24 Ocak 2021

Kumru Anıları /Mustafa Aru

   KUMRU ANILARI
 1.Bölüm
Yeşil bir denize girer gibiyim, sağda solda yükselen dağlar kayasız, Karadenizin hırçın yeşile kaplanmış dalgalarını andırıyor. Kıyıdan Karadeniz'den içeri uzaklaştıkça yükseliyor ve dağların arasında vadilere dalıyorum. Burası benim memleketim.Bu üzerinde ağaçlardan yeşilden oluşmuş kıvrılan yollardan eskiden at sesleriyle geçilir, emmiler Hekimoğlu türküsü söylerlermiş. Daha önceleri bu dağlarda eşkiyalar dolaşırmış namı değer Eşkiya Soytaro geçmiş buralardan. Mavzeriyle bir dağdan bir dağa vururmuş Soytaro...Heygidinin Hekimoğlusu Ünye'de Fatsa arası ordu kurulmuş başedilememiş...
          İlerliyorum bir küçük ırmak boyunca aracımla burası Elekçi deresi, çok eskilerde daha gür suyu akardı. Yeşil deniz suyunu içmiş gibi, HES burayı da yağmalamış. Birden uçurumlu kayalardan oluşmuş Yarbaşını görüyorum, evet geldim diyorum. Burası Kumru. Bizimkiler Çepni aksanlı konuştuklarından Kumru'nun Gummu derler. Kendi kendime tekrarlıyorum ''Gummu ya geldim.'' Aracı Elekçi'nin kenarına park edip yürüyorum. Gözlerim eski içi zından ahşap denilen dışı kireçle taşla kaplanmış evleri arıyor, hepsini yıkmış yok etmişler. Elekçi deresi boyunca dışarı sıvasız apartmanlar sur gibi dizilmiş.Elekçi deresi beton bir oluktan akan yeşilden tamamen koparılmış hale dönüştürülmüş. Suyu yok olmuş surlarla çevrili kıyıdan yürüyüp bir zamanların aşağıdaki köprüsüne geliyorum. Bizim inşaat ustalarının büyük kentlerin çarpık yapılaşmasını acımasızca buralara taşıdıklarını görüyorum. Aşağı köprüde duruyor Elekçi ye bakıyorum. Çok sular akmış bu köprü altından ama artık suyu bile kalmamış. Gözüm kahvehanelere ilişiyor. Kasketli dokuz köşeli emmileri arıyor gözlerim. Yoklar gitmişler benim kasketli mert bakışlı emmilerim... Sokaklardan ürkek halleriyle atkılı analar çıkardı onlarda gitmişler. Yukarı köprüye doğru yürüyorum. Birden bir davul sesi duyuyorum, gözümün önünde canlanıyor Recep ağa dokuz köşeli şapkası dar pantalonlu omzuna paltosunu atmış kamçısı boynunun arkasına asılmış, potinleri parlak, adımları narin kendinden emin, arkasında siyahımsı dizgini gümüş eyere bağlı davul vuruşuna göre yürüyen Aygır atı... Yoklar.
    2.Bölüm
        Yoklar demiştim. Anımsamak güzel.
    Bir zamanlar Elekci Irmağı gür akardı seli suyu olurdu. Kumru'nun yakın yerleşimlerinden yürüyerek okula ulaşmaya çalışırdı küçücük adımlar. Kara lastik ayakkabılar çamur, yıkardık Kumru girişinde o zamanlar temiz akan derelerinde küçük ellerimizle. Işığa koşan kelebekler gibiydik çevre köylerden patikalardan derelerden tepelerden yürürdü insanlar Kumru'ya doğru... Derlerki Gebekse' den Fatsa'ya ilk yürüyen İbrahim isimli biri Fatsa'ya yaklaşınca gördüğü denizi bir ovaya benzetir ve ''Ne ova bee içinde inek yok'' der.
         At, eşek sesleriyle girerdik çarşamba günleri Kumru'ya büyük at hanları vardı. Atlar, eşekler hanlara bağlanırdı. Tekkiraz caddesinde ve şehrin her girişinde at hanları ve demirci dükkanları vardı. Demir dövülen Körüklerden çevreye yanmış demir kokusu yayılırdı. Atkılı Analar yürürdü atların ardından eteklerinde beşinci yaşına girmiş çocuklar. Hekimoğlu türküsü söylerdi Katırı olan bir adam... Meydanın tam ortasında gür sesle meydan okur gibi söylerdi Hekimoğlu'nu. Omzuna bir Teyp asmış biri kaset sonses bağırarak elinde kırmızı baskı saman kağıta basılmış destan satardı... Okuma yazma bilmeyen yaşmaklı kadınlar analar, kasketli gasbetli emmiler okuma yazmayı sökmüş çocuklarına, gençlere destan okuturdu evlerin işyerlerinin çatı altında.
