Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

13 Ocak 2018

Bir zamanlar Kumru Erçallar Kültür Sarayında Proğram Sonu

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Bir zamanlar Kumru Erçallar Kültür Sarayı


©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Benim her şeyim kütüphanem


11 Ocak 2018

2003 Yılında www.kumru.org(KUMRU HABER)' in İlk Sayfası ~ KUMRU BELGESEL

2003 Yılında www.kumru.org(KUMRU HABER)' in İlk Sayfası ~ KUMRU BELGESEL

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©©
Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

9 Ocak 2018

Meşrubat Kumru'dan, Türkü CD'den, Şenlik Yaylada, Cukkalar Belediyeden. (2010 Afişi)

Valla ne demek lazım gelir bilmem ki?
CD'lerden okunan türkülerden sanatçı denilen kültür yobazlarının aldığı paralar hep belediyeden giderdi. Şenlik yapılan yerlerde su olmadığı gibi tuvaletlerde yoktu. Güneşin altında hiç ağacın olmadığı alanlarda ihtiyaçlarını kimin nereye yaptığı pek belli olmazdı. Kimimizde cebimizde poşet taşır içine pisler arabanın kasasında Kumru deresine getirirdik. Meşrubatları Kumrudan götürür yayla suyu hiç görmeden geri dönerdik. Aklımıza göre de güya şenlik yapardık. Şimdi hala o boklu şenlikleri özleyenler var. Ne diyelim alt yapısı olmayınca başkaları yapıyor diye bu tür özentili kişiler yüzünden daha çok gariplikler yaşamak bizim hakkımız. Hem de fazlası ile...,
Bekir AKKAYA/KUMRU

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Kirlenmemiş Bir Pınar Halil Tatlıgül Hoca / Doç.Dr.Ahmet ÇAPKU

