3 Kasım 2007

Ölümden Sonrasına Yolculuk-2 /Bekir AKKAYA

Önceki yazımızda "Bütün ruhların aynı anda yaratıldığını, ruhla bedenin bir araya gelmesi ile de insan denen varlığın dünya hayatını oluşturduğunu ve ruhun bedenden ayrılması ile de ölüm denen hadisenin gerçekleşmiş olduğunu ve ahiret ya da ölümden sonrası hayatın başlamış olduğunu ve sürecin devamından başka bir şeyin olmadığını" ifade etmiştik.
Bu inancımız Kuran-ı Kerim başta olmak üzere Tevrat ve İncil'de de açık olarak ifade edilmektedir. Sadece kutsal kitaplarda değil, ilahi dinlerin dışında tüm inançlarda da bir şekilde ölümden sonrası söz konusu edilmektedir. Dünyanın bir çok yerinde "ölümden sonrası" bilim adamlarınca araştırılmakta çok farklı düşünceler olsa da hayatın devam ettiği gerçeği özellikle de vurgulanmaktadır. Şahsen benim öğrenebildiğim kadarıyla kendilerini "ateist – tanrının olmadığını ve buna bağlı olarak ölüm sonrasını yok sayan çok az bir insan, ölümden sonrasını inkar ederek, ciddi bir veri de ortaya koyamamaktadır.
Benim asıl maksadım ölümden sonrasının varlığı veya yokluğundan öte "inandığım bir ölüm sonrası hayatı" nasıl bir hayat olduğunu paylaşmak, “neden inandığımı” ortaya koymaktan ibarettir. Sonuçta, inanılsa da inanılmasa da bu dünyada ölüm gerçeğini kimse inkar edemez. Şahsen ben şu elinizdeki gazetenin varlığı kadar ölümden sonraki hayatı somutlaştırıyor, gidemediğim ama ve kesin olarak gideceğimi bildiğim bir şehrin varlığına inandığım kadar ölüm sonrası hayata inanıyorum.
Yaratılış ve yaratılışımızın gayesi ve bu dünyadaki yaşamamızın nedeni, ölüm ötesi hayatın süreci olarak düşünüldüğünde, bu dünyadaki hayatta anlamlaşıyor. İslam inancıyla bütün işler ibadet haline dönüşüyor. Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile " Dünya
ahiretin tarlasıdır." Ve bu dünyada en küçük bir amel bile öbür dünyada çok daha fazla anlam kazanıyor.
Geçen yazımızda da ifade ettiğimiz " Bütün ruhlar yaratıldığında Yaratıcımız Allah'ın "Ben sizin rabınız değilmiyim? " hitabına "tüm ruhlar "EVET" diye cevap vermişlerdir." Çok kez biz insanlar "Bunu biz neden hatırlamıyoruz?" yani "Doğmadan önce var isek neden hatırlamıyoruz? " gibi bir soru sorarlar. Ruhsal hayat, bizim dünyadaki bedenle ruhun birleşiminden oluşan bir hayat değildir. Cin gibi, melek gibi varlıklar da birer ruhsal hayat yaşamaktadırlar. Biz insanlardaki fazlalık yada bizde yaratılmışlar içersinde en güzel varlık olma durumu "ruhla bedenin birleştiği insan " olmasındandır. Eğer ruhumuzla bedenimiz bir araya gelmemiş olsa idi zaten topraktan yaratılmış bir insan özelliğimiz olmayacaktı. Sadece ruhsal bir varlık olarak kalmış olurduk ki, bu durumda geldiğimiz yere gidişinde bir anlamı olmayacak, hayatın gayesi de tam yerini bulmamış olacak ve yaratıldığımız şekilde bir melek gibi ruhsal varlığımızla yaratılmış olacak.
Çocuk dünyaya adımını attığından süt devresini tamamlayana kadar, geldiği ruhsal alemden bağını koparamaz. Bir şeylere güler ya da bir şeyler konuşur. Mırıldanır ya da değişik sesler çıkartır. Bu dil geldikleri ruhsal alemin bir dilidir. Bir çok kitaplar bu dilin "süryanice" olduğunu ve cennet aleminde de süryanice konuşulacağını söylerler. "Süryanice" harflerle anlamlandırılan ve harflarle konuşulan bir dildir. Çoklarımız, özelliklede anneler "benim çocuk bana gülüyor, benle konuşuyor" gibi ifadeler kullanır. Hatta bir çoklarımız çocukların uyku esnalarında güldüklerini yüzlerinde değişik mimiklerle bir şeylerle meşgul olduklarına şahit olmuşlardır. Bu durumun aslı geldikleri ruhsal alemden bağlarını koparmadıklarının açık bir ifadesidir. Belli bir zaman sonra bu bağ kopar ve artık çocuk dünyaya yönelir ve dünya dilini de kullanmaya başlar. "Ma, mu" gibi Süryanice harflerden oluşan dil, yerini bizim kullandığımız dünya dillerine bırakır. Bir dönem sonra çocuk, geldiği ruhsal alemden tamamen bağını kopartır.
Dünyaya doğumla, dünyadan ölümle ayrılan kişi arasında pek fark yoktur. Ölüm döşeğinde olan insanın durumu da süt dönemindeki çocuğun doğumuna benzer. Ölüm döşeğindeki adam bizimle irtibatı keser. Gözlerini bir yerlere yönlendirerek bizim anlayamadığımız derin bakışlar sergiler. Süt dönemindeki çocuk gibi bizim anlayamadığımız sesler çıkartır, davranışlarda bulunur. Ölüm esnasında kişinin anlamsız konuşmalarını çok kez “aklı gitti” gibi ifadelerle yorumlanır. Oysa dünyadan irtibatı kesmiş, ya da kesmekte, yeni dili yani Süryanice’yi kullanmaya ve ruhsal alemle irtibata çoktan geçmiştir. Dünyadan bağını koparmakta zorlanan bazı hastalar ise, bizim “can çekişiyor” şeklindeki tanımlamamızın aksine, tezden öte aleme uyum sağlamakta ya da güçlük çekmekte, dünyadan ayrılmama arzusu ve direnme, bizim dünya ölçülerinde çok yanlış yorumlara neden olmaktadır. Kısacası ruh ve bedenden oluşan insanın yaşam şekli ile, ruhsal insanın yaşam şekli kesinlikle aynı değildir. Bu yazı nasipse devam edecek…
Buluşmak Ümidiyle.
Bekir AKKAYA/Kumru
http://www.kumru.org/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...