Zaman zaman aşırı bir şekilde hüzünlenirim. Kendimi çaresiz, yalnız ve kimsesiz hissederim.
Bugünlerde yine
öyleyim. Kimsesiz, yalnız ve şaşkın…
İsmini
hatırlayamadığım bir şair şöyle diyor;
“Hüzünlüdür
benim gönlüm bütün gün, Gün neylesin içime dolmuş hüzün.”
Bugünlerde bir
türlü anlayamadığım bir anlamsızlık ve sıkıntı var üzerimde. İki gün önce
kendimin de koyulacağı Fizme/Dikmeci mezarlığına uğradım. Fırsat buldukça hep
ziyaret ederim zaten.
Dikmeci mezarlığı büyük bir mezarlık. Çok sayıda mezarın dikili taşı bile kalmamış. Annemin söylediğine göre buraya “Garipler Mezarlığı”
denilirmiş. Benim annem ve babam da buradalar. Yanlarına gittiklerimde benimle hiçbir irtibatları yok. Annem ve babamla birlikte Karapınar Mahallesinde benim tanıdığım yüzlerce insan buradalar. Yaşarken birbirlerine kurşun sıkanlar bile iç içe yatıyorlar. Kimse kimseye “öte git” bile demiyor, belki de diyemiyor. Baş yanlarındaki taşları duranların, vefat tarihlerine bakıldığında ortalama yaşları 50’yi geçmiyor. Benim yaşım şu anda 60 ki, ben bu ortalamayı çoktan aşmışım. 2020 yılında
çok sayıda sevdiklerimi kaybettim. Bu vefatlar bildiğimiz hastalıklarla olan
ölümler değil.
Mesela bacanağım Fahri Aydına bu yıl vefat
etti. Hiçbir hastalığı da yoktu. Balduzum vefat ettiği gün hastanede idi.
Vefatını haber vermek için epey zorlandık. Bacanağım Fahri Aydına abdest
alırken ayağı kayıp düştüğünde öldü. Günlük
dertleşir ve konuşurduk. Çok planları ve hayalleri vardı. Öldüğünü duyunca
irkildim ve büyük şok geçirdim. Hayatı ve hikayesi yazılsa roman olur.
Geçen yıl teyzemin oğlu Yunus Çaya
vefat etti. Günlük bir araya gelir dertleşirdik. Benim hastalığımda her gün
hastaneye ziyaretime geldi. Beni vefat edecek diye korkar ve üzülürdü. Kendisinin
ve bizlerin aniden öğrendiği hastalığı iki ay sürdü. Yatağa düşmeden Samsun Tıp
Fakültesi’ne gidiş ve ardında hastanede vefat. Birçok konularda birçok
insanlardan dertliydi. Söylemlerinde de yüzde yüz haklıydı. Haklılık ve
haksızlık durumu vefatımız kadar anlamlı olamaz oysa. Huzurunuz bozuluyorsa
haklılık ve haksızlık aynı kapıya çıkar oysa…
Çocukluğumuz dâhil fırsatını
bulduğumuz her zaman diliminde beraber olduğumuz savcımız Zülkarneyn Kısık on
gün önce vefat etti. Neşeli, sağlıklı ve huzur dolu bir kardeşimizdi. Her gün
olmasa da haftada bir kez telefonla görüşürdük. İnternette paylaşımlarıma ara
vermiştim. Vefatından 10 gün önce “paylaşımlarıma ara vermememi” söylemişti. Üç
ay önce gittiğim İstanbul’da uzun konuşmalarımız oldu. Hatta Koronayı da epey
konuştuk ve yorumlar yaptık. Ek kararname ile yer değişikliğini anlatması
üzerine “emekli ol, bırak görevi” dediğimde düşündüğünü söylemişti.
31 Ekimde yazışmalarımız oldu ve
ardından irtibatımız kesildi. Benim özelime en son gönderdiği 31 Ekimde
Peygamberimizin Hayatını içeren uzun bir konuşmayı göndermişti. O günden sonra
daha görüşemedik.
Covid-19 nedeniyle hastaneye
yattığını Mustafa Çaya kardeşimden ve İdris Bilgü Ağabey’den üç gün sonra
öğrendim.
