5 Mart 2010

Rağbet problemi?/Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK


Rağbet problemi?

Bir şahsı ya da toplumu iyi anlamak için ne tip düşüncelere ve kişilere rağbet ettiğine bakmak lâzım.

Mevlanâ’nın şu sözü ne kadar anlamlı, değil mi?

Diyor ki…



-Neyi arıyorsan osun!

Öyle ya, peşinde koştuğu şeyler,
bir anlamda koşanı ele vermektedir.



İnsanlık tarihine bakıldığı zaman, itibar ve rağbet anlayışlarının inançlara, kültürlere, içinde bulunulan şartlara ve menfaatlere göre değişiklik arz ettiği görülür. Yetişme tarzı da bunda çok etkilidir.

Bir ara Halep’teki Hemdânîler’in hükümdarı Seyfüddevle, ülkesindeki aksaklıklara çare bulması için ünlü filozof Farabî’yi (870-950) davet eder.

Farabî isteği samimi bulup yola çıkar. Vardığında hükümdar divan (bakanlar kurulu) toplantısındadır.

Hemen hükümdara haber verilir. Daha sonra da içeriye buyur edilir.

Huzura girmez selâm verip şöyle bir soru yöneltir:

—Ey Hükümdar! Meclisinizde nereye oturayım?

Cevap muhteşemdir…

—İstediğin yere!

O zaman filozof şu meşhur açıklamasını yapar:

—Eğer senin meclisinde ilim böyle itibar görüyorsa, sizinle anlaşırız.

Osmanlı sarayında padişahlara sır dostluğu ve danışmanlık yapan Koçibey, Dördüncü Murad’a (1612-1640) sunduğu o meşhur risâlesinde (kitapçığında), neye itibar edip etmemesi gerektiğini nazik bir şekilde anlatır.

En başta da medreselere (üniversitelere) alınan araştırma görevlilerinin (ilerde ilim adamı olmak üzere staj yapanların) kalitesizliğine ve adâletin yerine getirilmeyişine dikkat çeker.

Demek ister ki, toplumu ayakta tutan ilim ve adâlettir. Eğer bunlar itibar görmezse toplum ayakta duramaz.

Bir ara, tecrübelerinden yararlandığım emekli bir öğretmen anlatmıştı…

Bir yerde oturuyorlarmış. Oraya sonradan, bölgenin meşhur efendilerinden birinin oğlu da gelmez mi? Yalnız en arkada yer olduğu için oraya oturmak zorunda kalmış…

Fakat orada bir türlü rahat edememiş. Devamlı devinip durmuş. Meğerse derdi önlerde oturmakmış. Onun için, önlerde en küçük bir yer açılır gibi olsa, hemen oraya dalarmış.

Toplantının sonuna doğru epeyce mesafe kat etmiş.

Tabiî ki bu durum, orada bulunanları bir hayli huzursuz etmiş.

Bizim öğretmen bu çiğliğe daha fazla dayanamaz. Hemen sohbeti durdurup biraz da alaycı bir tavırla yüksek sesle diyeceğini der…

—Görmüyor musunuz şunun halini? Adam babasının gölgesinde hep önlerde oturmaya alışmış! Biraz yer açın da geçsin!

Aslında orada, önlerde oturmak hiç de avantajlı değilmiş.

Ne var ki önde ya da görünecek yerde olmak, bu gibi tipler için çok önemli. Onun için, kendisine yapılan hakarete hiç aldırış etmeden, doğru önde açılan yere geçip oturmuş. Artık harekat tamamdır!

Bakınız, bu konuda Hz. Peygamber ne diyor?

—Bir toplulukta boş bulunan yere oturunuz.

Bir keresinde Hz. Peygamber mescitte arkadaşlarıyla otururken yabancı bir adam gelir. Devesini çöktürüp bağladıktan sonra şu soruyu sorar:

- Muhammed hanginiz?

Orada oturan beyaz kişi, diye gösterirler.

Sonra adam yanına gidip bazı sorular sorar ve cevabını alır.

Burada dikkat çeken husus şudur…

Arkadaşlarının arasında oturan Hz. Peygamber’i yabancı birisi tanıyamıyor. Çünkü, öyle başka hükümdarlar ya da liderler gibi, kendini hemen belli edecek bir yerde oturmuyor.

