Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.
Yazarlarımız-Şairlerimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazarlarımız-Şairlerimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2025

PAYLAŞILAN BİR DUYGU Cemalettin Yaktı




PAYLAŞILAN BİR DUYGU

 

Cemalettin Yaktı

Biz gazeteciyiz; Her şeyi bilir, gelecek hakkında en doğru tahmini yaparız ya! Önümüze çıkan soruyor; 'Türkiye'de neler oluyor, bizi ne bekliyor, sonumuz ne olacak?'

Dörtbir yanımıza hortum bağlamışlar, üç yanımızı saran deniz yetmedi, okyanuslara akıyoruz... Göstergeler kime ne, gösteriler bulutların üstünde, af geliyor af... Bunları biliyorum...

Vurgun yazıyoruz, küfür yiyoruz, tehdit ediliyoruz. 'e-mail' oldu 'e-küfür', 'read mail'i tıklamaktan korkar olduk. Olsun; yine yazacağız... Peki gelecek? Bilenler beri gelsin...

Olanı biteni yazıyoruz, yazmaya da devam edeceğiz de, bugün kafamı bir başka konuya taktım...

Pazar için yazıyoruz ya, 'ortam-hava değiştirmek için' hayal denizinde kürek çekiyoruz. Sakın, 'vardır bunun arkasından bir şey' demeyin, hinlik aramayın, mesaj çıkarmaya da çalışmayın!

Gelelim takık olduğumuz konuya;

'Aşkın gözü neden kör?' ve de 'Neden aşkla çılgınlık yan yana'...

Bu sorunun yanıtını, 'Aşkı bulmanın ve korumanın yolları' adlı kitabın yazarı Kürşat Başar'a sordum; 'Aşkın gözü neden kör?' Şaşırıp, 'Ben ne biliyim' dedi. 'Nasıl bilmezsin?' diye çıkıştım; 'Aşkın kitabını yazan sen değil misin. Hem aşk dersi veriyor, hem de aşkın gözünün neden kör olduğunu bilmiyorsun.'

Sevgili dostum; Burada iş yapıyoruz iş...

Kürşat Başar'dan fayda yok. Başımızın çaresine baktık. Hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan araştırdık, yanıtı bulduk -gibi-. Bulduğumuz, 'evvel zaman içinde' diye başlayan hikaye...

Kaynağını bilmiyorum, affola...

'Uzuuun zaman, insanlar dünyaya ayak basmadan önce; İyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilmez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün, toplanmışlar ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken SAFLIK ortaya bir fikir atmış, 'Neden saklambaç oynamıyoruz?' Hepsi bu fikri beğenmiş; saklambaç oynamaya karar vermişler. ÇILGINLIK, bağırmış; 'Ebe olmak istiyorum, ebe olmak istiyorum!' Hiç kimse ebe olup da ÇILGINLIK'ı arayacak kadar çıldırmadığı için kabullenmiş. ÇILGINLIK, bir ağaca yaslanıp saymaya başlamış; 1, 2, 3... ŞEFKAT, Ay'ın boynuzuna asılmış, İHANET çöp yığınının içine girmiş, SEVGİ bulutların arasına kıvrılmış, YALAN bir taşın altına saklanacağını belirtip, her zamanki gibi yalan söyleyip gölün dibine saklanmış, TUTKU dünyanın merkezine gitmiş, PARAHIRSI içine girmeye çalıştığı çuvalı yırtmış. ÇILGINLIK saymaya devam etmiş, 79, 80, 81, 82... AŞK'ın dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar saklanmış. AŞK, karasız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Bu sizi şaşırtmamalı; hepimiz AŞK'ı yakalamanın ne kadar zor olduğunu biliriz. Ve ÇILGINLIK saymaya devam ediyor; 95, 96, 97... Tam 100'e vardığı anda, AŞK sıçrayıp güllerin arasına saklanmış. ÇILGINLIK bağırmış; 'Sağım solum sobe, geliyorum!'... Arkasını dönmüş, TEMBELLİK'le göz göze gelmiş. Çünkü onun saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra ŞEFKAT'i ayın boynuzunda, İHANET'i çöplerin arasında, SEVGİ'yi bulutların arasında, YALAN'ı gölün dibinde ve TUTKU'yu dünyanın merkezinde görüp sobelemiş. Biri hariç; AŞK. ÇILGINLIK umutsuzluğa kapılmış, son hedefini bir türlü bulamıyormuş. -Belki de kendiliğinden ortaya çıkıp sobelenen- HASRET, hasretten olsa gerek dayanamayıp, ebenin kulağına fısıldamış, 'AŞK, güllerin arasında saklanıyor'. Yine göremeyen ÇILGINLIK, eline çatal şeklinde bir sopa alıp güllerin arasına çılgınca saplamış, saplamış, saplamış. Ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. AŞK, elleriye yüzünü kapatıp ortaya çıkmış. Parmaklarının arasından sicim gibi kan akıyormuş. ÇILGINLIK, elindeki çatal sopayı, yanlışlıkla da olsa AŞK'ın iki gözüne saplayıp kör etmiş. 'Ne yaptım ben? Ne yaptım ben?' diye bağırmış; 'Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?' Ve AŞK, yanıt vermiş; 'Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen, kılavuzum olabilirsin'. İşte o günden beri, AŞK'ın gözü kördür, ÇILGINLIK her zaman yanındadır. '

Hikaye bu...

İyi de n'olacak Türkiye'nin hali.

Haydi saklambaç oynayalım!

Ege'nin imbatı sizinle olsun.

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

2000 Lİ YILLARDA DUYGULARIN BEKLENEN GELİŞMESİ Cemalettin Yaktı



 

2000 Lİ YILLARDA DUYGULARIN BEKLENEN GELİŞMESİ

 

Cemalettin Yaktı

          insanın yaradılıştan getirdiklerinden biri de duygularıdır. Şimdilerde hayvanlarda dahi varlığından sıkça bahsediliyor. Zaman zaman çok olumsuz eleştirilere maruz kalsa da , duygusallık aptallıkla eş değermiş gibi gösterilmeye çalışılsa da , çağdaşlığın tersiymiş gibi üzerine yürünse ve aşağılanmaya çalışılsa da, modern pazarların, uluslar arası ticaret alışverişinde içine düşülmesi   idari sisteminde ve yönetim tarzında kullanılması aptallık gibi görünse de gerçekliğin baş düşmanı sayılsa da  duygular insan yapısının bir parçası olarak, hem de hiçbir zaman ayrılması mümkün olmayacak bir parçası kalacaktır.

            Her çağın kendine özgü ekonomik, sosyal, kültürel ve hatta duygusal yapısı mevcuttur. Bazı duygular bazı çağlarda çok öne çıkabilir. Eski Anadolu’ da misafirleri için canını verirlermiş. Bazı duyguları ise her zaman eğitimi gerekir. Sanatsal duygular bunlardandır. Özel eğitim ve çaba isterler. Geliştirilmesi için çaba gerektirir.

            İhtiyaçlar şelalesinde alt alta dizildiğinde sanatsal, duygusal ihtiyaçlar, can güvenliği barınma, varlığını devam ettirme duygularından daha sonraki sıralarda gelir.karnı aç olan birinin önündeki gıdanın yalnızca açlığını giderici değerini düşünmesi gibi. İşte duygular da bu duruma uygundur. Daha az ince daha az estetize ve daha çok vahşicedir. Estetik ve sanatsal duyguların gelişimi için olmazsa olmaz sa olmazlardan biri de işte bu temel ihtiyaçları yüzde büyük bir çoğunluk sağlanmış bir toplumsal alt yapıdır.

            Şunu da açıkça söylemekte fayda var. Duygu içermeyen toplumsal yaklaşımlarda insanlar fazlaca mutlu olamamışlardır. Bu tür toplumsal organizasyonlar insanların mutluluğunu anlamamıştır. Sonuçta batılısı doğulusu memnun değildir. Tüm dünyada yaşadığı toplumsal yapıdan memnun olan insan sayısı olmayanlardan azınlıktadır. Yeni yüzyıldaki yaklaşımların insanca, samimi, sıcak insan duygularının farkında olan, onun duygusal bir varlık olduğunu hesaba katan yaklaşımlar olması lazımdır. Klişelerin istatiksel, matematiksel değerlerin yerini insani değerler bire bir, dolaysız ilişkiler almalıdır. Geçtiğimiz asrın katı, savaşçı yaklaşımının yerini yeni bin yılın ilk asırlarında barışçı, katılımcı , daha duygusal değerlerin alması belenmektedir. Yıkılan eski Avrupa imparatorluklarının yerinin nasıl Avrupa birliği gibi yeni imparatorluğun alması , bölgesel savaşların giderek azalması ve yerinin yeni ticari hareket guruplarının alması gibi öncülere bakarak yeni asrın duygusal yapısında oluşabilecek değişiklikleri saptayabiliriz. Örnek vermek gerekirse , son on beş yıldır aşırı gelişim gösteren milliyetçi duygular gittikçe azalacak. Çünkü bu duygu ulusal devletçilikle ile birlikte giden bir duyguydu.ileriye doğru projeksiyon yapılınca ben bunları hissediyorum.

            Ayrıca insan olarak kalacağı ve kendini kendi yapısında uzaklaştıran , kendine yabancılaştıran tüm gayri insani varoluşları yok etme mücadelesi sürecektir.

                                                                                              cemalettin yaktı

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

BİR DUYGUSAL ŞANTAJCININ KURBANIMISINIZ/Cemalettin Yaktı



BİR DUYGUSAL ŞANTAJCININ KURBANIMISINIZ?

 

Cemalettin Yaktı

‘Beni gerçekten seviyor olsaydın...’’

‘Senin için yaptığım bunca şeyden sonra...’’

‘Bunu bana nasıl yaparsın...’’

‘’Beni ne kadar üzdüğünün farkında mısın?  ’’

‘’Nasıl oluyor da bu kadar bencil davranabiliyorsun..’’

‘Bu konuyu niçin bu kadar büyüttüğünü anlayamadım..’’

