Hz.
ÂDEM’İN DIŞLANDIĞI CENNETİN DÜNYASI MESELESİ
Özet
Her
ne kadar bazı farklı görüşler ileri sürülse de Kur’ân ve sünnetin verileri, ilk
insan ve ilk peygamberin Hz. Âdem olduğunu işaretlemektedirler.
Kur’ân’da
Hz. Âdem ve eşinin bir süre cennet hayatı yaşadıkları ve işledikleri bir hata
nedeniyle, hemen her türlü imkanlarla donatılmış olan bu cennetten
çıkarıldıklarından bahsedilmektedir.
Onların
yaklaştıkları bu yasak ağacın ne olduğu ve bu nedenle uzaklaştırıldıkları
cennetin hangi dünyada bulunduğu tartışma konusu olmuştur.
İşte
biz de bu küçük çaplı etüdümüzde irdelenen konulardan biri olarak Hz. Âdem ve
eşinin atıldıkları cennetin âhirette mi yoksa bu dünyada mı olduğunu belirlemeye
çalıştık.
Hâdisenin
anlatıldığı âyetlerle Kur’ân’ın diğer âyetlerini birlikte ele aldığımızda, söz
konusu cennetin âhirette değil, bu dünyada olabileceğinin
ortaya çıktığını
söyleme imkanının olduğuna kanaat getirdik.
Anahtar kelimeler: Âdem,
şeytan, dünya, âhiret, cennet.
THE
PROBLEM OF PARADISE WORLD FROM WHICH PROPHET
ADAM WAS DEPORTED
Abstract
Although many different views were
posed, according to the explanations of the Qur?an and sunnah the first human
and prophet is the prophet Adam.
In the Qur?an it is stated that
the prophet Adam and his wife lived in the paradise for a while and finally
were deported from the paradice endowed with every possibility owing to a
mistake made by them.
It has always become a problem the
type of the tree they approached to and in which world the paradise they were sent
to was.
In this small scale study one of
the handled topics analysed whether the the paradise from which the Adam and
his wife deported was in this world or in the hereafter.
When the verses explaining the
deportation of Adam and other verses of the Qur?an are discussed together, it
is possible to say that the above mentioned paradise may not be in the
hereafter, but it may be in this world.
Key words: Adam, satan (evil) world, hereafter, paradise.
Kitap ve sünnete göre Âdem (as),
ilk insan[1] ve
ilk peygamberdir.[2]
Ancak değişik açılardan bu konuda farklı görüş ve yorumlar da vardır. Biz
etüdümüzde bu tür konuları bir tarafa bırakarak sadece, zaman zaman gündeme
gelen “Hz. Âdem ve eşinin çıkarıldığı
cennetin hangi dünyada yani, âhirette mi yoksa bu dünyada mı? olduğunu”
tespit etmeye çalışacağız. Referans olarak da daha ziyade, -ön kabullerden ve
yargılardan bağımsız bir şekilde- Kur’ân’ın diğer âyetlerini kullanacağız. Yani
konuyu Kur’ân hâlesinde ele almaya gayret edeceğiz.
Bu kısa bilgilerden sonra şimdi asıl konuya
geçebiliriz.
Hz. Âdem’in cennetten atılma olayını derli-toplu
olarak anlatan âyetler şunlardır:
“(Allah buyurdu ki): Ey Adem! Sen ve
eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın!
Sonra zalimlerden olursunuz.19 Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp
yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu
ağacı sırf melek veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.20 Ve
onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.21 Böylece
onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri
kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar.
Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir
düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.22 (Adem ile eşi) dediler ki:
Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.23 Allah: Birbirinize düşman olarak
inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır,
buyurdu.24 Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada
(diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi.25 (…) Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı,
ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten
çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları
göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların
dostları kıldık.27”[3]
Konumuzun
geçtiği bu âyetleri sırasıyla inceleyerek sözü edilen cennetin uhrevî mi yoksa
dünyevî mi? olabileceğine açıklık getirmeye çalışalım:
a. İlk âyette (7/19) “cennet” kelimesi geçmektedir.
