7 Eylül 2009

Hem vali hem adam olunur mu?Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

Binlerce yıl içersinde oluşmuş önemli değerlerimiz vardır. Bunlar ayni zamanda, bizim eğitim felsefemizin, yani insan yetiştirme amacımızın temelini oluşturur.
İşte bir tanesi…
Adam olmak!
Adam olmak, “önce insan olmak” demektir…
Bunun halk arasında dolaşan şöyle bir hikâyesi de vardır:
Bir zamanlar bir baba oğluna, bazı hareketlerinden dolayı, “Bu gidişle sen adam olamazsın” dermiş.
Bu söz oğlunun içine öyle işlemiş ki… Ne yapıp yapıp babasını utandırmak için geceli gündüzlü çalışarak bir beldeye, halkın bildiği cinsten bir vali olmuş…

Artık kendisini ispat etmenin vakti gelmiştir. Hemen emrindeki kişilerden birini görevlendirerek babasını huzuruna getirtmiş.
Bu hali yadırgayan babası, biraz içini çekerek, o tarihi sözü söyler.
Vali olmuşsun, ama adam olamamışsın!
Bilindiği gibi, genel anlamda valilik, bir ilde ve bölgede devleti temsil eden en büyük mülkî âmirliktir. Elinde kanuna dayalı oldukça etkili yetkiler vardır.
Yalnız kültürümüzdeki “vali” kavramı biraz farklıdır. Bu, herhangi bir yerde resmi olarak görev almayı ya da önemli bir makama gelmeyi ifade eder…
Burada anlatılmak istenen şu olsa gerek…
Bir kısım insanlar, ellerine güç ve imkân geçince şımarıp gurur ve kibre kapılabiliyor. Bu da onları, tepeden bakmaya sevk ediyor. Artık dediği dedik, çaldığı düdük…
Elbette ki bunun istisnaları da yok değil…
Bir zamanlar, bir grup arkadaşla birlikte bir valiyi ziyarete gitmiştik… Konuşma esnasında, görevinin bazı zorluklarından örnekler verdi. Anlattıklarına göre, hem vali hem de adam olmak o kadar kolay değilmiş.
Sebebine gelince…
Hak ve adâlet konusunda taviz verilmemesi, bir sürü kişiyi karşısına almak demekmiş. Buna, kendisini oraya getirenler de dâhil… Hem iş yapsın diye atıyorlar, hem de doğru iş yapmasına engel oluyorlarmış. Bir anlamda, halkın değil, sadece kendilerinin valisi olmasını istiyorlarmış.
İşin en zor kısmı da, insanların “yakın ve uzak” diye ayırıma tabi tutulması meselesiymiş… Menfaat çevrelerinin en büyük arzularından birisi bu imiş.
Bu konuda yaşadığı zihinsel çatışmayı, şöyle çözdüğünü ifade etmişti:
—Bazen benim de gönlüm, yakınımda olanları tercih etmemi istiyor. Ama adâlet duygum buna engel oluyor!
En çok dikkat ettiği prensibi de şu imiş:
İdaresindeki insanların hiç birinin “Bana haksızlık yapılıyor” düşüncesine kapılmaması!
Ziyaret bittikten sonra, arkadaşlarla, böyle bir kişinin burada rahat bırakılmayacağı değerlendirmesini yaptık.
Keşke yapmaz olaydık… Daha birkaç gün geçmeden, medyada haber patladı… Bir kısım valilerle birlikte o da merkeze alınmış…
Tabiî ki şahane bahaneler hazır… Zaten bulunmaması mümkün mü? Hele de böyle bir medya olduktan sonra.
Bunlara kurt bahanesi de denilebilir…
Ne yapmıştı kurt?
Kendisinden aşağıda dereden su içen kuzuyu yemek için bir şeyler uydurması gerekmektedir. Sonra bulur… Hem de âlâ tarafından.
Suyunu bulandırmak!
Kedi de yavrusunu yemek isteyince, önce onu sıçan gibi görürmüş… Ardından da üstüne atlarmış…
Gerçi vali, makamların geçici olduğunun farkında idi. Bu yüzden olsa gerek; kendisini, yönettiği insanların rızkını dağıtan birisi olarak görmüyordu…
Düşünce ve duygu dünyası böyle olunca da içi rahattı…
Öyle sanıyoruz ki, görevden el çektirilmesi onu fazla etkilememiştir.
Şüphesiz bundan çıkarılması gereken dersler olsa gerek.
Eğer bir yerde, görev bilinciyle hareket eden kişilere arka çıkılmazsa, hak ve adâlet duygusuyla görev yapmak isteyenlerin gözleri korkar…
Böyle durumda meydanın kimlere kalacağını söylemeye, bilmem gerek var mı?
Ama şu bir gerçek ki, olan yine, hep millete ve memlekete oluyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...