                 Eğer yukarıdaki ifadelerden herhangi birisi size tanıdık geliyorsa,büyük bir olasılıkla bir duygusal şantajcının kurbanısınız demektir.Şantajcınız,yakın ilişkide bulunduğunuz herhangi biri,anne/babanız,kardeşiniz /çocuğunuz,arkadaşınız/ patronunuz,eşiniz yada sevgiliniz olabilir.İnsanda suç,korku,zorbalık gibi uğursuz düşünceler çağrıştıran bir terimi yakın ilişkide bulunduğunuz birisinden işitmeniz şüphesiz oldukça rahatsız edici olabilir.Ama kimi zaman karşı karşıya kaldığınız oyunları düşününce en uygun niteleme bu gibi geliyor.Yakın ilişkinizde bir duygusal şantajcıyla birlikte olmanız kötü kaderinize teslim olmanız anlamına gelmez.Yalnızca bu ilişkiyi gözden geçirip bu yönlerini değiştirmeniz gerektiği anlamına gelir.

             Duygusal şantajcılar onlarla olan ilişkinize ne kadar önem verdiğinizin farkındadırlar.Zayıf yanlarınızı bilirler.Ve enderin sırlarınıza vakıftırlar.Sizi ne kadar çok seviyor olsalar da .N e kadar çok değer veriyor olsalar da işlerin istedikleri gibi gitmediğini hissettikleri anda sizden bekledikleri uygun davranışı elde etmek için ellerindeki bilgiyi kullanmakla tehdit etmekten çekinmezler.Duygusal şantajcı almak istediğimi almak istediğim anda ve yerde almak istiyorum mantığıyla davranır.o sabırsız ve acelecidir.isteklerine fren yapılamaz,ertelenemez bekletilemez.bu durumuyla çevresindekileri ne kadar zora soktuğunun farkında değildir.Yada farkına varmak yolunda bir gayrete sahip değildir.ve çevresindekilerle ilişkilerinin ne kadar bozulacağının ve ne kadar yabancılaşacağının farkında değildir.Bu ilişkide yöneten konumunda olmak ister.Ve parmağının bir hareketiyle ona yönelmeniz kendisini güçlü hissetmesini sağlar.İşin ilginç yönü ,şantajcınız kendisine güvenli ve emin görüntüsünün altında aslında yoğun bir kaygı taşır.İşte insan davranışlarının en büyüleyici paradokslarından birisi!!.Öfkeli ve cezalandırıcı davranan insanlar gerçekte son derece yoğun bir korku içindedirler.Bu korkudan çok ender söz ederler.Tam tersine ne kadar güçlü olduklarını kanıtlamak amacıyla başkalarına çıkışıp dururlar.Bu tutumlarıyla karşı tarafta öylesine derin mutsuzluk yaratırlar ki sonunda sıklıkla vardıkları nokta terk edilmektir.Dünyada en son istedikleri şey bir ilişkiyi sonlandırmaktır.Fakat karşı tarafın ilişkiyi sonlandırmak istediğini fark ettikleri anda,hele bunun ciddiyetini anlarlarsa daha önce davranıp kendileri ayrılmanın yolunu bulurlar.bunu   alelacele uygulamaya sokarlar.bu saldırgan tutum yine kontrolün onlarda olmasını sağlar.işten kovulmadan önce ben kendim istifa ediyorum.her işin kendi kontrollerinde olmasını istemelerinin mantıklı gerekçelerini üretmekte de üstlerine diyecek yoktur .Sanırsınız ki hatalı taraf sizsiniz gerekçeler önceden hazırlanmıştır.kurgular tamamlanmış mazeretler oluşturulmuştur.birden karşıdakini şok edecek tarzda dönüşle aslında kesin kes yapmak istemediğini birden yapar.

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

PEYGAMBER DEVESİ Cemalettin Yaktı



PEYGAMBER DEVESİ

 

Cemalettin Yaktı

Hiç fark etmemiştim.nedendir bilmem?.siz fark ettiniz mi?.siz de fark etmediniz sanırım.yada fark ettiniz de benim mi haberim yok.ama biliyorum hepimiz farkında değiliz.ben de bu yaz ilk defa geç de olsa İstanbul’da farkına vardım.deniz kenarında ayaklarımı boylu boyunca uzatmış hafif hafif esen rüzgarın dalgaların şırıltısının keyfini çıkarırken yanımda oturan komşumun oğlu leo ile yarım yamalak ingilizcemin elverdiği sohbeti devam ettiriyorduk.leo Türk baba ve Fransız annenin sekiz dokuz yaşlarındaki delikanlı oğlu.ağabeyi teo ise onüç yaşlarında zayıf bir delikanlı. O kadar şirinler ki dostluklarından hiç sıkılmıyorum.zaman zaman annelerine kızıyorum ama yine de şirin bir aile.babaları hava alanında çalışıyor. anneleri ise Fransız kolejinde Türkçe öğretmeni.çocuklar bu yaşlarında üç dil konuşuyorlar.hemen hemen günümüzün çoğu bir arada geçiyor.denize birlikte giriyoruz,hatta yemekleri akşam yemekleri hariç birlikte yiyoruz.onlar akşam yemeklerini bizden biraz geç yiyorlar.babaları işten geç geliyor çünkü.akşam yemeklerini tüm aile birlikte yiyorlar.babaları yazlığa gelirken bir ataba dolusu şarap getirmişti.her akşam yemeğinde şarap içiyorlar.anneyi balkonda yenen bu akşam yemekleri ve ufak tefek temizlik işlerini yaparken dışında hiç göremiyoruz.güneşlenmeye bile az çıkıyor.çıktığında da elinde bir kitap oluyor.beni kızdıran ise  her alış verişe giderken komşuluk gereği “sizinde bir ihtiyacınız var mı?” diye soruyorum,her seferinde bir sipariş veriyor ama bir türlü parasını vermiyorlar.buna öyle kızıyorum ki anlatamam.bir kere alıştırdık ya ben sormadan alış verişe gidemiyorum onlarda sipariş veriyorlar ama para vermiyorlar.neyse  teo ikide bir soruyor senin specialiten ne diye.Allah Allah bu çocuk ne demek istiyor?.hem de bunu söylerken beni küçümser tavırlar takınıyor.bunda bir iş var mutlaka.iki kardeş zaman zaman çayırlarda ,ormanlık alanlarda beraberce  saatlerce gezintiye çıkıyorlar.örümcek ağlarına bakıyorlar.bir örümcek ağının başında saatlerce oturup karşılıklı konuşuyorlar.bunlar manyak mı diye aklıma gelmiyor değil hani?.sonradan dikkatimi çekti balkonun kenarındaki kavanozlar.kutular duruyor.çocuklar buralarda da çok oyalanıyorlar.büyük oğlan teo bir gün bana dedi ki :doktor ağabey sen peygamber devesini bilir misin?.hayret .. ben mi bilmeyeceğim. Ben nasıl bilmem.biliyorum dedim.oğlan bir ağzını açtı daha da susmaz.yok efendim çok temiz hayvanmış.yediği çekirgeden arkada hiçbir çöp bırakmazmış.dişleri çok keskinmiş.tarantulalar ise yalnızca öz suyunu emermiş.ben de oracıkta anladım ki tarantulanın örümcek olduğunu.onunda bir yaşam döngüsü olduğunu.insanların bunlarla ilgilendiğini.ve beni neden küçümsediğini.her insanın bir ilgilendiği ve en ince ayrıntılarına kadar takip ettiği bir konusu olması gerektiğini,yani specialitesinin bir peygamber devesinin bulunması gerektiğini.

 DR CEMALETTİN YAKTI     kardelen yıl:1 sayı:23  10 ocak 2000

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

BİLGİSİZLİĞİN EN VAHİMİ KENDİNİ BİLMEMEDİR Cemalettin Yaktı



 

BİLGİSİZLİĞİN EN VAHİMİ KENDİNİ BİLMEMEDİR.

                                       SAİD HALİM PAŞA

 

Cemalettin Yaktı

Gerçektende insanımızın  bilgi edinme yolları ve bilgiye ulaşmak yolunda çaba gösterip göstermediğine bakılırsa umut var sonuçlara ulaşmak mümkün içinde gözükmüyor.ancak orta yaş ve biraz üzerindeki erkeklerin “AJANS” dedikleri ana haber bültenlerine çok ilgili olmaları bilgi edinme ihtiyacının bir görüntüsü olduğunu düşündürse de kadınların çok daha  az ilgili olmaları insanı bu saptamadan kuşkuya düşürüyor..YADA ANA HABER BÜLTENLERİNİN  İÇERİĞİ  ERKEKSİ  BİLGİ  İSTEĞİ İÇERİĞİNE DAHA UYGUNMUDUR DERSİNİZ.bilgiye ihtiyaç yok ki diyemeyeceğimize göre. ve yaşamda bilgisiz hiçbir şey yapılamayacağına göre.bizim toplumumuzun doğru ve kesin ,işlerliği ve geçerliliği olan bilgiyi edinme süreçleri hakkında ne söyleyebiliriz.yazılı basın ve yayınların izlenme oranları insanı korkutacak düşüklük düzeyinde oluşu malumunuz.yoksa bizim bilgiye ihtiyacımız ve edinme süreçlerimiz konusunda yeni önermelere ihtiyacımız mı var?.

Birinci olarak kadınımız ve erkeğimiz arasında ihtiyaç duyulan bilgiler açısından bariz farklılıklar var olduğu kolayca saptanana veriler arasında.kadınlarımızın kahir bir çoğunluğunun dünyasal diyebileceğimiz savaş ve çatışmalar gibi bilgilere ilgi duymuyorlar. süreli yayın organlarında en fazla ilgilendikleri, dizi filmleri fallar,dedikodu denebilecek türden içeriği olan şeyler.

İkinci özellik;bilgi edinmede kolaycılığın tercih edilmesidir.hiç gayret göstermeden ,masraf yapmadan, alabileceklerimizi daha kolay tercih ediyoruz.ve bu tür bilgileri sosyal ekonomik,siyasal ve ideolojik amaçla hazır olanların ortamdaki etki güçlerinin yansısı olarak sağladıkları imkanlardan kendiliğindenci bir tavırla yararlanmayı tercih ediyoruz.

Üçüncüsü;geleneksel yaşantımız dayatmadığı sürece ,toplumsal konumumuzda ,ekonomik ve sosyal yapımızda,aile yaşantımızda değişmeye dirençli,neme lazımcı,girişimciliğin deneyciliğin ve araştırmacılığın küçümsendiği (birazda şüphelenildiği) öz güvenden yoksun kolaycılığın hakimiyetidir.

