Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

8 Haziran 2008

BİR İMAM HATİPLİNİN NOT DEFTERİ -2 / BEKİR AKKAYA

İmam Hatip Lisesinde okuduğum yıllar “not defterime tuttuğum notları ve hatıraları sizlerle paylaşmaya devam edeceğimi söylemiştim. Not defterimi sayfa sayfa takip ettiğimden bir konu bütünlüğü bulamayacaksınız…Notlarımı hiç tasnif etmeden yazmaya devam edeceğim.
Daha önceden ifade ettiğim gibi o yıllar hem son derece karışık hem de canlı ve aktif bir hayatın yaşanmasına neden oluyordu.. 1975 – 1980 arasında hemen hemen her akşam Ordu’nun bir çok yerinde değişik kültürel etkinlikler oluyordu. Tiyatro ve sinema salonları doluydu. Herkes kendini bir fikri temel düşünceden tanımlıyordu. Belki bana öyle geliyor ama gerçekten son derece hareketli ve yoğun günlerimiz geçiyordu. Onlarca dernek teşkilat daha çok fikri ağırlıklı etkinlikler yapılıyordu.

Düzenlenen etkinliklerde salonlar tıklım tıklım dolu ve heyecanlı konuşmalar yapılıyordu. Ankara ve İstanbul gibi yerlerden dergi ve gazetelerden yazılarını takip ettiğimiz hatipler geliyor bizleri coşturuyordu.

Bizim dönemimizde İmam Hatiplerde pek solcu öğrenci olmazdı. En azından biz böyle biliyoruz. Komünizm deyince aklımıza okuduğumuz kitap ve dergilerde beğenme imkanımız olmayan bir yaşam tarzı ve dünya geliyordu. Komünizm’in dine bakışı ve din düşmanlığı bizler için tescillenmiş bir durumdu. O tür kitapların her türünü okurduk. O yıllarda Aleksandır Soljenitsin Batı Dünyasında olduğu kadar bizim Türkiye’de de biliniyor kitapları ekmek ve su gibi gidiyordu.

411/9=45 Yani: El elden üstündür/ İlhan Döğüş

Başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik düzenlemeyi onaylayan vekil sayısı 411. Bunu reddeden mahkeme üye sayısı 9. 411/9=45.6... Bu sonuç 1 bürokratın 45 vekile eş değer olduğunu göstermiyor sadece. Bu rakamın çok daha derin anlamları var. iyibilgi özel-http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=71404

Amiral geminin kaptanı bugünkü yazısına “411 el kaosa kalktı" manşetine itiraz eden arkadaşlara sesleniyorum. Şimdi anladınız mı o eller neye kalkmış?” diye başlamış.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu cümledeki zevk, keyif haklı çıkmanın keyfinden ziyade; demokratik bir hakkı engellemenin, statükonun devamını başarmış olmanın keyfidir… Nihayetinde demokratikleşme ve sivilleşme süreçleri büyük bir darbe almış durumda…

Öte yandan kaosun öncü aktörü olup, süreci şekillendirip sonrasında haklı çıkmanın zevkini yaşamak, kaosa öncülük etmenin ahlaki yoksunluğunu daha da derinleştirmektedir…

Fakat en temel ahlaki sorunlar şunlar:

-Temel insan haklarının ihlalinin devamının değil; bu ihlalin kaldırılmasına yönelik çabaların kaos olarak değerlendirilmesi,

-Toplumun %85’inin oyunu almış 411 vekilin (AKP+MHP+DTP) aldığı kararın 9 atanmış mahkeme üyesi tarafından engellenmesi,

***

Şimdi burada 411’i 9’a böldüğümüzde ulaştığımız 45 sayısı bize iktidarın yoğunluğunu gösteriyor. Yani 1 atanmış bürokrat 45 seçilmiş vekile bedel… Boşuna dememişler, “El elden üstündür” diye…

Bu da devletin vatandaştan ne kadar yukarda ve uzak olduğunu, aynı ölçüde vatandaştan ne kadar korktuğunu gösteriyor.

Dünkü “Burası TBMM. Burada siyaset YASAK!” başlıklı analizimizde kısaca şunu vurguladık: Meclis’e siyaset yapmak yasak, oranın görevi resmi ideoloji tarafından çizilmiş sınırlar dahilinde oyun oynamak.

İşte meclis siyaset yapmaya kalktığı anda ya da BÜYÜK İKTİDAR’ın kararlarının dışında karar alırsa böyle ipotek altına alınıyor.

