Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

9 Aralık 2021

İSLÂM MEDENİYETİNDE KÜTÜPHANE [Ve Kumru’ya Bir Kütüphane Düşü]

Üsküdar Çinili Camii Kütüphanesi
İslam medeniyetinde su/çeşme, sebil, köprü, şifahane, mektep, türbe ve hazire, acizler yurdu (darü’l-aceze), yetimler yurdu (darü’l-eytâm), hadis okuma yerleri (darü’l-hadis) gibi mühim bir kurum da kütüphaneler olmuştur. Kütüphane [kütübhâne] kelimesi, kelimenin

teleffuzundan da anlışalacağı üzere k-t-b kelimesinden üretilen ‘kitâb’ kelimesinin Arapça çoğulu/cemisi ‘kütüb’ ile kitap okuma işinin yapıldığı ‘hane’/mekan anlamında iki kelimenin birleşmesiyle oluşturulmuş, kitapların bulunduğu ve okunduğu yerin adıdır.

            İnanç dünyamızda dinler, kitaplı ve kitabı olmayan/kitapsız olarak ikiye ayrılır. Bu manada üç büyük semavi din, kitaplı/kutsal kitabı olan din olarak görülür. Nitekim İslam dışındaki iki büyük din olan Yahudilik ve Hristiyanlık için ‘ehl-i kitâb’ tabiri, onların kutsal kitabı olduklarına işaret eden bir terimdir. Yazının icadından[1]günümüze kadar geçen zaman diliminde yazı ve kitap insan hayatının değişmez önemli bir parçası olmuştur. Zaman içinde farklılaşan ve gelişen yazı ile yazı yazma aletleri günümüzde özellikle bilgisayar teknolojisi ile daha da ileri bir seviye kesbetmiştir. Bu manada nice yüzyıl önce kaleme alınan düşünceleri okuma, onlardan istifade etme imkanına kavuşmuş oluruz. Yine kendimize ait nice bilgileri ki, bu ister sanat faaliyeti olsun, ister müzik veya kitap yazma faaliyeti olsun fark etmez, bizden sonraki nesle aktarma bahtiyarlığına ererek gelecekte de kendimizi manevi anlamda yaşatma nimetine ereriz.

            Kitabı olan ve kitaba önem veren medeniyetlerin ömrünün uzun olduğu izahtan varestedir. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethedince ilk önce şehrin imarına, civar bölgelerde bulunan pek çok bilim adamını İslambol’a getirmeye çalışmış, fetih zamanında nüfusu az olan şehir kısa sürede adeta nüfus patlaması yaşamıştır. Semerkand, Mısır, Buhara ve daha pek çok yerlerden bilim adamları türlü çabalarla İstanbul’a getirilmiştir. Matematikçi Ali Kuşçu bilinen önemli isimlerden biridir. İstanbul’da Fatih sonrası çeşitli kişiler tarafından kütübhaneler kurulmuş, insanımızın ve insanlığın hizmetine sunulmuştur. Zaman içinde fetih şehri adeta bir kütüphaneler yani üniversite şehri konumu kazanmıştır. Bugün de bu halinden pek bir şey kaybetmiş değildir.

            İslam medeniyetinin kitaba büyük değer verdiğini söylemeye çalışıyoruz. Nitekim İslam’da ilk emrin ‘oku’ [Alak 1] olduğunu dikkate aldığımızda, inen vahyin sıcağı sıcağına kayda geçirildiğine bakarsak bunun önemi hemen anlaşılır. Bu manada belki de kendinde herhangi bir değişimin olmadığı tek kutsal kitap Kur’an-ı Kerim olmuştur denilebilir. Emeviler ile birlikte tercüme faaliyetlerinin başladığına, Hind, Mısır, Eski Yunan, Harran, İran düşüncelerinden türlü çeşit kitapların İslam düşünce mirasına kazandırılmaya çalışıldığını biliyoruz. Bağdat, Basra, Kufe birer İslam ilim şehirleri haline gelmişti. Nitekim 1258 Hulagu’nun Bağdat Kütüphanesi’ni yakması dünyanın sayılı kitap katliamlarından biri olarak kayda geçmiştir[2]. (1492 Endülüs Emevi Devleti’nin meşhur kütüphanelerinin, Kastilyalılar tarafından yakılması da buraya ilave edilebilir.) Sonraki yüzyıllarda ilim ve medeniyet, bugün pek de dikkate almadığımız ve hatta unutmuş olduğumuz Buhara, Semerkand, Hive, Tirmiz, gibi Türklerin yaşadıkları bölgelere kaymıştır. Selçuklular ve Osmanlılar bu ilim anlayışını Anadolu’nun fethi sonrası yeni elde edilen fetih bölgelerine taşımışlar, Nizamiye Medreselerinin kurulması sonrası ise ilim sistemli hale gelmiş ve tabi kütüphaneler de bu manada ayrı bir ehemmiyet kazanmıştır.