Abduraman isimli özürlü biri dolaşırdı Kumru meydanında o zamanlarda. Üstü başı bir ince mintan altında Çubuklu solmuş kısa diz kapaklarında don. Elinde delikli bir demir boru. Kalabalık içinde düğünlerde havaya silah atar gibi boru yukarı tutulmuş benzi soluk Abduraman bağırırdı TÖH TÖH !!!... Abduraman'a silah attırmak yani töh töh dedirtmek için para verirlerdi. Delikli demir para arardı Abduraman, demir parayı havaya kaldırıp bakardı.
    Milli bayramlarda Kuşnafak'dan şimşir getirilir bayram yeri şehrin yukarı ve aşağıdaki köprüleri süslenirdi. Merkez caminin önünde seyyar kitapcılar kurulurdu Cuma günleri dini romanlar ve kitaplar satılırdı.
     Fındıklar toplandığı zamanlar Kumru'ya sirk gelirdi... Delikanlılar horozlu aynalarda saçlarını tarar sirkte deniz kızını görmek için para verip kuyruğa girerlerdi. İspanyol paçalı patolunlu kızlar ve delikanlılar dolaşırdı yukarı köprüyle aşağı köprü arasında yoktu kimsenin kimseden rahatsızlığı. Çamlıkda küçük bir çay bahçesi tahta masalara gazoz sefası. Ya Akın sinaması ya Doğu sinaması. Paran yoksa ırmakta elle balık tutma sevdası.
Çarşamba pazar kurulan yerde kasaplar vardı yanında küçük bir Meyhanesi ve sinamalarda izlenen kabadayı filmlerindeki gibi iki tekte olunuyordu efe vari... Ayakta çarşamba tipi ökceye basılır çeket omuzda bağır yarım açıktı. Turlama yapılırdı Fatsa yoluna doğru en uzun mevzular burada konuşulurdu.
     Geceleri sessizliği Elekci ırmağındaki kurbağalar bozardı.Sürüler geçerdi yaylalara giden. Turnalar geçerdi bölük bölük. Baharın gelişi Erikceli Kayabaşı altında Nişan Gürgeni derlerdi şimdilerde yok edilmiş Gürgen ağacının ilk önce yeşermesiydi. Tarlalarda imeceler Turna kolu gibi sıra sıraydı, tarladan tarlaya Cıvlama denilen hep bir ağızdan türkü söyleyip bağırırlardı.
        Geceriz şimdilerde sesizce hatırlarız ve hatırlatırız...
     3.Bölüm
    Bazen alır başını gidersin. Sığınırsın geçmişteki özlemlerine ve özlediklerine. Bir türkü söylenir anımsarsın yaşarsın o günleri. Bir çiçek kokusu bile alır gider seni, birden doğduğun topraklardasındır. İşte öyle bişey kulaklarımda babamın sevdiği bir türkü ''Yüce dağ başında yanar bir ışık''
      Sıkılıyorum Elekciye bakan kafede oturmaktan. Çıkıp ırmağın kenarında yürüyorum. Bu kasabadan gideli hayli zaman olmuş yabancılaşmışız. Aracıma binip Kumru lisesi yolundan Samur Mahallesine doğru yollanıyorum. 19 Yıl yaşadığım, doğduğum, büyüdüğüm yürüdüğüm Sokaklardan geçiyorum. Geçtiğim sokaklarda insanlar hatırlıyorum. Taş ustası Vaittin emmiyi hatırlıyorum. Elinde küçük balyoz derelerde işlenecek bileki taşı yapılacak yada fırın kemeri yapılabilecek taş arardı. İletki, pergel, kumpas kullanırdı. Ekibinde yine kendisi gibi ustalar vardı Mehrigilin Hacı Emmi, Poz Dursun değerli taş ustalarıydı. Vahittin Emmi zeki espirisi olan adamdı. Adını unuttuğum ''Cündül'' lakabı olan birine kendisine takıldığı için ''bak sana Cündül müldür derim'' der. Ya unutulur mu espirili Canavar takma isimli Canavar Yekta ağbi... Şimdi