Ordu Fatsa- Kumru yolu üzerindeki İslamdağ beldesindeki bir Kur’an Kursu’nda fedakar bir şekilde talebe yetiştiren, güzel ahlak, ilim ve edep sahibi örnek insan merhum Halil Tatlıgül Hoca 1 Mayıs 1990 tarihinde vefat etmişti. Etrafına güzel kokular saçan ve ardında güzel izler bırakan merhum Halil Tatlıgül hocayı rahmetle anıyor ve sizleri Ahmet Çapku hocanın merhumu anlatan güzel yazısı ile baş başa bırakıyoruz.
Halil Tatlıgül hoca, Rizeli Mustafa Yıldız hocadan Arapça icazetini aldıktan sonra memleketine (Çokdeğirmen Köyü) gelmiş ki, onun gelişi de apayrı bir konudur. Zira üç yıl boyunca (ilmî çalışmasına sekte vurmasın diye olsa gerek) Rize’de okurken izini tozunu kaybettirmişmiş! Babası, oğlunun dönüşünü, sevincinden kurban keserek karşılamış!
Halil hocanın yolu günün birinde Çatak’a (şimdiki İslamdağ) düşmüş ve orada eskilerin tabiriyle ‘mektep hocası’ olarak tutulmuş. Önce iki odalı bir ev temin edilmiş. Bir odasında henüz hayatının baharında Halil hoca oturuyor öbür odada dersler yapılıyor. Hoca efendi, talebeleriyle yemek yapıp yer, kimi zaman aç kalır ama kimseye bu babda bir şikayeti yoktur.
Önce iki kişi olan talebeleri dörde, sekize ve nihayet ellilere çıkıyor. Sığmıyorlar odaya. Başka bir yere geçiş yapıyorlar. Nihayet Kur’an kursu yapılmasına karar veriliyor. Talebelerin sayısı gün geçtikçe artıyor. İnşaat hızla tamamlanıyor.
Gece gündüz gayret
Halil hocanın gecesi gündüzü belli değildir hizmet adına. Zaten o, ömrünü hizmete adamış biridir hayatı boyunca. Talebelerin yetiştirilmesi, etraf köylerde cenaze, mevlid, nikah merasimleri, dargınların barıştırılması, fetva işleri, sağ sol davalarının olduğu muhataralı devrelerde çekilen sıkıntılar, Kur’an kursunun yanına yapılan cami ve bütün bunların gelir gider işlerine bakılması, hocaya yakınlık peyda etmek ve onun sohbetine, özel duasına mazhar olmak için sürekli gelip giden misafirler…
Ez cümle hayatında doğru dürüst doyasıya uykusu bile olmamış Halil hocanın.
Kimi zamanlar sabah namazı sonrası falan köye filan (cenaze…) için giden hoca, ikindi sonrası kursa gelir ancak onu bekleyen en az on-onbeş misafiri vardır. Akşama belki yatsıya kadar onlarla ilgilenir, sonra da talebelere, gecenin on ikilerine kadar ders verir imiş.
Yorulur, kimseye halini arzedemez, hastalıklar onu bir taraftan bunaltır ama o, her şeye rağmen gerek talebelerle ilgisini, gerek çevreden gelen sevenleriyle münasebetlerini, gerek ailesi ve çocuklarıyla olan birlikteliğini ve gerekse özel zikir-virdleriyle sürekli bir akış içinde adeta bir koşturmaca halinde görevine devam etmiştir.
Mesai anlayışı
Görev saatini, kendisine memuriyet kanunu icabı belirlenen saatler olarak tayin eden nice hoca-memur görmüşümdür. Sabah sekiz akşam beş memurlarıdır sözünü ettiğimiz kişiler. Fakat Halil hoca ve Terme’deki benim de hafızlık hocam Niyazi Kasapoğluhocada böylesi bir zaman tahdidi söz konusu olmamıştır.
Niyazi hocamdan örnek verecek olursak, kışın gecenin onunda onbirinde evine gider, sabahın o ayazlı soğuk gecelerinde dört dörtbuçuklarda kursta biterdi. Sabah ezanı okunurken hafızlık talebelerinin derslerinin neredeyse üçte ikisinin dersi dinlenmiş olurdu! Her yıl ve her zaman böyleydi onun ders anlayışı. Halen de öyledir. Mesai mi? Mesaiyi melekler yazıyordu. O kadar!
Nitekim Halil hocamızın, rahmetli olmadan evvel; “Ben ölürsem siz, Termeli Niyazi hocaya gidiniz” dediğini bana Niyazi hocam söylemişti geçen yıl kendisiyle yaptığım bir sohbette. Hasılı bir insanın ve hele bir talebenin gönlünü nasıl İslama kazandırabiliriz kaygısını sürekli yaşamış biri olarak karşımıza çıkar Halil hoca ve onun gibiler.
Sııntılı günler
Nitekim Çatak’a geldiği ve talebelerinin sürekli artışı karşısında o civarın önde gelenleri ona; “Hocam, gelin sizi kadrolu olarak buraya tayin ettirelim” dediklerinde Halil hoca; “Yahu bu biraz bana (teftiş vesaire açısından) sıkıntı getirir. Siz, benim karnımı doyurun yeter. Ben sizden başka bir şey istemem ki…” diyerek onların bu talebine bir şekilde karşı durmuşmuş.
