21 Ekim 2009

Bilinçli olmaya var mısınız? /Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

Toplumda bir şeylerin ters gittiğinden söz edenler, bunun düzeltilmesi için “halkın bilinçlenmesi” gerektiğini söylüyor… Ama bunun nasıl olacağı konusunda pek kafa yoran yok…
Diyelim ki, yolsuzluğun ve uyuşturucunun önlenmesi konusunda insanlar bilinçlendirilecek… Nasıl olacak bu iş?
Burada öncelikle, insanın iki temel gücü olan “fayda ve zarar” duygusu harekete geçirilmelidir. Çünkü insan yaratılış itibariyle, faydalı gördüğü şeye yönelir; zararlı gördüğünden de kaçınır.
Şimdi soralım…
Yolsuzluktan kim zarar görür?

Şüphesiz mağdur olanlar. İlk etapta bunlar göze çarpmaktadır.
Onun için bu kesim, konuyu biraz daha kolay kavrayabilir. Ama yine de, çok iyi anlatmak ve bilgilendirmek gerekir. Çünkü hakkının yenilmesine alışmış olan korkak, uyuşuk ve köle ruhlu tipleri uyandırmak ve harekete geçirmek o kadar kolay değildir.
Hukuk ve ahlâk dışı yollarla, kazanç elde edenlere gelince…
Görünüşe göre bunların bir eli yağda bir eli baldadır. Bunlar, tuzu kuru takımıdır… Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındadır… Sonra kendilerini efendi, başkalarını da uşak olarak görmeye alışmışlardır…
Ama bir de işin sonuna bakmak lazım. İnsanoğlunun geçirdiği tecrübe ve yaşanan olaylar, bunlara hiç de iyi haber vermiyor.
Peki, ne diyor?
“Eden bulur, eşen düşer”, “Men dagga dugga=Kim birisinin kapısını çalarsa, bir gün onun da kapısı mutlaka çalınır”, “Ava giden avlanır.” diyor…
Burada vurgulanmak istenen şu…
Öbür dünya inancı olanlara sözümüz yok… Olmayanlara ise şunu hatırlatmak isteriz…
Yakından bakılınca, hiçbir kötülük, bu dünyada da yapanın yanına kâr kalmıyor. Çünkü varlık âleminde karşılıksız kalan hiç bir şey yok.
Şayet bu konuda bir bilinç oluşturulmak isteniyorsa, aileden başlayarak, üniversiteye kadar her türlü eğitim basamağında öğrencilere, “fayda ve zarar bilinci” ile ilgili olarak ciddi gözlemler ve araştırmalar yaptırılmalıdır…
Yine konu ile ilgili hikâyeler ve romanlar yazılmalı, filmler çevrilmelidir. Aynı şekilde yarışla güfteler yazdırılıp bestelettirilmeli. Radyo ve televizyolarda sırf bunun için programlar yapılmalı; konunun uzmanları tarafından konferanslar verdirilmeli ve sempozyumlar tertip edilmelidir.
Bir taraftan bunlar yapılırken, diğer taraftan da adâleti gerçekleştirecek hukûkî ve kanunî düzenlemelerin yapılması şarttır. Elbette ki bunları hakkıyla uygulayacak ehil kimselerin yetiştirilmesi de çok önemli.
Ama bir de şu var…
Bilinçlenmek için bir alt yapıya ihtiyaç var… O da sabır…
Bir kere sabırlı insan, duruşunu bozmadan, irkilmeden, şikâyet etmeden, her türlü kışkırtmalara, aksiliklere, şanssızlıklara, acılara, engellemelere ve belalara göğüs gerer ve hak bildiği yolda sonuna kadar azimle yürür.
Meselâ birisi, işim erken olsun diye rüşvet verirse, bu kötülük nasıl ortadan kalkar? Bakıyorsunuz bayramlardan önce, “Birkaç gün fırınlar kapalı” diye bir haber yayılıyor… Duyanlar hemen beş on günlük ekmek istifliyor. Ondan sonra da kurumuş ve küflenmiş halde bunların çoğu çöpe gidiyor.
Ya gideceği yere beş on dakika erken varmak isteyenlere ne dersiniz? Bu gibilerin bir anda canavarlaştığını kim inkar edebilir?
Maalesef bu kafa yapısı her kesimde var…
