30 Nisan 2006

DEĞİŞMEYEN MANZARA /EKREM SAYGI


Dalkavukluğun sahtekar bir arkadaş olduğunu anlamak için dört yol vardır. Kötü hareket ettiğiniz zaman sizi tasdik eder. İyi hareket ettiğinizde sizi tasdik eder. Sizi yüzünüze karşı metheder, arkanızdan çekiştirir.
                                                                                                      Sigoluade  Sutta
           Bu sözden yola çıkarak dalkavuklukla ilgili  alıntı yaptığım bir meseli aktararak devam edelim.
           Eskiden konaklarda dalkavuk bulundurmak adetmiş. Konağın birinde bir
gün, bey demiş ki:
           Bir dalkavuk alacağım, filan gün imtihan var. Sağa sola haber salınız. Derken o gün gelmiş, kapının önünde dalkavuk adayları sıra olmuş. Biri içeri alınmış. Bey sormuş:
           Sen dalkavuk musun?
           Evet efendim.
           Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun.
           Olur mu efendim? ben filan bey'in yanında şu kadar, fişmekan bey'in yanında da bu kadar sene dalkavuk olarak çalıştım.
           Bey:
           Olmadı, sen çık demiş.
           Derken ikinci, üçüncü... adaylar gelmiş. Konuşma hep aynı, cevaplar hep aynı. Bey, dalkavuğunu bulamayacağını düşünmeye başlamış ki, içeri biri girmiş.
           Bey:
            Söyle bakalım sen dalkavuk musun?
           Evet efendim.
           Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun.
            Hayır, hiç benzemem efendim.
           Dur bakayım, biraz da benziyorsun galiba.
           Evet efendim. Ben biraz da dalkavuğa benzerim.
           Bey hemen dışarı haber salmış:
          Tamam ben dalkavuğumu buldum.
          TARİHİMİZDE GARİB VAKALAR adlı kitap ta dalkavuklara yapılan şakalar, latife olarak nitelense de, bunlar düpe düz eşek  şakası olsa gerek.
         Yine aynı kitap ta, yapılacak çeşitli eğlencelere göre dalkavuklara konulacak ücretlerde şöyledir:
         Dalkavuğun burnuna fiske vurma, Fiske başına 20 para
         Basına kabak vurma, 30 para
         Yüzünü tokatlama, tokat basına: 30 para
         Oturduğu minderden aşağı yuvarlama: 180 para. (bir yeri incinir, kırılırsa tedavi ve cerrah parasını latife eden verir.)
         Çıplak basına tokat atma tokat basına: 45 para
         Dalkavuğun kafasına iri bir yumruk indirme, yumruk basına: 40 para
         Ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama: 40 para
         Yüzüne mürekkep ve kömürle kara sürme: 37 para
         Kuyruğu dışarıda kalmamak üzere sıçanı ağzının içine kapatma: 400 para
          Sakız dolabına (bostan dolabı) bağlanarak su içinde bir miktar durdurulmak şartıyla bostan kuyusunda bir devrine: 600 para (bu latifeye birden fazla her devir için ayrıca 100 para verilir. Dalkavuk boğulur ölürse cenaze masrafı latifeyi yapana aittir.
          Bir salkım uzumun sapıyla beraber yedirilmesi: 40 para
          Evet yukarıdaki vesika gösteriyor ki, eski dalkavuklarla zamanımızda ki, dalkavuk kelimesinden anladığımız mana, ne kadar ayrı şeylerdir. Keşke eski zaman dalkavukları simdi de olsa hatta bugünkü dalkavuklara yukarda sayılan maymunlukları yaptırılsa. Bende  bütçeme uygun bir dalkavuk bulurdum herhalde.