Ancak zamanla kadrolu olmuş ve hocanın tahmininin de bir şekilde tahakkuk ettiğini söyler onu yakından tanıyanlar. Hocamızın hayat hikayesini bilenlerden dinlediklerime göre o, bu noktada epey sıkıntılar çekmiş zamanında.
Kimi insanlar/hoca-memur vb. istedikleri ortamı hazır bulamayınca bir an evvel o belde-bölgeyi terk etmeyi tercih ederler. Torpil, rapor vesaire ile ister ki hemencecik oradan uzaklaşıp biraz daha iyi bir yere geçsin. Halbuki böyle bir düşüncenin tam zıttı istikamette bir yaklaşım buluyoruz biz Halil hocanın zihniyetinde.
Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmak hatta bir mum olup orayı aydınlatmak anlayışıdır bu. Etrafı, istenilmeyen bir yığın insan kaplamış olabilir fakat mühim olan, bu tür insanlara ilim-irfan, edep-erkan yönlerinden bir model, tutunacak, sığınılacak bir liman olabilmektir. Hakikaten hocamızın etrafı da böyle olmuştur.
Halil hoca Çatak’a geldiğinde oraların epey sıkıntılı yerler olduğu söylenir. Fakat kendilerinden çekinilen nice insan bile, Halil hocayı görünce çeketinin düğmelerini ilikler, hoca efendinin karşısında saygı duruşuna geçer, hoca oradan geçerken onlara selam verir ve onlar da; “Hocam bir emriniz var mıdır?” diye sevgi ve hürmetlerini beyan ederlermiş.
Halk, yanlarına yaklaşmaktan korktukları bu tür insanların Halil hocaya karşı bu denli saygılı olduklarını görünce şaşa kalırlar ve, nasıl oluyor bu böyle, demekten kendilerini alamazlarmış.
Bugün dahi İslamdağ beldesinden geçen ve Halil hocayı tanıyan pek çok şoför, arabasının müzik çalan teybini susturur ve muhtemelen içinden hoca efendiye bir fatiha gönderir, biraz aşağıya inince de teybini tekrar açar. Ben bunu şu hikmete bağlama eğilimindeyim: “Allah sevdiği bir kulunu başkalarına da sevdirir.”
Örnek bir anlayış
Memurîn sınıfından olan cami görevlileri ve diğer memurlara yıllık olarak yapılan zamlar konusunda Halil hoca; “Yahu devlet şu kadar memura bu kadar zammı nasıl bulup da veriyor acaba!’ demekten kendini alamazmış. Aslında onun bu sözünün altında kendisi de bir memur olarak ‘acaba ben, bu millete bu kadar maaşı alma noktasında ne verebildim ki, devlet bana bu kadar maaş veriyor. Hak edebildim mi sanki?!” diye kendini hesaba çekmesi söz konusudur.
Tam bir duyarlılık örneğidir bu yaklaşım. Bırakalım az maaş ve az verilen zam hikayelerini, bu aziz millete, üstlendiğim görev icabı ben ne verebildim düşüncesi vardır onun zihninde. Grev, görev ihlali, gereği yokken alınan raporlar, kafadan kullanılan izinler (!) ve buna benzer uygulamaların görev açısından Halil hocamızın zihninde acaba nasıl karşılığı vardı sorusunun cevabını bizatihi hocamızdan öğrenmeyi ne çok isterdim…
Halbuki cami görevlilerinin maaşlarının diğer memur kesiminden daha aşağı seviyede olduğunu ve Halil hocanın aile fertlerinin sayısının kabarık oluşunu dikkate aldığımızda bu yaklaşımın daha bir önem kesbettiğini söyleyebiliriz.
Emek olmadan olmaz
Hasılı emek olmadan yemek olmaz sözü gereği Halil hoca, mektep hocası olarak geldiği Çatak’ta Kur’an kursu, cami, küçük bir kütüphane, yüzlerce (belki binlerce?) talebe ve bir o kadar, sohbetlere katılan cemaat ve oluşturulan imanlı-ahlaklı-edepli bir muhit hediye etmeye muvaffak olmuştur. Tabi bunda hoca efendinin hasbî gayretleriyle gecesini gündüzüne katarak ve iman sevgisini ortaya koyarak yaptığı çalışmalar etkili olmuştur şüphesiz.
Her başarılı erkeğin ardında başarılı bir hanımı vardır derler. Bu noktada hocamızın rahmetli hanımının da hocamızın hizmetlerine katkısı olmuştur kanaatindeyim. Çocukları (Abdulfettah ve Abdurrahman beyler) bunu ‘yüzde elli’ olarak düşünüyorlar, bana ifade ettiklerine göre. Benim bu tür hanımefendilere ‘sessiz kahramanlar’ diyesim geliyor. Toplumumuzun ruh hamurunu yoğuran sessiz ve fakat derinden işleyen ruh insanlarıdır onlar.