Savcımızın ağabeyi Harun Kısık Covid
hastası oluyor. Hastaneye yatırmak için savcımız Zülkarneyn Kısık devreye
giriyor. Ağabeyini hastaneye yatırdıktan hemen sonra kendisi de Koronaya
yakalanıyor. Ve kendisini de bir başka hastaneye yatırıyorlar. İki kardeş başka
hastanelerde yoğun bakımda tedavi altına alınıyor. Sonuç 10 gün önce savcımız
Zülkarneyn Kısık ve bugünde kardeşi ağabeyi Harun Kısık vefat ediyor.
Harun Kısık ağabey de kardeşi
Zülkarneyn Kısık Kadar çok kıymetli insandı. Allah her ikisine rahmet eylesin,
mekanları cennet olsun.
İlginç değil mi iki kardeşin on gün
ara ile Covid-19 hastalığından vefat etmeleri? İlginç değil mi bacanağım Fahri
Aydına’nın, hanımı hastanede iken ayağının kayıp vefat etmesi?
Bu tür ilginçlikler hep vardı ve var
olacak. Ateş düştüğü yeri yaktığı için bun durumları bizler pek hissedemiyoruz.
Şu anda ne acılar var, ne garip olaylar var. Şu anda binlerce insan hastane
köşelerinde bunları yaşıyor. Allah hepsine yardımcı olsun.
Bu durumlar biz hayatta olanlara
büyük bir ders olmalı aslında. Bütün hayatımızı insanları incitmeme üzerine
kurmalı ve insanın her şeyden değerli olduğu gerçeği akıldan hiç çıkarılmamalı
Hem inciniyoruz ve hem de incitiyoruz.
Bilerek ya da bilmeyerek bunu yapıyoruz. Yaptıklarımız mal için ise hiç kimse
öte tarafa hiçbir şey götürmediği bir vakıa. Haklı olmak zorunda değiliz.
Karşımızdakiler mutlu olacaksa biz haksız olsak ne kaybederiz.
İnsan vefat edince onun yaşadığını
belli eden tek iz ve emare başında yazılmış taştır. Bu taşta belli zaman sonra
kaybolmaktadır. Bugün vefat edenlerin
mezarları iki yüz sene sonra kendiliğinden yok olacaktır. Kendinizin heykelini
yapsanız ya da mumyalatsanız dahi bu siz değilsiniz. Ne yaparsanız yapın bu
dünya gelip geçici kısa dönem içerisinde verilen süre içerisinde ruhla cesedin
birlikte acı ya da tatlı bir oyalanmalarından ibarettir. En büyük zaafımız bu
hayatı gerçek ve dünyayı baki zannederek çevremize ölümsüz bir dünyada hep baki
kalacakmışız gibi davranma hatasına düşmekteyiz.
Ölüm gerçek ve kaçınılması imkansız
bir hadise.
İnsan hariciden bütün varlıklar orijinal
hali ile dünyadaki ömürlerini tamamlarken, insan denen mükemmel varlık ise huzursuz,
doyumsuz, şükürsüz kısacık ömrünü hiç arzu edilmeyen bir şekilde
sonlandırmaktadır. Küsülü olanlar barışsın. Dargın olanlar bu anlamsız
davranışları çöpe atsın. Bu salgın dönemi bizi akıllandırmayacaksa başka bir
zaman hiç olmaz. Görüşmediklerimize, küstüklerimize, dargın olduklarımıza bir “ALO”
demek hepimize büyük bir sermaye olacaktır. Benimle küs olan varsa ben hazırım.
Ya sizler de bir düşünün ve küskün olanlarınıza bir “ALO” deyin. Kimin sabaha
sağ çıkacağı belli değil. En büyük sermayemiz vicdanımız. Hadi bundan sonra
biraz da vicdanımızın sesine kulak verelim…
“Allah’tan geldik Allah’a gideceğiz.
İnsan için huzur Allah’ın istediği
gibi yaşamaktan geçiyor. Gerisi boş vesselam…
Bekir Akkaya/09.12.2020/https://bekirakkaya.blogspot.com/
KUMRU

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...