         Yine aynı kitap ta.  Paşalardan biri dalkavukları arasında "dalkavukluk yarışması" açmış. Dalkavuklardan biri,  bir satırını,  arap harfleri ile,  bir satırını latin harfleri ile yazdığı bir mektup göndermiş paşaya.  Paşa mektubu yazan dalkavuğu çağırtıp mektubu neden bu şekilde yazdığını sormuş. Dalkavuk sırıtarak "paşam, boyn-u aziziniz yorulmasın diye böyle yaptım. arap harflerini okurken sağdan sola ilerlersiniz. Ertesi satırda başa dönmenize gerek kalmadan latin harfleri ile soldan sağa ilerlersiniz. Böylece her satırın sonunda başa dönmenize gerek kalmaz. mübarek boynunuz yorulmaz..." demiş.
        Günümüzde, böyle meslek haline getirilmiş dalkavuk ve  dalkavuklar bulamazsınız. Eğer olsaydı, memleketin sokakları dalkavuklardan geçilmezdi ve her birinizin birer dalkavuğu olurdu herhalde.    
              Şanlı Urfalı Yusuf Nabi   " Manasız sözden horoz sesi daha güzeldir. Hiç olmazsa o, manasını  bilmese de,  öteceği zamanı bilir"
          
            Günümüz dalkavukları ne ötecek zamanı bilir, ne de duracakları yerleri. Bunların yukarıdaki yaptırımlar gibi becerileri de yoktur. Onlar siyasetin ve siyasetçinin etrafında kendilerini sergilerler.
              Bu sözden yola çıkarak, biraz  siyasetten ve siyasetin etrafında dönen insanlardan bahsedelim.
           Siyaset: Bir amaca varmak için karşısındakilerin duygularını okşamak ve zayıf noktalarından faydalanmaktır. Bizim insanlarımızın çoğu her zaman buna müsaittirler. Bu noktada hem kendilerine zara verir ve hem de etrafındakilere. Onları kovsan da gitmez, sövsen de.
           1980' li yıllar da,  bir konuda bana yardımcı olması için bir siyasetçinin yanına gitmiştim. Bana,   ilk sorusu " sen hangi partidensin" o günden sonra,  siyasetçiden bir talepte bulunmaya hep korkmuşumdur. Eğer ben eğilip büzülerek dalkavukluk yaparak farklı boyutlara girse idim,  kesinlikle talebim yerine getirilecekti.
           İnsanlar ya bir politikanın içersine girdiklerinde, ya kendi maddi çıkar ve menfaatlerini düşündüklerinde,   ya da,  toplum içersinde egolarını tatmin etmek ve uç noktalarda görünmek veya bir şeylerin ayırım noktasına geldiklerinde siyaset veya siyaset etrafında dolanırlar.
            İnsanın özgün yapısı irdelendiğinde, anadan doğma siyasetçi olamayacağı bir gerçektir. Siyaset gereği gibi yapılmadığın da, insanın özüne ve doğasına yabancılaşması veya ikiyüzlüleşmesi demektir.                   
           Günümüzde İnsanlarının çoğu, bir siyaset üzere yürür giderler. Çevre koşullarının itmesiyle bütün özellikleri ortaya çıkar. Menfaat ve çıkarları uğruna bir taraflara yönelir, makyaj yaparak ve maske takarak, eldeğmemiş bir yüzle, günümüzün orijinal dalkavukluğunu yaparak insan içine çıkarlar. Bu durum kitlesel ve toplumsal boyutlara ulaşınca   da kavgalar, gürültüler başlar. Çünkü herkes siyasetçi olmuş ve herkes menfaat ve çıkarları uğruna dalkavuklaşmıştır. Bu durum insanlar arasında paylaşımı zor bir duruma gelmiştir. Artık siyasetin inanılacak ve toplumun da, dalkavukluğunun okşanılacak hiçbir yanı da kalmamıştır. Kalabalığın içersinde kendilerini okşatmak için sürekli savaş halindedirler.
            Ülke meseleleri bir yana, Türkiye de  siyaset  bölgelere göre farklılıklar arz eder. Her bölge kendi üretiminden yola çıkarak politika ve siyaset yapar. Karadeniz bölgesinde de   fındık üreticisinden yola çıkılarak siyaset yapılır. Aslında, bu konu çok yazıldı ve çok konuşuldu.