İmam Gazzâlî’nin âlimler için ‘dünya âlimi’ ve ‘ahiret âlimi’ ayırımı Halil hocayı anlamımız noktasında önem arzeder. Hüccetü’l-İslâm Gazzâlî, İhyâu ulûmiddîn isimli meşhur ve mâruf muhalled/(kalıcı-klasik) eserinde dünya âlimlerini, tabir yerinde ise nokta kadar menfaati için virgül gibi eğilen, ilmin şerefini ayağa düşürüp beş paralık eden ve böylece kendilerini ve toplumu perişan eden kişiler derekesine indirgerken; ahiret âlimlerini, hedefleri Allah rızası ve ahiret kaygısı olan sahici âlimler olarak nitelendirir
Bununla birlikte Halil hocanın ‘ilm-i tevâzûa’ bürünmesi de apayrı bir husustur. Meyveleri olgunlaştıkça dallarını aşağı eğen ağaç gibi hoca efendi, tam bir tevâzu ehli insan olmuştur. Onun hayatı üzerine muhterem pederim (Mehmet Çapku) ile hemen her konuşmamızda babacığım bana şunları söyler:
“Oğlum! Halil hoca vaazlarında, anlattıklarını sanki kendine söylüyor ve o mecliste herhangi bir hatalı, kusurlu biri varsa o kendisi imiş, başkaları ise tertemiz imiş gibi bir halet-i ruhiyeye bürünür ve bu doğrultuda konuşurdu. Halbuki kimi hocalar vaaz kürsüsüne çıkınca kürsüyü yumruklar, bağırıp çağırır ve sanki camide, mecliste suçlu ararmış gibi konuşurlar. Halil hoca ise Allah’ın garip bir dervişi gibi idi.”
Kabir taşında
Hoca efendinin notları arasındaki bir belgedeki şu şiir de bunu yansıtır niteliktedir:
“Min kelâmi ulemâi’l-âhireti [ahiret âlimlerinin sözlerinden]:
Eli boş gidilmez gidilen yere
Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımla pek güç getirdim
Hocamızın kabrinin baş taşına yazılan şiir de aynı minval üzeredir:
Dilerim bakmaya Rabbim yüzümün karasına
Merhem-i rahmet süre masiyetim yarasına
Kereminden ne kadar mücrim isem kesmem ümid
Giremez kimse Efendiyle kulunun arasına
Çok sevilirdi
Bizim insanımız, sevdiği biri vefat edince onu evliyalık makamına yükseltir, der Ahmet Hamdi Tanpınar. Öyledir gerçekten. Fakat Halil hocamızın keramet ehli olduğuna dair pek çok rivayet dinlemiştim onu tanıyanlardan. Onun bu kadar sevilmesi bile bir keramet değil midir?… (Sevmeyeni yok muydu, elbette onlar da eksik olmamıştır. Fakat iman taşıyan hemen herkesin onu sevdiğine tanığız sadece.).
Hocaefendi başta talebeleri olmak üzere etraf köylerdeki pek çok insana dini anlatma ve sevdirme noktasında durmak bilmeksizin gayret etmiş ve onlara İslam sevgisini kazandırmaya çalışmıştır. Kim bir şeye ne kadar emek sarfederse o şeyi o kadar sever ve onu sevdirebilir.
Pekiyi acaba hocayı yakından tanıyanların hocaya olan sevgi derecesi nedir diye sorulacak olursa şunu söyleyebilirim. Kendisini tanıyan ve sevenlerle yaptığım pek çok söyleşide, ona talebe olmuş ya da onunla şöyle böyle hatırası olmuş insanlar, o özel ve güzel anları sanki tekrar yaşıyorlarmışçasına bana anlatırlarken göz yaşlarına hakim olamıyorlardı…
İşte bu nokta, Hoca efendiyi tanıyanların ona dair duygu ve düşünceleri hususunda insana her şeyi özetleyen, sözün bitip sükûtun başladı yerdir…
Örnek bir şahsiyet
Hasılı bizler, dünyaya bir kez gelen insanlar olarak ‘iman-ahlak ehli bir insan evladı’ olarak kaldığımız ve bunu sevdirebildiğimiz oranda Hakk ve halk gönlünde yer edebiliriz. ‘Efendim bu devirde olmaz, çok zordur’ gibi mazeretlerle sadece kendimizi avutabiliriz. Çünkü önümüzde Halil hoca gibi bir numûne duruyor, gönül verilirse bu işin olabileceğine dair.
Zaten onu büyük kılan da bu zor zamanda bize, elle tutup gözle görebileceğimiz bir numûne oluşu değil midir?
Allah kendisinden, ehlinden ve onun yetişmesine katkıda bulunan herkesten razı olsun. (âmîn).
Not: Bu yazı Kumru.org sitesindeki Halil Hocada Sorumluluk Bilincine Dair başlıklı yazıdan kısmi olarak iktibas edilmiştir.
Bekir Akkaya'nın Notu: www.kumru.org sayfası Bekir Akkaya'nın 2000 yılında Almanya'da yaşayan Mehmet Arşın sponsorluğunda kurulan Kumru İlçesine kazandırdığı ilk site olup şu anda tarafımızdan kapatılmıştır. Bekir Akkaya 10.01.2018/KUMRU
Not: Mustafa Yıldız hoca zekasından dolayı Halil Tatlıgül Hoca’ya Zeki ismini eklemiştir.
Ahmet Çapku/ DinKulturuAtolyesi.com
KAYNAK : http://www.dinkulturuatolyesi.com/ahmet-capku-kirlenmemis-bir-pinar-halil-zeki-tatligul-hoca/
*******
©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

