29 Kasım 2007

Mahalle Salatası! Afiyet Olsun!

Son zamanlarda Türkiye’mizin gündeminde bir “Mahalle Baskısı” muhabbeti aldı başını gidiyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda epey bilmediklerimizi bu vesileyle öğrenmiş olduk. Bana göre muhabbetin her türü makbuldür. Konuşmamaktansa konuşan bir ülke insanı olmak, bunun da ötesinde insanın kendi mahallesinde olup bitenleri işin uzmanlarınca ve hatta hocaların hocaları tarafından öğrenebilmek son derece yararlı. Tartışan ve ahkam kesenlerin bizim mahalle ile bir ilgisi olmasa da, ya da bizim mahallelilere benzemese de onların uzmanlıklarından yararlanmamak, biz mahallelilerin lüksü olamaz. Mahalle dışındakiler işin sosyolojik ve psikolojik yönlerini konuşacak, biz de bu konuşmalardan karın doyuracağız. Afiyet olsun!
Mahalle baskısı deyince bizim kafa geçmişten günümüze gidip geldi. İşin sosyolojik boyutunu algılayamasam da bu kadar sözün beni neresi ilgilendiriyor diye epey düşündüm. Genelde konuşulanları biz pek üzerimize almayız ama, elin koskoca hocaları “beni” konuşunca bir hücre olarak ben, farkında olmasam da epey incelenmiş olduğumu öğrendim. Bu büyük zevatlar bizi inceleyerek kendi şablonlarına göre kalıplar oluştururlar ve o kelime ve kavramlara yine kendilerine göre anlam vererek garipler kürsüler oluşturarak geçimini temin ederler. Yandan destekçiler de “benim de hocamdı” diyerek, kıyıdan kenardan biz ne kadar baskıcı mahalleliler olduğumuzu yorumlayarak akşam iftar rızklarını temin ederler. Tevfik Fikret “Yiyin efendiler yiyin!” derken büyük ihtimal onların söz ettiği mahallelileri kast etmemiştir sanırım.
Uzmanlar baskıyı hep kılık
kıyafet üzerinde yürütse de mahalle insanları sözü edilen baskıdan habersiz yaşamlarını sürdürüyor. En azından benim mahallemde bugüne kadar kılık kıyafet nedeniyle bir baskısı görülmemiştir.
Mahalle derken ben şahsen Kumru’muzun mahallerinden ya da köylerinden söz ediyorum. Baskın yapan mahallelere de hiç yolum düşmedi. Eğer baskıdan söz edilecekse, tüm baskı çeşitlerinden söz etmek ve onları masaya yatırmak daha çok faydalı olur.
Aşağılama ve aşağılanma kelimeleri “baskı” kelimesinin hangi kısmına yakındır bilemiyorum. Kibir ve gurur’un baskın olduğu yerlerde aşağılama durumu da o kadar fazladır. Kendinde olanları farklı gören herkes, bir ölçüsü yoksa kendi dışındakileri de istemeden aşağılayacak, bilerek ya da bilmeyerek bir baskı oluşturacaktır. “Yaratılanı sev, yaratandan ötürü” sözünü yüreğine sindirenler ise hangi durumda bulunurlarsa bulunsunlar bir baskı unsuru oluşturmayacaktır.
Dinlerden öğrendiğimiz şeytan “kibir ve gurur”’un sembolüdür. Kendini farklı görme ve kendi dışındakileri eksik görme bir ölçüde aşağılamanın da, baskının da başlangıcıdır. Baskı varsa ya da baskıdan söz ediliyorsa kibir ve gurur’da vardır. Her öğrenilen bilgi ya da gelişen medeniyet, gurur ve kibri artırıyorsa kişilerin birbirine baskı kurmamaları düşünülemez. Din dahil bütün kültürlerin insanda aradığı medeniyet ölçüsü, kendi dışındakileri de en mükemmel görmeleri ile mümkündür. Hani şeytan ne demişti Adem için –“ O topraktan, ben ise ateşten yaratıldım. O halde ben üstünüm!”
“Ben” kelimesinde, bir baskı unsuru olduğu kesindir. O halde “DİNLİ BEN” ya da “DİNSİZ BEN” aynı kapıya çıkar. Bunun dışındaki bütün konuşulanlar “LAF SALATASIDIR”
Buluşmak Dileğiyle. Hoşça Kalın…
Bekir AKKAYA/ KUMRU

12 Ekim 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...