Hayvanlarla ilgili belgesellerde, bir konu hep dikkatimi çeker…
Meselâ farklı yaratılıştaki pek çok hayvan, müşterek düşmanlarına karşı, insanı hayrete düşürecek derecede bir dayanışma sergiliyor. Bu arada kimi sürekli dinleme işini yapıyor,
kimi iki ayaklarının üstüne kalkıp gözetliyor, kimi de kokluyor…
Bunları bu derece bir araya getiren ne olabilir?
Şüphesiz ortak menfaatleri.
Keşke insanlar, hayvanların bu yönlerinden ders alabilse.
Ne var ki mal, makam, şöhret ve güçlü olma sevdası, çok defa gözleri kör ediyor. Bu sefer, “ya hep ya hiç” mantığı hayata egemen oluyor.
Onun için insanlara,
en azından, hayatın her alanıyla ilgili “ortak menfaat” düşüncesini, bir şekilde öğretmek gerekir.
Eğer bu konuda normal ikna yolları tükenmişse, caydırıcı olma bakımından başka yollara da başvurulabilir.
Nasreddin Hoca’nın şu nüktesine, bu açıdan, birlikte bir göz atalım…
Bir gün Hoca, bir arkadaşıyla yolculuk yapmaktadır. Şu dağ, bu vadi derken iyice acıkırlar. Yanlarında da bir tas yoğurtları vardır.
Hemen uygun bir yere oturup sofrayı kurarlar.
Yalnız arkadaşı, yoğurda ortadan bir çizgi çekip kendi tarafına pekmez dökmek ister. Hoca buna itiraz eder. Çünkü kendi tarafına da yayılacağını bilir.
Olmaz, dese de laf anlatamaz. Başka kapları olmadığı için bölmelerine de imkân yoktur.
Mecburen o da, eşeğinin heybesinden zeytinyağı şişesini çıkarıp kendi tarafına dökeceğini söyler.
Bu sefer de arkadaşının gönlü olmaz.
Sonra ikisi de özel zevklerini bir tarafa bırakıp ortak bir noktada birleşirler…
Şu hikâye de ilginçtir:
Kuyruklarından birbirine sıkıca bağlı iki katır… Yönleri de ters.
Her birinin istikametinde de birer ot demeti vardır. Aç oldukları için, haliyle bunları yemeye çalışırlar. Ama kuyruklarından bağlı olduğu için uzanamazlar.
Bir ara öyle inatlaşırlar ki, kuyruklar nerdeyse kopmak üzeredir!
İş işten geçmeden bir çıkış yolu bulmaları lazım…
Sonra, kafa kafaya verip şu noktada birleşirler:
Bu kuyruklar bizim kuyruğumuz!
Arkasından, önce bir taraftaki otu yerler; sonra da dönüp diğerini… Böylece kuyruklar bir inada kurban gitmemiş olur.
İşte akıl buna denir…
Bu problem çözme işinde, çocuklardan da alınacak dersler vardır.
Kanunî’nin meşhur veziri Sokullu Mehmet Paşa hakkında şöyle bir hikâye anlatılır:
Bilindiği gibi Sokullu, çocukken devşirme yoluyla “Enderun” denilen saray okuluna alınan öğrencilerdendir.
Yalnız bu okula öyle rast gele öğrenciler giremez. Aranan pek çok özellikler yanında, ciddi zekâ testleri de uygulanır.
Sokullu’nun bulunduğu gurubun imtihanı şöyledir:
Çocuklar sofranın etrafına oturtulur. Ellerine de uzun saplı kaşıklar verilir. Yalnız yerken, sapların ucandan tutmak şarttır…
Sokullu hemen problemi çözer…
Karşısındaki çocukla anlaşarak birbirlerine yedirirler.
Bütün mesele, ortak menfaatlerin nerede olduğunu kavrayıp ona göre hareket etmektir.
Meselâ farklı yaratılıştaki pek çok hayvan, müşterek düşmanlarına karşı, insanı hayrete düşürecek derecede bir dayanışma sergiliyor. Bu arada kimi sürekli dinleme işini yapıyor,
kimi iki ayaklarının üstüne kalkıp gözetliyor, kimi de kokluyor…
Bunları bu derece bir araya getiren ne olabilir?
Keşke insanlar, hayvanların bu yönlerinden ders alabilse.
Ne var ki mal, makam, şöhret ve güçlü olma sevdası, çok defa gözleri kör ediyor. Bu sefer, “ya hep ya hiç” mantığı hayata egemen oluyor.
Onun için insanlara,
en azından, hayatın her alanıyla ilgili “ortak menfaat” düşüncesini, bir şekilde öğretmek gerekir.
Eğer bu konuda normal ikna yolları tükenmişse, caydırıcı olma bakımından başka yollara da başvurulabilir.
Nasreddin Hoca’nın şu nüktesine, bu açıdan, birlikte bir göz atalım…
Bir gün Hoca, bir arkadaşıyla yolculuk yapmaktadır. Şu dağ, bu vadi derken iyice acıkırlar. Yanlarında da bir tas yoğurtları vardır.
Hemen uygun bir yere oturup sofrayı kurarlar.
Yalnız arkadaşı, yoğurda ortadan bir çizgi çekip kendi tarafına pekmez dökmek ister. Hoca buna itiraz eder. Çünkü kendi tarafına da yayılacağını bilir.
Olmaz, dese de laf anlatamaz. Başka kapları olmadığı için bölmelerine de imkân yoktur.
Mecburen o da, eşeğinin heybesinden zeytinyağı şişesini çıkarıp kendi tarafına dökeceğini söyler.
Bu sefer de arkadaşının gönlü olmaz.
Sonra ikisi de özel zevklerini bir tarafa bırakıp ortak bir noktada birleşirler…
Şu hikâye de ilginçtir:
Kuyruklarından birbirine sıkıca bağlı iki katır… Yönleri de ters.
Her birinin istikametinde de birer ot demeti vardır. Aç oldukları için, haliyle bunları yemeye çalışırlar. Ama kuyruklarından bağlı olduğu için uzanamazlar.
Bir ara öyle inatlaşırlar ki, kuyruklar nerdeyse kopmak üzeredir!
İş işten geçmeden bir çıkış yolu bulmaları lazım…
Sonra, kafa kafaya verip şu noktada birleşirler:
Bu kuyruklar bizim kuyruğumuz!
Arkasından, önce bir taraftaki otu yerler; sonra da dönüp diğerini… Böylece kuyruklar bir inada kurban gitmemiş olur.
İşte akıl buna denir…
Bu problem çözme işinde, çocuklardan da alınacak dersler vardır.
Kanunî’nin meşhur veziri Sokullu Mehmet Paşa hakkında şöyle bir hikâye anlatılır:
Bilindiği gibi Sokullu, çocukken devşirme yoluyla “Enderun” denilen saray okuluna alınan öğrencilerdendir.
Yalnız bu okula öyle rast gele öğrenciler giremez. Aranan pek çok özellikler yanında, ciddi zekâ testleri de uygulanır.
Sokullu’nun bulunduğu gurubun imtihanı şöyledir:
Çocuklar sofranın etrafına oturtulur. Ellerine de uzun saplı kaşıklar verilir. Yalnız yerken, sapların ucandan tutmak şarttır…
Sokullu hemen problemi çözer…
Karşısındaki çocukla anlaşarak birbirlerine yedirirler.
Bütün mesele, ortak menfaatlerin nerede olduğunu kavrayıp ona göre hareket etmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...