Ayrıca bitirirken belirtmekte fayda var, son dönem çağdaş demokrasi teorileri demokrasinin çoğulculuk, yani aslında kaos olduğunu söylüyorlar. İşte toplumu kışla gibi görmek isteyen militarist zihniyet bu nedenle demokrasiye karşı ve kaos diyerek demokrasiyi ve demokratikleşme çabalarını gayri-meşru kılmaya çalışıyor...

www.iyibilgi.com analiz İlhan Döğüş

Korkmaz: Başyazar ''aşağılık bir adam''dır!Tamer Korkmaz / Yeni Şafak


"Amerikancı Statüko'nun Utanmaz İşbirlikçileri" Hakkında

"Kaybeden Statüko"nun lokomotif gazetesi Hürriyet'in "İşbirlikçi Başyazarı" yine fenersiz yakalandı!

"Bu hadise burada bitmez: Finali görmeden kimse paçaları sıvamasın" başlıklı yazımı tümüyle bağlamından kopararak bu satırların yazarını hedef göstermeye yeltenen "Utanmaz Adam" bunca zamandır hangi mahfillere hizmet ettiğini bir kez daha ispatladı.

Gülay Göktürk'ü yıkan isyan mektubu/ Gülay Göktürk

"Hep birlikte vatandaşlıktan çıkmak için İçişleri Bakanlığı'na dilekçe verelim. Birleşmiş Milletler'in Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme'sinin tanıdığı haklardan yararlanmak üzere BM'nin Ankara Temsilciliği'ne müracaat edelim."

Çaresizliğin, umutsuzluğun, haksızlık karşısında duyulan isyanın bir tezahürü olan bu mektup, iki gündür işittiğim acılı feryatlardan sadece bir tanesi...

Kendi ülkesinde bu kadar aşağılanmaktan ve itilip kakılmaktansa vatansız kalmayı düşünecek kadar çaresiz kalan bu insanları nasıl avutabilirim? Onlara ne umut verebilirim? Neyi beklemelerini söyleyebilirim?

Biz ki her on yılda bir darbe yaşadık, meclis defalarca dağıtıldı; seçtiklerimiz yaka paça hapse atıldı. Ama hepsinde bir geri dönüş umudumuz vardı. Darbeciler elbet bir gün kışlalarına dönecek ve söz yine bize geçecekti. Sabrettik ve bekledik.

Peki bu defa neyi bekleyeceğiz? Bu 11'in değişmesini, yerine başka bir 11 gelmesini mi? Kaderimiz 11 kişinin dudakları arasında olduktan sonra bunun hangi 11 olduğu ne fark eder ki...

Kaybımız büyük... Yetim kaldık. Hukuku kaybettik. Artık en zor zamanımızda, başımız darda kaldığında son çare olarak sığınabileceğimiz bir hukukumuz yok.

Zaten nicedir çok hastaydı, ama umudumuzu yitirmemiştik. Anayasa Mahkemesi en sonunda, önüne gelen son davada büyük bir duyarsızlıkla fişi çekti.

Ne olayın safahatını anlatmak geliyor içimden, ne de kararın hukuksuzluğunu izaha çalışmak... Bilen zaten biliyor, bilmeyenlerin de anlamaya hiç niyeti yok.

Şu anda benim kendime, okurlarımın da bana sorduğu tek bir soru var ortada:

Şimdi ne yapacağız?

Anayasa Mahkemesini mi kapatacağız?

Anayasa Mahkemesini kapatan yasayı bozacak olan da bu Anayasa Mahkemesi değil mi?

Anayasa'yı mı değiştireceğiz?

Yapılan her değişiklik aynı barikata toslayıp geri dönmeyecek mi? Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı Türkiye'de sadece darbecilerin yeni Anayasa yapma yetkisi olduğunu acı bir şekilde göstermedi mi?

Erken seçime mi gideceğiz?

Erken seçim, Meclis'in temsil kabiliyeti, hükümetin meşruiyeti üzerinde soru işareti olduğu zaman bir çaredir. Daha on ay önce seçmen yüzde 47'lik bir oyla sözünü söylemişse; bürokratik dayatmalara karşı kendi iradesine saygı istediğini apaçık ortaya koymuşsa, daha ne yapsın bu halk? Neden gitsin ki sandığa? Seçtiği Meclis'in yasama yetkisi elinden alınmışsa yenisini neden seçsin? Yüzde 47'yle iktidara getirdiği parti çatır çatır kapatılıyorsa, yeniden sandığa gidip yüzde 99'la seçse ne değişecek?

