Dünden bugüne hayatın her alanını anlamsız ve basit hale getirirdik. En ciddi işlerimiz bile yalınlaştı. Gülme ile ağlama nasıl anlamını yetirdiyse, ölme ile doğma da aynı derecede yozlaştı ve anlamını yetirdi. Yaşamın tadı ve tuzu kalmadı. Ölümü bile espriye döktük. Bir cenaze ile bir

düğünün arasında hiçbir fark yok. Hatta eğlencelerimiz ölümden öncelikli hale geldi. Zoraki cenazelere gidilip, aceleyle kaçma yolları arıyoruz.
Cinayet ve kazalar oranında para hırslarımız ve dünyalık meşgalelerimiz de o derece arttı. Ölen için çok anlamsızca “ölmüş” ifadesi kullanılırken, kendimizle hiçbir bağlantı kurulamaz oldu. Ölüm ve ölenler için ne bir destan ne bir ağıt ne de bir şiir yazma zamanımız var.
Teknoloji, ulaşım ve haberleşme sınırları ortadan kaldırdı. Bizim köy ya da bizim şehir ifadeleri anlam yetirdi. Ani ve anlamsız ölüm hadiseleri yas tutmaları gerekenleri bile kahkahaya boğma gibi bir durum oluşturdu.
Eskiden ölüm düşeyinde olan için “Kur’an” okunur, son sözünün “Lailahe İllallah” demesi için telkin yapılırdı. Şimdi ise “ölüm düşeği” çok zor. “Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun!” türünden. Parçalanmak ya da yanmak