Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

18 Ocak 2010

Sırlar arasında /Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

“Sır” dendi mi, akan sular duruyor. Bayağı sihirli bir kelime olsa gerek. Daha söylenir söylenmez, insanda korku ile karışık bir merak uyandırıyor.


Sırrın içinde gizlilik ve gizemlilik de var. Onun için bilinmesi, duyulması ve açığa vurulması istenmiyor.

Çanak, çömlek, küp ve testi gibi topraktan yapılmış eşyaların, içindekini dışarıya sızdırmaması için dışına sır çekiyorlar.
 Burada belki de bir sırrın sırlanması söz konusu!

Kâinatta insan aklının anlamakta ve açıklamada âciz kaldığı o kadar çok nokta var ki… Bunlar da bir sır olarak karşımızda durmaktadır.

Bir amaca, bir ideale ulaşmanın da sır (püf) noktaları vardır.

Bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim ve sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanı da o işin sırrı sayılır.

Sır denilince ister istemez bir “çekinme hissi” oluşuyor. Çünkü açıklanınca, ok yaydan çıkmış oluyor. Onun için, bir ağızdan çıkanın bin ağza (dile) yayıldığı söylenir. Yine şu ikaz da manidârdır:

Açma sırrını dostuna, (dostunun dostu vardır) o da söyler dostuna!

Niyâzî’nin şu sözleri de manidârdır…

Ver serüni Niyâzî sırrını verme yâda.

Nâdâna sırrın veren kalır vebâl içinde…

Fatih Sultan Mehmet, sırrını sakalından bir kıl bilse, onu söküp atacağını söyler.

Yavuz Sultan Selim’den bir dostu, önemli bir konuda açıklamada bulunmasını ister. O da sorar…

-Sır tutmasını bilir misin?

Evet, bilirim der… Bunun üzerine Yavuz cevabı yapıştırır…

-Ben de!

Hz. Ali’ye atfedilen şu söz de oldukça anlamlıdır:

-Sırın senin esirindir. Ama onu söylersen, sen onun esiri olursun!

Bazı sırlar vardır; insan onları söyleyip söylememe arasında sürekli zorlanır. Meselâ bir doktor düşünelim… Hastası ölümcül bir hastalığın pençesindedir. Söylese bir dert, söylemese bir dert. Açıkladığında, kendinden geçenler, hatta ölenler bile olabiliyor.

Bir ara, Anadolu üniversitelerinin birinde öğretim üyeliği yapan birisi ile bir kurs dolayısıyla sınıf arkadaşı olmuştuk.

Hayat hikâyesi oldukça ilginçti.

Bilimsel bir sırrı açıkladığı için, çalıştığı üniversitede yıllarca tacize (mobbing) uğramış… Bununla kalsalar iyi… Hırslarını alamayınca, görev alanını değiştirmişler. Kimya hocası iken, üniversitenin inşaatla ilgili birimine vermişler. En sonunda, o çok sevdiği ve yıllarca emek verdiği öğretim üyeliğinden ayrılmak zorunda kalmış.

Gel zaman git zaman, Anadolu’daki bir üniversiteye kapağı atmış.

Sırrını merak etmiş olabilirsiniz…

Anlattığına göre, her gün çamaşır ve bulaşık yıkamada kullanılan deterjanlar, insan sağlığına büyük zarar vermekteymiş. Başta kanser olmak üzere, pek çok hastalığa sebep olmaktaymış.

İşte bu bilgisini, yani sırrını açıklayınca, deterjan mafyası harekete geçip kendisine dünyayı dar ettirmiş!..

Aynı şekilde, bir televizyon programında, bir kanser uzmanı öğretim üyesi, kozmetiklerin zararından bahsederken, birden durakladı. Spiker hanım efendi devam etmesinde ısrar etti. Ama yine de söylemedi…

Söylerse ne olurmuş; biliyor musunuz?

Duyun da inanın!

Pek çok kişi ekmeğinden olabilirmiş…

Demek istediği şuydu:

Pek çok işçi ya da işveren, halkın sağlığını tehdit eden ürünleri bile bile üretip satıyor. Ne acı bir durum, değil mi?

İşin daha da acısı şu olsa gerek…

Bu tip zararlı kişilere dur denildiğinde, bazı siyâsetçi ve sendikacı denilen kişilerin arka çıkoyor…

Ya, sırf reyting için TV’lerde sürekli yayınlanan şu sır dizilerine ne demeli?

Bazen kerâmet diye mezarlıktaki birini yerinden kaldırıyorlar, bazen de birisinin yanan evini esrarlı kişiler söndürtüyorlar… Özellikle de haksızlığa uğrayan kişilere, anlamsız bir sabır telkininde bulunuyorlar.

Aslında bunların hepsi, bir anlamda zâlimin ve fırsatçının ekmeğine yağ sürüyor. Belki bu dizileri çevirenler de bunun farkında değil.

Halbuki verdikleri mesaj, tam bir kadercilik.

Demek istiyorlar ki, senin hakkını Allah alır; o kadar dert etmene gerek yok…

Peki, akıl ve irade nerede? Bunlar insana boşuna mı verilmiş?

Toplum hizmetleri ve güvenliği konusu da, zaman zaman “sır” çerçevesinde anlatılıyor. Daha dünkü memur, bir de bakıyorsunuz ki ne sırlar biliyor, ne sırlar… Duy da şaş!..

Toplum yönetiminde, bazı sır noktalarının oluşu bir gerçektir. Olması da gerekir. Ama olur olmaz bilgilere “sır” denilirse, bu iş iyice ayağa düşer. Hele de bir insan hakkının gasp edildiği noktada, kesinlikle sırdan bahsedilemez.

Meselâ birisi haklı olarak, babasının kâtilini öğrenmek istiyor. Şimdi, bunu “sır” diyerek gizlemek kimin hakkı?

Bu konuda şu kanaat de yaygın…

Bazı kişiler, yaptığı işin basitliği anlaşılmasın diye “sır” diyorlarmış. Bir kısmı da kendini büyük göstermek için bu yola başvuruyormuş.

Görüldüğü gibi, sır işleri öyle kolay anlaşılacak gibi değil.

Ama şunu söylememe her halde müsaade edersiniz…

Maalesef, pek çok beceriksiz, hurafeci ve soyguncu, insanların “sır” konusundaki inceliği bilmemesinden besleniyor.

Bu işin sırrını mutlaka çözmek lazım…

Kenara çekilmek, asalak kişilerin ekmeğine yağ sürer…
************
1)Sufî şair Niyazi Mısrî’nin (1617-1694) söylemiş olduğu bu beytin anlamı şöyledir: Yabancıya başını ver, ama sırrını verme Niyâzî. Bilgisiz ve câhil kişilere sır veren büyük günaha girer.


2)Uluslar arası üne sahip “E. T.” İsimli bu öğretim üyesi, aynı zamanda, önde gelen üniversitelerimizden birinin tıp fakültesinde öğretim üyeliği yapmaktadır. Ayrıca, Onkoloji Enstitüsü müdürlüğünü de yürütmektedir. Böyle bir kişi, insanların sağlığı ile ilgili bilgisini ve sırrını, zorbaların yüzünden açıklayamıyor.

3)Kadercilik (fatalism): Yaşanan olaylar karşısında insanın bir rolünün (iradesinin) olmadığını savunan inanç ya da felsefî görüş. İslâm dini bu görüşü benimsemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...