9 Mart 2008

Fareye Peynir Taksim Ettirmek…Abdullah ÖZBEK

Konya Postası Gazetesi'inde Prof.Dr.Abdullah Özbek'in bu haftaki yazısının başlığı "Fareye Peynir Taksim Ettirmek…" İşte o yazı...
Bir gün iki karga, bir dilim peynir bulur. Yalnız paylaşma konusunda anlaşamazlar. Nerdeyse iş kavgaya varmak üzeredir. Sonra akıllarına parlak bir fikir gelir…
Farenin hakemliğine başvurmak…
Kanaatlerine göre o, bu işten daha iyi anlamaktadır.
Peyniri yanlarına alarak, doğru farenin yanına giderler. Durumu anlatıp hakça bir paylaşım isterler…
Fare bu işten son derece memnun kalır…
Öyle ya, iki karga bir dilim peyniri taksimde anlaşamıyor; işi ehline çözdürmek (!) için kendisinin kapısını çalıyor…
Fare önce, rastgele peyniri ikiye böler. Sonra her birini, terazinin bir kefesine koyar. Ne taraf ağır gelirse, bir parça koparıp yer. Bu sefer öbür taraf ağır basar. Hemen ondan da alıp mideye indirir… Ve bu işi, denge sağlayıncaya kadar sürdürmeye kararlıdır…
Kargalar, ilk önce ne olup bittiğini pek fark etmez. Ama peynir, gözlerinin önünde uçup gitmektedir. Hemen akıllarını başlarına devşirip itiraz ederler…
—Fare kardeş! Size zahmet oldu… Biz gerisini kendimiz hallederiz…
Aslında bu hikâye, kendi işini görebilecek yeteneğe sahip iken, bunu başkalarına havale edenlerin hikâyesidir. Özellikle de bizim hikâyemiz… Çünkü kargalar, bu kadar saf değildir.
Şu hâlimize bir bakın…
Bir zamanlar dünyaya adâlet dağıt; şimdi de gel, insanları bir varil petrolde boğmaya çalışan çevrelerden hak hukuk dilen…
İşte bir misâl:
Kendi mahkemelerimize güvenmeyip olur olmaz davada, hemen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne[1] (AİHM) başvuruyoruz.[2]
Sebep?
Daha âdil bir çözüm…
Bu mümkün mü?
Bir kere, bunun bir garantisi yok. Şimdiye kadar verdikleri kararlar, bunu açıkça göstermektedir. Onların yaptıkları, hem nalına hem mıhına…
İşte Güney Kıbrıslı Titina Loizidu'nun tazminat davası…[3]
Kadın, Türk askerlerinin Girne'deki evine ulaşmasına engel olduğu gerekçesiyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açtığı davayı kazanıyor ve Türk hükümetini tazminat vermeye mahkûm ettiriyor…
Peki, 1963’ten beri, Rum, Yunan, hatta BM askerlerince evine ulaşması engellenen binlerce Türk'ün mağduriyeti ne oluyor?
Maalesef, İnsan Hakları Mahkemesi, bunları görmezlikten geliyor…
Bir de şu hususu düşünmemiz gerekir…
Batı’nın insana bakışı çok farklıdır. Dolayısı ile “insan hakları” kavramı da farklılık arz etmektedir. Nitekim bazı Batılı düşünür ve liderlerin, bazı ırkları, nerdeyse insandan bile saymadıkları bilinmektedir.
Hele de bu insan hakları mahkemesine bizim başvurumuz, din ya da din’i çağrıştıracak bir mesele olursa, doğru karar çıkması şansa kalmıştır… En azından, Türkiye’nin hayrını düşünmeleri çok zor görünmektedir.
Onlar gayet iyi bilirler ki, milletimizin kültürünü oluşturan en büyük etkenlerin başında din ve dil gelmektedir. Yine, vatan, millet, namus, bayrak müdafaasının en büyük motivasyon kaynağı olan “şehitlik ve gâzilik”, din’e dayanmaktadır… Edebiyatımızdan, dilimize, musikimize, folklorumuza, tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize varıncaya kadar, her alanda din vardır.
Bunlardan dini çıkarırsanız, ne olur, biliyor musunuz?
Ortada, bir “hiç” kalır, hiç!
En başta, Avrupa’daki vatandaşımızı din ve dili yüzünden bir türlü asimile edemediklerinin sıkıntısı içindedirler. Zaten bunu çeşitli vesilelerle dile getirmekten çekindikleri falan da yoktur. Çünkü kendilerini güçlü görürler.
Bütün bu gerçekler ortada iken, bir Alevî vatandaşımız kalkmış, “Din Kültürü ve Ahlâk Dersi”ni AİHM’e şikâyet ediyor.
İddiası da şu:
Bu derste öğretilenler bizim dini ve felsefi inançlarımızla uyuşmuyor; bu derste bizim dini ve felsefi inançlarımız öğretilmiyor. O yüzden çocuklarımız bu dersten muaf tutulmalı…
