Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

16 Aralık 2021

Abraham Lincoln ve Mutlak İrade

Geçen hafta sizlerle Paulo Coelho’nun “Simyacı”adındaki kitabın önemli cümlelerini paylaşmaya çalışmıştım. Şimdilerde ise “Bilinmeyen Bir Bilgi” adında Mehmet Ali Şadoğlu’nun bir kitabını okumaya çalışıyorum. “Bilinmeyen Bir Bilgi” adındaki 536 sayfalık kitap, bir Hıristiyan olan Paulo Coelho’nun “Simyacı”adındaki kitabın sayfa 86’daki şu cümlenin bir özeti gibi. “Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir. Hayat hikâyemizle (korku) dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman bu korku uçup gider(Sahip olunan şeyleri yetirme veya gelecek korkusu)

            Amerikan Başkanlarından Abraham Lincoln eğitim ve eğitimciye çok önem veren, zamanında radikal birçok reform yapmış, insanların iyi bir eğitimle etkilenebileceğini düşünürdü. Oğlunun öğretmenine yazdığı mektup bütün dünyada elden ele dolaşır. Kendi düşünce yapısına göre kaleme aldığı mektup tamamen ahlaksal niteliktedir. İnsanın üstün yaratılmış olmasına binaen gerçekte nasıl bir insan olması gerektiğini özellikle mektupta vurguluyor. Ne gariptir ki, bütün önlemlere rağmen Abraham Lincoln’un dört oğlundan Edward dört yaşında, William on iki yaşında ve söz konusu ünlü mektubun muhatabı olan oğlu Thomas ise on sekiz yaşında tüberkülozdan ölüyor. Thomas çok haşarı, disiplinsiz ve başarısız bir çocuk olup, yoğun gayretlere, baskılara, telkin ve öğretilere rağmen, on iki yaşında bile yazı yazmayı beceremiyor. Ne başkan olan babası, ne mektup, ne öğretmenler ne de psikologlar kendisini etkileyememiş ve başarısızlığını engelleyememişlerdir. Ünlü ve güçlü insanların her türlü destek, imkân ve çabalarına karşın başarısız çocukları ile kimsesiz ve yoksul çocukların başarıları, mutlak iradenin bir sonucudur. Daha doğrusu hayat hikayemizle dünya tarihi denilen doğum ve ölüm dahil algıladıklarımız, korku, keder, sevinç ve mutluluklarımız aynı el ve aynı kalem tarafından yazılmıştır.  

            Bu uzun girişten sonra Abraham Lincoln'un oğlunun öğretmenine yazdığı ünlü mektuba birlikte göz atalım.
            "Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir lider vardır.Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.

            Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
            Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını... Eğer  yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...
            Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
            Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
            Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
           Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

            Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...

             Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

            Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.

            Ona nazik davran ama onu  kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.

            Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

            Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret.

            Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır... Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...

            O ne kadar iyi, küçük bir insan,  oğlum..."

            Buluşmak ümidiyle…

            Bekir AKKAYA /02.09.2006/Karadeniz Haber Postası Gazetesi
.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Abraham Lincoln ve Mutlak İrade

Geçen hafta sizlerle Paulo Coelho’nun “Simyacı”adındaki kitabın önemli cümlelerini paylaşmaya çalışmıştım. Şimdilerde ise “Bilinmeyen Bir Bilgi” adında Mehmet Ali Şadoğlu’nun bir kitabını okumaya çalışıyorum. “Bilinmeyen Bir Bilgi” adındaki 536 sayfalık kitap, bir Hıristiyan olan Paulo Coelho’nun “Simyacı”adındaki kitabın sayfa 86’daki şu cümlenin bir özeti gibi. “Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir. Hayat hikâyemizle (korku) dünya tarihinin aynı el tarafından

Simyacı’dan Notlar-1

Çıktığında çok satanların en başında yer alan  Özdemir İncenin Türkçe’ye çevirdiği  Paulo Coelho’nun “Simyacı” adındaki kitabının 25. baskısını birkaç yıl önce okumuştum. İslam’ın Tasavvuf yönünden habersiz kesimlerce yere göğe sığdırılamayan kitabı dikkatli bir şekilde Okumakla kalmayıp, önemli bulduğum cümleleri not almıştım.  İslam Tasavvufunu az çok bilenler kitapta çok enteresan bir durumun olmadığını göreceklerdir. Kitap baştan sona benim anladığım kadarıyla Hıristiyanlığın mistik yönünü hayata yansıtmaya yönelik kaleme alınmış.   İslam’ın tasavvuf yönüne ve hayatına yabancı olanlar için kitapta ilginç cümleler mevcut.

