Adamın biri kendini mısır tanesi zannedermiş. B u yüzden nerede bir tavuk cinsi hayvan görse kaçarmış. Bu durumdan sadece kendisi değil, yakınları da rahatsız olmaya başlamış. Bunun üzerine adamı bir psikologa götürmüşler. Psikolog uzun çapalardan sonra adama kendisinin mısır tanesi olmadığını, bu yüzden de tavuklardan zarar görmeyeceğini inandırmışlar. Yakınları mutluluk içersinde doktordan ayrılmışlar. Tam dışarı çıkarken adam bu sefer, “Tamam anladım ben mısır tanesi değilim, ama bunu tavuklar nereden bilecek” demiş. Bunun üzerine adamı tedavi için hastaneye yatırmışlar.
Aslında yaşadığımız toplumda kendini mısır tanesi zanneden bir çok insan mevcut. Her ne kadar bu mısır tanesi olmasa da, bu durum kendini başka benzetmelerle devam ediyor. Artık bu durum herkes
tarafından yadırganmaz hale gelmiş. Çünkü öyle bir toplum ki, herkes kendini bir şeylere benzetmiş. Kendini normal halde görenlerin sayısı çok az olunca da, çoğunluğu tedavi ettirmekte mümkün olmuyor. Çoğunluk kendini bir şeylere benzetenlerle dolu olduğu için belki de çoğunluğun verdiği güç sayesinde azınlık normaller zaman zaman tedavi altına alınıyor. Daha doğrusu psikolojik tedavi ihtiyacı olanlar normal, normal olanlar ise deli muamelesi görür durumda.Kendini
bir şeyler zannedenlerdeki bu durumun bir çok sebebi var. Çoğunlukla bu alanla
ilgilenen psikologlar bunun tatminsizlik
sebebiyle olduğunu söylüyorlar. Ta çocukluktan doyurulamamış insan, doymadığı
alanlarda bulunmak, ilgisi olsun veya olmasın, ulaşamadığı kendine göre çok
anlamlı olan insan tiplemelerine özenmek veya bulunduğu yerlerde kendini o
şekilde rol yapmakla geçirir. Aslında o da bilir bulunduğu konum itibariyle
hiçbir zaman başkaları gibi olunamayacağını. Eğer birileri yaşadığı bu iç
duygularını buna hatırlatırsa bundan son derece rahatsızlık duyar. Ama bundan
da vaz geçemez. Zamanla bu çarpık durum onun için bir yaşantı haline
dönüşür. İşin garibi ne kendi olur ne
başkaları. Bu durum onu acayip bir yaratık haline sokar. Tabi ki tedavide
mümkün olmaz.
Tanıdığım
bir dostum çok iyi bir insandı aslında. Ama onun anahtar biriktirmek gibi bir garip durumu vardı. Anahtarcıya gider
değişik anahtarlar alırdı. On onbeş tanesi eline alır sallardı. Uzun bir zaman
bunun sebebini anlayamadık. Sonunda kendisi itiraf etti. V e dedi ki, “
Küçükken annem evin kapısını aç diye anahtarı bana vermişti. Ben de evin
kapısını açamamış anahtarı kırmıştım. Annem bunun yüzünden beni çok döğdü. O günden
bu güne ben hep anahtar biriktiririm.” Dedi. Alın size bir takıntı. Aslında
normal bir kamu görevlisi olan bu kişinin psikolojik bir sorunu olduğu kesin.
İmamlık
görevi yapan bir dostumla sohbet ediyorduk. Bana anlattıkları şeylerin sonunda
mutlaka, “ bu tür vaazları askerlere, milletvekillerine, bürokratlara genel
müdürlere de anlattığını özellikle vurgulardı. Anlattıklarına karşı çıkacak
olsam, bana “ nasıl olur ben bunları böyüüük adamlara da anlatıyorum” diyordu.
Yani bunlar karşı çıkmıyorlarsa benim de çıkmamam gerektiğini ima ediyordu.
Belki de o dostum bana “ kendinin imam olduğuna bakmamamı, aslında çok büyük
bir adam olduğunu ima ediyordu.
Toplantılardan
birine katılan bir arkadaşım, toplantıyı yöneten kişinin her söz arasında
kendisinden önceki adamı kötülemek gibi bir derdi olduğunu söyledi. Hatta her
laf arasında kendisinden sonra gelecek kişinin başka şeyler yapacağını ima
ettiğini vurguladı. Biz buna gülüştük. Sonra ilgili kişiyi tanıdığımızda
bulunduğu yerde müdür vekaleti yaptığını, tesadüfen burada olduğunu öğrendik.
İç dünyasında kendi durumunu bilen bu yönetici, psikolojik sıkıntılarını
istemese de dışarıya vurduğu açıktı.
Öğretmen
bir arkadaşım vardı. Babası zamanında politikacılardan çok çekmiş. Arkadaşım
çocuklukta bu sıkıntıları aile ortamında yaşamış. Belki intikam almak için,
belki de benzemek için öğrencilik yıllarında hep politikalarla uğraşmış. O
şimdi öğretmen. Yıllardan beri öğretmenlik yapmasına rağmen öğretmenlik onun
için en son iş. Etkili olup olmaması onun için hiç önemli değil. Nerede bir
seçim olsa onu orada görmek mümkün. Ona göre başkanı o seçiyor, muhtarı o.