Dördüncüsü;aydınımızın toplumumuzun ahlaki ve manevi hayatını ,toplumsal ve siyasi geleneğini,kaynaklarını,anlayışını kısacası dehasını temsil eden ulusal varlığını,düşüncesini,kültür ve sanatını,tarihsel gelişimini kuran değerleri keşfetmek yolundaki gayretsizliği,küçümsemesi,aşağılaması,araştırma ve inceleme yetersizliği ve de sonuçlarının halkla paylaşımında,ona ulaştırıp onunda katkısının sağlanmasında ki geriliği,(bu süreçte toplumumuzun aşağılık kompleksine kapılıp kendi değerlerinden vazgeçmesini sağlayacağına inanan ajanların varlığı iddiası da vardır)

Beşincisi ve de bence en önemlisi;okumakla elde edilebilecek bilginin küçümsenip önemsenmemesi.

Bu bizi Said halim paşanın dediği yerde bırakıyor.

DR CEMALETTİN YAKTI     14haziran1999  yıl:1  sayı:8   KARDELEN-KUMRU

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

BENİ ANLAMADIN YA ?..... Cemalettin Yaktı



 

BENİ ANLAMADIN YA ?..... 

Cemalettin Yaktı

Beni anlamadın ya ona yanarım.geçenlerde dinlediğim bir türkünün sözlerinden bir mısra yukarıya aldığım bu cümle.BENİ ANLAMADIN diye fer yad ediyor.demek ki anlatmak istediği, anlattığı halde anlaşılmayan,anlamasını istediği bir dileği var.bir arzusu var.bir sıkıntısı var.kendisini anlatmak,anlaşılmak istiyor.karşısındaki ile iletişim kurmak istiyor.anlatmasına rağmen karşısındaki anlamamış.acaba karşısındakinin anlamaması kadar kendisinin anlatamamasının bu sonuçta etkisi var mı?.anlatmak istediğini tam olarak anlatımı.bundan emin mi?.kullandığın dildeki kavramların  içeriğinde önceden uzlaşmaya vardın mı?.sen neyi anlatmak ve nasıl anlatmak ve hangi yöntemle anlatmak istediğin tam olarak biliyor muydun?.seni anlamasını istediğin kişinin seni anlayıp isteyip istemediğini biliyor musun.anlatmak istediğini tam olarak anlattığından emin misin?.yada anlamadığını nereden çıkardın?.ona seni neden anlamadığını ,bu iletişim kopukluğunda sorunun nerden kaynaklandığı konusundaki onun görüşünü aldın mı?.daha fazla ve daha iyi kendimi nasıl anlatabilirim diye bir çaba içine girdin mi?..... ayrıntılı olarak bakılınca bu kadar çok soru sorabileceğimiz bu sürece İETİŞİM diyoruz.burada söze konu edilen sözel iletişimdir.yani dilin sesler arcılığıyla kullandığımız kısmı.kuşkusuz bunun dışında onlarca iletişim süreci yolu ve yöntemi mevcuttur.ve bunlar çeşitli araçlarla yapılır.yazı gibi,resim gibi mimari bibi grafik gibi.şu anda bizde bu yazı ile bu yollardan birini kullanıyoruz.ben oturmuş daktilonun başında harfleri kullanarak oluşturduğum anlamlarını ortak kültürümüzden aldığım kelime ve kavramları kullanarak.düşüncelerimi,duygularımı,bilgilerimi,umutlarımı anlatmaya çabalıyorum.bunu yaparken yazıyı kullanıyorum.

Bahsettiğimiz gibi iletişim bir araçla yapılır. Bu yazıdır. Renktir,sestir,şekildir,bedendir.işte biz bu araçları kullanarak iletişimde var olması zorunlu olan mesajımızı iletmeye çabalarız.yazmak istediğim,söylemek istediğim benim mesajımdır.her varlık var oluşuyla bir mesaj içerir.çevresine verecek en fazla mesajı olan varlığa da insan denir(bu tanım bana aittir).insan toplumsal yaşantısı,aile içi yaşantısı ve kendi iç yaşantısı ile bile bir mesaj üretir.tüm doğal,kültürel ve sosyal çevresinden gelen mesajları alır,değerlendirir ona göre yeni mesajlar oluşturur.ayrıca mesajı gönderenle alanın varlığı da temeldir.bu faktörlerin hepsi birden iletişim süreçlerinde etkilidir.bu faktörlerin hepsi birden tam ve uyumlu işlev görürse  iletişim süreci tam olur.buradan çıkarabileceğimiz dersler mevcuttur.iletişim kurmak,konuşmak,yazmak,çizmek ciddi ve çok önemsenmesi gerekli bir işlemdir.önce ne söylemek istediğimizi evire çevire düşünmeliyiz,maksadımıza uygun hangi sözcükleri kullanacağımızı,bu sözcüklerin yan anlamlarını gözden geçirmeliyiz.iletişimde kullandığımız dili önce aile içinden,yakın ve dolaylı yakın çevremizden alırız.yaşadığımız toplum binlerce yıldır bu ortak dili kullanmış, onu geliştirmiş ,onu kurallandırmış,onunla yazılı sözlü sanatsal yada sanatsal olmayan eserler oluşturmuştur.günlük hayatımızda,sıradan işlerimizde dilimizin gelişiminin son boyutlarını yakalayamayabiliriz.çevremizde dilimizin kurallı,sanatsal,ve estetik kullanımı olmayabilir yada tam tersi,yabancı dillerin aşağılık kompleksli,amaçsız yada amaçlı kullanımları çok olabilir.öyle ise toplumumuzun ürettiği eserlerden yararlanmalı bu gelişmelerden payımızı almalı,dolayısıyla iletişimde kullandığımız dili geliştirmiş olup aynı kültürün paylaşımı ile aynı duygusal ve sanatsal ve teknik dil kullanımı ile kavramlarımızın içeriğinin de aynı olmasını  sağlarız.toplumların altını boşaltmanın en etkili ve ucuz yolu ortak paylaşım değerlerinin paylaşımlarının azaltılmasıdır. Bu diğer iletişim yolları içinde geçerlidir.

Canlıların yaradılışlarının olmazsa olmazlarından biri de iletişim kurmak mecburiyetinde oluşlarıdır.insanlarında tüm canlılar gibi dışarıdan gelen bilgileri alması değerlendirmesi ona göre de bir etki yada tepkide bulunması zorunludur.çünkü tüm canlılar yaşamak zorundadır.Bu zorunluluk içinse gıdaya,barınmaya ,korunmaya ve bunları sağlamak için de üretmeye ihtiyaç vardır.Bu ihtiyaçlar ise bir çevreden karşılanır.Bu çevrenin doğal kısımları hariç,aynı zaman da kendisi gibi olanların da çevresini oluşturur.Temel olarak bizim kendimiz gibi olanlar çevremizi oluşturur.Biz de bizim gibi olanların çevresini oluştururuz.Öyle ise nasıl bir insani çevre içinde yaşamak istiyorsak kendimiz de öyle olmalıyız.Kendimiz nasıl bir toplum da yaşamak istiyorsak,çevremize ve bizi çevre olarak görenlere o ahlaki ,ruhi ve davranışsal mesajları iletmeliyiz.Ahlaklı,faziletli,çalışkan bir toplum istiyorsak öyle olmalıyız.bu gerçeği ne kadar erken kavrarsak,çektiğimiz sıkıntıların çözümünü de o kadar erken buluruz.Derdini anlatamayan isteklerini,sevinçlerini,üzüntülerini,coşkularını,yanılgıları

nı ve kırgınlıklarını anlatamayan veya ifade edemeyen insanlar olmak ve birbirini anlamamak ne kadar acı bir şey.İletişimin sonuçlarından biri de paylaşımdır.Dertlerimize ortak olmak,kederlerimizi ve sevinçlerimizi paylaşmak,sıkıntılarımızı anlamak ve paylaşmak,çözümleri için ortak mücadele etmek ,birlikte coşkulara katılmak bizi en mutlu eden şeydir.Birlikte bir güzelliğin oluşturulmasına katkıda bulunmak,bir çirkinliğin düzeltilmesi için mücadele etmek ve yeni değerlerin oluşması için katkıda bulunmak emek harcamak,bu arzu ve isteği paylaşmak mutluluk verici olsa gerek.Birlikte bir şeylerin yapıldığını ama paylaşılarak yapıldığını sonuç alındığını görmek bunun hazzını paylaşmak,katkıda bulunanları taktir etmek ve taktir edilmek dünyanın en güzel şeyi.Hepimize bir birimizle bol iletişim kuracak,art niyetsiz bir birlerimizin derdini ve sevincini paylaşacak samimi,sevecen mutlu günler diliyorum.

  DR.CEMALETTİN YAKTI. Kardelen-yıl;1 sayı;7 31 mayıs 1999

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

BAŞKALARINI GÖZLEMEK VE GÖZLEMİN AVANTAJI/Cemalettin Yaktı


Geçende üç arkadaş oturduk bir tartışma programını seyrediyoruz. Konu DEMOKRASİ. Bir tarafta Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden öğrenciler, özellikle çeşitli fikri gruplardan seçilmiş, öbür tarafta ise bazı konumları gereği Türkiye’de önde gözüken bir gruptan emekli bir kamu görevlisi ,bir diğer tarafta ise bir gazeteci .tartışma dedik ama bunun tartışma olup olmadığı konusunda insanın içine kuşkuda düşmüyor değil. Kendini demokrasinin sahibi ilan eden grup sözcüsü devamlı gazeteciyi sıkıştırmaya kelimenin argosuyla bozum etmeye çalışıyor. Gazeteci akıllı kamu oyu karşısında olduğunun farkında ve bu disiplinle hareketlerini en üst düzeyde kontrol ediyor. Zaman zaman kızıyor ama ne söyledikleri karşısındakilere mesaj olarak geçiyor nede bu durumdan kurtulmak için   kalkıp gidiyor. 

Bizde, yazarda bunalmış bir halde devam ediyoruz. Fakat  gözümüze bir şeyler devamlı  batıyor Türkiye’nin farklı üniversitelerinden öğrenciler olmasına ve de farklı siyasal gruplarda olmalarına rağmen pek farklı bir söylem   tarzı tutturamamaları . birbirimizin yüzüne bakıp ,yakınıp tüh , vah  dememize neden oldu .kocaman, kocaman üniversitelerde bu gençlerimize ne yapmışlar böyle sanki her şey bir slogan olmuş .gazete kupürü tarzı konuşmalar, slogan varı cümleler medyayı bilgi  kaynağı kabul  eden ,araştırmacı olmayan hazırcı ve kolaycı insanların sıradan eklektik  mantıkları ve bilgileri.ve bunları savunurken bile hiç acabaydı akıllarına bile getirmeyen bir aymazlık. Polemik yapma adı altında terbiyeyi aşağı çeken yoka kadar indiren tavırlar.