            Hıristiyanlığı kaynak olarak alan  batı kaynaklı bu tür kitaplar önemsenirken, kimsenin aklına İslam’ın Tasavvufla ilgili

asıl ötelerin ötesi söylemleri bütün kütüphanelerimizde yüzlerce olduğu halde kimsenin dikkatini çekmiyor.  Roman türünden İslam tasavvuf hayatını gerçek hayata yansıtma ve kitaba dönüştürme bizde pek yaygın değil. Gerçek hayattan uzak “veliler -evliyalar kitapları  ve filmleri bana göre İslami hayattan çok uzak bir yaşam öneriyor. Söz konusu bu tür yayınlar, tasavvufi hayatının, insanları dünya hayatından uzaklaştıran, eğlence ve dünya nimetlerinden uzak yaşamasının bir ibadet olduğu öneriliyor. Bu haliyle de İslam’la Hıristiyanlık dünya yaşamında bilerek veya bilmeyerek yer değiştiriyor. Bu durum ise kafa karışıklarından tutun da insanların aradıklarını, elinin altında olduğunu unutup başka yerlerde aramalarına neden oluyor.   Hıristiyanlığın mistik yönü önemsetilmeye çalışılıyor. İşte “Simyacı” adlı kitaptan benim dikkatimi çeken cümleler…Numaralar cümlelerin bulunduğu sayfaları göstermektedir.

            “Göl Narkisos’un güzelliğini fark etmez. Çünkü gözlerin derinliklerinde kendi güzelliğinin yansımasını görüyordu.11-12”

            “Koyunların yiyecek ve sudan başka bir kaygıları yoktur.23”

            “Herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. Hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez. Tıpkı, düşleri gerçeğe dönüştürmeyi beceremediği halde düş yorumculuğuna kalkışan cadı gibi.29” 

            “Tarlalarımızı ve kadınlarımızı görünce burada yaşamak isterler.21”

            “Kişisel mankıbe, kişinin her zaman gerçekleştirmek istediği şeydir.34”

            “Gizemli güç, olumsuz gibi görünen güçlerdir.34”

            “Her şey bir ve tek şeydir. Bir şey istediğin zaman, bütün evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.34”

            “İnsanın düşlediği şeyi gerçekleştirmesi için her zaman olanak bulunduğunu bir türlü anlamadı.35”

            “Lutüf Kuralı: İlk kez kâğıt oynadığın zaman kesinlikle kazanırsın, Acemi Talihi. Çünkü hayat senin kişisel Mankıbeni yaşamını istiyor.41”

            “Tanrı, herkesin izlemesi gereken yolu yeryüzüne çizmiştir. Senin yapman gereken, senin için yazdıklarını okumak sadece.41”

            “Everenin harikalarını tanı.”Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.43”

            “ Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.44”

            “Parası olan insanlar hiçbir zaman tamamen yalnız değildir.48”

            “Gerçekten bir şey yapmak istiyorsanız, bütün evrenin sizin yararınız için işbirliği yapacağını söylemişti.49”

            Simyacı’dan tuttuğum notları paylaşmaya devam edeceğim.