26 Aralık 2017

Kitaplar Çöpe ya da Geri Dönüşüme / Bekir AKKAYA

   Bu yazı tarafımdan 14 Temmuz 2016 tarihinde yazılmıştır. Fotoğrafta görülen kitaplar ise yıl sonunda okulun çöplerinden toplanmıştır. Bilinmelidir ki okullarda kütüphane ya da kitaplık ya hiç yoktur ya da kullanılmamaktadır. Kütüphanesi olmayan okul düşünebiliyor musunuz? Emin olun kütüphanesi olmayan okullar mevcuttur. Yalandan kitap okuma zamanları düzenlense de bu sadece günü kurtarma, resmi yazıları güya yerine getirme numarasıdır...
                       **********
Mesleğimizin eğitim ve öğretimle ilişkisi olması nedeniyle bulunduğumuz yerlerde kitaplar hep karşımıza çıkar.
            Zorunlu olarak kitap işimizin bir parçasıdır. Öyle olunca da bir öğretmeni kitaplardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Hep böyle düşünülür ancak durum hiç te böyle değildir.
            İşin doğrusu son zamanlarda öğretmen kitabı sevmiyor. Diğer mesleklerde kitabı sevmeme anlaşılan bir durum olabilir. Ancak bir öğretmenin kitabı sevmemesi  ya da kitaptan uzak durması  anlaşılan bir durum değildir.
            Öğretmenin görevi eğitim öğretim ve dolayısıyla kitaptır. Mesleğini yerine getirirken ve geçimini temin ederken kullandığı araç ve gereci kitap ve kalemdir.
            Devlet öğrencilere kitapları ücretsiz veriyor. Aslında bu iyi gibi gözükse de bu durum çok kötü bir şeydir. Kitap gibi bir şeyin bu kadar değersizleştirilmesi ve işi bitince atılması ve yakılması şekline getirilmesi anlaşılır bir durum değildir. Ben şahsen bu durumun son derece tehlikeli bir durum olduğunu düşünüyorum. Ve bunu bir öğretmen olarak söylemekte hiçbir sakınca da görmüyorum.
            Bizde okuma alışkanlığı zaten yok. En azından ders kitabı da olsa evlere bazı kitaplar giriyordu. Şimdi bu kitaplarda yılsonunda öğrencilerden toplanarak geri dönüşüme gönderiliyor. Hatta bu kitaplarla birlikte ne kıymetli romanlar araştırma ve fikir kitapları da aynı şekilde toplanarak geri dönüşüme gönderilmekte. Okulların birçoklarında kütüphane yok. Yıl içinde sınıflarda oluşturulan kitaplıklarda toplanılan kitaplar toplanarak doğru yakılmaya ya da geri dönüşüme gönderiliyor. Yetkilere bu durumu aslında iletmek lazım. En azından kitaplar devlet tarafından ücretsiz verilmemeli. Çocuğunu okutacak en azından kitapları para ile almalı. Kitaplar da eskisi gibi sık sık değiştirilmeyerek gelecek yıllarda da kullanılabilmelidir.
            Bu konuda yazılması gereken çok şey var. Okuma yazması olmayandan öğretmen olmamalıdır. Kitap okuma alışkanlığı edinmemişlerden öğretmen ya da milli eğitimde bir görev verilmemelidir.
            Son olarak hafta içerisinde gazetelerde yayınlanan bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum.
   “Üniversite yerleştirilmelerinde daha önceleri Tıp ve Hukuk Fakültelerine uygulanan başarı puanı sıralaması bu yıl Mimarlık ve Mühendislik Fakültelerine de uygulanacak. Öğrenciler Tıp Fakültesine gitmek için 40 bin, Hukuk Fakültesine girmek için 150 bin, Mimarlık Fakültesine 200 bin, Mühendislik Fakültesi için ise 240 binin içerisine girmek zorundalar.   Bu rakamlarda öğretmenlik var mı? Yok.
             Kimse böyle bir durumdan çocuklarımız için iyi bir gelecek beklemesin.
            Milli Gazete’den
            “Kitap sızlar kitap sızlar
            Kalem ağlar kitap sızlar
            Son Kitabın ilk emrini
            Unuttular Kitapsızlar”