geçiyorum evlerinin önünden yoklar. Cambaşı'nı geçmişim tırmanıyorum. İstikametim Alan dere. Amacım adı degişmemiş Kovancılı köyü Kayadibi denilen yerde aracı bırakıp Ercek yaylasına giden Kadı yolundan yaya giderek tırmanmak. Kayadibi denilen sokakta bir evin önüne aracı park edip yürüyorum. Kadı yolundayım yalnızca atların eşeklerin geçebildiği sarp yoldayım. Sessiz, kuş sesleri, karatavuk kuşu ses veriyor. Meşeler heybetli coşkulu bir yeşillik. Yolları yer yer orman kaplamış. Cerek denilen uzun mısır höbeklerinin ortalarına dikilen ve Ormandan kesilen tomrukların ağaçların atıldığı Atacaklar yok artık... Yürüyorum bir zamanların at ve eşek sesleriyle yankılanan orman yolunda. Heygidinin dünyası kimler geçmişti buralardan. Hatırlarım sabah erkenden yollara çıkılır Ercekte patates kazmaya gidilirdi. Kadı yolu şenlikti, at sırtında alamanya dönüşü getirilen radyolar son sesdi...Benim kulaklarımda hala ''Yüce dağ başında yanar bir ışık'' babamın sesi...
     İşte Kadı yolunun zirvesindeyim Kumru'yu izliyorum ufukta yemyeşil dağlar bakabildiğin görebildiğin yer yeşil... Bir kayaya oturuyorum. Yakında akan Kara dereyi dinliyorum. Buraların sonbaharını anımsıyorum, bu yeşil dünya sararır altın gibi olur. Uzun süreli rüzgarlar eser yapraklar gazel olur. Gazeller rüzgarla kuytulukları doldurur içine dalarsın, buram buram meşe, gürgen kokarsın. Oturduğum yerden kalkıyorum Karadereye doğru yürüyorum. Zirvede bildiğim adını unuttuğum pınardan avucumla su içiyorum.Karaderenin karşısına sesleniyorum bu dağlar konuşan dağlar, ben ses vermeyen dağları ölü algılarım, bu dağlar yaşayan dağlardır. Bağırıyorum - Yaşıyor musun!!! Ses yankılanıyor - Yaşıyorrr musun yaşıyorrr musun!!! Bağırıyorum- YAŞIYORUM!!! Dağ karşılık veriyor - YAŞIYORUM!!! Yaşıyorum yaşıyorum!!! Dilerim seni birgün yağmalamazlar, hep böyle yemyeşil kalasın diyorum. Sesler duyuyorum Ormandan yalnız değilim, çocuklar Kirmit denilen sütlü mantar topluyorlar. Gökyüzü hareketli bulutlar hareketli mis gibi kokuyor benim yaşayan dağlarım...
     Ercek Kadı yolundan dönüş yolundayım. Kayadibi köyüne doğru bakıyorum. Gözlerim eski evleri arıyor. Kumru'nun bir zamanlar eski ev ustaları vardı Aliustagillerden Sabri usta, kardeşi Yakup Tinci, Kadıoğlu Sabri usta, kardeşi Resim usta. Ayrıca hızarcılar vardı hatırlarım Kürt Ali denilen birini. Kadıyolu bitiş yerinde benim soy ağacımın bir tanesi Muzaffer Bıyık'ı arıyorum gitmiş yoklar... Aracıma binip dönüyorum. Alan derede terk edilmiş okulun yanında duruyorum. Hala zamana meydan okur gibi direniyor yapılar... Dereyi geçince çaput bağlanan dilek ağacına bakıyorum. Yaşıyor duruyor. Bu ağacın altında yumuşak toprakta bülbül oynatırdık çocukken. Bu bülbül toprakta gömülüydü. Toprağa parmakla dokununca hareket ederdi. Yıllar sonra öğrendim bu görünmeyen mahsun oynak bülbül meğer Karınca yermiş. Çocukluğumun mahsumiyetiyle bülbülü selamladım.
     Geçerken Yanağay'ı unutmadım selamladım. Başka birgün başka Kumru yolunda görüşelim...Hoşçakalınız.