AİHM bu şikâyeti haklı buluyor… Ardından bizim Danıştay 8. Dairesi de buna dayanarak ilköğretim okulları ve liselerde okutulan 'din kültürü ve ahlâk bilgisi dersi' ile ilgili olarak benzer bir karar veriyor…
Kendini Alevî sanan bu vatandaşımıza sormak isterim…
—Hani sizin pirleriniz Ahmet Yesevî, Yunus, Hacı Bektaş Veli ve Mevlanâ idi?
—Madem ayrı dinî inanç ve felsefeden bahsediyorsunuz; bunları neden açıkça bir metin halinde ortaya koymuyorsunuz?
Hele bir hazırlayın… O zaman, kaç Alevî vatandaşımız peşinize takılacak, bir görelim!
Diğer taraftan, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin Anayasa’da zorunlu dersler arasında zikredilişi, belirli bir kesimin hep canını sıkmıştır. Yok Anayasaya aykırı idi, yok laiklikle bağdaşmıyordu, yok insan haklarına tersti… Daha neler, neler… Bu işin iyice tadı kaçtı…
Bir kere, yukarıda da belirttiğimiz gibi din, bizim kültür ve medeniyetimizin her alanına yansımıştır. Eğer bunlardan din’i çıkarırsanız, her şey enkaz haline gelir.
Bir ara, bu gerçek göz ardı edilerek, din’i ve buna dayalı kültürü, milletimizin hayatından çıkarma denemelerine girişenler oldu.
Ama tutmadı… Tutmaz da…
Bir de, bazı akıllı geçinenler, Türkiye’yi “çok kültürlü” bir toplum statüsüne sokarak, laik bir sistemde böyle bir dersin olamayacağını iddia etmektedir. Bunun sonu nereye varır, biliyor musunuz? Ülkenin bölünmesine… Haberiniz olsun! Ve aklınızı başınıza alınız… Bu iş çocuk oyuncağı falan değil. Sonra bu iş, komplo teorisi falan da sanılmasın…
Sonra, kim demiş Türkiye laik diye? Laikiz diyerek, kendimizi de Batılıları da kandırdığımızı sanıyoruz… Bu, düpedüz bir deve kuşu savunması… Uç deyince, deve; yük çek deyince de kuş!
Eğer laiksek, koca “Diyanet Teşkilatı” neyin nesi? Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 4. Maddesinde imam-hatip yetiştirilmesi ve ilâhiyat fakülteleri açılması emrediliyor. Bazı devlet kurumları kurban derisi, fitre ve zekât topluyor…
Daha bitmedi…
1925’de Tekke ve Zâviyeler kapatılmıştı, değil mi?
Bu kararla, tarikatlar ve bu kurumların faaliyetleri bitti mi? Kesinlikle, hayır… Üstüne üstlük, laiklik adına bu kurumlardan şikâyet edenler, yeri geldiğinde, tarikat şeyhlerine en üst perdeden kıyak yapmaya devam ediyor…
Bakınız, bir tarikat şeyhi ölüyor… (Merhum) Bülent Ecevit hükümeti, iki ortağı ile birlikte, bu şeyhin Süleymaniye Camiî’nin bahçesine gömülmesi için bakanlar kurulundan jet hızıyla bir karar çıkartıyor…[4]
Ha, bu arada şunu da söyleyeyim… Özel mezarlıklara gömülme gibi bir ayrıcalığın, kesinlikle dinde yeri yoktur… Ama kime anlatacaksınız? Her tarafta cehâlet diz boyu!
Görüldüğü gibi halimiz ortada… Buna rağmen, bir de tutmuşuz, kendi içimizde, biz bize halletmemiz gereken bu meseleleri, kalkıp AİHM’e götürüyoruz…
Onun kararlarının, farenin peynir taksiminden farksız olduğu açık… Bir anlamda, kediye ciğer ısmarlamak gibi bir şey!
İsterseniz, üzerinde biraz düşünün!

[1] (AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi'ne bağlı olarak kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Türkiye dâhil, 47 Avrupa ülkesi, bu mahkemenin yargı yetkisini tanımaktadır. Bak. http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_Ä°nsan_Hakları_Mahkemesi (Erişim tarihi. 7 Mart 2008)
[2] Bak. http://www.psakd.org/aihm_din_dersi_karar.html (Erişim tarihi. 8 Mart 2008)
[3] Bak. http://www.ntvmsnbc.com/news/213043.asp (Erişim tarihi. 7 Mart 2008)
[4] Bak. http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/02/07/291419.asp (Erişim tarihi. 7 Mart 2008)
İLGİLİ YAZI VE DİĞER YAZILAR İÇİN: http://www.haberk.com/haber/yazi.asp?id=1326

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...