 Bizim okullarımızda bunlar nasıl yetiştiriliyor da şu güzelim çocuklarımız bu haldedirler .birbirimize bakıp utanıyoruz.biz okullarımızda şu yada bu siyasal görüşün taraftarını mı yoksa bilim alanında gelişmeleri alan bunlarla toplumu arasında bağ kurup toplumunun gelişmesi için çalışacak, kafası bilimsel yöntemlere göre çalışan  kültürünü varsayımlardan değil ,şu yada bu ideolojiden değil araştırmalardan ve tüm insanların bilim alanındaki gelişmelerinden almaya yönelik çaba içinde olan bu yöntemlerle donatılmış insanlar mı yetiştirmemiz gerekiyor.ne yapmışız böyle .

ben olsaydım o yazarın ve de kamudan emekli şahısların tecrübelerinden azami yararlanmaya çalışırdım. Âmâ nerde bizim gençler hırpalamaya çalışıyorlar. Yararın yerini tarafgirlik almış. Aklın yerini saplanma ,muhakemenin yerini fanatizm almış ağızlarda sloganlar beyinlerde trajik kastlar ve demokrasiyi tartışıyorlar. Beyler Allah sonumuzu hayır eylesin. Demokrasi önce özgür ve de bunun farkında bireyler ister.

     

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

2 Mayıs 2025

KUMRU HABER 2003 YILI ANASAYFASI

KUMRU HABER 2003 YILI ANASAYFASI
-----
Uzun yıllar Kumru Haber olarak www.kumru.org uzantısından yayın yaptığım internet haber sayfasının 2003 yılında anasayfasını altı fotoğrafla sizlerle paylaşmak istedim.
-----
Yayınına son verilmiş olsa da aşağıdaki internet sayfasından geçmişin yazılarına, fotoğraflarına ve her türlü arşive ulaşabilirsiniz.
-----
İTE O ARŞİV SAYFASININ ADRESİ...
https://archive.org/

#kumruhaber #kumruhaberyazıları #bekirakkayayazıları #kumruorg #arşiv #bekirakkayaarşivi









.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

24 Nisan 2025

BAZI YAZDIKLARIM

BAZI YAZDIKLARIM

Burada yazılan yazılar değişik zamanlarda, değişik gazete ve dergilerde Bekir AKKAYA imzası ile yayınlanmıştır.

BU YAŞAMA ÖYLE Mİ?

Hayranım efendim sizlere emin olun hayranım! Sizdeki bu muhteşemlik herkese nasip olmaz..Kıvırma muhteşem, duruş muhteşem...Daha ne olsun...Sizinle herkes gurur duyuyor...

Dün alabildiğine yakınıyordunuz? Ya bugün ne oldu. Dünkü yakındığınız fiillerin içersindesiniz...

Bey Efendi, hani yakınıyordun...Elinde dosyalar ve faks çekmeler...Ve şikayetler, ama bugün maşallah şimdi bir başkası aynı yöntemleri uyguluyor. Dün ne oldu bugün ne oldu. Maşallah maşallah, aman ayağına bir taş değmez inşallah....

Evetefendim,muhteşemsinizmuhteşem...Dostluklarımız muhteşemdi. Ama son zamanlarda gözükmüyorsunuz. Mutlaka bugünde bir başkasını bulmuşsundur... Sende bu endam oldukça sen adamsız kalmazsın...sEN MUHTEŞEM BİR YARATILIŞA SAHİPSİNDİR...Ben bilirim...

Benim dostlarım, nereye kadar istifade ve yararlandığıma kadar....İlişkilerimde öyle...Zenginse severim. Boş ver ilkeyi milkeyi de sen paradan haber ver bana.. O kadar dostum var ki gökteki yıldızlar kadar...Birini boşar diğerini alırım. Memlekette enayiden bol bir şey mi var...Bugün seni çarparım yarın onu...Bazen de çarpılmak bizim kaderde de var....

Ne muhteşem çelişki....Güçlü gördüğüne eğil ve ezil, mazlum gördüğüne aslan kesil ve ez...Haram helal demeden Yararlandığına methiyeler düz, musluk kesildiğinde hakaretler yağdır...Ne muhteşem bir hayat...Acaba nereye kadar....

Kimse kimseye hesap vermek zorunda değildir. Ancak bu toplumda yazılı ve yazısız kurallar var. Ve bu iki kural herkes bilsin ki tıkır tıkır çalışıyor. Hiç kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. Ancak dengesiz ve kuralsız hiçbir hak ve adalet ölçüsü olmayan fiil ve davranışları toplumun duyarlı insanları tasvip etmemektedir. Bilinmelidir ki, kasıtlı ve ilkesiz davranışlarınız yüzünden başkalarına kızmaya, bu tür insanların kesinlikle hakkı yoktur. Etkilenenler kendilerini bir gözden geçirseler daha yerinde olur. Hiç olmazsa duyarlı insanlardan sizi tasvip etmeleri için bir neden aramayın....

Kainattaki varlıklara hayran olmamak mümkün değil. Bir çınar ağacının muhteşemliği, çınar ağacı olma özelliğini koruduğu sürece mümkündür. Ömrünü tamamlayıp ölüme kadar çınar olma mücadelesi dışında hiçbir mücadele tanımaz. Kainattaki bütün varlıklar kendileri olma mücadelesi verirler. Bu olma mücadelesi yaratanın ona yüklediği en önemli bir görevdir.

Kainattaki varlıklar içersinde insanın yeri neresidir?

Yaratılanlar içersinde insan, merkezi bir noktadadır. Daha doğrusu kainat onun için yaratılmıştır. Ve bütün varlıklar insan için, insanın hizmetindedir. Ve kainatta en önemli bir varlıktır. Hiçbir varlıkta bulunmayan yaratılış özellikleri ile yaratana karşıda sorumluk içersinde bulunmaktadır. Bu özellikleri ile, yaratılış özelliklerine en uygun bir şekilde ömrünü tamamlamak zorundadır. Aksi bir durum, sadece insanlara değil tüm kainata zarar verir.

İlke ve duruş gibi kavramlara yüklenen anlamlar insan içindir. İnsan olmanın bir yükü, bir bedeli vardır. Kolaydan, hiçbir varlığın göstermediği ilkel davranışlar, beleşten ve hak etmeden, üretmeden yaşamanın insan olmakla bağdaştırılması mümkün değildir.

Hatalar yapılabilir. Hata da insan içindir. Ancak, kasıtlı yapılan ve zarar veren hiçbir davranışın ve fiilin hata olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Ve bunu yapanlar mutlaka bir şekilde uyarılmalı ikaz edilmelidir.

İlkesel bazda İnsan olmanın hazzına varan insanlar bulundukları her mekanda daha cesaretli ve dik olmakzorundadır. ;Merhametten maraz doğar.Sözü gereğince suç işlemeyi alışkanlık haline getiren kişilere müsamaha gösterilmemelidir.

Tutarlı, duyarlı, ilkeli, uyumlu, yararlı ve insan olma mücadelesi içersinde olanlara en derin saygılarımı sunarım...20.10.2002.KUMRU


İYİ ÖĞRETMEN - KÖTÜ ÖĞRETMEN TANIMLAMASI DOĞRU MU?

Geçenlerde bir öğretmen arkadaşım aynen şöyle dedi. "Bizi ucuza satmışlar. Ben okula gittiğimde kolumdan tuttular en yakın bir okula ve hiç tanımadığım bir öğretmene teslim ettiler. " Bu cümleleri söylerken bayağı kızgın bir hali vardı. Bunun üzerine ben "Hayrola hocam neden böyle söylüyorsun? Dediğimde bana " Ben branş öğretmeniyim. Sınıf öğretmeni arkadaşları dikkatle takip ediyorum. Sürekli küçük çocuklarla beraber olduklarından olsa gerek, bütün davranışlarını bir çocuk gibi yapmaya başlıyorlar. Küçük meseleleri büyütüyorlar. Olmadık şeyleri ciddileştiriyorlar. Tabi ki bu sözlerim tüm sınıf öğretmenlerine yönelik değil. " dedi.

İlgili öğretmen arkadaşın söylediklerinin doğru olduğunu söyleyen bir başka öğretmen arkadaş : " On beş yıldır Kumru'da öğretmenlik yapmaktayım. Şimdi emekli olan bir sınıf öğretmeni arkadaş yaz tatilinde birinci sınıf öğrencilerinden iyi diye nitelendirdiği ailelerin çocuklarını toplar ve ders yılı başladığında seçtiği öğrencileri kendisinin okutacağını söyler, öğrencileri bazen ayaklarına, bazen ana ve babasına göre tespit eder, köyden gelen çocukları sınıfına dahi yaklaştırmazdı. Sonra da yıl boyu öğrencileri ile öğünür, başarısından dem vururdu.

Okullar açılalı iki hafta gibi bir süre geçti. Ama Kumru'da öğretmenler ve veliler arasındaki sohbetlerde bu konular konuşuluyor... İyi öğretmen ve kötü öğretmen.

Herkes bilmek istemese de öğretmen her yerde öğretmen ve iyi öğretmenin nitelikleri de Milli Eğitim Bakanlığının mevzuatlarında açık ve net belirtilmektedir. Bu noktada hiçbir zaman kötü öğretmen yoktur. Olması gereken ise öğretmenin bu mesleği ve çocukları sevmesi ve kendisini geliştirmesi ve kendine güvenmesi olmalıdır.

Kumru;da bazı öğretmenler bir şekilde öğretmenlikle bağdaşmayan fiillere girişmektedirler. Geçen yıllarda bizzat benim şahit olduğum bir durumu burada nakletmekte fayda görüyorum. Aynı okulda bazı öğretmenler bazı veli çocuklarının derslerini ilerki yıllarda girecekleri sınavlarda başarılı olsunlar diye notları yüksek göstermek için seferber olurken, kendilerini de çok iyi öğretmen olduklarını ve beraber çalıştıkları arkadaşlarını da iyi ve kötü diye tanımlamaktan hiç çekinmemektedirler..