Evet, ben de biliyorum ki, bu son karar aslında ölümcül bir zaafın ifadesidir. Anayasa Mahkemesi'ne herhangi bir ikna edicilik kaygısı bile taşımadan, inanılmaz bir fütursuzlukla "Hukuk benim; ben yaptım oldu" dedirten şey, güç değil güçsüzlüktür. 80 yıldır süregiden vesayetçi sistemin toplumdaki değişim talebi karşısında yaşadığı çaresizliktir; sıkışmışlıktır.

Böyle durumlarda sonunda kazanan haklı olanlar; demokrasiyi ve özgürlüğü savunanlar olur. Anakronik fikirlerini otoriter rejimlerle sürdürmeye çalışanlar nihai olarak kaybetmeye mahkumdur.

Evet, günün birinde bütün bu olup bitenlerin absürdlüğü anlaşılacak. Gelecek kuşaklar, üniversitelerdeki başörtü yasağını, kadınlara oy hakkı vermemek kadar inanılmaz bir gerilik olarak görecekler. "Biliyor musunuz; eskiden Türkiye'de üniversitelerde baş örtmek laikliğe aykırı sayılıyormuş" deyip şaşacaklar.

Ama şu anda bu gerçek, ne bütün yetişkin hayatı darbelerle ve darbeci zihniyetle kararmış benim gibileri avutabiliyor, ne de üniversiteye gitme umutları silip süpürülen on binlerce genç kızı...

Çünkü herkesin bir tane hayatı var.

Ak Partinin Hatası/ Mehmet Gündem

Darbeler yarışıyor…
Ve sonunda bu da oldu.
Yarım kalan darbe tamamlandı.
Üstelik hukukçuların eliyle.
“Kaosa kalkan 411 el” senaryosuna uygun tavır gecikmeden geldi.
“Yüksek” yargıçlar daha önce 367 kararına da imza atmışlardı.


Şimdi ise Meclis'in 411 oyla kabul ettiği anayasa değişikliğini iptal ettiler.

11-2 yani bildiğimiz 9E2H formülüyle CHP'nin isteğine uygun karar aldılar.

Bu formül bize eski çağlardan kalma bir cumhurbaşkanının armağanıdır.

Peki bu gün sayılabilecek kadar az sayıda el neye kalktı?

Kaosa mı, darbeye mi, yasama yetkisinde hak gaspına mı?

Bir kere daha gördük ki, değişime direnen bir “bürokratik iktidar” var bizde.

Siyaset yapılacaksa onu da biz yaparız diyorlar.

Bildiğimiz Tandoğan sendromu.

Hukukçuları ikiye bölen bir karar var elimizde.

Birincisi, yasaklamaktan mutlu, memnun ve mesrur olanlar.

Onlara “yüksek” hukukçular diyebiliriz.

Galiba yükseklerden aşağısı, toplumun içi çok farklı gözüküyor.

İkincisi de siyasallaşan hukuka isyan edenler.

Türkiye hızla her şeyi siyasallaştırıyor.

Bunda elbette tipik CHP zihniyetinin büyük vebali var.

Jakoben, değer tanımaz, özgürlük düşmanı, dini konularda “derin takıntılı”, kendini her durumda iktidarda zanneden, siyasetin kendi eliyle yok eden, toplum düşmanı bir CHP

Dibe vurduğu her fırsatta, başarısızlığını örtbas etmek için, “rejim elden gidiyor” feryadına tutulan ve ardından “darbe” çağrısı yapan CHP nihayet Meclis'i devre dışı bırakmayı başardı.

Sistem CHP'nin talebiyle, yargıçların “siyasi iradeleriyle” yeniden belirsizliğe mahkum oldu.

Siyaset ve hukuk bu çok tartışmalı kararla bağımsız disiplin alanları olmaktan çıktı ve hukuk “derin siyasetin” emrine girdi.

Yaşadığımız durum bir “yargıçlar iktidarıdır”.

Bunu idrak etmekte zorlananlar için “yargı darbesi” de diyebiliriz.

Bize hukuk da lazım, yargıçta.

Ama hangi hukuk ve hangi yargıç?

Elbette pozitif ve evrensel hukuk.

Kirlenmiş “memleket havasından” beslenen ve hukukun özgürlükçü boyutunu kendi eliyle yok edip de toplumunu “kamp” yönetmeliği ile idare etmeye, onu baskı altında tutmaya çalışan bir dizi kanunlar mantığı değil aradığımız.

Hukukçularımız da aradığımız ilk şart; siyaseti yok etmeden, siyasileri hasım görmeden mesleklerini icra etmeleridir. Bütün dayatmalara rağmen ideolojik ve siyasi taraf olmadan “bağımsız” karar verebilmeleridir.

