29 Eylül 2008

Kiralama çılgınlığı…Prof. Dr.Abdullah ÖZBEK/http://www.abdullahozbek.org/


Eskiden beri insanlar bir şeyi, bir mülkü, belli bir ücret karşılığında başkasına vermektedir. Kısaca buna “kiralama” deniyor.
Günümüzde kiralamanın boyutları oldukça genişlemiş durumdadır. Nerdeyse bazı kişiler, mülkün ya da bir nesnenin sürekli sahibi olma yerine “kiralama” işini tercih ediyor… Ve kendilerince bunu daha kârlı da görüyor.

Olabilir… Yalnız bunun da bir sınırı olmalı, elbet. Çünkü her şey kiralanmaz ve de kiraya verilmez. Yoksa dengeler alt üst olur. İşin ahlâkî tarafı ise, ayrıca üzerinde durulacak bir konudur.
Evet, bilindiği gibi, pek çok kiralama şekli var…
Yalnız bir tanesi var ki, akıllara durgunluk verecek düzeyde. Ne mantığı, ne de ahlâkî bir dayanağı var!
Son zamanlarda daha sık sık gündeme gelen “diploma kiralama” işi, işte böyle bir şey…
Şimdi soralım…
Diploma insana niçin verilir? Ve ne işe yarar?
Diploma, insanın bir kursu ya da eğitim programını tamamladığını, bir sanatta veya meslekte çalışmaya hak kazandığını, bir unvanı hak ettiğini
gösteren resmi bir belgedir. Ancak sahibi ile birlikte bir anlam ifade eder ve işe yarar…
Gelin görünüz ki açıkgözlük yaptığını sanan bir kısım kişi ve kuruluşlar, iş yerlerinde, pekâlâ “kiralanmış diploma” kullanabiliyor… Hem de milleti aptal yerine koyarak!
Bir zamanlar bir eczanede bu işin şık olmadığını dile getirmiştim. Onlar da, “eczacı olsa da aynı şey, olmasa da aynı şey” diye cevap vermişlerdi.
Bu nasıl olur? Öyleyse neden eczane açmak için “eczacılık mezunu olma şartı” vardır?
Soruyu isterseniz, bir de başka açıdan soralım…
Farkı yoksa eczacılık fakültelerine ne gerek var? Öyle ya, onca masraf, emek ve zaman niye harcanır? Devlete de, üniversiteye de, ailelere de, bu tahsili gören kişilere de yazık değil mi?
Aslında, kanun çıkarılarak, bazı iş yerlerinde teknik eleman çalıştırma zorunluluğu getirilmiş.
Sebep?
Sırf daha kaliteli ve sağlıklı hizmet sunulması için…
Meselâ gıda üretim ve tüketim yeri ile pastane ve fırın için “gıda mühendisi” çalıştırmak şartmış.
Bizim insanımız buna pratik bir çözüm icat (!) etmiş…
Hemen bir gıda mühendisi bulup diplomasını kiralıyor… Ardından da, herkesin görebileceği bir yere çerçeveletip asıyor… Hayvan sağlığı ile ilgili ilaç ve malzeme satan bazı yerlerde de bu hileyi görmek mümkün…
Anlaşılan o ki, birçok işletmelerde, iş yeri ile diploma sahibinin hiçbir ilişkisi yok. Sadece, anlaştıkları kirayı alıp işlerine bakıyorlar… Hepsi bu kadar… Oh, ne âlâ memleket!
Peki, şimdi soralım…
Bu yasanın resmi takipçileri ve denetçileri nerede?
Memleket satılıyor diye bağırıp çağıranlar, bu yapılan yolsuzluğu niçin görmek istemez? Sonra bu iş yerlerinin bağlı olduğu odalar ve modalar ne ile uğraşır?
Bir de “kiralık kafa tutanlar” var… Hem de o kadar çok ki… Meselâ sınavlara başkasını sokanlar, sokma akılla akıllılık taslayanlar ya da bu yolla şu veya bu makamları işgal edenler, ülkeyi yabancı kafalarla idare etmeye kalkışanlar bu cinstendir.
Ya bu olup bitenler karşısında vatandaş ne yapıyor?
Onun hiç mi suçu yok? O çok mu masum? Neden hakkını aramaz? Göz göre göre aldatılmaya neden karşı çıkmaz?
Savunma hazır…
Gücü yetmiyor… Sesini duyuramıyor… Dayatıyorlar… O da mecbur kalıyor!
İyi bilmeliyiz ki, herkesin bir gücü vardır… Nitekim Hindistan’ın bağımsızlık önderi Gandi’nin (1869-1948) ispatlamaya çalıştığı buydu. Kendisi son derece sade bir hayat yaşayarak halkı yolsuzluğa, yoksulluğa, ağır vergi yüküne, ayrımcılığa ve köleliğe karşı direnişe çağırmıştı. Üstelik pasif bir şekilde…
Halk ne yaptı, sonunda?
Sömürgecilerin ve onların yandaşlarının ürettikleri malları, bedava bile verseler, almadı… Elinden bu geliyordu sadece…
Tabiî ki bunun için hem bilinç hem de sabır gerekiyordu. Gandi de bu fazlasıyla vardı. Bunu gören halk da, tereddüt etmeden ona inandı ve izinden gitti.
Şüphesiz burada bir samimiyet de söz konusudur. Yani öncüler ve liderler söylediklerini bizzat kendileri yaparsa, eninde sonunda halk da onların peşinden gitmektedir. Hem de hiç tereddüt etmeden… Tarihte bunun pek çok örnekleri vardır.
İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Mehmet (1432-1481),Çaldıran seferinde Yavuz Sultan Selim (1470-1520), önce kendileri atlarını ileri sürmemişler miydi?
Maalesef bizim eğitim sistemimizde, güçlerin olumlu yönde kullanılması ve haksızlıklara karşı çıkılmasının yolları hemen hemen hiç öğretilmiyor. Onun için de, “güç” denildiğinde, “güç gösterisi” anlaşılıyor; ya da “gücüm yetmiyor” denilip korku üretiliyor. Bu da ister istemez, kiralık kafaların sayısını artırıyor.
Diğer taraftan başka bir problem daha var…
Yasaların uygulanması?
Şu acı bir gerçektir ki, yasalara genelde zayıf kesim uyar ya da uydurulur. Şu ya da bu şekilde kendini akıllı, haklı ve güçlü gören kesim, yasa masa dinlemez. Delip geçer… Ne zaman canı isterse…
Bazen, sırf güç gösterisi için bile bunu yapar.
Hz. Peygamber, bu anlayış ve uygulamanın toplumları yok olmaya götürdüğü konusunda çok ciddi uyarılarda bulunmuştur…
Bütün bunlar gösteriyor ki, sadece doğru ve isabetli yasalar çıkarmak yetmiyor. Başta bunun doğruluğuna inanacak ve uyacak insanı yetiştirmek gerekiyor.
Bu da bir eğitim meselesi…
Gerçekte bu iş o kadar zor değil…
Yalnız bir şatla…
Kiralık kafalar bir tarafa atılacak!

KAYNAK:
Bak. 5179 sayılı gıda kanunu ve buna dayalı olarak çıkarılan yönetmelikler.
Bak. http://www.tumgazeteler.com/?a=3998161 (Erişim tarihi: 21 Eylül 2008)
Bak. http://www.forumtayfa.com/genel/98298-gida-muhendisleri-diplomalarini-200-ytlye-internetten-kiraya-veriyor.html (Erişim tarihi: 21 Eylül 2008)
**************



***********

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...