Okulun biri başka bir okuldaki iyi öğretmenleri vatandaşlara işaret ederken, diğer okul ise iyi öğretmen diye kendisini işaret etmektedir. Bu davranışın maksadını bugüne kadar ben anlamış değilim. Aynı öğretmenlerin bir sıkıntısı da Kumru’da öğretmenlikle bağdaşmayan bu paslaşmaların dışında her türlü işe burunlarını sokmak olarak söylenebilir. Öğretmenler arasında bu davranış şiddetle kınanmaktadır..

Bir öğretmen olarak ben,

Kendisini iyi öğretmen, kendi dışındakileri kötü öğretmen diye niteleyenleri,

asıtlı olarak bazı öğretmenleri iyi öğretmen diye velileri yanıltmaya çalışanları,

Kendi tatminsizliklerini velilerden ve öğrencilerden çıkartan öğretmenleri,

Öğrencileri, köylü - şehirli ; ayakkabılı ; ayakkabısız, memur ; köylü çocuğu, fakir ; zengin veya tanıdık ; arkadaş ; dost çocuğu diye sınıflara ayıran öğretmenleri,

Öğrencilere ideolojik bazda yaklaşan öğretmenleri ŞİTDETLE KINIYORUM...

Buradan özellikle velilerimize bir Kumrulu öğretmen olarak seslenmek istiyorum. Öğretmenler arasında ayırım yapmayın. Ne olursa olsun Bazı kendini aşmamış olan basit ruhlu insanlara aldanmayın. Bütün öğretmenler çocuklarımız için ellerinden gelen tüm gayreti göstermektedir. Maksatlı yaklaşımlara aldanmayın. Sizi ve çocuğunuzu horlayan, ideolojik ve kasıtlı yaklaşan hiçbir insana inanmayın.

Kim olursa olsun görevinin dışındaki işlere karışarak kin ve nefret uyandıran davranışrda bulunan insanlardan uzak durun. Kumrumuzun tüm birimlerinin huzuru çalışanların huzuru ile mümkündür. Okulda iki öğretmenin iyi öğretmen – kötü öğretmen tanımlaması hem kumrumuza hem çocuklarımıza zarar verir. Bu durum öğretmenlerimizi de incitir. Bundan tüm toplum zarar görür.

TÜM ÖĞRETMENLERİMİZİ ÖN YARGISIZ SEVELİM SAYALIM. ÇÜNKÜ GELECEĞİMİZ OLAN ÇOCUKLARIMIZ ONLARIN ELİNDEDİR. SADECE BİZİM ÇOCUĞUMUZUN İYİ OLMASI KURTULUŞ DEĞİLDİR. KÖTÜ BİR İNSANIN YETİŞMESİ HERKESE AYNI ORANDA ZARAR VERİR..

TÜM ÖĞRETMEN ARKADAŞLARA SEVGİ VE SELAMLARIMI SUNARIM....

24.09.2002 KUMRU ; BEKİR AKKAYA

KUMRU;DAN TEŞEKKÜRLER!

Son zamanlarda Kumrulu olmaktan ve Kumru;da yaşamaktan son derece keyif almaya başladım. ;Bir musibet bin nasihattan iyidir; derler. Zaman zaman bazı uyarılarımızla dalga geçenler, veya bizimle alay edenler, yaşadıkları olumsuz olaylar karşısında neredeyse bizleri evliya ilan edecekler. Hani meşhur bir söz var ; ZARARLARINDAN EMİN OLDUKLARI İÇİN DOSTLARINI UZAK TUTTULAR, KENDİLERİNE BAĞLAMAK İÇİN VE YAKINLAŞMAK İÇİN DÜŞMANLARINI YAKINLAŞTIRDILAR, YAKIN OLDUKLARI DÜŞMANLARI DOST OLMADI, UZAKLAŞAN DOSTLAR DÜŞMAN OLDU, HERKES DÜŞMAN SAFINDA BİRLEŞİNCE.....................; Bu cümleler Vicdanül Kumru, Cüzdanül Kumru ve Zoraki Kumrulu olarak düşünülürse denilmek istenilen çok daha iyi anlaşılır inancındayım.........Beni sıkıntıya sokan bari Kumrulu olsa.....
Zaman zaman insanın kendi kendini sigaya çekmesi gerekir. Bireysel olarak her birimiz bunu sık sık yaparız. Ancak insan ilişkileri açısından bu son derece zor. Toplumda yeriniz nedir? Ne kadar insanlara güven veriyorsunuz? Ne kadar dostunuz veya seveniniz var? Bulunduğunuz mevki ve makamları elinizden aldıklarında çevrenizde kimler kalır? Aslında hastalık, düğün, davet ve ölüm durumu bunun en iyi göstergeleri. Yukarıda da vurguladığımız gibi, servetinizin, mevkinizin ve makamınızın dışında insan olarak ne konumdasınız? Her birimiz öyle veya böyle üç beş kişi ile cenazelerin kalktığını, düğün veya davetlerin yapıldığına şahit olmuşuzdur. İşte ben de oğlum Mehmet Akif;in sünnet davetini yapmam sebebiyle böyle bir sınavdan geçtim. Son derece mutlu oldum. Bu vesileyle başta oğlumu sünnet eden ve bizleri hiç yalnız bırakmayan Dr. Cemalettin YAKTI Beyefendiye olmak üzere, Davetime gelen ve uzaktan-yakından tebrik eden tüm dostlarıma teşekkür ediyor, böyle mutlu günlerin herkese nasip olmasını diliyorum.
Hakikaten Kumruda yaşamak son zamanlarda insana çok mutluluk ve keyif veriyor. 25 Haziran Pazar günü büyük bir coşkuyla gerçekleştirilen toplu sünnet şöleni kelimenin tam manasıyla mükemmeldi. 7 saat gibi kısa bir sürede 511 çocuğun sünneti tamamlandı. Bu arada 200 kişiye yemek verilirken Sanatcı Aydın Alaybeyoğlu;da konser verdi. İstanbul Ensar Hastahanesinde çalışan Kumrunun değerli insanı Harun Topalcı ve ekibi Kumru sağlık personeline büyük destek sağladı. Kendilerini Kumrulular adına tebrik ediyoruz...
Dedik ya Kumruda yaşamak güzel. Sokaklar mis gibi. İnsanlar da öyle. İşte bu güzel Kumruya bir yenisi daha eklendi. Masalar sıra sıra. Her taraf meyve ve çiçeklerle kaplı. Derenin şırıltısı ve bir yudum çay. İyi de bir dost. Bu kadar güzelliğe birde havuz olsa. Ya içinde canlı balıkları seyretmek. Siz böyle bir yerde otururken balık yemek çok keyifli olur herhalde. Hayır cennet bahçesini anlatmıyoruz. Kumrunun değerli insanı Remzi Kınalı Kumrunun tam ortasında böyle nefis bir yer hizmete açtı. Kendisini kutluyoruz.
Son zamanlarda gerçekten Kumruda güzel şeyler oluyor. Tabiki bunu bir çokları tesadüflere bağlaya bilir. Ama ben şahsen öyle düşünmüyorum. Değerli iş adamımız İsmet Erçal İstanbulda tanıştığı yaşlı bir Rum Kadınından dinlediği bir efsane sonucu hayatım değişti diyor. Tabiki DİLEK TAŞI EFSANESİ;Nİ. Bana 15 yıl önce anlatmıştı. Ben her başım daralsa gider Düzoba Yaylasındaki taşa otururum. Geçenlerde yaptığım sünnet daveti için yine aynı şeyi yaptım. Ne ikram edecek yiyecek bitti. Ne de gelen davetli. Ne olsa da bizim yollarımıza ilgi duymayan yetkililer bu taşa bir otursa da yollar emin olur kendiliğinden yapılır. Vallahi bir yolunu bulup bu taşa iş görmeyenleri, işten kaçanları, işi rast gitmeyenleri, oturtmak gerekir. Çocuğu olmayanlar, çocuk isteyenler zaten oturuyorlar. CAN SIKINTISINI, GEÇİM DERDİNİ, KARI KOCA KAVGASINI , HER DERDE DEVADIR......GÜÇ TAŞI.....DİLEK TAŞI..........
Bir Kumrlu olarak ERÇALLARI kutluyorum. Kumrululuk buna denir işte. Kumruya, Kumruluya hizmet etmekten geçer. Yaptıkları her işte örnek çalışmalar içersinde olan ERÇALLARI kutluyorum. Kim ne derse desin, kim hangi açıdan bakarsa baksın ERİCEK YAYLASINI hizmete açanları, en ufak bir katkısı olanları başta Sayın İsmet Erçal olmak üzere, Sayın Kaymakamımız Mehmet Sarıcanı, Sayın Belediye Başkanımız Adil Karaoğlanoğlunu Bölük Komutanımız Sayın Hüseyin Topuz;u kumrulular olarak yürekten kutluyoruz.
Bu yıl birincisi yapılan Ericek Yaylası Çilek Festivali kalabalık bir kalk topluluğu ve misafirlerin katılımı ile muhteşemdi. Sanatcı Orhan Hakalmaz ve Pınar Dilşeker;in konseri halktan büyük ilgi gördü. Bilhassa Harun Topalcının çapalarıyla İstanbuldan gelen Mehter takımı gösterisi gerek Kumruda ve gerekse Ericek Yaylasında büyük takdir topladı. Güç taşına oturan 70 lik ihtiyarların güreşleri büyük alkış aldı.
Kumru güzel, Kumruda yaşamak güzel. Bir de şu bozuk yollar ve Kumruyu çiftlik olarak görenler olmasa. Hepinize güzel günler efendim.