Öyle karar verdiklerinde, verebildiklerinde kimsenin fazla sevilmesine ve kimsenin fazla üzülmesine gerek kalmaz, çünkü “tecelli eden” haktır, adaletin kendisidir.

Fakat bugün, bu ve benzeri kararlarla yüksek yargı, yürürlükteki hukuk mantığı ağır eleştiri konusu olmaktan asla kurtulamaz.

Kitlelerin vicdanı “büyük sorunu” görmekte ve kaynamaktadır.

Siyasete güvenmeyen ve eline fırsat geçtiğinde siyaseti dizayn etmeye çalışan bir yapı var bizde.

Bu yapı içinde ne yazık ki bazı yargı mensupları da var.

Ülkede son dönemlerde her çeşidinden ve her kanattan darbe girişimleri yarıştırılıyor.

Yorgun düşmüş bir Türkiye elimizde.

Kışlada kendini “herkesten daha büyük yurtsever” ilan eden bazı askerler, “gerekirse bilime ara veririz” diyen üniversite mensupları, sivilliği Truva atı gibi kullanıp da darbeye ortam hazırlayan sözde sivil toplum kesimler, elit sermayenin bir bölümü, iktidar hastalığına tutulmuş kendini “devletin sahibi” gören o bürokratlar ve onlara itaat eden çapsız politikacılar, haber ve yorumlarıyla kamuoyunu darbeye ikna etmeye çalışan gazeteciler…

Beğenmediği siyasete ve siyasi iktidara karşı darbeyi “ilk çare” olarak gören bu kesimlerin eseridir; yorgun Türkiye, yorulmuş Türkiye.

Ne yazık ki azı gerçek çoğu suni gündemlerle oluşturulan bu “memleket havası” hukuku da, hukuk adamlarını da, yüksek yargı mensuplarını da etkisi altına alabiliyor.

Bazen rüzgârlar sert esiyor.

Şöyle ki; Anayasanın 14. maddesindeki açık hükme rağmen “yüksek” mahkeme üyeleri “şekille” yetinmeyerek, Anayasa değişikliğini “esastan” incelemiş, eğitim-öğretim eşitliği ile ilgili düzenlemeyi iptal etmiştir.

Buradan çıkan ilk sonuç şudur; memleketin muhtelif duvarlarını süsleyen “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” veciz ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır.

Bu söz “esas” olmaktan ziyade “şekli”dir.

Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına karşı çıkmak, yani reşit bireyin neyi giyip neyi giymeyeceğine “biz karar veririz” demek asla kabul edilemez bir dayatmadır.

Genç siviller Yüksek mahkemenin karı için “ve cumhuriyetin sonu” demeyi uygun bulmuşlar.

İdeolojik yapılar ne yazık ki egemenliği kendilerinden başka kimseye layık görmüyorlar.

Sandıktan çıkmak, kitlelerin büyük teveccühleriyle iktidara gelmek de bir anlam ifade etmiyor buralarda.

Hem halka hem de siyasi iktidara ait olan “hakların gaspı” yaşanıyor bizde.

9E2H ile bunu bir kere daha yaşadık.

Yöneten ve yönetilen ilişkisi dayatılıyor bize.

Hükmeden bir azınlık yapı ile “güdülen” kalabalıklar ayrımını içselleştirmemiz bekleniyor.

Şimdi “yorgun Türkiye” tablosundan çoğumuz utanç duyuyoruz. Zaman ilerleyip geriye doğru baktığımızda bu “ortak eserimizden” daha derin bir utancı hepimiz duyacağız.

“AKP'yi kapatacaklar mı” sorusu da şimdilik o demokrasinin “utanç duvarına” yazılmaya aday.

Sonuç belli, çünkü süreç “siyasi” olduğunu her haliyle ilan ediyor. Bu kadar siyaset içinde hukuk nasıl kendi olabilir ki.

“Yüksek siyaset” yapanlar kararı vermişler; AKP kapatılacak…

Bakalım AKP yanlışını görecek mi?

AKP'nin yanlışı darbe anayasasından kurtulamayan “yarım hukuka” eksik demokrasiye fazla güvenmesidir.

Tam demokrasiyi, evrensel hukuku, bağımsız yargıyı tesis etmeyen iktidarlar kapatılmayı hak ediyorlar.

İyi de bunda yargıçların suçu ne?

Elbette darbelerin yarıştığı parkura yollarını bir şekilde çıkıyor olması.

Sayın yargıçlar;

Sizden istirhamım, hukukun en üst düzeyde ve her kademede tesisi için bütün varlığınızla çalışınız.

Kişiye ve döneme özel hukuk uygulamalarının ortaya çıkmasına izin vermeyiniz.