Cennet
ise, “içinde meyveli/meyvesiz ağaçlar ve sular bulunan toprak parçasından
ibaret bahçe”[4] demektir.
Bu tanıma göre âyette geçen cennetin, âhiretteki cennet olduğuna dair herhangi
bir işaret yoktur.
Âyete göre Hz. Âdem ve eşi, orada yasaklanmış
ağaçtan yememeleri konusunda uyarılırlar, ondan yedikleri takdirde kendilerine,
zalimlerden olacakları ihtarı yapılır.[5]
Anlaşılan o ki, Hz. Âdem ve eşi, yasaklanan ağaca
yaklaşmama istemiyle bir bakıma imtihana tabi tutulmuşlardır. Şunu hemen
belirtelim ki âhiret, imtihan yeri değil, mücâzât (karşılık bulma) yeridir; bu
dünyada yapılan iyi veya kötü amellere göre orada sevap veya ıkâb verilir. Şu
âyetler bu hususları sarahaten ortaya koymaktadırlar:
“Kim bir
kötülük işlerse, onun kadar ceza görür…”[6]
"İşte
yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur."[7]
“O gün hiçbir
kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın
karşılığını alırsınız.”[8]
“... Ve
kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim
cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir…”[9]
Ayrıca
âhiretteki cennette sunulan nimetlerde herhangi bir kesinti, kısıtlama ve
yasaklama söz konusu değildir:
“... Kim de
kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete
girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.”[10]
“Sayısız
meyveler içindedirler; tükenmeyen ve yasaklanmayan.”[11]
“Onlara
canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.”[12]
“Orada
kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda dahası da vardır.”[13]
“Ne yana
bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.”[14]
Yeri gelmişken burada şunu da belirtelim ki, söz
konusu cennetin, hemen her yönden yaşam şartları en güzel bir şekilde
hazırlanmış ve hiçbir problem yaşanmayan fevkalâde bir yer olduğu şu âyetlerden
anlaşılmaktadır:
“Şimdi burada
acıkmayacaksın, çıplak kalmayacaksın. Ve sen susamayacaksın, sıcaktan da
bunalmayacaksın.”[15]
Dikkat
edilirse âyetlerdeki tavsiflerin, bu cennetin uhrevî değil, dünyevî bir cennet
olduğuna işaret ettiği de söylenebilir. Zira acıkma, çıplak kalma, susama ve
sıcaklıktan bunalma gibi sıkıntılar uhrevî hayatta değil bu dünyada yaşanan
zorluklardandır.
İşte
bu vb. hususların, Hz. Âdem ve eşinin çıkarıldığı cennetin âhiretteki ebedî cennet
değil, bu dünyada güzel bir bahçe olabileceğine işaret ettiğini söyleyebiliriz.
b. İkinci âyette (7/20) şeytanın
onlara, ayıp yerlerini göstermek amacıyla vesvese verdiği, bu ağacın
kendilerine, melek ya da ebedîlerden olmamaları için yasaklandığını ileri
sürdüğü anlatılmıştır.
Hemen
ifade edelim ki, âyetlerden anlaşıldığına göre şeytan bu cennete girmiştir.