Zaman zaman kendinin ülkeyi bile yönettiğini söyleye biliyor. Onu ikna etmek
mümkün değil. Emin olun her konuştuğu cümlenin bir yerinde dernek, teşkilat,
örgüt ve yoldaş mevcuttur. Planlar yapar, şekiller çizer işler ona göre
yapılacaktır.
Yine
bir meslektaşımın babasını işlediği bir suçtan dolayı kamudaki idarecilik
görevinden atmışlar. O zaman o çocukmuş. Zaman zaman çektiklerini bize anlatır.
O yıllar geride kalmıştır artık. O arkadaşım şu anda öğretmen olarak çalışır.
Yanında çalışan arkadaşlar anlatıyorlar. Bu öğretmen arkadaşın bir bürokrat
gibi çanta taşımasını, yolda yürürken dimdik yürümesini söz ederler. Çantanın
içersinde ne var diye sorduğumda, hiç okumadığı kalın kitaplar, projeler, işine
hiç yaramayacak bir takım şeylerin bulunduğunu söylüyorlar. Hele hele
törenlerde işine vazife olmadığı ve hiç görevi bulunmadığı halde öğrencilere
nutuk çekmesi. İyiki müdürümüz anlayışlı bir insan. Onu idare ediyor. Sen en
büyük idareci olacak adamsın diyor. Bundan o son derece memnun oluyor.
Aslında
her birimiz öyle veya böyle kendimizi mısır tanesi zannediyoruz. Toplum olarak
iyi bir tedaviye ihtiyacımız var. Bu tedavi çok zor. Bir kere tedavi için hasta
olanın kendisini hasta olarak görmesi gerekir. Ondan sonra tedaviye başlanılır.
Tatmin
olmadan, doyurulmadan yetişen insan hayal ettiklerini zamanla gerçek olarak
algılamaya başlar. Dünyayı ve çevresini bu gözle algılar. Onun için gerçek diye
bir şey yoktur. Eğer kendini mısır tanesi zannederse, olmadığını ikna etmek
mümkün değildir. Tanıdığım bir kişi kendini devlet ilan etmişti. Olmadığını geç
fark etti. Ama o da işe yaramadı.
Birde
gerçek işini becermeyip, başka işlere el atanlar vardır ki, aslında toplum ne
çekerse bunlardan çeker. Başkasına benzeme veya zannetme bir ölçüde kişinin
kendisi ile ilgili psikolojik bir durum. Ama beceriksizliğini başka şeylerle
örtmeye çalışmak son derece toplum için zararlı.
Kırk
kişinin çalıştığı bir yer düşünün. Bu yerde idarecisinden hizmetlisine kadar
bir iş bölümü yapılmış olmasına rağmen birileri, görevinin dışında başka
işlerle uğraşıyorsa burada bir dolaplar dönüyor demektir. Böyle bir yerde asıl
yapılması gereken işler ertelenmiş, evrak yazması gereken eline fırça alıp duvarları
badanalamakla, birileri çatıya anten direği dikmekle, diğeri makbuzsuz para
toplamakla meşguldür. Bu durum ya işten kaçmak, ya da yapılan numaraları örtmek için yapılan işlerden başka bir şey
değildir. Çevir kazı yanmasın, padişah uyanmasın mantığı ile de fazla
gidilemeyeceği bir gerçek. Ama olsun günü kurtarmak ta bir meziyet.
Aslında
görüntüde çok şeyler yapılıyor. İş bitirenler grubu, iş yapmayanlar grubu.
Numara yapanlar grubu. Emin olun buna bir tiyatro bileti iyi gider. İzlemeye
değer mi değer. Ya vatandaş Rıza iyi bir seyirci. Numarayı da yutar. Acaba
nereye kadar. Ya alınan kararlar. O da neye yarar. Adamlar adamlar.
Akıldaneler, keşke kendilerine faydalı olsalar. Siz tekif alırrmıydınız tekif
etsem veya imzalar mısınız. Hiç önemli değil var benim adamlar. Hem sonra ben
benzemem sakin insanlara o kadar.
Var
varanın, sür sürenin baykuşu çoktur viranın. Her ne sürçü lisan etmişsek af
ola. Velakin bu bir masal. Peki bu yazıda masalın işi ne. Olacak o kadar. Bizim
komşu ödül almış onunla yatar sabaha kadar. Bizim Rıza da bakar da bakar.
Kafası bozulursa bir dal sigara yakar. Acaba Kumru kuşu şimdi ne yapar. Emin
olun gözlerinden kanlı yaş akar.
HEPİNİZE
SAĞLIK, MUTLULUK VE İYİ BAYRAMLAR DİLİYORUM.............
VE
İYİ YIL BAŞILARDA.....YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN EFENDİM...............
Bekir AKKAYA / Aralık - 2000 / Ordu Haber Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...