            Buluşmak ümidiyle…

            Bekir AKKAYA /26.08/2006 /Karadeniz Haber Postası Gazetesi

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Simyacı’dan Notlar-1

Çıktığında çok satanların en başında yer alan  Özdemir İncenin Türkçe’ye çevirdiği  Paulo Coelho’nun “Simyacı” adındaki kitabının 25. baskısını birkaç yıl önce okumuştum. İslam’ın Tasavvuf yönünden habersiz kesimlerce yere göğe sığdırılamayan kitabı dikkatli bir şekilde Okumakla kalmayıp, önemli bulduğum cümleleri not almıştım.  İslam Tasavvufunu az çok bilenler kitapta çok enteresan bir durumun olmadığını göreceklerdir. Kitap baştan sona benim anladığım kadarıyla Hıristiyanlığın mistik yönünü hayata yansıtmaya yönelik kaleme alınmış.   İslam’ın tasavvuf yönüne ve hayatına yabancı olanlar için kitapta ilginç cümleler mevcut.

            Hıristiyanlığı kaynak olarak alan  batı kaynaklı bu tür kitaplar önemsenirken, kimsenin aklına İslam’ın Tasavvufla ilgili

Ozan Selami’yi Rahmetle Anıyorum! /Bekir AKKAYA

1956 yılında Kumru Kadıncık Köyünde doğan, Kumrulu Ozan Selami (Selahattin Sara) 1997 yılında Kumru için yazdığı bir şiirinin son dörtlüğünde  “İnsanları güleç yüzlü, Sevgi dolu şirin sözlü, Selami gibi Ozanı, Var bilinmez Yeşil Kumru.” Diyordu. Selahattin Sara bundan dört yıl önce genç yaşta vefat etti. Hayatta olduğunda kıymet görmemesinden ve tanınmamasından üzüntü duyduğunu, yazdığı şiirden anlıyoruz.

            Selahattin Sara(Ozan Selami) iyi bir dostumdu. İki günde bir, bir araya gelir sohbet ederdik. Gazete ve dergilerde çok sayıda yayınlanmış şiirleri vardı. Yayınlanmamış yüzlerce birbirinden güzel şiirlerin büyük bir kısmını sağlığında okuma fırsatım oldu. Yayınlanması için çok çaba sarf etmeme rağmen büyük ihtimal para nedeniyle sağlığında şiirlerini bir kitap haline getiremedik. Bugün sadece dergi ve gazetelerde yayınlanmış şiirleri bir araya getirilse çok kaliteli şiir kitabı ortaya çıkar. Hiçbir yerde yayınlanmamış Ozan Selami’nin şiirlerini, yazdığı defteri işin doğrusu ben merak ediyorum? Acaba hep mi kayıp oldu? Olmadıysa ve deftere ulaşılabilirse Ozan Selami’nin anısına basmanın çok faydalı olacağını düşünüyorum.

            Ozan Selami’nin birbirinden güzel bana getirdiği şiirlerden bir kaçı benim arşivimde mevcuttur. Kumrumuz için yazdığı şiirlerden birini sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Yeşil Kumru

 

İlim Ordu, İlçem Kumru

Ne güzeldir Diyarımız

Doğası var burcu burcu

Ne şirindir Yeşil Kumru

 

Yaylaları dağları var

Bahçeleri bağları var

Gezilecek yerleri var

Çok güzeldir Yeşil Kumru

 

Havadaki Kuşuna bak

Zemheride kışına bak

Lezzet lezzet aşına bak

Hoşsohbettir Yeşil Kumru

 

Hep dağları çiçek açmış

Boz bulanık sular coşmuş

Yavru maralların koşmuş

Yollarında Yeşil Kumru

 

Fındık, ceviz, kestanemiz

Meşe kayın ormanımız

Hem korumuz hem meyvemiz

Sanki candır Yeşil Kumru

 

Şu Elekçi akar nazlı

Akdanası, Düzobası

Düğünleri sazlı sözlü

Yaşar bunu Yeşil Kumru

 

İnsanları güleç yüzlü

Sevgi dolu şirin sözlü

Selami gibi Ozanı

Var bilinmez Yeşil Kumru 

            Yetenekli insanlarımızı sağlıklarında yeterince keşfedemiyor, keşfetsek de yeterince değerlendiremiyoruz. Vefatlarında ise hepten unutulup gidiyorlar. Asıl ismi Selahattin Sara olan Ozan Selami genç yaşta vefat eden çok değerli ve yetenekli Kumrulu bir şairimizdi. Kendisini geri getirmemiz mümkün olmasa da çok özen gösterdiği şiirlerini bir kitapta toplayarak bastırma imkânımız elbette mevcuttur. Söz konusu deftere ulaşılarak sağlığında bastırmayı çok arzu ettiği şiirleri ortaya çıkarmak duyarlı Kumruluların yapacakları en önemli bir husustur. Bu vesile ile Ozan Selami’ye fatihalar gönderiyor kendilerini rahmetle anıyorum.