            Bugün İstanbul’un bir ilim, kültür şehri olduğunu pekala söyleyebiliriz. Zira nice kütüphane, müze, üniversite var. İlmin detayda olduğunu söylerler. Bu açıdan araştırma yapmak isteyen insanlara pek çok detay sunan imkanı var İstanbul’un. Tarihi cami hazireleri, Karacaahmet, Eyüp (ki, Eyüp bir tür mezarlıklar şehri olarak kabul edilir. Tabii bu, Hz. Peygamber’in, herhangi bir sahabesinin kabrinin bulunduğu yerde medfun olan müminlerin o sahabenin öncülüğünde ahirette dirileceğini ifade eden hadisiyle yakından irtibatlı olması gerekir) gibi nice yerler, sebiller, türbeler, köprüler, cami içlerinde, mezar taşlarında, çeşme kitabelerinde ve daha pek çok yerde hat yazıları, tezhibler, bütün bunlar araştırmacılar için türlü sanat çalışmalarına ışık tutan detaylardır. Tabi kütüphaneler başlı başına bir deryadır İstanbul’da. En başta Süleymaniye Kütüphanesi olmak üzere Atıf Efendi Kütüphanesi, Millet Kütüphanesi, Beyazıt Kütüphanesi, İstanbul Ün. Merkez Kütüphanesi, Atatürk Kütüphanesi, IRCICA, İSAM (İslam Araştırma Merkezi), Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmed Kütüphanesi, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Hakkı Tarık Us Kütüphanesi, Vefa Bilim ve Sanat Vakfı Kütüphanesi, Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, MÜİF Kütüphanesi gibi pek çok kütüphaneyi burada saymak mümkündür. En azından Süleymaniye Kütüphanesi dünyaca değerli yazma eserlerin bulunduğu, dünyanın pek çok yerinden gelen araştırmacılara kapılarını açan 320 bin kadar eseri, ki bunların birçoğu yazmadır, barındıran mühim bir kütüphanedir.

            Gençlerini kitapla beslemeyen milletlerin akibeti fenadır derler. Mefhumu muhalifini düşünürsek kitapla beslenen nesillerin akibeti ise hiç şüphesiz aziz olur. İbn Sina, bilim ve sanatın takdir edildiği yerde neşv ü nema bulacağını, takdir edilmeyen yeri terk edeceğini ifade eder. Aslında ilim, sanat, para bir tür kadın gibidir. Sevildiği, takdir edildiği yere yerleşir ve ürün verir. Bunlara iltifatın olmadığı yerde sözü edilen unsurların barındığı görülemez. Hangi millet ki, ilme değer vermiş, ilim adamını koruyup kollamış, onun fikir, proje üretmesini desteklemiştir onlar kısa sürede ilerlemiş ve diğer milletleri peşlerinden sürüklemişlerdir. Bugün Batı ülkelerine ve Amerika’ya beyin göçünü dikkate aldığımızda bu ülkelerin niçin bize nispetle maddi yönden bizden daha çok zengin ve özellikle teknik yönden bizden ileride olduklarını anlayabiliriz. Kanaatimce ilim adamına ve ilme verdikleri değer ile bağlantılı bir şeydir bu.

            Kumru’ya Bir Kütüphane Düşü

        İlkokul sonrası Kumru Merkez Kur’an Kursu’nda bir yıl yüzüne Kur’an okumuş ardından hafızlığa başlamıştım. Sonraki yıllarda kader beni Terme’ye sürüklemiş, hıfzımı orada ikmal etmiş ve orta-lise yıllarımı orada geçirmiştim. Tabi son iki yılımı da Kumru İmam Hatip Lisesi’nde okumuştum. Ne gariptir ki, Kumru’da okurken ne okulumuzda ne de Kumru ilçesinde doğru dürüst bir kütüphanemiz yoktu. Ödevler verilirdi, biz onları el yordamı ile araştırır, yapardık. Bazı hocalarımızın evlerinde küçük sayılabilecek kütüphaneleri vardı elbette ama onlar bizim için pek bir şey ifade etmiyordu. Bu manada Kumru’daki talebelik yıllarımız çok kuru, kurak bir iklimde geçti diyebilirim. Daha o zamanlar hep içimden geçirirdim: Keşke okulumuzun en azından onbin ciltlik bir kütüphanesi, hiç olmazsa fen derslerinde içinde deneyler yapabileceğimiz bir laboratuarı, müzik derslerini çalışabileceğimiz bir müzik odası, kabiliyetlerimizi ortaya koyabileceğimiz bir spor odası olsaydı. Bütün bunlar o zamanlar birer ham hayalden ibaretti. Çok kuru şekilde dersler verilir, ardından teneffüse çıkılır, kimi dersler haylaz talebeler ile hocaların atışması ile geçerdi. Kaybolmuş yıllarım diye bakıyorum şimdi onlara. Yedi yıl boyunca okuduk da, ciddi anlamda ne bir dil öğrendik, ne edebiyata vakıf olabildik, ne sanattan behredar olabildik ne müzikten ne de kütüphane işlerinden. Kupkuru bir halde çıkıp gittik okulumuzdan. Yaşlarımız onsekiz, yirmi, yirmibir vesaire olduğu halde elimizde tutunabileceğimiz hemen hiçbir şeyimiz yoktu. Zekamızın, kuvvetimizin, araştırma kabiliyetlerimizin en münbit olduğu yılları bizler adeta har vurup harman savurmuş gibi geçirdik hoyratça. Tabi bize yol gösteren kendini yetiştirmiş kabiliyetlerin olmaması ise bizim için ayrı bir talihsizlik idi hiç şüphesiz. Şimdi bakıyorum da kendini sanatta yetiştirmiş, ilim deryasına dalmış, bir sahada söz sahibi hemen hiçbir arkadaşım yok gibi. Bir iki tane çıksa da istisnalar kaideyi bozmuyor.

