31 Ağustos 2012

Hayatın gerisinde kalıyoruz / Faruk Beşer


Hayatın gerisinde kalıyoruz
31 Ağustos 2012 Cuma 17:12
Biz ilahiyatçılar hayatın gerisinde kalıyoruz
Programlarında ve yazılarında dini sorulara cevap veren İslam Hukuku hocası Faruk Beşer'in Üsküdar'daki evine hayatını konuşmak için gittik. Beşer'in son derece hareketli bir akademik hayatı var. "İslam'da sosyal güvenlik" konusunda doktora yapan hoca bu alanı bırakıp İslam hukuku ve sosyal meselelere
ağırlık vermesinden dolayı pişman. Şu sıralar hatıratını yazan hocanın anlattıkları ve anlatacakları yakın tarihe ışık tutacak nitelikte.
İslamcılığın gazete köşelerinde ve kulislerde ateşli bir şekilde tartışıldığı günlerde Faruk Beşer'in Üsküdar'daki evine gidiyoruz. İslamcılık üzerine yazı yazarken buluyoruz hocayı. Hoca aslında yaz aylarını Maşukiye'de anne ve babasının yanında geçiriyor. Eşiyle birlikte bir aile dostunun düğünü için İstanbul'a gelmiş. Fırsatta istifade sorularımızı sorduk. Ama biz hocaya dini sorular sormadık. Sorularımız hocayı tanımaya yönelikti. Hocanın ilginç ve hareketli bir akademik hayatı var. Doktorası ise üzerine çok az çalışma yapılan bir konuda; "İslam'da sosyal güvenlik" Türkiye'de bu alanda bilinen başka bir çalışma yokmuş. Dünyada ise tek tükmüş. Hoca diyor ki, "Pişmanım, doçentliğimden sonra başka alanlara kaydım. Eğer bu alanda çalışmaya devam etseydim şimdi dünyanın en yetkin ve tek ismi olurdum. Sosyal güvenlik hocası olacaktım, sosyal hoca oldum" Anlattıklarını dinleyince biz de keşke diyoruz.