     4.Bölüm
     Şimdi siz memleketten çok uzak yerlerde bir hayli uzak iklimlerdesinizdir. Farklı rüzgarlar esiyordur. Belki bir benzerlik yada bir koku veya bir sureti surat alıp götürüyordur sizi ilk dünyaya baktığınız gökyüzüne. Kimbilir daldınız evinizin balkonundan yeşil denizi düşünüyorsunuzdur. Kovit virüslü günlerde bunaldınız, büyük kentler bunalttı artık varıp memleketinde olmak geliyordur aklınıza. Bir yaykın yada meşe ağacı altında oturmak istiyor, duman çökmüş dağları görür gibisiniz. Şimdilerde mevsim güz belki kar düşmüştür memleketimin dağlarına. Yeşil ve sararmış yapraklara kar tanesi düşmüş, dereler sularla buluşmuş, Elekci bulanık akıyor.Kimbilir hangi kaçıncı güzdesinizdir. Yaş otuzbeşi geçeli hayli zaman oldu, gittikçe artıyor yalnızlığımız diyeli de...
Bende uzak bir kentdeyim. Ege'de, geç gelen güzdeyim. Oturmuş evimin balkonundan yeni gelen yağmur bulutlarını izliyorum. Bulutlar ne kadar tedirgin. Beton kentlere yağmur yağmak istemiyor sanki. Ama ben varıp gidiyorum bulutlarla, kısık göz ucuyla açılan uzak doğduğum iklime... Bir hoyrat saz sesi kulaklarımda Kumru Erdüzü altında memleketimin tek unutulmaz ozanı Baybutluoğlu NAÇIK ÇAVUŞ Neşet Ertaş tarzı vuruyor sazının teline'' Bir ayrılık bir yoksulluk bir de ölüm''...
    Hala ben Kumru'nun eski zamanlarındayım gelemedim 80-90 larına. Kimbilir 80'lerde neler yaşandı...90'lara kimler kaldı...
     Kulaklarımda düğünlerde çift çalan davul ve zurnalar. Düğünlerinde çığırtkan sesi takı merasiminde ''.........oğlundan 10 lira Hediyeeee'' Yada biraz varlıklı düğünü ise samanlık hayatlarında Deste Güreşleri ve Cazgır Karayusuf Emmi bağırdı. ''Pehlivan pehlivan bu da Fizmeden Seyfullah cıvık pehlivan...'' Karayusuf Emmi maytap adamdı güldürürdü Kumrulu'ları. Düğün akşamları samanlık hayatlarında yemekler yenir, bıyıkları yeni bitenlerle kulağı kesik emmiler kadeh dokuştururlardı. İnce bir saz çalardı. Ondörtlüler patlardı ondörtlülerin elinde. Gece ışıl ışıl olurdu... Pilava çatal kaşık dikilirdi. Gelin evinden çıkınca evin çatısındaki şişeye silahla hedef alınır vurulurdu. Damat evinde düğüne gidenleri davul zurnayla karşılar şapkalı emmiler kostak kostak yürürdü. Silahlar patlar çocuklar mermi kovanı toplamak için yarışırladı. Davulcunun karşılama parası verilir oturulurdu...
    Bir eski zamandı,yollarda at sesleriyle Jip seslerinin çakıştığı. Okullarda öğrencilerin şapkaya veda ettiği, Gebekseli'lerin Mahsar Efendi dışında Fatsa'da sürüyle efendinin yaşadığının farkına varıldığından elli yıl sonraydı. Divani'de yaşayan Berani'nin siyem ekmeğiyle beyaz pazar ekmeğini tanıştırdığından ve ''siyah siyem ekmeğini bir eline alıp bir elinde Kumru beyaz fırın ekmeğini göstererek -ekmek görsün gözün ekmek- dediğinden otuz yıl sonraydı. Divani' de polis Ömer'in Divani Kayabaşı'nda devrilen kabak yüklü öküz arabasına ki kabakları durdurmak için tabancasını ateşlediğinden yirmi yıl sonraydı. Kömerik kayabaşında tarladan geçen ve adını pörtlengöz koyduğu tavşandan korkan köylünün - laaa Hacıveli kaya altında pörtlengöz var zilli defi alda çalda gel- dediğinden yüzelli yıl sonra. Kumru'da en mahsumuyla deli Ayşe'nin - merhamatlu ekmeğin var mı? Sorusunu sorduğundan otuz yıl sonra yaşanıyor Kumru ve söylenecek ve yazılacak sözümüz var.
Mustafa Aru
          Kaynak : https://www.facebook.com/groups/1649105365376628

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...