            İmdi gelelim meramımızı anlatmaya. Ne zamandır düşünür dururum. Kumru’ya en azından yirmibin ciltlik bir kütüphane kuramaz mıyız diye. Tabi bunun için öncelikle kütüphane binası olmalı ve bu bina dışarıdan bakıldığında ‘evet burası bir kütüphaneye benziyor’ dedirtecek nitelikte yapılmalı. Şahsen, içinde yaşadığımız binaların bizlere bir şekilde şahsiyet kazandırdığına inananlardanım. Yirmibin kitabı içine alabilen büyücek bir oda, en az yirmi otuz kişinin ödev yapabileceği, kitap okuyabileceği bir salon, on kişinin çay içebileceği bir çayhane (çaylar talebeye meccanen verilmeli), lavabosu vesairesi ile ilçeye yakışır bir kütüphanemiz olsa da okuyan talebeler buralardan beslense. Kitapla haşır neşir olsa. Her ay çeşitli üniversitelerden, mahfillerden gençlerimize muhtelif alanlarda bilgi, konferans veren önemli şahsiyetler davet edilse de bir kültür faaliyeti başlatılsa. Ve bu fakir de İstanbul’da oluşunun bir tür sadakası olarak sözünü ettiğimiz kütüphanemize her yıl en azından yüz, yüzeli kadar kitap bulma işini üstlense… Aslında yapılmayacak, yapılamayacak bir şey değil bu. Kumru’nun üç beş işadamı bir araya gelip böyle bir mekanı bize hazır etseler, üç beş kafa dengi kitap-bilgi dostunun el ele, gönül gönüle vermesi ile yirmibin ciltlik kütüphane yaklaşık sekiz on yılda vücut bulur. Tabi gençlerimizin yetişmesi için de fevkalade ölümsüz bir hizmet olur.

            Kitapların numaralandırılması ve fişlenmesinde arkadaşımız kütüphaneci Murat Yahyaoğlu’ndan istifade edilebilir. Kumru gençlerine ayda bir kez olsun farklı konularda sohbet vermesi için tanıdığım pek çok şahsiyetin ilçemize getirilmesi noktasında sanıyorum bir şekilde yardımım olur. Zira burada tanıdığımız epey ilim adamı var. Kumru’da birkaç bilgi dostunun da destek vermesi ile ele aldığımız meselenin gerçekleşmemesi için bir bahane kalmaz. Tabi mesele neticede bu işe gönül veren iş dünyasına bakar. Zira kütüphane, kitap, ilim adamlarının getirilmesi vb. işlerin neredeyse tamamı para ile dönen hizmetlerdir. Bu manada Ebu Bekirlere, Hz. Osmanlara ne kadar muhtacız

            Evet, benimkisi bir düşten ibaret belki. Ama herhalde güzel bir düş bu. Vücut bulur mu? Bilmiyorum. Fakat bizler hayallerimiz oranında varız. Hayal eden yaşar, diyor bir mütefekkirimiz. İnşaallah…

Saygılarımla.

 

Ahmet Çapku

18.05.2005. Üsküdar

acapku@yahoo.com



[1]Aslında biz, Hz. Adem’e 10 suhuf/sahife indirildiğini kabul ederiz. Buna göre acaba ilk insan ile birlikte ilk yazı var mı idi yoksa 10 sahifeden kasıt bir tür 10 emir şeklinde mi anlaşılmalıdır, bu konuda düşünmek gerekir.

[2] Bu düşüncenin üzerinde epey spekülasyonlar vardır. Kimi düşünürler şayet Hülagu Bağdat Kütüphanesini yaksa idi, birkaç yıl sonra Semerkant kütüphanesinde sayımı yapılan kitapların adedidin bu kadar çok olması beklenemezdi diye görüş beyan edenler de vardır. 

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...