Zaman zaman yazılmayan ya da söylenmeyen bir şey kaldı mı acaba diye düşünüyorum. Benim şahsi inancım kalmamıştır. Neden tekrar edilir sorusuna ise kişinin kendi söylemesinin önemindendir diye aklımdan geçer.
Sayısız öğüt ve nasihatleri her gün dinlediğimiz ya da başkalarına aktarmamıza rağmen hiç kimse kendine yönelik olarak bir atasözünü bile okumaz. Ne hikmetse farklı uygulama ve davranışları eleştirir ve doğrusunu dillendirsekte kendi yaptıklarımız karşı tarafta aynı olumsuz bir yaklaşıma neden olacağını aklımızdan bile geçirmeyiz.
Toplumda farklı görünme ve kendinin farklı olduğunu ima etmeye yönelik uğraş veren bir çok bilmişe kendi kategorisine göre bir üst sınıfa koyduğu biri tarafından aşağılamaya yönelik en ufak bir davranış çok büyük bir yanlış olarak tarif edilebilir. Oysa aynı yanlış kendi yaşam şekline dönüşmüş olmasına rağmen.
Kişinin durduğu yerin önemi kadar,
gördüğü alanda olayları değerlendirme açısından önemlidir. Eğer ağalık ya da zadeliğe karşı isek kendimizi de gözden geçirmek zorundayız. Benim kanaatim, aşağılayan ya da insanları katmanlara ayıran ya da büyük ve küçük diye tasnife sokan ve böyle düşünen her kes kendini de bu kategorilerin birine sokarak bu olumsuz yaklaşımları peşinen kabul etmiş sayılır. Her ne hikmetse büyük bir çoğunluk bu tür ilkel yaklaşımlar kendisine yönelik olursa tepki gösterirken, kendi yaşantılarında aynı duyarlılığı göstermemektedirler.
Telefonda “ Üstat size on dakika
ayırabilirim.” Cümlesi ile “Üstat Seni İstanbul’da konferans vermeye davet ediyorum. Buradaki insanlar Anadolu insanına bayılıyorlar. Seni görünce eğlenirler ve hoş vakit geçirirler” cümleleri aynı kişiye ait olmasa da bir ruh durumunun tespiti açısından önemlidir diye düşünüyorum. Cümlelerin ilk kelimeleri “üstat” ile başlamasına rağmen sonlarda karşı tarafı bir aşağılama ve kendini yüceltme görülmektedir. Bunun da ötesinde zorunlu olarak telefon edenin karşı tarafla birlikte olma çabası da gözükmektedir. Daha doğrusu açık olarak bir kafa karışıklığı ya da karşı tarafı anlamaktaki aczi yetin de olduğunu söylemek mümkündür.
Kişiliklerin olumlu ya da olumsuz oluşmasında geçmiş yaşantıların çok büyük etkisi vardır. Üniversitelerin bitirilmesi ya da her konuda ahkam kesen konuma gelmiş olmak, bilinç altındaki tasnifleri ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Geçmiş acılar ya da aşağılanmalar kimilerini şair kimilerini ise yazar yapsa da dün karşılaştığımız çarpık yaklaşımları kendimizin yapmaması için başkalarına yazdıklarımız kadar kendimize yönelikte yazmamız ve bu konuda çok çaba sarf etmemiz kaçınılmaz bir durumdur.
Dünya bir kere parsellenmiş. İnsanlar nasıl oldu ise tasniflere de çoktan ayrılmış. Bulunduğumuz yere göre haritada doğu ve batı diye tarif edilmiş. Sadece haritada değil, kültürün her alanında doğu – batı diye iğneden ipliğe tasnif edilmiş. Siz doğmadan önce ana karnında iken dünyadakiler tarafından kaderiniz çizilmiş. Doğduktan sonra ne yaparsanız yapın ve hangi kültürü alırsanız alın ya da hangi dini yaşarsanız yaşayın birileri tarafından kabul görmeyecek ve takdir edilmeyeceksiniz. Dünyanın parsellenmesinden de acı olan bir başka durum ise ocak ocak, aile aile cinsler ve cibilliyetler de tasnif edilmiş. Siz ne olursanız olun bir aileden doğmanız ömür boyu ya aşağılanmanız ya da yücelmeniz için bir kaderdir. Bu kaderi yaşıyoruz işte. Benim Ordu-Kumruda olmam ya da Fizme köyünde yaşamam İstanbul’da yaşayanlar için sadece gülünecek bir malzemeden ve aksesuardan başka bir şey olmamız mümkün değildir. Neden? İstanbul Ordu’ya göre batıda ondan. Bu bakış açısı sonucu hiç kimse doğululuğundan da kurtulamaz tabiî ki.
Ne mutlu beyninde merdiven basamakları oluşturmayanlara. Ne mutlu kendini yaşayıp, başkalarını gözlemeyenlere. Ne mutlu kendi kadar başkasına da değer verenlere. Ne mutlu en büyük nimetin kendini bilmek olduğu bilenlere. Ne mutlu ufak şeylerden de mutlu olanlara.