İlginç bir okul serüveniniz var. Trabzon'da ilkokulu, İzmit'te ortaokulu, Yozgat'ta liseyi, Erzurum'da üniversiteyi okumuşsunuz. Memuriyetten mi, mecburiyetten mi?
Biz Trabzonluyuz. İlkokulu orada okudum. Sonra İzmit'e Maşukiye'ye taşındık. İzmit'e imam hatip okulu açıldı. Orta kısmı orada okudum. O sene imam hatipler bir darbe yedi, orta kısımları kapandı. Paramız olmadığı için yatılıya girdim. Beni Yozgat İmam Hatip'e verdiler. Yozgat'ı Trakya'da bir yerde zannediyordum. Liseyi iki senede bitirdim. O arada İmam Hatipliler imtihana giremediği için bir sene boş kaldım. Hatıratımı yazıyorum, tüm bunların ayrıntısını orada anlatacağım.
Hangi yıl?
1972
28 Şubat'ta yaşanları siz de 70'lerde yaşadınız yani...
O zamanlar zaten vardı. 28 Şubat'ta daha zirveye çıktı. Bizim zamanımızda dindar insanların esamesi okunmazdı. Yani bizim de üniversiteye girmek gibi bir hakkımızın olduğunu bizim de okuyabileceğimizi, okumamız gerektiğini filan... Bize ne verildiyse onunla yetinmek zorundaydık. Mesela puanım her yeri tutmasına rağmen bizi ancak Erzurum aldı. Ben de İslami İlimler Fakültesini tercih ettim. İyi ki de tercih etmişim. O zaman sadece Ankara'da bir İlahiyat Fakültesi vardı. Diğerleri İslam Enstitüsüydü. Erzurum'un İslami İlimler Fakültesi ise son derece seviyeliydi. Zaten bir süre sonra birilerini rahatsız etti. Cumhurbaşkanlığına kadar şikâyet ettiler. Sonra orayı da indirdiler ilahiyat fakültesi seviyesine. 80'lerde de Türkiye'deki bütün enstitüler de ilahiyat fakültesi oldu.
İslam Enstitüsü veya İlahiyat Fakültesi olması ne değiştiriyor(du)?
Çünkü ilahiyat teolojinin karşılığıdır. Teoloji tanrı bilim demektir. Bir sürü tanrı vardır. İşte onlarla ilgili bilgilerin okutulduğu yere de teoloji fakültesi derler. Dolayısıyla ilahiyat fakülteleri aslında teoloji fakültesidir. İslami İlimler Fakülteleri değildirler. Erzurum İslami İlimler Fakültesi'nde, biz girdiğimizde çok iyi eğitim vardı. Dünya çapında hocalar vardı. Muhammed Hamidulah'lar, Yusuf Ziya Kavakçı, Ruhi Özcan, Tayyip Okiç, Ali Şafak vardı. Suat Yıldırım aralarında daha gençti ve asistan olarak gelmişti. Böyle bir sürü çok değerli hoca vardı. Bölümler vardı. Şu anda bile İlahiyat Fakültesi'nde bölüm yoktur. Orada ihtisaslaşma vardı. Şu anda yeni kurulan üniversitelerin bazıları bu isimlendirmedeki hatayı görerek ilahiyat fakültesi demiyor, İslami İlimler Fakültesi diyorlar.
Kısa bir süre önce Tayyar Altıkulaç hatıratını yayınladı. O da sizin döneminizdeki ilahiyat fakültesi hocalarının birçoğunun Kuran okumayı bilmediğini söylüyor.
Bir açıdan doğrudur. Çünkü İlahiyat Fakültesi kurulduğu zaman hoca bulamıyorlar. Kahvede oturan adamı, "sen Kur'an okumayı bilirsin gel" deyip almışlar. Bununla beraber bizim fakültede 14 dil bilen Tayyip Okiç hoca, Hamidullah hoca, 5-6 dil bilen Yusuf Ziya Kavakçı hocamız vardı. Hamidullah hoca ile ilgili maalesef yaşadığımız kötü bir şey var. Hatıratımda da yazıyorum bunu. Hamidullah hoca, Hindistan kökenli ve Fransa'da yaşayan, eserlerini Fransızca ve İngilizce yazan bir hoca. 14 dil biliyor. Son konuşmalarını da Türkçe yaparak ayrıldı. Onunla ilgili bize bir takım guruplar; "kötü bir adamdır, dini bozmak için gelmiştir." diyordu. Bizim en çok itibar ettiğimiz Necip Fazıl, ki o zaman üstad diyorduk ve O ne derse Nas gibi telakki ediyorduk, Hamidullah hocaya Bâîdullah diyordu. Yani Allahtan uzak adam. Biz de onlara inanıyorduk. İlk yıl, "Hoca nerede yanlış bir şey söyleyecek, İslamı bozmak için araya bir şey sokacak" diye şartlı dinlemekle geçti. Bir yıl sonra baktık ki adam evliyaullahtan. Gram fazla yemek yemeyen, 36 kilogram ağırlığında dev bir adam. Ne büyük adammış dedik. Bu hocaların pek çoğu küstürüldü, kaçırıldı. Sonra hep toplama hocalar oldu. Üçünü bir araya getirseniz bir tane etmeyen hocalar.
Bu hocalarınız mı sizin akademik hayatı seçmenize sebep oldu?
Hep hedefim fakültede hoca olmaktı. Asistanlık kadrosu açılınca başvurdum. Notlarım da çok iyiydi. İdeolojik kamplaşmalar vardı, milliyetçi bir hava hâkimdi. Hatta Edebiyat Fakültesi'nde Arap dili ve edebiyatı asistanlığını kazandım, orada da solcular aldırmadı.
Bu süreçte geçiminizi nasıl sağlıyordunuz?
Erzurum'a gittiğimde imamdım aynı zamanda. İmam hatibi yatılı okuduğum için ve bir yıl sınava giremediğim için mecburi hizmet olarak beni Pendik'e o zaman köydü imam atadılar. Sonra Erzurum'a. Üniversiteye başlayınca izin aldım. Ama Diyanet'te de aynı ideolojik darbeyi yedim. Okuduğum süreçte bana verilen maaşı yüzde 50 faizle, üstelik bürüt olarak aldılar. O zamanki Diyanet İşleri Başkanı, Türkiye'de hiç kimseye yapmadıklarını bana yaptı. Niçin? Çalıştığım müftülüğün hainliğini ortaya çıkardığım için. Hatıratımda yazacağım hepsini... O zaman dindar düşünen kişilerin burnundan getirdiler hayatı. Müftünün orada dindar insanların sürdüğünü ortaya çıkardığım, ispat ettiğim için kara listeye alındım. Eşten-dosttan toplayarak ödememi yaptım. İstanbul'da bir yandan doktoram için araştırma yaparken bir yandan da İSAM'da çalıştım, Hadis Enstitüsü kurduk orada öğrenci yetiştirdik. Oradaki arkadaşların 30'a yakını çeşitli fakültelerde profesörlüğe kadar yükseldi. Hatta şu anda üç tane dekan var. Bu dönemde Ahmet Davutoğlu ile tanışmıştık. Sonra o bizi Malezya'ya aldı. Bir sene kadar kaldım. Dönünce de Suat Yıldırım hoca Sakarya'daydı oraya başladım. 18 yıl kadar Sakarya ilahiyatta çalıştım, birkaç ay önce Marmara İlahiyat Fakültesi'ne geldim.
Malezya'da ne yaptınız? Sonra sizin bir de Dubai ve Amerika tecrübeniz var...
İlk üniversite tecrübem oldu. O zamanki şartlarda çok iyi bir üniversiteydi. Tam her şeyi düzene sokmuştuk ki hanım hastalandı, vefat etti. Oradan gelmek zorunda kaldık. Malezya bana uluslar arası bir tecrübe kazandırdı. Bu merak hep beni çekip götürdü. Depremden sonra da 2000'de Amerika'ya gittim. Dil öğrendik, çalışmalar yaptık. 2006'da da Dubai'de üniversiteye gittim. Bir sene orada hocalık yaptım. Çok güzel bir tecrübe oldu.

KAYNAK : http://www.habervakti.com/?page=news_details&id=76061


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...