni eksik kalmış hissi vardı insanlarda. Kurak dualarına falan mutlaka katılırdı ve onun prosedürlerini o çok iyi bilirdi.” Özellikle Ömer Hoca çapındaki hocaların yanına muhtelif talepler için gelenlerin bol olduğu düşünülebilir. Bu konuda Hoca’nın, şifa ayetlerini içerse bile muska yazmadığı söylenir. Fakat bu niyetle gelenlere şifahen okurmuş. Muska, halkın tabiriyle hamaylo türünden şeyler yazmamasının gerekçesi, insanların bu tür şeyleri yanlış anlayıp uygulamalarından endişe ediyor olmasıdır. Hoca’ya dair kerametvari hallerden bahsedenler de vardır. Ancak en yüksek keramet şüphesiz istikamet üzere yaşamaktır, derler. Fakat Hacı Celal Irgav amcadan naklen yine de şöyle bir hatırayı buraya alabiliriz. Karayoluyla hacca birlikte gitmekte iken Humus’ta Celal amca ile Ömer Hoca bir sabah namazı sonrası türbe ziyaretleri yapmaktadırlar. Yan yana bulunan iki kabre uğrayıp okurlar. Hoca, Celal amcaya; ‘Şunun içinde insan var ama şunun içi boş’ der. Celal amca bunu, hocanın kerameti olarak görür.
(Alttaki fotoğraf : Ömer Hoca'nın Kabri ve İsmail Fatsa)
Mezarlık kültürü açısından kabirlerin ihtişamlı oluşuna karşı olmuş. Fakat kabrin kaybolmasının önlenmesi için baş ayak taşlarının olması gerektiğine inanmıştır. Mezar taşlarının siyah olmasının faziletli olduğunu dile getirirmiş. Emekli olmak kendisine nasip olmamış Ömer Hoca’nın. 16 Nisan 1991’de Ramazan ayının 26-27. gecesi vefat etmiş, Kadir Gecesi’ne denk gelen günde ise toprağa verilmiştir. Nüfus kaydına göre 55 yaşında ve fakat kayıtlı olmayan yaşını dikkate alırsak muhtemelen 57 veya 58 yaşlarında yani ömrünün en tecrübeli ve dini bilgi birikiminin en üst seviyelerinde olduğu bir zaman diliminde. Kendisine rahmet diliyoruz. Kabri, görev yaptığı caminin hemen önünde, anne babasıyla aynı mekandadır. Caminin minaresinin dibinde her gün ezanları dinleyerek ebedi istiratgahında seher vakitlerinde bülbüllerin tesbihatına eşlik ediyordur herhalde. Hoca’nın kendi elleriyle diktiği evinin önündeki ıhlamur ağacının dibinde biraz oturup şöyle tarihin derinliklerine dalarsanız bir zamanlar oralarda koşturan, Kur’an okuyan, dini tedrisat yapan nice talebenin Ömer Hocaları riyasetinde adeta bir şehrayin meclisi kurduklarının fotoğraf karelerini görebilir, seslerini duyabilirsiniz. 
Hoca’nın kabir taşının ön yüzünde şunlar kaydedilmiştir:
Ömür boyu mihraba geçtim
Çok kardeşime kefen biçtim
Akibet ecel şerbetin içtim
Fatiha için burayı seçtim
Arka yüzünde ise şu beyit yer alır:
Kıl beni mağfiret Ya Rabbi Yezdan
Arşı a‘zam nûru Kur’an
Görüp bildiğim ihvan
Okusun Fatiha’yı ihsan[1]
Şimdi Ömer Hoca ve onun rahle-i tedrisinden geçmiş Halil Tatlıgül Hoca, Paşa Hoca (Bahri Süme) bizlerden bir Fatiha bekliyorlardır. Kaldı ki, bunu, onlar çoktan hak etmişlerdir. Rahmetullâhi rahmeten vâsia…
Kendisinden bilgi almak için Ömer Hoca’nın Ordu’dan talebelik arkadaşı, yakın dostu bir zamanlar Ordu müftülüğü yapmış Yusuf Hoca’nın oğlu Sabri Işık Hoca ile görüşmeyi çok isterdim. Dahası mezkür Yusuf ve oğlu Sabri Hocalarımızın hayat hikayelerini de bu sütunlara taşımak gönlümün isteğidir. Bu da ileride gerçek olur ümidiyle inşallah. Yanında Ömer Hoca’ya dair bilgi ve belge bulunup da bu fakire yardımcı olacak zat-ı muhteremlere şimdiden şükran borçlu olduğumu beyan ederim.
Hürmet ve muhabbetlerimle…
12. 09.2007
Ahmet Çapku



[1] Bu beyit özellikle İstanbul’da muhtelif kabir taşlarında şu şekilde kayıtlıdır: /Kıl beni mağfiret Ya Rabbi Yezdân /Bi-Hakkı arş-ı a‘zam nûr-ı Kur’ân / Gelip kabrime ziyaret eden ihvân / İde ruhuma bir Fatiha ihsan. /



©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...