Halbuki uhrevî cennete şeytan gibi âsîler değil[16],
inananlar, müttakiler, iyi işler (sâlih amel) yapanlar, güzel değerler
üretenler, kötülüklerden sakınanlar… girer. Şu âyetler bu vb. hususları
sarâhaten ortaya koymaktadırlar:
“Takvâ
sahiplerine va‘dolunan cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden ırmaklar
akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, (kötülüklerden)
sakınanların
(mutlu) sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.”[17]
“İnanıp da iyi
işler yapanlara gelince -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife yüklemeyiz-
işte onlar, cennet ehlidir. Orada onlar ebedî kalacaklar.”[18]
“Şüphesiz
(kötülüklerden) korunanlar cennetlerde ve nimet içindedirler.”[19]
“Cennet de
takvâ sahiplerine yaklaştırılır; (onlardan) uzakta olmayacaktır. İşte size vâ’dedilen
cennet! Ki o, daima Allah'a yönelen, (O'nun buyruklarını) koruyan, görmeden
Rahmân'a saygı gösteren ve (Allah'a) dönük bir kalp getiren herkesin (mükâfatı
budur). Oraya selâmetle girin. İşte bu, ebedî yaşamanın başladığı gündür.”[20]
Öte yandan şeytanın girdiği yerin müminler
açısından güvenilir bir mekan olması mümkün değildir. Halbuki âhiretteki cennet
korku, üzüntü, keder vb. sıkıntıların olmadığı güvenli bir ortamdır:
“… (Ve cennet
ehline dönerek): "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek
de değilsiniz" (derler).”[21]
“Sizi
huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınızdır. İman edip
iyi amelde bulunanlar müstesna; onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat
vardır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.”[22]
“Müttakîler
ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar. Bahçelerde ve pınar
başlarındadırlar. İşte böyle. Bunun yanısıra biz onları, iri gözlü hûrilerle evlendiririz.
Orada, güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler.”[23]
Burada belirtmemiz gereken önemli bir mesele de
şudur: Şeytanın ifadesine göre yasağın iki gerekçesi vardır: Bunlardan biri “melek”,
diğeri de “ebedîlerden olma” endişesidir.
Her şeyden önce yaratıldıkları madde[24] ve
dolayısı ile mahiyetleri birbirinden tamamen farklı olduğu için, normal
şartlarda biyolojik açıdan insanın melek olması mümkün değildir. O halde şeytanın
bu gerekçesi doğru olmaktan çok uzaktır.
“Ebedilerden olma” meselesine gelince Kur’ân,
hiçbir ayırım yapılmadan bütün canlıların ölüm olayını yaşayacağını açıkça
haber vermektedir:
“Her canlı
ölümü tadacaktır…”[25]
Dolayısı
ile şeytan tarafından ileri sürülen “ebedilerden olma” gerekçesi de tamamen
gerçek dışıdır.
Esasen
burada konumuzla ilgili olarak anlatmak istediğimiz asıl mesele şudur: Eğer Hz.
Âdem’in atıldığı cennet, ebedî olan uhrevî cennet olsaydı onun, tekrar ebedîlerden
olmak düşüncesiyle yasaklanan ağaçtan yemesinin/tatmasının hiçbir manası olmazdı.
Zira bu, “hâsıl-ı tahsîl” (elde
edileni tekrar elde etme)
kabîlinden faydasız ve anlamsız bir davranış olurdu. Buradan da Hz. Âdem’in uzaklaştırıldığı
cennetin uhrevî değil, dünyevî olduğu sonucu çıkarılabilir.
c. Üçüncü âyette (7/21) inandırıcı
olması için şeytan onlara gerçek bir öğütçü olduğuna dair yemin etmiştir.
Şunu
hiçbir zaman unutmamak gerekir ki şeytan, insanın en azılı düşmanıdır:
“Kullarıma
söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar.
Zira şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.”[26]
Apaçık
bir düşman olduğu için onun, hiçbir sözüne itibar etmemek, arkasından gitmemek,
kısaca istek ve tavsiyelerinden titizlikle sakınmak lazımdır:
“… Allah'ın
size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için
apaçık bir düşmandır.”[27]
“Ey iman
edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip
ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder.
Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse
asla temize çıkamazdı…”[28]
Dolayısı
ile bizim de şeytanı bir düşman olarak kabul etmemiz gerekir:
“Çünkü şeytan,
sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak
ateş ehlinden olmaya çağırır.”[29]
d. Dördüncü (7/22) âyete göre
şeytan onları, yasaklanan ağaçtan tattırarak aldatmış, bunun üzerine onların
görünmemesi gereken (avret) yerleri açılmış; bu nedenle çıplak kısımların
üzerlerini cennetteki (bahçedeki) yapraklarla örtmeye çalışmışlardır.