            Buluşmak ümidiyle…

            Bekir AKKAYA / 26.08.2006 /Karadeniz Haber Postası Gazetesi ve Ordu Haber Gazetesi

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Ozan Selami’yi Rahmetle Anıyorum! /Bekir AKKAYA

1956 yılında Kumru Kadıncık Köyünde doğan, Kumrulu Ozan Selami (Selahattin Sara) 1997 yılında Kumru için yazdığı bir şiirinin son dörtlüğünde  “İnsanları güleç yüzlü, Sevgi dolu şirin sözlü, Selami gibi Ozanı, Var bilinmez Yeşil Kumru.” Diyordu. Selahattin Sara bundan dört yıl önce genç yaşta vefat etti. Hayatta olduğunda

Ölmeden Önce Son Sözler /Bekir AKKAYA

Dünden bugüne hayatın her alanını anlamsız ve basit hale getirirdik. En ciddi işlerimiz bile yalınlaştı. Gülme ile ağlama nasıl anlamını yetirdiyse, ölme ile doğma da aynı derecede yozlaştı ve anlamını yetirdi. Yaşamın tadı ve tuzu kalmadı. Ölümü bile espriye döktük. Bir cenaze ile bir düğünün arasında hiçbir fark yok. Hatta eğlencelerimiz ölümden öncelikli hale geldi. Zoraki cenazelere gidilip, aceleyle kaçma yolları arıyoruz.

            Cinayet ve kazalar oranında para hırslarımız ve dünyalık meşgalelerimiz de o derece arttı. Ölen için çok anlamsızca “ölmüş” ifadesi kullanılırken, kendimizle hiçbir bağlantı kurulamaz oldu. Ölüm ve ölenler için ne bir destan ne bir ağıt ne de bir şiir yazma zamanımız var.

            Teknoloji, ulaşım ve haberleşme sınırları ortadan kaldırdı. Bizim köy ya da bizim şehir ifadeleri anlam yetirdi. Ani ve anlamsız ölüm hadiseleri yas tutmaları gerekenleri bile kahkahaya boğma gibi bir durum oluşturdu.

            Eskiden ölüm düşeyinde olan için “Kur’an” okunur, son sözünün “Lailahe İllallah” demesi için telkin yapılırdı.  Şimdi ise “ölüm düşeği” çok zor. “Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun!” türünden. Parçalanmak ya da yanmak “yaşamın hızı oranında” yüksek. Keşke ceset tanına bilse…

            Kim tarafından geldiğini bilmediğim “İşte Ölmeden Önce Söylenen Son Sözler” başlığında bir mesaj aldım. Moralimin bozuk olduğu bugünlerde beni hayli güldüren bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.  Buyurun birlikte gülüp ağlayalım!

            - Lan olum Rus ruleti öyle mi oynanır dur da göstereyim.

             - Teker teker gelin layn...

            - Sevgilim, abin bizi böyle görse ne yapardı?

            - Korkma, bu tünelden yıllardır tren geçmiyor...

            - Abi çevremizde fazla polis yok, teslim olmayalım, kaçalım abi...

            - Geeel, geeel, sağ yap gel.

            - Abi çok seri bi araba bu yaaa...

            - Demek piranha dedikleri şey bu.

            -Hiho, bak Hulusi abi bıyıkları ile oynuyom bi şey olmuyo.

             - O irmikleri neden aldın Nurhan, helva mı yapıcan? Niye?

            - Burası Fener tribünü değil mi?

            - Bah bah bah hala uzunlarla geliyo...

            - Müjdemi isterim Turhan abi bi kızın daha oldu.

            - Kim bekler lan yeşilin yanmasını?!