Şimdi oruç tutan birisini düşünelim. İşin temel esprisi, akşama kadar boğazından gıda olarak bir şey geçmeyecek. Ama iftarda yemeklere saldırışını bir görmelisiniz… Mübarek sanki kıtlıktan çıkmış!
Ya büyük şehirlerde, iftara erken yetişeyim diye trafiği birbirine katanlar?
Diğer taraftan birisi, ön safta namaz kılmanın fazla sevap getireceğini duymuş. Bir de bakıyor ki halk camide yerini çoktan almış. Bu sefer, insanların tepesine basa basa öne doğru yürüyor. Sanki balta girmemiş ormanda yol açıyor.
Yine bir kişinin içki, sigara, uyuşturucu vb. kötü alışkanlıklardan vaz geçmek istediğini farz edelim. Bu konuda aklını da ikna etmiş. Ama bir türlü başaramıyor. Sebep yine aynı…
Daha önce hiç sabır eğitimi görmemiş… Onun için de zaaflarına yenik düşüyor.
Doktorlar da hastaların çoğunun sabırsız olduğunu söylüyor. Ne ilaçları tam kullanıyorlarmış, ne de tavsiyelere aldırıyorlarmış… Üstelik kendi sağlıkları söz konusu olmasına rağmen!
Hani insan menfaatine düşkündü? Aklını kullanmayınca öyle alçalıyor ki!
Şimdi, obezite denilen bir hastalık var… Yani şu bildiğimiz şişmanlık. Bunun temel sebebi belli… Çok yemek ve hareketsizlik.
Ama bir takım yarım akıllı kişiler, reklâmların etkisiyle, piyasaya “zayıflatıcı” diye sürülen ilaç ve maddeleri kullanıyor.
Bu uğurda canından olanlar bile var. Eskiden, bu tip ürünlere kendisini kaptıran bir komşumuz vardı… Bir keresinde az daha öbür dünyayı boylamıştı!
Kafaya bak! Hem tıka basa ye, hem de tığ gibi ol… Sevsinler seni… Böyle bir kural nerede görülmüş!
Ha, bazı bünyeler hem yer hem de kilo almaz. Bu kesinlikle bir metot teşkil etmez. Konuya “sebep-sonuç ilişkisi” açısından bakmak gerekir. Yani kim fazla yerse, kilo da alır, sağlığı da bozulur… İşin israf yanı da cabası…
Öfkenin, didişmenin ve pek çok kavganın temelinde de sabırsızlık yatar. Pek çok zeki insanın hayatta başarısız oluşunun sebebi de yine sabırsızlıktır.
Hayatın temel kanununu da sabra dayanır. Bir buğdayın başak haline gelmesi için dünyanın kaç defa döndürüldüğünü hiç düşünüyor muyuz? Bugün fidan dikip yarın meyve toplamak kimin aklından geçer? Sonra insana ne derler?
Onun için Peygamberler, hem sabrı tavsiye etmiş hem de örnek olmuştur.
Şu sözlerin boş yere söylenmediğini de herkes bilir…
Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas. Sabrın sonu selâmettir. Sabreden derviş, muradına ermiş. Sabır acıdır, ama meyvesi tatlıdır. Sabreyle işine, hayır gelsin başına. Hırsla kalkan zararla oturur. Kırk gün taban eti, bir gün av eti…
Görülüyor ki sabırda, hedefe ulaşmak için hem bekleme hem de bilinçli bir mücadele vardır…
Peki, şu haliyle bizim insanımız, kaç gün açlığa ve susuzluğa dayanabilir? En küçük bir elektrik ve su kesintisinde neler yapmaz? Ya depremler, seller, fırtınalar, toprak kaymaları, kıtlıklar, harpler?
Hele öyle kişiler var ki… Bunlar para, makam, şöhret, kadın ve erkek cazibesi karşısında kendini ne kadar tutabilir? Bu konuda Hz. Yusuf’un hayatı üzerinde iyi düşünülmelidir.
Şu husus çok iyi bilinmeli ki, dünyada başarı, ilerleme ve kalkınma denilen değerlerin gerisinde de sabır vardır. “Armut piş, ağzıma düş” düşüncesiyle bir baltaya sap olmak mümkün değildir.
Şayet bilinçlenme isteniyorsa, bu gerçekler dikkate alınmalıdır. Ve eğitim sistemi buna göre düzenlenmelidir. Yoksa daha çok zaman kaybederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...