Hemen
belirtmemiz gerekir ki, uhrevî cennette hile, aldatma, kandırma, günah işleme,
yalan ve boş söz söyleme gibi ilâhî iradenin onaylamadığı eylemlerin yapılması
ve sözlerin söylenmesi mümkün değildir:
“Orada
karşılıklı kadeh tokuştururlar, ama burada (içki yüzünden) ne saçmalama vardır
ne de günaha girme.” [30]
“Onlar
orada ne boş bir söz ne de yalan işitirler.”[31]
“Orada boş bir
söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Söylenen, yalnızca "selâm,
selâm"dır.”[32]
Çünkü
yukarıdaki (Âl-i
İmrân/185)
âyetle şu aşağıdaki âyetlere göre âhiretteki cennete giren artık kurtulmuştur:
“(Bunlar)
Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte büyük kurtuluş budur.”[33]
“(Bütün bu
lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedî kalacakları,
zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi
içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.”[34]
Ayrıca
uhrevî cennette giyilecek olanlar da öyle yaprak gibi basit değil, kıymetli eşyâdandır:
“İnce
ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.”[35]
“Üzerlerinde
yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır...”[36]
“Sabretmelerine
karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.”[37]
İşte
bu bilgiler, söz konusu cennetin bu dünyada bulunan fevkalâde bir bahçe olduğunu
tedâî ettirecek niteliktedir diyebiliriz.
e. Beşinci (7/23) âyette Hz.
Âdem ve eşi, hata yaptıklarını anlayarak Yüce Allah’tan bağışlanmalarını
isterler.
Yukarıda
da belirtildiği gibi âhiretteki cennet bir mücâzât yeri olduğu için orada, günah
işleme ve sonrasında mağfiret dileme eylemi olmamalıdır.
f. Altıncı (7/24) âyetin
ifadesine göre onlar, -bir süre yaşamak üzere- birbirlerine düşman olarak bu cennetten
zorla[38]
çıkarılırlar.
Bu
âyete göre onlar artık o hâdiseden sonra birbirlerine hasım/düşman olmuşlardır.
Hâlbuki âhiretteki cennette kin, nefret, düşmanlık ve buğuz gibi kötü niyet ve düşünceler yoktur,
sevgi, saygı, dostluk ve kardeşlik gibi hep güzel duygu ve davranışlar vardır:
“Biz, onların
gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya
oturan kardeşler olacaklar.”[39]
Yine bu âyete göre onlar bu cennetten atılmışlardır.
Halbuki uhrevî cennete girenler artık oradan çık[arıl]mazlar:
“… Ve onlar,
oradan çıkarılmayacaklardır.”[40]
Çünkü
uhrevî cennet geçici değil, düşünce ufkumuzun sınırlarını aşan bütün lütufların
ve güzelliklerin sunulduğu daimî ve gerçek bir yaşam yeridir:
“Onlar cennet
ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.”[41]
“Onlara altın
tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin
hoşlandığı her şey vardır. Ve siz, orada ebedî kalacaksınız.”[42]
“Müttakîlere va’dolunan
cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen
sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan
ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır…”[43]
“Mutlu
olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve
yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez
bir lütuftur.”[44]
“Bu dünya
hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Âhiret yurduna (oradaki
hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!”[45]
Orada
hiçbir problem ve sıkıntı da yoktur:
“Orada
koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de
dondurucu soğuk.”[46]
“Onlara orada
hiçbir yorgunluk gelmeyecektir…”[47]
“Güzel
davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne
bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet
ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.”[48]
Bütün
bu beyanların, söz konusu cennetin, âhiret cennetini değil, bu dünyada bulunan
ve hemen her türlü imkâna sahip güzel bir bahçeyi işaretlediğini söylemek
mümkün gibi görünmektedir.
g. Yedinci (Araf/25) âyette onların
bir süre yaşadıktan sonra ölecekleri haber verilmektedir.