            - Bekle Cemşit abi ben bi dalıp çıkıcam.

            - Hala karlı gösteriyor mu hanım?

            - Elektrikçiye ne gerek var canım, ben hallederim.

            - Gel abi burası boyu geçmiyo.

            - Vakkas abi. Senin için öyle böyle diyorlar, doğru mu?

            - Hihoha... Bak gelen şey köpekbalığına ne kadar da benziyor.

            - Rasim abi, kafesin kapısı kapalı değil mi?

            - Baba... Ben hamileyim.

            - Yapma Satılmış abi, şeytan doldurur.

            - Bu külüstür essahtan 200 yapıyor mu?

            - Semra'cığım bak arabanın ibresi 200'ü gösteriyor.

            - Ben öldükten sonra tablolarım çok para edecek Ayşegül..

            - Boğaza gelip temiz hava almayı iyi akıl ettik...

            -Çocuğum oynama şu arabanın el freniyle...

            - Doktora neyin gerek yok. Beni üfürükçü Sabit hocaya götürün.

            - Ohooo doktorun her dediğini yapsak açlıktan ölürüz birader. Hadi yeyin yeyin afiyet olsun...

            - Ulan, biz bugüne kadar kaç bomba imha ettik be! İşimi bana mi öğretiyon, lavuk! Kes şu mavi teli!

            - Sayın seyirciler! Simdi en büyük numaraya geldik. Aslanın ağzını açıp, başımı içine sokuyorum.

            - Burası eskiden mayın tarlasıymış ama artık bi tane bile kalma...

            - Havlayarak üzerimize geliyor, çünkü bu cinsler çok insan canlısıdır.

            - Paraşütü en aşağıda ben açacağım.

            - Komutanım, pimini çektikten sonra kaça kadar sayıcaktık?

            - Olum bu mantarlar zehirli değil, bak ben nasıl yiyorum.

            - Amma keskin virajmış yav!!

            - Dikkat kaptanınız konuşuyor: Eşhedü en la ilahe illallah ... (Pilot Temel)

            - Önüne baksana lan! Ne çarpıyon omzuma?

            - Bu kadar korkma canım! Bu yılanların hepsinin zehirleri alınmış.

            - Uçağın pervanesini görüyon mu? O kadar hızlı dönüyo ki sankim dönmüyomuş gibi.      - Kaplanlar da aynı kedi yavruları gibidir. Bak böyle gıdışından sevicen bak iyi bak...

               Buluşmak Ümidiyle…

               Bekir AKKAYA/ 19.08.2006/ Karadeniz Haber Postası Gazetesi

 

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Ölmeden Önce Son Sözler /Bekir AKKAYA

Dünden bugüne hayatın her alanını anlamsız ve basit hale getirirdik. En ciddi işlerimiz bile yalınlaştı. Gülme ile ağlama nasıl anlamını yetirdiyse, ölme ile doğma da aynı derecede yozlaştı ve anlamını yetirdi. Yaşamın tadı ve tuzu kalmadı. Ölümü bile espriye döktük. Bir cenaze ile bir düğünün arasında hiçbir fark

Yemezler! /Bekir AKKAYA

Gözlerimizin önünde gerçekleşenleri bizde yaşamamış olsak “inandık” diyeceğiz. Dünkü söylenenleri ve yapılanları  duymamış olsak yine hayra yorumlayacağız. Olaylara iyi niyetle bakıp eleştirmek başka, art niyetli olarak kişi ve olayları değerlendirmek başka şeydir. Gündelik ilişkilerimizden tutun da üst düzey ilişkilerimize kadar bir çekememe ve yalanı yutturma sanatı üzerine kurulu bir yaşam şekli belki de dünyada bizler için geçerli. Hayatın her alanında “havadan kuş tutulsa” bile bireysel hırslarımız ve kinlerimiz yüzünden “bizimkilerin ya da benimkilerin” dışındaki tüm yapılanları inkar etme, yok sayma kabul etmeme mantığına uygun bir yaşam şekli çok geçerli bir durum.