Bir zamanlar, bir sivil toplum kuruluşunun önde gelen bir temsilcisinden şöyle bir ricada bulunmuştum:

—Sizin liderinizle görüşmeme yardımcı olur muzsunuz?

Biraz düşündükten sonra şöyle dedi:

—Olmaz! Çünkü senin ne şöhretin var ne de zenginliğin!

Demek ki şu sözler boşuna söylenmemiş.

Engine de deli gönül engine…

Şimdi rağbet güzelinen zengine!

Güzel isen hatırını sayarlar.

Çirkin isen dış kapıdan kovarlar.

Nasreddin Hoca’nın başına da aynısı gelmemiş miydi?

Bir gün düğüne günlük kıyafetleriyle gidince kimse itibar etmemiş. O da hemen gidip güzel kürkünü giyerek tekrar gelmiş. Bu sefer baş köşeye buyur etmişler. Arkasından alâ ve leziz yemekler gelmiş. Herkes bir anda sofranın etrafına dizilmiş. Fakat hoca pek de istekli görünmemiş.

Bir ara herkes, Hoca’nın bir şeyler mırıldandığını ve yaptığını fark etmiş. Hemen kulak kesilmişler…

Hoca yemeğin içine kürkünün kenarını sokmuş… Bu arada şu sözü söylüyormuş:

—Ye kürküm ye, sana bu rağbet!

Bir zamanlar bir hanım efendiden şöyle bir hayat hikâyesini dinlemiştim.

Anlattığına göre, kendisinin çok güzel olduğunu düşünürmüş. Çevresindekiler de aynı kanaatte imişler.

Fakültesini de birincilikle bitirmiş. Bölüm hocaları kendisini asistan (araştırma görevlisi) almaya karar vermişler. Açılan sınavlara girmiş ve yüksek puanla kazanmış.

Artık dört gözle tayinini beklemeye koyulur…

Fakat o esnada karşısına hem yakışıklı hem tahsilli ve hem de zengin bir delikanlı çıkar. Yani karizma o biçim!

Vakit geçirmeden nişanlanırlar.

Bu durum haliyle hocaların kulağına da gider.

Sonra ne olur, biliyor musunuz?

Tayin yazısını hemen iptal ediyorlar…

Dahası da var…

Evliliği de tam ibretlik…

Bu yakışıklılık ve güzellik esasına dayalı evlilik uzun sürmüyor.

Sebebine gelince…

Bir yılbaşı gecesi kocasının ısrarı üzerine bir eğlence merkezine gidiyorlar. Yakışıklı koca, hemen daha güzel gördüğü birisini gözüne kestirip dansa kaldırıyor.

Hanım efendi donup kalıyor!

Aradan bir müddet sonra, kızgın bir şekilde kocası yanına geliyor.

Bakınız, nasıl paylıyor?

—Aptal! Öyle salak salak ne duruyorsun? Sen de birisini bulsana!

Bu sözü duyar duymaz beyninden vurulmuşa dönüyor. Kendine geldikten sonra hemen oracıkta kararını veriyor. Ve bir daha dönmemek üzere babasının evinin yolunu tutuyor.

Bunları anlatırken hem ağladı, hem de ağlattı.

Artık eski duygulardan pek eser kalmamış gibiydi.

Şu hikâye de ilginçtir…

Birden kapıda bir ses duyulur. Hemen çocuklar dışarı çıkıp bakarlar. Sonra da annelerine bağırırlar…

—Anne! Halam geliyor…

Bunu duyan anne sinirlenir…

— Bu vakitte ne halası?

Bu sefer çocuklar, “Başında tepsisi var” derler…

O zaman anne, hemen fikrini değiştirir…

—Buyursun, gelsin… Madem var başında tepsisi, zavallının var mı bizden başka kimi kimsesi

Bize öyle geliyor ki, herkesin bu konuda pek çok bildiği vardır…

Önemli olan, itibarını kaybetmeyen şeylere ve değerlere rağbet edebilmek! Yoksa feleğin sillesi çok acı oluyor!

+++++
Farabi’nin asıl adı Muhammed bin Muhammed bin Tahran bin Uzlug’dur.


Bak. Koçibey, Koçibey Risâlesi, Sadeleştiren: Zuhuri Danışman, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ank. 1985, s, 55, 124, 143–146.

Buhari, İlim, 6.

+++++++++++++++++++



www.abdullahozbek.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...