Hukuku araç haline getirip de onunla “devleti koruma” gibi bir yanılgıya asla düşmeyiniz.

Hak ve yetkilerinizi kötüye kullanmayınız.

Siz devleti korumayın.

Siz sadece hukuku koruyunuz.

Onu ideolojilerden, iktidar çatışmalarından, siyasi ihtiraslardan korursanız devleti de, toplumu da, toplumsal düzeni de korumuş olursunuz.

Hukuku zayıflatarak hukukun gücünü azaltmayın.

Hukuk skandallarıyla vicdanları hukuka kapalı hale getirmeyin.

İçinizdeki darbe hukuku heveslilerine itibar etmeyin.

Sizlere “devrim muhafızlığı”nı uygun görenlere de göz kırpmayın.

Mesleğine ihanet etmeyenlerin elinde hukuk “her durumda” yaşarsa, hukukun gücü hepimizi korumaya, bir arada tutmaya yeter.

AKP ile ilgili kapatma davasına “siyasi değil hukuki” baktığınız konusunda lütfen bizi, toplumu, dünyayı ikna edin.

Sayın yargıçlar,

Türkiye'ye yapacağınız en büyük hizmet, toplumda hukuka olan yıpranmış güveni tazelemenizdir.

Lütfen bizi hukuka inandırın...

Türkiye hukuk devletinden daha fazla uzaklaşmasın…

Mehmet Gündem / Yeni Şafak

7 Haziran 2008

Başarının Altın Kuralalrı/Sakıp Sabancı

1..Hedefinizi belirleyin
2..Ayran gönüllü olmayın
3..Zikzak yapmayın
4..Güçlük ile başarısızlığı birbirinden ayırın
5..Cepheyi daraltın, dar cepheden hücuma geçin
6..Geçmişe bağlanmayın,ancak ders alın
7..Ustanın yanına çırak olun, işi öğrenin
8..Tek adam olma devrini kapatın
9..Show yapmayın
10..Başarıya ulaşanları inceleyin
11..Kendi çalışacağınız takımı kurun
12..Çekirdek kadroyu kaçırmayın
13..Başarıyı para ile mükafatlandırın
14..Adam yetiştirin ve takımınızı koruyun
15..Masada oturan yönetici olmayın
16..Takım arkadaşlarınıza saygı duyun

Ah Şekerim/ Şiir/ Saadet ÜN

Yoruldum beklemekten ama değdi gelişin;
Ah canım, ah şekerim! Hoş geldin kutlum benim...
Yaşamıma yön verdi ömre düşen gülüşün;
Ah canım, ah şekerim! Hoş geldin tatlım benim…

Sen yokken ayaklarım, neden yürümez derdim,
Şirin uyku gözümü, neden bürümez derdim,
Bahtıma yağan şu kar, hiç mi erimez derdim,
Ah canım, ah şekerim! Hoş geldin tatlım benim…

Bak sayende gözümü, gün yüzüne çevirdim,
Gamdan yana ne varsa, tekmeleyip devirdim,
Kurumuş ot gibiydim, varlığınla göverdim,
Ah canım, ah şekerim! Hoş geldin tatlım benim…

KUMRU HABER ZİYARETCİLERİMDEN BİR RİCAM/BEKİR AKKAYA

Sizden bir ricam olacak... Yurt dişindan birkac arkadasim bir süreligine Turkiye'ye geliyor ve bende kalmak istiyorlar.Benim evde misafir olacagı icin sizin evde kalabilirler mi? Size
sormadan onlara sizin isminizizu ve telefonunu verdim. Eger
ilgilenebilirseniz cok sevinecegim. Bir yesil ve bir beyaz
Mercedes'le geliyorlar. Bu hafta KUMRU HABER misafirleri ve ziyaretcileri olarak saat 20.00 gibi sizde

olacaklar. Tanimana yardimci olur umuduyla fotograflarini ekte
bulabilirsiniz Yardimlarinız icin simdiden tesekkur ederim.Bekir AKKAYA>/KUMRU HABER KUMRU

EN ÇEVRECİ TÜRK/semiha söyler

Türkiye genelinde 19 Mayıs'tan itibaren uygulamaya konulan tütün ürünlerinin zararlarının önlenmesi ve kontrolü kanunu kapsamında, sigara izmaritini ve paketini yere atanlara uygulanan 20 YTL para cezası, vatandaşları ilginç çözüm yolları bulmaya sevk etti. Aydın Valiliğinde otopark görevlisi, 30 yıllık sigara tiryakisi Ali Kılınçer, beline bağladığı boş pet şiseyi kül tablası olarak kullanıyor.