            Nesilden nesile düşmanlıkları ve dostlukları sorgulamadan kabul eden dünyada belki de biziz. İlk gördüğümüzde kime nasıl baktıysak “er olan sözünden dönmez” mantığı ile aynen sürdürüyoruz. Bu çocuksa “çocuk” olarak kalıyor, üstatsa “üstat” olarak. Efendi ise efendi olarak kalıyor beyse bey…Düşünce olarak ne elimize verildiyse hayatımızı da buna göre şekillendiriyoruz. Bu kadar kendini sabitleyen, bu kadar uzun yıllar aynı bakış açısını ve düşünceyi sürdüren ve bu kadar gelişmeye direnen bizlerin durumları iyi bir araştırma konusu aslında…

            Kendi kendine bu kadar düşman olan, bireyselliği bu kadar öne çıkartan, en yakınına bile tahammülü olmayan bir yapı içersindeyiz. İnadına muhalefet ve karşı olma. İnadına gördüklerine bile yok deme pişkinliği.  Bireysel ya da gruplaşmış çıkarlara dayanan bir zihniyet…

            Doğruluğunu yanlışlığını bilmesem de Türkiye dışında yapılan bir deneyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünden bugüne fıkradaki esperiyi, dünya düzeyinden komşuluk ilişkilerimize kadar yakınlaştırmamız aslında gelişmişliğimizin de göstergesi. Bu deney Kumru ve  Fatsa’da da yapılsa, hısım ve akrabalarımız dâhil büyük ihtimal aynı sonuç çıkardı her halde.

            Eski zaman yamyamları bir yığın Yahudi, Çinli ve Türkü ele geçirmişler. Hepsini kaynatıp yavaş yavaş yemeği planlamışlar.

            Yahudileri büyük bir kazanın içine doldurup üstünü sımsıkı kapatmışlar.

            Çinlileri de büyük bir kazanın içine koymuşlar ama üstünü de yarım kapatmışlar.

            Türkleri koydukları kazanın ise üstünü açık bırakmışlar.

            Çünkü yamyamlar biliyorlarmış ki, bir büyük kazan içinde Türkler kaynatılıp pişirilmeye alındığında, hangisi tırmanıp kazandan kaçmaya kalksa, öteki Türkler bacaklarından yapışıp aşağıya çekerler onu…

            Çinliler ise kazanın altındaki odunlar azaldıkça, dışarı çıkarak kazanın altına odun toplar, sonra yine girerler içeri…

            Yahudiler ise en küçük bir aralık bulsalar, birbirlerine omuz verip kaçmakla kalmaz, bir de o kazana yamyamları doldurduktan sonra, tüm dünyada yamyamları kurtarma kampanyası için bağış toplamaya kalkarlar…

            Bir kazan ve bu kazanın içersinde debelenen bizler. Kafamıza geçirilen tencere ama kimin geçirdiğini değil, kazanın içersinde bize yol göstermek isteyen kapağı kaldıranın ayağını çekmekle meşgulüz. Üretici ya da tüketici fark etmez bir sorun elbette ki var. Sorundan da öte bir sorunu ortadan kaldırmayınca çözüm oluşmaz.

            Başımdan geçen olayı aynen yazıyorum. İlçe Tarıma gittim “gelir desteği” için. İşlemlerim tamamlandı ve beni bir başka yerde Kumru Ziraat Odasına gönderdi. Dosyayı oraya verdim ve benden para alındı. Ve ben sonra İlçe Tarıma gittim. Hep ben sorarım “bu ziraat odası” ne iş yapar diye?..Ve onlara da sordum “git internete bak!” dediler.

            O zaman şu fıkra iyi gelir!

            Azgın bir koca varmış. Her gün karısını dövermiş.

            Kadınları koruma derneğinin mitinginde en güzel konuşmayı o yapmış.

            -“Kadınlara her kalkan el uygarlığı hançerler, insanlık utansın.” Demiş.

            Eski bir dostu da kulağına eğilmiş:

            -“Yemezler!”   

            Buluşmak ümidiyle…

            Bekir AKKAYA /29.07.2006/ Karadeniz Haber Postası Gazetesi

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............