            Hükümet ile Fiskobirlik arasında yaşanan polemikle üreticilerimiz zarar görmektedir. Fiskobirlik lazım olan bir kuruluştur. Fakat fındık fiatları belirlenirken, tarımla ilgili tüm kuruluşlar bir araya gelerek, Hükümet çatısı altın da bir masaya oturup, fındık rekoltesi belirlenmesi, fındık fiatlarının ona göre tesbit edilmesi, devlet desteği altında hareket edilmesi gerekirdi. Bunların hiç biri yapılmamış ve üreticiye ciddi boyutlarda zarar verilmiştir. Piyasayı yönlendiren ve sorumluluğunu taşıyan insanla, fındığa yedi milyon fiat verirken, hangi siyasi amaç düşünüldü, krıterler neye göre   belirlendi. Hangi devletin kapısına gidilip, benim kaynağım budur diye para tahüdü alındı. Sistemin başında ki, lokomotifin başındaki makinist hata yapıyorsa, tireni sağa sola çarpıyorsa, bu tirenin içindeki insanlar zarar görüyorsa sorulacak çok şeyler var demektir. Fiskobirliğin, hamleyi yapacak, makanizmayı çevirecek öz kaynağı yoksa ve devletten de tahüt ettiği paranın sözünü alamamışsa, sıtratejisini çok iyi tesbit etmesi gerekmezmiydi? İnsanlar aylardır, fındık paralarını alamadıklarından, günümüz politika ve siyasetine veryansın ederek bulanık suda balık avlar gibi, sokaklarda bağırıp çağırmaktalar. Dün kahvelerde, sokaklarda, köşe bucak siyaset yapanlar, hak arayanlar, bu gün yine siyasi bir tutum içersinde haklarını kaybedenler, karşı tarafa geçip, azda olsa yaptıklarından sıyrılarak haklarını arama pahasına bir arayışın içine girerek kıyamet koparmaktadırlar.
             Aslında şurası bir gerçektir. Alacaklı olan  üretici, borçlu ise özerk bir kuruluş olan Fiskobirlik. Aslında bu bağırıp, çağıran insanlar, beklentilerinden dolayı, bu yöneticilerini  kulisler yaparak, gizli köşelerde yalan vaadlerle, siyaset yaparak, seçimle iş başına getirdikleri için, hesabın kimden sorulacağını , kimlere danışacaklarını, kimi, kimlere şikayet edeceklerini de bilemiyorlar.
             Yöneticiler, üreticilere karşı, bir şekilde sorumludurlar. Bu sorumluluk üzere görevi devralmışlardır. Siyaset üzere sorumlu değil, üreticiye karşı sorumludurlar. Fakat ne yazık ki, yöneticiler hayatlarından memnun oldukları için, kendi aralarında topyekün bir siyaset üzere yürürken,  bizim üreticiler de,  kahve köşelerinde, sokak aralarında, bireysel olarak, ikili üçlü, basit eylemlerle zamanlarını kaybeder hale gelmişlerdir.
             Bu konu ilgi alanım olmadığı halde, neden bu konu ile ilgili yazı yazmam gerektiğini bilmiyorum. Geçenlerde, bir gurup yönetici ile, bir gurup vekillerin bulunduğu bir topluluğun içersinde buldum kendimi. Konuşmalar önce memleket meselelerinden ve yumuşak bir hava ile olumlu bir şekilde siyaset üzere yürürken. Fındık üreticilerinin paralarının ne zaman ve nasıl ödeneceği ilgili vekillere sorulduğun da,   vekiller "Bizler elimizden ne gelirse yaptık, Fiskobirlik  özerk bir kuruluş, hadi bakalım, eğer yönetiminizden memnun değilseniz istifa edin, ve top yekün istifa ettirin. Fakat edemezsiniz çünkü hayatınızdan memnusunuz. Her biriniz maaş alıyorsunuz."   Sözleri üzerine kısa bir  sessizliğin ardından, seçim tehditlerinin ortaya atılması ile, guruplar arasında sıkıcı bir tartışa yaşanmıştır.