Eğer
Hz. Âdem ve eşinin çıkarıldıkları cennetin âhiretteki ebedî cennet olduğu kabul
edilirse bu onların iki defa öldükleri anlamına gelmektedir. Halbuki Kur’ân ölüm
olayının bir defa yaşanacağını haber vermektedir:
“İlk
tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem
azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır).”[49]
Bu
hususun da Hz. Âdem ve eşinin dışlandığı cennetin âhiretteki cennet olmayıp bu
dünyada bir bahçe (cennet) olabileceği ihtimalini kuvvetlendirdiğini
söyleyebiliriz.
h. Yukarıda zikredilen Araf (7) süresinin 20, 22 ve 27.
âyetlerinde onların elbiselerinin şeytan tarafından soydurularak ayıp olan
(avret) yerlerinin açıldığından yani, çıplak kaldıklarından bahsedilmektedir. Tâhâ (20) süresinin 118. âyetinde ise orada,
“çıplak
kalınmayacağı” ifade edilmektedir.
İlk
bakışta âyetlerin birbirleriyle çelişkili olduğu zannedilebilir. Şunu önemle belirtelim
ki Kur’ân’da, birbirleriyle tenâkuz halinde olan ve çatışan hiçbir âyet yoktur.[50]
Dolayısı ile bu âyetler arasında da herhangi bir çelişkili durum söz konusu
değildir. Bunu şöyle îzâh etmemiz mümkündür: Âcizâne kanaatimize göre siyakı ve
sibakından da anlaşılacağı üzere Tâhâ süresinin (20) 118.
âyetindeki “çıplaklık” hakiki manada
kullanılmış olmalıdır. Zira âyetlerde (Tâhâ/118-119) hakiki manada
olmak üzere söz konusu cennette acıkmak, çıplak kalmak, susamak ve sıcaklıktan
bunalmak gibi birtakım sıkıntıların yaşanmayacağı bildirilmektedir. Buna göre
Araf (7) süresinin 20,
22 ve 27. âyetlerinde, görünmemesi gereken yerlerin açılmasına sebep olan “ağaca
yaklaşma/ağacın meyvesinden tatma” eyleminin mecâzî manada meselâ, cinsî ilişki[51]
şeklinde yorumlanması, çelişkinin izalesi bakımından gerekli görünmektedir. Çünkü,
“ağaca yaklaşmanın/ağacın meyvesinden yemenin” hakiki manada olduğu kabul
edilirse bununla “avret yerlerinin açılması” arasında makul bir irtibat kurmak
yani, bu iki farklı eylemin arasını bağdaştırmak oldukça zordur. “Cinsî yaklaşma” ile “ayıp olan yerlerin açılması”nın arasını
telif etmek ise rahatlıkla mümkündür. İşte burada böyle bir mecâzî mananın
varlığı kabul edilirse âyetler arasında herhangi bir çelişkinin bulunmadığı
görülmüş olur. Konuyu noktalamadan önce şunu da belirtelim ki burada, çelişki
vehmini giderecek başka yorum ve îzâhlar da yapılabilir.
Sonuç
İnsanlığın
atası olan ve nübüvvetle görevlendirilen ilk şahsiyet olarak temâyüz eden Hz.
Âdem’in bir süre cennet hayatı yaşaması ve hemen her türlü paha biçilmez
nimetin cömertçe sunulduğu bu cennetten atılma hâdisesi Kur’ân’da özetle yer
almaktadır.
İslâm
kültür hayatında Hz. Âdem merkezli pek çok mesele ortaya atılmış ve bu mevzular
hakkında farklı görüşler serdedilmiş, değerlendirmeler yapılmıştır.
İşte
biz de tartışılan bu konular arasında Hz. Âdem ve eşinin ihlal ettikleri bir
yasak nedeniyle çıkarıldıkları cennetin hangi dünyada (yani bu dünyada mı yoksa
âhirette mi?) konumlandırılmış olabileceği meselesini inceleme konusu yaptık.
Araştırmamız
esnasında olayın geçtiği âyetlerle diğer âyetleri karşılaştırdığımızda, Hz.