Bekir Akkaya/ KentHaber/ Kumru
Yayın Tarihi : 22 Ocak 2006 Pazar
Sayısız öğüt ve nasihatleri her gün dinlediğimiz ya da başkalarına aktarmamıza rağmen hiç kimse kendine yönelik olarak bir atasözünü bile okumaz. Ne hikmetse farklı uygulama ve davranışları eleştirir ve doğrusunu dillendirsekte kendi yaptıklarımız karşı tarafta aynı olumsuz bir yaklaşıma neden olacağını aklımızdan bile geçirmeyiz.
Toplumda farklı görünme ve kendinin farklı olduğunu ima etmeye yönelik uğraş veren bir çok bilmişe kendi kategorisine göre bir üst sınıfa koyduğu biri tarafından aşağılamaya yönelik en ufak bir davranış çok büyük bir yanlış olarak tarif edilebilir. Oysa aynı yanlış kendi yaşam şekline dönüşmüş olmasına rağmen.
Kişinin durduğu yerin önemi kadar,
gördüğü alanda olayları değerlendirme açısından önemlidir. Eğer ağalık ya da zadeliğe karşı isek kendimizi de gözden geçirmek zorundayız. Benim kanaatim, aşağılayan ya da insanları katmanlara ayıran ya da büyük ve küçük diye tasnife sokan ve böyle düşünen her kes kendini de bu kategorilerin birine sokarak bu olumsuz yaklaşımları peşinen kabul etmiş sayılır. Her ne hikmetse büyük bir çoğunluk bu tür ilkel yaklaşımlar kendisine yönelik olursa tepki gösterirken, kendi yaşantılarında aynı duyarlılığı göstermemektedirler.
Telefonda “ Üstat size on dakika
ayırabilirim.” Cümlesi ile “Üstat Seni İstanbul’da konferans vermeye davet ediyorum. Buradaki insanlar Anadolu insanına bayılıyorlar. Seni görünce eğlenirler ve hoş vakit geçirirler” cümleleri aynı kişiye ait olmasa da bir ruh durumunun tespiti açısından önemlidir diye düşünüyorum. Cümlelerin ilk kelimeleri “üstat” ile başlamasına rağmen sonlarda karşı tarafı bir aşağılama ve kendini yüceltme görülmektedir. Bunun da ötesinde zorunlu olarak telefon edenin karşı tarafla birlikte olma çabası da gözükmektedir. Daha doğrusu açık olarak bir kafa karışıklığı ya da karşı tarafı anlamaktaki aczi yetin de olduğunu söylemek mümkündür.
Kişiliklerin olumlu ya da olumsuz oluşmasında geçmiş yaşantıların çok büyük etkisi vardır. Üniversitelerin bitirilmesi ya da her konuda ahkam kesen konuma gelmiş olmak, bilinç altındaki tasnifleri ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Geçmiş acılar ya da aşağılanmalar kimilerini şair kimilerini ise yazar yapsa da dün karşılaştığımız çarpık yaklaşımları kendimizin yapmaması için başkalarına yazdıklarımız kadar kendimize yönelikte yazmamız ve bu konuda çok çaba sarf etmemiz kaçınılmaz bir durumdur.
Dünya bir kere parsellenmiş. İnsanlar nasıl oldu ise tasniflere de çoktan ayrılmış. Bulunduğumuz yere göre haritada doğu ve batı diye tarif edilmiş. Sadece haritada değil, kültürün her alanında doğu – batı diye iğneden ipliğe tasnif edilmiş. Siz doğmadan önce ana karnında iken dünyadakiler tarafından kaderiniz çizilmiş. Doğduktan sonra ne yaparsanız yapın ve hangi kültürü alırsanız alın ya da hangi dini yaşarsanız yaşayın birileri tarafından kabul görmeyecek ve takdir edilmeyeceksiniz. Dünyanın parsellenmesinden de acı olan bir başka durum ise ocak ocak, aile aile cinsler ve cibilliyetler de tasnif edilmiş. Siz ne olursanız olun bir aileden doğmanız ömür boyu ya aşağılanmanız ya da yücelmeniz için bir kaderdir. Bu kaderi yaşıyoruz işte. Benim Ordu-Kumruda olmam ya da Fizme köyünde yaşamam İstanbul’da yaşayanlar için sadece gülünecek bir malzemeden ve aksesuardan başka bir şey olmamız mümkün değildir. Neden? İstanbul Ordu’ya göre batıda ondan. Bu bakış açısı sonucu hiç kimse doğululuğundan da kurtulamaz tabiî ki.
Ne mutlu beyninde merdiven basamakları oluşturmayanlara. Ne mutlu kendini yaşayıp, başkalarını gözlemeyenlere. Ne mutlu kendi kadar başkasına da değer verenlere. Ne mutlu en büyük nimetin kendini bilmek olduğu bilenlere. Ne mutlu ufak şeylerden de mutlu olanlara.
Bekir Akkaya/ KentHaber/ Kumru
Yayın Tarihi : 22 Ocak 2006 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...