YAYINIMIZ SES GETİRDİ


KUMRU;NUN TARİHİ MÖ. 4500 YILINA KADAR GİDİYOR

Değerli iş adamımız İsmet ERÇAL, elinizdeki bu gazetenin Mart-1998 tarihli 8. sayısında ;KUMRU;NUN BİR MEDENİYETLER VE HAZİNELER ŞEHRİ OLDUĞUNU, KUMRU;DA YERLEŞMENİN ÇOK ESKİLERE GİTTİĞİNİ; iddia ediyordu. Bu konuda araştırma yapmak için yetkililerden yardım talep ediyordu. Daha sonra aynı iddiaları başka yayın organlarında da sürdürdü.
Bu iddialar daha sonra Kültür Bakanlığı;nca dikkate alındı. 1999 yılında Ordu Müze Müdürü Sayın M. Yücel KUMANDAŞ Kumru;ya gelerek İsmet ERÇAL;la görüşme yaptıktan sonra, Dr Cemalettin YAKTI, Öğretmen Bekir AKKAYA ve Kumru Kütüphane Müdür Vekili Osman Kasımoğlu ile birlikte bir ekip oluşturarak Kumru;nun Akçadere (Küşnefak), Ayvalı (Kömerik), Divani Kayabaşısı, Tekke ve Karaağaç gibi yerleşim birimlerini iki gün gezerek önemli bulgular tespit ederek ilgililere iletilmek üzere bir rapor hazırlandı.
Nihayet geçtiğimiz ay, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Özsait başkanlığında bir bilim adamı ekibi, Kültür Bakanlığından bir temsilci ile Kumru;da ilk kez resmen tarihe ışık tutacak yüzey araştırmaları çalışmalarına başladı. Dr. Cemalettin Yaktı ve Öğretmen Bekir AKKAYA ekibe rehberlik ederek 10 gün Kumru;nun köyleri ve yaylaları adım adım tarandı. Ordu Müze Müdürümüz Sayın M. Yücel Kumandaş ve Kütüphane Müdür Vekilimiz Osman Kasımoğlu Çalışmalarda bizzat yer aldı. Kaymakamımız Sayın Mehmet SARICAN çalışmalara her türlü desteği vererek bilimsel çalışmaya maddi ve manevi katkıda bulundu. Ayrıca Sayın Belediye Başkanımız Adil KARAOĞLANOĞLU ekibin çalışmalarına her türlü kolaylığı sağlayarak, yardımlarını hiç esirgemedi.
Araştırmaların sonucunda Kumru ve çevresinde Helenistik ve Roma Çağı dönemlerine ait çok sayıda kalıntılara rastlandı. Ortaçağ ve Tunç Devrine ait yerleşim yerleri tespit edildi. Kumru;nun değişik köylerinde çok sayıda kaya mezarı ve insan eli ile yapılmış mağaralar incelendi ve kayda geçirildi. Bir çok Tümülüs keşfedilirken, Yerleşmelerin MÖ. 4500 yıllarına kadar gittiği bilimsel olarak belgelendi. Elde edilen bulgular bir tutanakla Ordu Müze Müdürlüğüne teslim edildi.
Bilimsel araştırmaya basının da ilgisi büyüktü. Araştırmaları Türkiye Gazetesi okuyucularına ;KUMRU;DAN TARİH ÇIKTI; başlığı ile duyurdu. Ayrıca gazete Kumru;da yerleşme MÖ. 3-4 bin yıl öncesine kadar gidiyor diye yazdı. Yeni Şafak Gazetesi çalışmaları ;ORDUDA ARKEOLOJİK TETKİK” başlığı ile verdi.
Bu arada Kumru Düzoba Yaylası- Kurtalan Mevkiindeki DİLEK TAŞI yerinde incelendi. Taşın bulunduğu alanda yerleşmenin çok eskilere dayandığı ve efsanenin gerçeğe yakın olduğu tespit edildi. Özellikle Efsananin Fizme ile bağlantısı dikkat çekti. Fizmede yerleşme MÖ. 4500 yıllarına kadar dayandığı bu çalışmada tespit edilmişti.
Bu yılki çalışmalarını tamamlayan bilim adamı ekibi, bu çalışmaların ileriki yıllarda da sürdürüleceğini ifade ettiler.

Ağustos-2000- Bekir AKKAYA

 

PARASIZ OLMUYOR, YA DA KUMRU TARİHİ

Herkes için olmasa da günümüzde maddi unsurlar çok önemli gibi gözüküyor. Bir çoklarımız ;para olmaz ise hiçbir şey olmaz, en önemli şey benim için para, ben başka bir şey tanımam; yaklaşımı içersinde. Bu düşüncenin bir çok haklılık payı var. Ancak her şeyin para olmadığı da muhakkak. Ben şahsen böyle düşünmüyorsam da bu söyleme hak vermeye başladım.
Bu düşünceye ben de inanıyor olmamın asıl sebebi, yakın zamana dayanıyor. Yıllardır Kumru;yu tanıtmak, yok olmaya yüz tutan kültür değerlerimizi araştırır dururum. Sona geldiğimde elimdeki çalışmayı bir kitap olarak bastıramamanın rahatsızlığını yaşıyorum. Yıllarca dağ taş demez dolaş, ;sen bundan para olarak ne kazanacaksın ki uğraş veriyorsun; diyenlere ben bunların önemli olduğunu söyler dururdum. Kısa zamanda hakikaten bu para sevdalıların ne kadar akıllı olduklarını öğrendim(!) Ama geç oldu. Hiç önemli değil. Dervişin fikri ne ise zikri de odur deyip, geçmiş alışkanlıklarımızdan da taviz verecek değiliz. Her şey para denilse de ben şahsen paradan çok önemli şeylerin olduğuna inanıyor, hazırladığım kitabı bastıramasam da küçük bir bölümü, sizlerle paylaşmak istiyorum... Belki birilerine lazım olur...

Kumru Fatsa'nın 33 km kadar güneybatısında deniz seviyesinden 600 m yükseklikte kurulmuştur. 1955'de sadece 250 kişilik nüfusa sahip olan Kumru 1960 ilçe merkezi olmuştur.

Ordu ilinin yayla toprakları ile ,Korgan ve Kumru İlçe merkezlerini çevreleyen sahalar, tamamen Türkmenler tarafından yerleştirme sahaları yapılmış ve buralarda oturanlar da kısa zaman içinde Oğuz Boyları oymakları arasında erimişlerdi. Esasında azınlıkta bulundukları için de , hiçbir güçleri kalmayarak ağırlıklarını kaybetmişlerdir. II. Kılıçarslan zamanında Korgan ve çevresi Anadolu Selçukluları hakimiyetine girdi. ( 1178 ) Kösedağ Savaşından sonra ( 1243 ) Korgan topraklarının büyük bir bölümü Kadı Burhaneddin ; in idaresine geçmiştir.
1380 ; lerde ise Hacı Emir Oğulları Beyliği bu çevreye hükmetmiştir.

Yıldırım Beyazıt 1398 ; de Ordu ve Samsun ; u Osmanlı Devleti; ne katmıştır
Kösedağ savaşından sonra sırasıyla; Eretna beyliği, Kadı Burhanettin ve Hacı Emiroğulları ;nın hakimiyetine giren şehir 1427 de Osmanlı idaresine bağlanmıştır.
Osmanlı döneminde Kumruda iki yerleşim biriminin varlığı görülmektedir. Bunlar; Meydan ve Serkeş; tir.

a. Meydan :
Tekkiraz beldesinin bulunduğu yerde Meydan adlı bir kaza ortaya çıkmaktadır.İlk olarak 1590 tarihinde Satılmıştan ayrılan Meydan, 1642 de kaza olarak görülmektedir. 1856 da “Nahiye-i Meydan olarak anılan kaza, 1860 1865 de Canik Sancağı;na, 1865 ; 1871 de Ünye Sancağı;na bağlı bir kazadır. 1892 de ise Fatsa kazasına bağlı bir nahiyedir. Meydan, 1928 de Fatsa;nın Kumru Nahiyesine bağlı bir köydür

b. Serkeş :
Fatsa;nın Güneyinde bulunan köylerde (Geyikçeli, Beyceli, Dağ güvezi, Kösebucağı, Gölköy ve bugünkü Kumru) Osmanlı döneminde Serkeş adlı bir kaza vardı. Bu kaza 1642 de Canik sancağına bağlı iken 1872 de Ünye kazasına bağlı bir nahiyedir. 1882 de ise Fatsa kazasına bağlı bir nahiye merkezi olmuştur.
Kumru yöresi 1928 de Fatsa ya bağlı bir nahiye iken 1 Nisan 1960 tarih ve 7033 sayılı kanun ile İlçe haline getirilmiştir.

Kumru Adı :
Kumru Adının kökeni hakkında ilmi dayanağı olmayan iddialar vardır. Kuzey Güney istikametinde olan Elekçi deresi bilinmeyen bir tarihte taşarak ilçe merkezine yoğun bir şekilde kum bıraktığından ;Kumlu; ismi ile anılmış, daha sonra halkın dilinde değişerek ;Kumru; ya dönüşmüştür. Bir başka söylenti ise Kuman Türklerinin uzun süre bu bölgede kalmalarından dolayı Kumru adı verilmiştir. Bir başka söylenti ise Soy adı kanunundan sonra Kumru soy ismini alan ve Kumru;da önemli etkinliği bulunan sülaleler sebebiyle bu yerleşim birimine Kumru adı verilmiştir.

Görüşmek dileğiyle hoşça kalın...


