YALAKALARA VE ÇAPSIZLARA BİR YAZI DA TARAF GAZETESİNDEN...YAZIYI OKUYUN ÇEVRENİZDE KİMLER AKLINIZA GELİYOR?..
Tembel çocuğunun başarısızlıklarını örtmek için, kar kış demeyip evin işini gücünü bırakıp her gün öğretmenini ziyaret eden, ona armağanlar alan bir veliye benziyorsun. Öğretmenler gününde elinde bir buket çiçek, kermes zamanı kolunda koca bir çanta, yerli malları haftasında fındık fıstık paketleriyle dolu torbaların arkasında sınıfın kapısında bekleyen, karne gününe yatırım yapan sevimsiz bir kadına benziyorsun bu halinle. Doğurduğunu da kendi gibi sahtekârlığa alıştıran bir anneye...
Veya kafası hiçbir şeye basmayan, sürekli işten kaytaran, esasında bir işe yaramadığı anlaşılmasın ve böyle olduğu konuşulmasın, korunsun kollansın diye amirlerini iltifatlara boğan, onların doğum günlerini evlilik hatta neredeyse sünnet yıldönümlerini kaçırmayan, ütüsü bozuk pantolon gömleğiyle ortalarda gezinip duran orta kademe bir memura...
Sınırlarını biliyorsun. Neyi ne kadar nereye kadar yapabileceğini, nereden sonra bilgi birikiminin tecrübenin yeteneğinin yetmeyeceğini ve durman gerektiğini biliyorsun.
Ama haddini bilmiyorsun!
Kendini on kaplan gücünde hissedip, altından kalkamayacağın işler üstleniyorsun. Sonra beceremeyip etrafındakilerin sırtına yükleniyorsun. Sonra utanmayıp ortaya çıkan işleri sahipleniyorsun.
Kendini perdelemek için geliştirdiğin yöntemlerin bunlar.
Ama bu kadarla da sınırlı kalmıyorsun. Yöntem çok sende...
Bunlar asli olanlar. Bir de tali yöntemler var geliştirdiğin.
Performansını değerlendiren, maaşını belirleyen tepe yöneticinin peşinde gölge gibi dolaşıyorsun meselâ.
Sabah koşup odasına önce ona günaydın diyorsun. Her öğlen ‘tesadüfen’ aynı dakikalarda yemeğe çıkıyor, ‘doğal olarak’ kendini onunla aynı masada buluyorsun. Onun önemsediği kimselerle sıkı fıkı olup diğerlerini aklınca şutluyorsun. Ona, –imkânın olsa ellerinle pişireceğin- yorgunluk kahveleri ısmarlıyorsun. İş çıkışlarında beraber vakit geçirebilmek, iki tek atabilmek için fırsat kolluyorsun. Düzenlenen garip ‘kaynaşma’ yemeklerinde mutlak surette yanında konumlanıyorsun. Gecenin sonunda onu ‘Çok içtiniz. Pek iyi değilsiniz. Şimdi araba da kullanamazsınız’ diyerek zorla evine bırakıyorsun. Mümkünse yanına, onun civarında görmekten haz aldığı bir iki kişiyi daha alıyorsun. Takım tamam! Geceye elbette onun evinde devam ediyorsun.
Bütün bunlar yetmiyor. Senin iyice yapış yapış bir ilişki kurman gerekiyor.
‘Sivil saatler’de daha fazla birarada olman, mümkünse sevgilinle veya karınla veya kocanla tanıştırman, varsa yavrularınızı kaynaştırman, kariyerin açısından fevkalade büyük bir önem arz ediyor.
Evet evet...
Sen, doğru ata ve doğru taylara oynuyorsun.
Bu yöntem her zaman işe yarar, eski deneyimlerinden biliyorsun.
Çünkü o yönetici, onca işi arasında senin, kendine yaranmaya çalıştığını anlamaz.
Anlasa da emin olamaz ya da konduramaz.
Hem uzun uzadıya bunu düşünecek kadar vakti yoktur.
Zaten senin de onun açısından fazla bir önemin yoktur.
Çevresinde senin gibi ‘ganyan bağımlıları’ çoktur.
Ama böyle olması daha iyidir.
Kurnaz davranır, beceriksizliğini ve niyetini gizlersen –ki bu konuda uzmanlaşmışsındır- senin samimi biri olduğunu bile düşünebilir.
Arkadaşın olur. Arkadaşı olursun.
Eh, arkadaş arkadaşı idare eder...
Anlayış gösterir. Bir hatası varsa düzeltir. Yanlışının üstünü örter.
Sana da olacak olan budur.
Ki mutlaka olur.
Tökezlediğin ilk anda sana destek çıkar.
Beceriksizlikten ve tembellikten kaynaklanan başarısızlığının üstünü sıvar.
Sen arkana yaslanıp rahat bir nefes alırsın.
Doğru ata oynadığın için kendini kutlarsın.
Daha ne kadar böyle devam eder kestiremezsin.
‘Gideceği yere kadar’ dersin.
Öyle olur gerçekten. Gideceği yere kadar gider.
Sen sonra oynayacak başka ‘doğru at’ ararsın.