            
            Bu tartışmalardan benim anladığım, mevcut Fiskobirlik yöneticilerinin top yekün istifası ve görevden çekilmeleri fındık üreticisin yararına olacağını ve   sorunun yöneticilerde olduğu kanaatine vardım.
            Yarın ne olacak dersiniz? Günler geçecek, fındık paraları da ödenecek, bu günkü çekilen sıkıntılar unutulacak ve zamanı geldiğinde siyasetin ve yönetici seçimlerinin yeni bir devinim kazanma döneminde, yine sokakları dolduran bu guruplar, aynı siyaset ve ve fikirsiz, fikirleri ile meydanlara çıkacak ve tarihin tekerrürü ile, birileri sıkıntıya girerken, birileri de köşe bucak onların düştükleri durumları seyredecek. Tabi ki bu arada gemisini yüzdürenlerde kaptanlık vazifelerini üstlenecek. Bir yanda kendi çıkarları   uğruna siyaset yapan yöneticiler, diğer bir yandan  seçimle işbaşına gelmiş  devlet yöneticileri, yine bu gün olduğu gibi siyasetlerini yapacak ve değişmeyen bir üslupla hareket edeceklerdir. Olan yine vatandaşa olacak. Yarın hiç bir şey değişmeyecek
        
           Sekiz veya on yıl olsa gerek,  tarafı kalmamış bir siyasi liderin bölgemize geleceğini haber aldım ve dedim ki. Bu adamı şimdi kim dinleyecek, herkes küfürler savuruyor, derken evimin balkonundan dışarı baktığım da , büyük bir kalabalığın olduğunu ve alkışlarla, şehre doğru girdiklerini,  yüksek dozda arabanın kolunlarından ve   çevreye yayılan müzik sesiyle insanların coşkulu kalabalığını görünce anladım ki, bu ülkede bu insanlar, beyinen değişmedikçe,  hiçbir şey değişmeyeceğini, Sadece politikacıların, siyasetçilerin değişeceğini,    kalabalıkların hiçbir zaman değişmeyeceğini, Onlar aynı durdukları yerlerde dalkavukluklarına devam edeceklerini anladım. 
           Politika ve siyaset açısından ciddi bir sınavdan geçtiğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Politikacılar ve bir kısım medya   tantanalı bir biçim de  siyasi gösterilerini yaşamın ana gövdesine örtüyorlar. İnsanların iç dünyasından, günlük yaşantısına kadar her alanda yaşanılan umarsızlıkla, insanları siyasi ve politik bulutların altında ezilmesine sebeb kılıyorlar. Konuşmalar, kavgalar, tehditler ve tehlikelere işaret. Alkışlar, küfürler, kol kola gidiyor. Hep hükümetler değişiyor,   fakat hükmedenler hiç değişmiyor. Aykırılıklar kırmızı kart görüyor. Sokaklarda orman kanunları hakim. Gücü yeten, gücü yeteni eziyor. Kimsenin feryadı duyulmuyor. İnsan canavarlaşmaya ve haksızlık ederek hakkını almaya zorlanıyor. Bütün yönler insanlara kurt olma yönünü gösteriyor. Hakkıyla ve erdemli olmaya çalışanlara cinnet yönü işaret ediliyor. Açıkçası bizim aradığımız bir çizgide dingin bir politik ortam yok.             
           Bu hareketlilik bana film senaryolarını anımsatıyor. Her gösterimde yeni heyacan ve her gösterim de aynı seyirciler.       
           Olsun, onlar sahnelerinde, yeni, yeni oyunlarını sergilerken, hayata emeği ile tutunmaya çalışan, dalkavuk bir yapı içersine düşmeyen ve olan biteni sahnenin taa gerilerinden takip eden, ellerinden hiçbir zaman bırakmadıkları umutla, güzel günlerin ve herkesin, insan olma özü ile hareket eden insanların bulunduğu bir dünyayı beklercesine, dik durarak, onurlarından ödün vermeyerek, yaşamlarını sürdüren insanlarımız da mevcuttur.
               Biz onların yanında ve her zaman onlarla beraberiz.     


                                                                                                                     30.04.2006 
                                                                                                                 Ekrem SAYGI         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...