KUMRUYU SEVMEK

Erıch Fromm ; sevmek vermektir; diyor. Karşılık beklemeden vermek, verebilmek. Almayı herkes gerçekleştirebilir. Vermek öylemi? Sevmek; hissetmek, paylaşmak, dert edinmektir. Verme eylemini gerçekleştiremeyen hiç kimse sevemez de.
Hakikaten sizler Kumrulu idiniz değil mi? Zannedersem Kumru;yu da çok seviyorsunuzdur. Kumru;da devlet görevlerini yerine getiren ve Kumru;yu çiftlik görenler de Kumru;yu çok seviyorlarmış. Verme, dert edinme eylemi olmayınca sevenlerimiz de çok fazla oluyor.
Üç beş kuruş para kazanmak için zorunlu olarak gurbet ellere düşmüşlere Allah yardımcı olsun. Bu durumda olanlarımıza tek söz söylemek mümkün değil. Ancak, Bulundukları yerlerde krallar gibi yaşayıp, Kumru veya Ordulular hayrına hiçbir faydalı işte görünmeyen beylere, beyefendilere çok sözümüz var. Bir menfaat gördüklerinde hemşehriliği de kimselere kaptırmayan Kumru severlere bizim sözümüz.
Bir dostum ; Kumruyu sevenler üç kısma ayrılır; diyordu. Bunlar, RUHUL KUMRU, VİJDANÜL KUMRU VE CÜZDANÜL KUMRU. 1. Ruhul Kumru; gönülden severek, gerçek manada, hiçbir menfaat gözetmeden Kumrulu olmak. 2. Vijdanül Kumru, Sevmediği halde zorunlu olarak Kumrulu olmak. 3. Cüzdanül Kumru, kendisinin bir çıkarı veya geliri varsa o anda Kumrulu olmak. Normal şartlarda her birimiz bu üç kısımdan biri ile memleketliyiz. Ordulu, Fatsalı veya Ünyeliyiz.
Asıl olan gönülden Kumrulu olmak. Asıl olan yapma gücü olup ta bir şeyler yapa bilmek. Yoksa lafla peynir gemisi yürümüyor.
Nihayet yaz ayları geldi. Yolların çamursuz olduğunu bildiğiniz için hiç arayıp sormadığınız hısım akrabalarınızı anmaya başladınız bile. Hiç olmazsa boyalı iskarpinlerinizle ve mercedeslerinizle mahallemize uğrarsanız, arabamın altı yere değdi diye akıl vermeye kalkışmayın. Bizde biliyoruz bazı işleri. Sizlere karşı suskunluklarımız, bizim nezaketimizdendir.
Bulundukları yerlerde hiçbir menfaat gözetmeden dernek ve vakıf çalışmalarında fedakarca hizmet edenleri kutluyorum. Gücü yettiğince bir Orduluya kucak açarak yardımcı olanları kutluyorum. Gurbet ellerde, kimsesizlik çekenleri sık sık ziyaret edenleri, onların gönüllerini alanları kutluyorum.
Sevmek vermektir. Gelin hep birlikte, derneklerimizi kuralım. Kurultaylar düzenleyelim. Memleketimizin problemlerini tartışalım, çözüm bulalım. Çıkarını hesap etmeden yapılan faaliyetlere katkıda bulunalım.
Ben aslında memleketten havadisler yazayım istiyordum. Kumru – Fatsa arasının köstebek yuvasına döndüğünü, göçmelerle yolun sürekli daraldığını haber olarak yazmak iyi haber değil diye yazmak istemedim. Köy yollarında hiçbir değişikliğin olmadığını, çamurlarla mücadeleye devam ettiğimizi yazamazdım. Sudan bahanelerle komşular ve akrabalar arasında sürekli kavgalar çıktığını öğrenmek kime fayda sağlar.
Gazetemizin önceki sayısında çıkan yazımız ciddiye alınmış. Oysa o yazı da sadece ünlem eksikti. Kumru’ya gelmeden önce yazıyı bir daha gözden geçirip, yazılanların tersini düşünün. Yoksa hayal kırıklığına uğrarsınız. Bizden söylemesi.

02.05.2000
bekir akkaya

KUMRU;DA BİR ŞEYLER OLUYOR

Siz siz olun Kumru;yu görmeden sakın Azrail;e teslim olmayın. Hakikaten Kumru, güzel, şirin ve tarihi bir ilçe. Bugüne kadar tarihi diyemiyorduk. Ancak son araştırmalar Kumru;da yerleşmenin MÖ. 4500 yılına kadar uzandığını gösterdi.
Geçen ay Fatsa;da yapılan, Fatsa;nın da aralarında bulunduğu ;FATSA VE ÇEVRE İLÇELER KALKINMA KURULTAYI;n da 7 ilçeden birisi de Kumru idi. Kumru;nun da yetkilileri, Kumru;nun da problemlerini gözler önüne serdi. Bunun Kumru için güzel bir adım olduğunu düşünüyoruz. Belki de diğer ilçeler Kumru kadar içlerine kapanık değildirler. Bizim gözlemlerimizden şunu söyleye biliriz. Kumrunun ne iş adamı, ne politikacısı, ne de kurum amirleri bu tür toplantılara alışık değil. Kurultaya iştirak eden Kumruluların ifadelerinden biz bunu çıkardık. En azından neyin nasıl istenildiğini, insanların nasıl bir araya gelebildiklerini diğer ilçelerden görebilmek bile büyük başarı. Kurultaya katılan diğer ilçelerdeki bayan katılımcılar, bir Kumrulu olarak beni utandırdı. Bizler Kumrulu olarak çok kaderciyiz. Veya birileri tarafından sürekli pasifize ediliyoruz. Bilmem yanılıyor muyum?
Karadenizliler olarak Yayla şenlikleri kervanına artık Kumrulular da katıldılar. Düz Oba Yayla şenliklerinin bu yıl 9.su yapıldı. Ericek Yaylası Şenliğinin birincisi. En azından insanların değişik bir mekanda bu tür yerlere gitmeleri çok güzel. İnsanlar moral buluyorlar. Piknik yapıyorlar. Bunları görmezden gelmek mümkün değil. Ancak Bu tür etkinliklerin İlçeye kazandırdığını sormadan da geçemeyiz. Yayla turizmi, ilçemize kalıcı olarak ne kazandırıyor? Hangi kültürü tanıtıyoruz? Kumrulu olarak neyimizle tanıtılmak istiyoruz? Hangi ses sanatcımızı veya hangi insanımızı yetiştirip ilgili şenliklerde tanıtımını yapıyoruz? Şenliklerden sonra yaylalarımızın etkisi yörede var mı, yok mu?
Kumru;da bu konuda hiçbir çalışma yok. Kırk Pınarlarda baş pehlivan olmuş Sayın Davut Yımaz;ın ismini internet sahifelerinden okumak mümkün ama, Kumru;da tanıtmak sanki mümkün değil. Bireysel olarak üç beş kişi bir şeyler yapmak için bir araya gelse söylenmedik söz bırakılmıyor. Şimalevimiz vardı dayanamadı, Kardelen Gazetemiz vardı ilgisizlikten son buldu.
Bunun böyle gitmeyeceği son zamanlarda her Kumrulu için anlaşılmaya başlandı. Ve böyle gitmez de. İşte Fatsa;da yapılan kurultay, veya Kumru;da yaşanan son gelişmeler. Kumrulu soruyor artık. Kumrulu iyi ile kötüyü ayırt etmeye başladı artık. Aslında üç beş hokkabaz iyi numara yapıyor. Bu hokkabazlardan biri giderse belki de Kumrulu kurtulur. Aslında bizde de suç var. Kendi yöremiz insanını basite alıyoruz. Belki de ana düğüm burası. Niçin Kumrulu hep, kendi yetişdirdiklerine tosun olarak bakıyor bir türlü anlamış değilim. Sürekli yabancı hayranlığı, gerçek değerine değer vermeme son derece fazla. Cezasını da maddi ve manevi olarak sürekli çektiği halde. Belki de duygusallıklarımız çok fazla.
Bundan bazıları hoşlanmayacak ama, yine de biz duyuralım. Kumruda son zamanlarda dernekleşme konuşuluyor. Kumruyu sevenler bir araya gelmenin yollarını arıyorlar. Bazı faaliyetlerde bulunmak istiyorlar. Gün yüzüne çıkmamış veya çıkartılmak istenmeyen değerlerin ortaya çıkması için faaliyet yapmak isteyen çok sayıda Kumrulu var. Sıkıntı bir araya gelememe. Bunu bilen bazı uyanıklar, al gülüm, ver gülümle bizleri uyutuyorlar. Kumrunun yetiştirdiği insan değerini de kültürel değerini de aşağılayarak, psikolojik baskı yaparak yetişkinlerimizi yıpratmaya çalışıyorlar. Ancak görünen bir gerçek var ki, hepsi öyle veya böyle çarpılıyorlar.
Kumrunun bir tarih hazinesi olduğu bilim adamlarınca artık ispatlandı. Bizim de aralarında bulunduğumuz bir ekip Kumruyu 10 gün adım adım araştırdı. Yerleşmenin tarihi MÖ. 4500 yıllarına kadar gidiyor. Bir çok kaya mezarı tespit edildi. Ayrıca tarihe ışık tutacak yazılı bir taş parçası Ayvalı ‘da bulundu. İncelenmek üzere Ordu Müzesine teslim edildi. Roma, ortaçağ ve Tunç devrine ait çok sayıda yerleşim yeri tespit edildi. Bu Kumruda yapılan ilk ciddi araştırma. Yetkililer incelemelerin devam edeceğini söylüyorlar. Bu gibi çalışmalar Kumru için çok önem arz ediyor.
Bana göre işin en ilginç yanı, bu tarihi mezarların ve yerleşim yerlerinin, birileri tarafından biliniyor olması. Anlatılana göre, kendilerini defineci diye adlandıran insanlar gece-gündüz buralarda çalışıyorlarmış. Kaya mezarları kırılmış, tahrip edilmiş. Topraklar beş katlı apartman derinliğinde kazılmış. Bu tür kazı çalışmaları geceleri yapılıyormuş. Bu insanların ellerinde bir harita olduğu söyleniliyor.
Bu çalışmada bana göre bir başka ilginç yön, insanların tarihi eserlere karşı ve tarihe karşı çok bilinçsiz olmaları. Kendilerini okumuş zannedenlerden büyük bir kısmı bile, bu çalışmaları basite alabiliyor. İnsanlar her şeyde olduğu gibi, bu alanlara da maddi gözle bakıyor. Dolayısıyla para olmayan yerde de pek insan bulunmuyor.
Kumrunun en şansız yönü yeterince tanıtımının yapılmaması. Bu duruma da bir el atmak gerekiyor. Gönüllü el atanlara fırsat verilmediği gibi, yapılanlar da istismar ediliyor. İstismarcılar, ya kendilerini ön plana çıkarmak için uğraş veriyor, ya da para kazanma yollarını deniyor. Bu tür davranışların sonucu, olanlar, Kumruya, sana, bana yani hepimize ve geleceğimize oluyor. Beceriksizlerin uyanıkları, törenlerle birbirlerini en ufak bir iş için ödüllendiriyor. Bizim zavallı Kumrulu ise olup biten numaraları yutuyor ve hayranlıkla izliyor.
Birkaç günlüğüne de olsa gezip görmek için seyahata çıktım. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde Mali Müşavir Mustafa Çaya, Avukat Hakan Çetik, Kuyumcu Ovagim Zeki ve Gazeteci İlhan Tinci ve Gümrük Bakanlığında çalışan Abdurrahman Özbek gibi Kumruyu seven binlerce Kumrulu var . Ve onların her birisi Kumrulu sevdalısı. Kumruya bir şeyler yapmanın çapası içindeler. . Gösterdikleri yakın ilgiden dolayı kendilerine özellikle teşekkür ederim. Bizim gibi düşünenler çok fazla. Yeter ki var olan gücümüze inanalım.
Kumrunun fedakar insanlara ihtiyacı var. Oysa kazanmanın da yolu yatırımdan geçer. Bencillik insanın kendini de bir gün gelir bitirir. Eğer bencil ruhlular çoğunlukta olsa, bırakın Kumruyu, dünya da bile yaşanmaz. Mücadele iyi ile kötü arasında hayat var olduğu süre devam edecektir. Pes etmek yok öyle. İnanıyorum ki, doğrular eninde sonunda kazanacaktır.
Hepinize güzel günler efendim.......................