*****Funda Özgür/TARAF
***********
KAYNAK: http://www.taraf.com.tr/yazar.asp?mid=1641
Tembel çocuğunun başarısızlıklarını örtmek için, kar kış demeyip evin işini gücünü bırakıp her gün öğretmenini ziyaret eden, ona armağanlar alan bir veliye benziyorsun. Öğretmenler gününde elinde bir buket çiçek, kermes zamanı kolunda koca bir çanta, yerli malları haftasında fındık fıstık paketleriyle dolu torbaların arkasında sınıfın kapısında bekleyen, karne gününe yatırım yapan sevimsiz bir kadına benziyorsun bu halinle. Doğurduğunu da kendi gibi sahtekârlığa alıştıran bir anneye...
Veya kafası hiçbir şeye basmayan, sürekli işten kaytaran, esasında bir işe yaramadığı anlaşılmasın ve böyle olduğu konuşulmasın, korunsun kollansın diye amirlerini iltifatlara boğan, onların doğum günlerini evlilik hatta neredeyse sünnet yıldönümlerini kaçırmayan, ütüsü bozuk pantolon gömleğiyle ortalarda gezinip duran orta kademe bir memura...
Sınırlarını biliyorsun. Neyi ne kadar nereye kadar yapabileceğini, nereden sonra bilgi birikiminin tecrübenin yeteneğinin yetmeyeceğini ve durman gerektiğini biliyorsun.
Ama haddini bilmiyorsun!
Kendini on kaplan gücünde hissedip, altından kalkamayacağın işler üstleniyorsun. Sonra beceremeyip etrafındakilerin sırtına yükleniyorsun. Sonra utanmayıp ortaya çıkan işleri sahipleniyorsun.
Kendini perdelemek için geliştirdiğin yöntemlerin bunlar.
Ama bu kadarla da sınırlı kalmıyorsun. Yöntem çok sende...
Bunlar asli olanlar. Bir de tali yöntemler var geliştirdiğin.
Performansını değerlendiren, maaşını belirleyen tepe yöneticinin peşinde gölge gibi dolaşıyorsun meselâ.
Sabah koşup odasına önce ona günaydın diyorsun. Her öğlen ‘tesadüfen’ aynı dakikalarda yemeğe çıkıyor, ‘doğal olarak’ kendini onunla aynı masada buluyorsun. Onun önemsediği kimselerle sıkı fıkı olup diğerlerini aklınca şutluyorsun. Ona, –imkânın olsa ellerinle pişireceğin- yorgunluk kahveleri ısmarlıyorsun. İş çıkışlarında beraber vakit geçirebilmek, iki tek atabilmek için fırsat kolluyorsun. Düzenlenen garip ‘kaynaşma’ yemeklerinde mutlak surette yanında konumlanıyorsun. Gecenin sonunda onu ‘Çok içtiniz. Pek iyi değilsiniz. Şimdi araba da kullanamazsınız’ diyerek zorla evine bırakıyorsun. Mümkünse yanına, onun civarında görmekten haz aldığı bir iki kişiyi daha alıyorsun. Takım tamam! Geceye elbette onun evinde devam ediyorsun.
Bütün bunlar yetmiyor. Senin iyice yapış yapış bir ilişki kurman gerekiyor.
‘Sivil saatler’de daha fazla birarada olman, mümkünse sevgilinle veya karınla veya kocanla tanıştırman, varsa yavrularınızı kaynaştırman, kariyerin açısından fevkalade büyük bir önem arz ediyor.
Evet evet...
Sen, doğru ata ve doğru taylara oynuyorsun.
Bu yöntem her zaman işe yarar, eski deneyimlerinden biliyorsun.
Çünkü o yönetici, onca işi arasında senin, kendine yaranmaya çalıştığını anlamaz.
Anlasa da emin olamaz ya da konduramaz.
Hem uzun uzadıya bunu düşünecek kadar vakti yoktur.
Zaten senin de onun açısından fazla bir önemin yoktur.
Çevresinde senin gibi ‘ganyan bağımlıları’ çoktur.
Ama böyle olması daha iyidir.
Kurnaz davranır, beceriksizliğini ve niyetini gizlersen –ki bu konuda uzmanlaşmışsındır- senin samimi biri olduğunu bile düşünebilir.
Arkadaşın olur. Arkadaşı olursun.
Eh, arkadaş arkadaşı idare eder...
Anlayış gösterir. Bir hatası varsa düzeltir. Yanlışının üstünü örter.
Sana da olacak olan budur.
Ki mutlaka olur.
Tökezlediğin ilk anda sana destek çıkar.
Beceriksizlikten ve tembellikten kaynaklanan başarısızlığının üstünü sıvar.
Sen arkana yaslanıp rahat bir nefes alırsın.
Doğru ata oynadığın için kendini kutlarsın.
Daha ne kadar böyle devam eder kestiremezsin.
‘Gideceği yere kadar’ dersin.
Öyle olur gerçekten. Gideceği yere kadar gider.
Sen sonra oynayacak başka ‘doğru at’ ararsın.
*****Funda Özgür/TARAF
***********
KAYNAK: http://www.taraf.com.tr/yazar.asp?mid=1641
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...