Âdem ve eşinin dışlandıkları cennetin, üzerinde yaşadığımız bu dünyada olma
ihtimalinin daha ağırlıklı olduğu mümkün gibi görünmektedir. Yukarıda
sırladığımız hemen her maddenin bu tezi desteklediği söylenebilir. Söz konusu
cennetin bu dünyada olabileceğinin kabul edilmesi, hiçbir itikâdî esâsa da
münâfî değildir.
Bibliyografya:
Ahmed
b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1982.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni
Ufuklar Neşriyat.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvûd, İstanbul, 1981.
İbn
Âşûr, Muhammed
Tâhir, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr,
ed-Dâru’t-Tünusiyye.
İbn
Mâce, Ebû
Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenu
İbn Mâce, İstanbul, 1981.
İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâlu’d-dîn
Abdu’r-rahmân b. Ali b. Muhammed, Zâdu’l-Mesîr
fî İlmi’t-Tefsîr,
el-Mektebetü’l-İslâmî, 4. baskı, 1987/1407.
el-Maverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed
b. Habîb, en-Nüket ve’l-Uyûn/Tefsîru’l-Maverdî, (ta’lîk, es-Seyyid
b. Abdi’l-maksûd b. Abdi’r-rahîm), Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye.
Müslim, Ebu’l-Huseyn Müslim b.
El-Haccâc, Sahîhu Müslim, İstanbul,
1981.
er-Râğıb
el-İsfehânî,
Huseyn b. Muhammed b. el-Mufazzal, Müfredâtü
Elfâzi’l-Kur’ân, (tahkik, Safvân Adnân Dâvûdî), 1. baskı, Beyrut,
1992/1412.
eş-Şeyh
es-Semin,
Ahmed b. Yusuf, Umdetu’l-Huffâz fî
Tefsîri Eşrafi’l-Elfâz, (tahkik, Muhammed Altûncî), 1. baskı, 1993/1414.
Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b.
Sevrate, Sünenü’t-Tirmizî, İstanbul,
1981.
· Prof. Dr.,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Van. E-mail: bahagani@gmail.com
[1] Âl-i İmrân
(3), 59; Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed
b. Îsâ b. Sevrate, Sünenü’t-Tirmizî,
İstanbul, 1981, Menâkıb, 74.
[2] Âl-i İmrân
(3), 33; Meryem (19), 58; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, İstanbul, 1982,
V, 178, 179, 265.
[3] Araf (7),
19-25, 27. Bu olayın anlatıldığı başka âyetler için bkz., Bakara (2), 35-38;
Tâhâ (20), 117-123.
[4] er-Râğıb el-İsfehânî, Huseyn b.
Muhammed b. el-Mufazzal, Müfredâtü
Elfâzi’l-Kur’ân, (tahkik, Safvân Adnân Dâvûdî), 1. baskı, Beyrut,
1992/1412, s. 204 (C-N-N mad.); eş-Şeyh
es-Semin, Ahmed b. Yusuf, Umdetu’l-Huffâz
fî Tefsîri Eşrafi’l-Elfâz, (tahkik, Muhammed Altûncî), 1. baskı, 1993/1414,
I, 401 (C-N-N mad.); İbn Âşûr,
Muhammed Tâhir, Tefsîru’t-Tahrîr
ve’t-Tenvîr, ed-Dâru’t-Tünusiyye, I, 430.
[5] Bu yasak
ağaçtan muradın ne olduğuna dair bilgi için bkz., el-Maverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habîb, en-Nüket ve’l-Uyûn/Tefsîru’l-Maverdî, (ta’lîk, es-Seyyid b. Abdi’l-maksûd b.
Abdi’r-rahîm), Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, I, 107; İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâlu’d-dîn Abdu’r-rahmân b. Ali b.
Muhammed, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, el-Mektebetü’l-İslâmî,
4. baskı, 1987/1407, I, 66; Ateş,
Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri,
Yeni Ufuklar Neşriyat, I, 147-148.
[6] Mümin (40),
40.
[7] Zühruf (43),
72.
[8] Yasin (36),
54.