            Bekir AKKAYA/ 14 Temmuz 2016/KUMRU
**********Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dokümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer doküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.Bekir AKKAYA **********





25 Aralık 2017

İnternet mi? Kütüphane mi?/Bekir AKKAYA


Not: Bu yazı tarafımdan 19 Mayıs 2014 tarihinde tarafımdan yazılmıştır. Fotoğraf ise o tarihte kütüphanesi olup ta hiç bir zaman öğrencilerin girmediği ve olan kitapların dağınık bir şekilde raflarda ve masa üzerlerinde darmadağın olduğunu Kumru YİBO'da çekilmiştir.
                       *************
Benim yaşıtların algılayamadığı bir dönem yaşıyoruz.
                Yaşamımızın her alanında durum böyle…
                Yemek alışkanlıklarımızdan tutun da konuşma adabına kadar…
                Yürüyüşlerimizden tutun da tepkilerimize kadar…
                Anne baba ilişkilerinden tutun karı- koca ilişkilerine kadar durum bana karmakarışık geliyor…
                Bu benim yaşıtlarımın alışkanlıklarından kaynaklanabilir…Bizim dönemimizle şimdiki dönem çok farklı…
                Şimdi her şey hazır ve bol…Bu bolluğun içersinde nimetin farkına varmak mümkün değil…
                Okullarda kitaplar bedava…Onunda ötesinde bilgisayarlar var…
                Radyonun ve televizyonun olmadığı bir dönem yaşadık biz. 1972 yılında Ankara eski garajında televizyon görmek için az dolaşmadım. Görüntüsünü değil kutusunu görmekti derdim…Gördüm mü? Hayır…
                Bizim eve televizyon 1984 yılında girdi. Tek kanal ve siyah beyaz…
                Gerçekten bolluk

20 Aralık 2017

İslamcı Dergiler Projesi

İSLAMCI DERGİLER PROJESİ

PROJE HAKKINDA

RAKAMLAR : 43 dergi, 3,442 sayı, 79,572 yazı

İslamcı Dergiler Projesi tanıtım broşürü için lütfen tıklayınız.
Dergilere Ulaşmak İçin Sayfaya Gidiniz: http://idp.org.tr

Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi başından beri üzerine çokça yazılan ve farklı yönleriyle konuşulan bir konu olmasına rağmen bu düşüncenin üretildiği, tartışıldığı ve yaygınlaştırıldığı dergiler pek çalışılmamıştır. Hâlbuki dergiler, Osmanlı’nın son döneminden bugünün Türkiyesine kadar, İslamcı düşüncenin oluşumunda ve gelişiminde önemli bir işleve sahip olmuş ve İslamcı yayıncılığın en önemli bileşenlerinden birini teşkil etmiştir. Bu yayınların incelenmesi Türkiye’de İslamcılık düşüncesi bağlamında tartışılan konuları, kavramları ve özneleri derli toplu bir şekilde ortaya çıkaracağı gibi, Türkiye’de İslamcılık düşüncesinin gelişim seyrinin ortaya çıkması için de önemli kapıları aralayacaktır.
Kapsam

Projede dergiler 3 aşamada incelenecektir. Projenin 2014-2015 yıllarında tamamlanan birinci aşamasında 1960-1980 dönemi mercek altına alınmıştır. Bu dönemin seçilmesinin nedeni hem kendisinden önceki dönemleri yansıtan bir yapısının hem de kendisinden sonraki dönem üzerinde çok ciddi etkilerinin olmasıdır. Böylece İslamcı neşriyatın ciddi bir atılım gösterdiği bu ara dönem üzerinden İslamcılığın ana temalarını ortaya koymanın daha kolay olacağı düşünülmüştür.
Projenin 2016’da gerçekleştirilen ikinci aşamasında 1960 öncesine ait 58 dergi incelenmiştir. 2017-2018 yıllarında gerçekleştirilecek 3. aşamasında ise 1980 sonrası yayımlanmış 500'e yakın derginin dijitalleştirilmesi, kataloglanması ve incelenmesi planlanmaktadır.
1960-1980 Dönemine Ait

43 dergi, 3,442 sayı, 79,572 yazı

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©