Bekir AKKAYA KUMRU. 03.08.200

SEN VE BEN


Sen ve Ben

Aynı dünyanın insanlarıyız aslında. Kısacık ömrümüzü yaşıyoruz aynı yer ve mekanlarda. Toprağımız, havamız, güneşimiz ve suyumuz hep aynı. Fiziki özelliklerimiz et ve kemik. Ruhi özümüz de aynı. Altından kalbimiz, tunçtan kalbimiz yok. Ayaklarımız demirden olmadığı gibi tunçtan, kollarımız da plastik değil. Sorulmamış bize « Hangi madeni arzu ederdiniz ? »

Sen ve Ben.....

Yaratanın ;eşrefi mahluk; diye adlandırdığı varlığız. Yaratılanlar içersinde ;akıl; denilen değerle ;cüz-i irade; hürriyeti verilen Adem oğullarıyız. Bunun dışındaki özelliklerimizle, var olan varlıklardan biriyiz. Bizim dışımızdaki varlıkların tümü özünde olanı yaşadığı halde, bin bir alçaklık ve maskaralıkla özünde olanı yaşamamakta direnen sen ve ben...

S en ve Ben;

Şiirlerimiz ve sözlerimiz oklava gibi. Ruhtan uzak ve çok kaba. Zorlamalarla dizilen kelimeler bestelense de ruhu okşamıyor. Yüreklerimizi deliyor ve parçalıyor...

S en ve Ben;

Dostluklarımız ve sevgilerimiz, günübirlik menfeate göre. Hiç mi hiç sıcak değil. Sarılsak ta buzullarda yaşıyoruz. Çok yüzeyseliz, ,çten değil. Cilalarımızla ilişkilerimiz devam ediyor. Boyalarımız ve foyalarımız çatladığı an, her şey açığa çıkarak balon gibi sönüyoruz. Her birimiz, her birimizin badanalarını gözlüyoruz kabortalarımızın...

S en ve Ben;

Bir çiçek gibi açamıyor, bir ot gibi büyüyemiyor ve bir kuş gibi uçamıyoruz. Şarkılarım, türkülerimiz de yaptıklarımız gibi suni. Özde olanları yaşamadığımız gibi, yaşayanlara da fırsat tanımıyoruz... Hatta bizim dışımızdaki varlıkları yok etmek için büyük bir çapa içersindeyiz. Ne ormanda çam, ne gülde bülbül. Hiç bir varlık elimizden kurtulamıyor. Çiçeklere inat yapma çiçeklerimiz, kuşlara inat yapma kuşlarımız ve insanlara inat yapma adamlarımız var. Tanrılarımız ve de tanrılarımız;

S en ve Ben

Özümüze inat satamıyacağımız hiç bir değer yok. Hırs, intikam, kin ve nefret... Yaşayan ölüler veya özsüz robutlar... His, haraket, duygu ve düşünce... Ruhsuz makinalar, haraketli cenazeler… Tabutlar; Tabutlar;Ve dahi tabutluklar;

S en ve Ben

Kendimizi yaşıyamıyoruz. Herşeyimiz başkaları için. İşimiz, aşımız, mekanımız ve biz... Koltuklarımız, masalarımız ve dahi sandalyelerimiz... Saçımız, başımız ve dahi beynimiz... Yediklerimiz ve giydiklerimiz hep başkaları için. Sazımız, sözümüz ve dahi ağlamalarımız ve gülmelerimiz...

S en ve Ben...

Bir kuş gibi uçamadık, şarkılar söyleyemedik... Bir su gibi akıp, gönlümüzce deryamıza gidip, yare kavuşamadık. Bir çocuk gibi özden sevemedik veya ağlayamadık
Tabiattaki tüm varlıklar sizleri kıskanıyorum. Yaratılışa uygun yaşantılarınızı ve yaptığınız görev bilincini kıskanıyorum... Özgürce dolaşan kuşlar, içinizden geldiği gibi bağıran kurbağalar, tepen et havlayan köpek sizleri kıskanıyorum... Olgun meyveler ve çiçekler tatlarınız ve kokularınız hep aynı... Ey güneş ve ay! Sizler de hep aynı doğup batıyorsunuz. İşiniz özünüzden. Ey yüce dağlar! Bizim gibi sizler de ovalara özenseniz altında kimler kalır acaba?

S en ve Ben...

Yalnız değiliz... Kainat özde bizimle... Yaratan da; Özden, özgürce,yaşama mücadelesi verenlere, özden selamlar;

 

BURADA YAZILAN YAZILAR DEĞİŞİK TARİHLERDE DAHA 

ÖNCELERİ BAZI GAZATELERDE BEKİR AKKAYA İMZASI İLE 

YAYIMLANMIŞTIR...

 

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............


KANAATİM ODUR Kİ / Cemalettin YAKTI ( 2003)

       Rafınızaysan: Fransızca kökenli bir kelimedir. Bizim dilimizde bunun çok ama çok güzel bir karşılığı mevcuttur.Arıtma (arı söz v.b)

          “ ***ici olduğumun farkındayım ”  ben bunu anlamadım. Üslup değişikliğimi, yoksa başka bir lisanın yolunu mu açıyorsunuz. Ben bu üç  harfi bulmaca doldurur gibi dolduracağım ve sonuç sizin kişiliğiniz hakkında ki yanlış kanaatimi düzeltecek.

       Birinci (*) işareti yerine   (s)kelimesini koymayı öneriyorum. Nasıl uygun mudur?

       O zaman üçüncü (*) işareti yerinede ( k) kelimesini koyarsak kelimemizin tamamlanmayan tek bir harfi kalır.  Bu kelime sıkıcı kelimesinin kapalı yazılmışı olsaydı (*) işaretlerine gerek duyulmadan benimde yazdığım gibi yazılabilirdi. Ve ben size söyleyecek İngilizce, Fransızca kelimeler bulmaya gayret etmeyeceğim. Evet farkında olmadan bir kelimeyi kullanmakla ,farkında

19 Şubat 2025

ÍŞTE BEN BU KAFASI ŞARAPLANMIŞLARIN YÜZÜNDEN AK PARTİ DİYORUM...

BUDA KİM? İYİCE AZDILAR ATALARINA KANUNEN KİMSEYİ HAKARET ETTİRMİYORLARSA KANUNEN YASAKSA? ONUN KOLTUĞUNDA OTURAN KİMSEYE'DE HİÇ KİMSE HAKARET EDİP LUABALİ KONUŞAMAZ İSTEDİĞİNİ SÖYLİYECEKSİN SONRA DEVLET SENİ KODESE ATINCA ÇIYAKLAYIP DİKTATÖR DEMİYECEKSİN

🛑FATMA SİBEL YÜKSEK' in "TAYYİP ERDOĞAN" hakkındaki korkusuz ve hadsiz yazısı...
SAHİ 
SEN KİMSİN ❓
BAY RECEP😡

"SENİ BU YAMYAM KİBİRİN BİTİRECEK"
Billboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.
Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı

16 Şubat 2025

VESAYET SİSTEMİ ÇÖKERTİLECEK...

― Tarih 1971'i gösterdiğinde Türkiye'de her alanda çok etkili olacak bir kurum kurulur..  ― TÜSİAD..
― Kurumun kurucusu kim?..
― Vehbi Koç..
― Bu kurum Türkiye'deki 500 zengin iş adamını içine alan bir kurum olacaktı..
― Dahası; Türkiye'deki "gerçek iktidar" bu kurumdu..
Türkiye'nin en zengin 5 ailesi kurumun başında durur.
Diğerleri onların yavrularıdır.

12 Şubat 2025

Ters Köşe

TERS KÖŞE .
Fuhuş, Uyuşturucu, Marka ve Lüks Tutkusu Derken, Bizim ‘Modern Muhafazakarların' Geldiği Nokta, Dudaklarınızı Uçuklatacak Hale Geldi;
▪︎Su geçiren Oje,
▪︎Abdeste mani olmayan Rujlarımız var artık.
▪︎Helâl Likör, Bira, Helâl Şampanyalarımız var. Yakında Helâl Etiketli Rakı da Çıkar.
Hani Biz başkalarına Benzemeyecektik Siyasilerimiz, Bürokrasimiz

17 Ocak 2025

Fizme'nin en büyük alimlerinden Abdi Hocaya Verilen Sancağın Hikayesini Mehmet Arşın Yazıdı -fotoğraflarla

Bir sancak hikayesi
Fizmenin tarihinde önemli yer tutan şahsiyetlerden biri olan Abdurrahman Hilmi Bilici’ye (Abdi hoca) Atatürk tarafından verildiği söylenen bir sancak konusu var.
Bu konu yıllardan beri söylenip duruyor.
Bu sancağın peşine düştüm. Nasıl bişey diye çok merak ediyordum. Yaptığım araştırmada sancağın hocanın oğlu Abdullahtan torunu, Korganda yaşamakta olan Abdurrahman Bilici’de olduğunu öğrendim.
Bugün Abdurrahman abiden rica ettim. Onlarca senedir kulaktan kulağa dolaşan sancağın fotoğraflarını

KONULAR

Haber-Yorum (1832) Fotoğraf Galeri (1413) Fotoğraflarım (1257) Biyoğrafi (1010) Yazılarım (1002) Kitap-Dergi-Gazete (958) Kültür-Sanat (864) Yazarlarımız-Şairlerimiz (856) Hakkımda (657) Araştırma-İnceleme (603) Eğitim (594) Edebiyat (587) Spor-Sağlık (483) Kumpas-Polemik (454) Kurum -Kuruluş (381) İslam (368) Hatıra (281) Video Galeri (265) Belgesel (217) İmam Hatipliyim (194) Tarih (174) Şiir Arşivi (116) Türkülerimiz (71) Şiirlerim (55) Röportaj (49)