[9] Âl-i İmrân (3),
185.
[10] Mü’min (40),
40.
[11] Vakıa (56),
32-33.
[12] Tur (52), 22.
Benzer anlamda başka bir âyet için meselâ bkz., Zühruf (43), 73.
[13] Kaf (50), 35.
[14] İnsan (76),
20.
[15] Tâhâ (20),
118-119.
[16] Meselâ bkz.,
Mâide (5), 72; Araf (7), 40.
[17] Rad (13), 35.
[18] Araf (7), 42.
[19] Tur (52), 17.
[20] Kaf (50),
31-34.
[21] Araf (7), 49.
Benzer anlamda başka bir âyet için meselâ bkz., Zühruf (43), 68.
[22] Sebe’ (34),
37.
[23] Duhan (44),
51-55.
[24] İnsanlar
topraktan yaratılmışlardır. Meselâ bkz., Âl-i İmrân (3), 33, En’âm (6), 2; Arâf
(7), 12; Kehf (18), 37; Hacc (22), 5; Mü’minûn (23), 12; Rûm (30), 20; Secde
(32), 7; Fâtır (35), 11; Sâffât (37), 11; Sâd (38), 71, 76; Ğâfir (40), 67; Ahmed b. Hanbel, II, 248, 378, 524, IV,
168; Tirmizî, Menâkıb, 74,
Tefsîru’l-Kur’ân, 2 (Bakara), 1; Ebû
Dâvûd, Süleyman b. Eş’as
es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvûd,
İstanbul, 1981, Sünnet, 16; İbn Mâce,
Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenu
İbn Mâce, İstanbul, 1981, Mukaddime, 10. Melekler de nurdan
yaratılmışlardır. Meselâ bkz., Ahmed b.
Hanbel, VI, 153, 168; Müslim,
Ebu’l-Huseyn Müslim b. El-Haccâc, Sahîhu
Müslim, İstanbul, 1981, Zühd, 60.
[25] Âl-i İmrân
(3), 185.
[27] Enam (6), 142.
[28] Nur (24), 21.
[29] Fâtır (35), 6.
[30] Tur (52), 23.
[31] Nebe’ (78),
35.
[32] Vakıa (56),
25-26.
[33] Duhan (44),
57. Konuya ilişkin başka âyetler için meselâ bkz., Tevbe (9), 100; Ahkaf (46),
119; Teğâbün (64), 9.
[34] Feth (48), 5.
[35] Duhan (44),
53.
[36] İnsan (76),
21.
[37] İnsan (76),
12.
[38] Âyette, “zor kullanarak/baskı yaparak indirmek”
anlamındaki (h-b-t) kökünden türetilen (ihbitû) emir sîğası geçmesi nedeniyle
bu hususu yansıtmak için burada “zorla”
kelimesini kullandık. Bkz., er-Râğıb
el-İsfehânî, s. 832 (H-B-T mad.).
[39] Hicr (15), 47.
[40] Hicr (15), 48.
[41] Ahkâf (46),
14.
[42] Zühruf (43),
71.
[43] Muhammed (47),
15.
[44] Hud (11), 108.
Cennet hayatının sürekli olduğuna dair başka âyetler için meselâ bkz., Maide
(5), 85; Tevbe (9), 89, 100; İbrahim (14), 23; Zümer (39), 73; Ahkaf (46), 119;
Feth (48), 5; Teğâbün (64), 9. Cennette sunulan nimetler hakkında daha geniş
bilgi için bkz., Yasin (36), 55-57; Sâffât (37), 41-49; Tûr (52), 18-24; Vakıa
(56), 8-24, 27-31, 34-38; İnsan (76), 14-19; Nebe (78), 31-34.
[45] Ankebût (29),
64.
[46] İnsan (76),
13.
[47] Hicr (15), 48.
[48] Yunus (10),
26.
[49] Duhan (44),
56.
[50] Meselâ bkz.,
Nisâ’ (4), 82.
[51] Ateş, I, 147, 148.
**********Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dokümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer doküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.Bekir AKKAYA **********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...