Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

7 Mayıs 2007

Ölümü Tatmak! /Bekir AKKAYA

Geçtiğimiz hafta Kumru Atatürk Pansiyonlu İlköğretim Okulu Türkçe öğretmeni Kumru Ballık Köyünden Şükrü Tevek’in ölümü ile eğitim camiası olarak büyük üzüntü yaşadık. Genç yaşta alışık olmadığımız boğulma sonucu hayatını kaybeden Şükrü Tevek’e Allah’tan rahmet, yakınlarına, eğitim camiasına, dost ve sevenlerine Allah’tan sabırlar niyaz ediyorum. Şükrü Tevek güzel bir insandı. Öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda suda boğulma hadisesi ile “şehit” olarak ruhunu teslim etti. Namazına büyük özen gösteren kardeşimiz, yine akşam namazını kıldıktan hemen sonra düştüğü Elekçi Deresinde bizim ifade biçimimizle “öldü.” Oysa yine kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre “şehitler ölmez!” Kelime ve kavramlar anlamlandırılırken o kelimenin orijinali, kelime ve kavramlara anlam kazandırır. İslami kaynaklarda suda boğulanlar “şehit” olarak kabul edilir. “Şehit” kelimesi ise İslami bir kavramdır. Dolayısıyla kardeşimiz Şükrü Tevek şehittir. Allah mekânını cennet etsin. Her ölüm haberinde beni bir ürperti alır. Ölüm korkutucu ve kurtuluşu olmayan bir sondur hepimiz için. Ve “Her nefis ölümü tadacaktır.” Uyduruk yıl kavramları ve uyduruk sayı kavramları ile doğduğumuz andan itibaren yaşlarımız ilerledikçe

Yalandan Şenlik : 200 Milyar /Bekir AKKAYA

Bundan tam iki yıl önce Kumru-Ericek Şenliğine para ile davet edilen güya sanatçı efendi “ CD’mi Ankara’da Unuttum” diye sahneye çıkmamıştı. Bizde bunun üzerine “Yayla şenliklerinin kime ne yararı var?” konulu bir yazı kaleme almıştık. Orhan Özdil görüşlerimize katılarak “ben yaylaya kuşların, böceklerin, rüzgarda ağaçların seslerini, onların çıkardığı notaları dinlemek, ruhumu dinlendirmek için çıkıyorum, böceği börteği ürkütmek için değil” diye tepkisini ortaya koymuştu. Şimdi 2006 ve o günden bugüne tam iki yıl geçti. Gazetemizde ve internet haber kanallarında yayınlanan haberi özet olarak birlikte okuyalım. “Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek “Kumru’da düzenlenen Ericek ve Düzoba Yaylası Şenlikleri, yaz döneminde çalışma imkanı bulan belediyenin çalışmalarını aksattığı gerekçesiyle iptal edildiğini belirterek , “ilçemizde iki yıldır düzenlediğimiz Ericek ve Düzoba Şenlikleri’nin bir artısını göremedik. Belediyemize maddi külfetin yanında, manevi külfet de getirdiğini önceki yıllardan biliyoruz. Haziranın sonunda yaptığımız Ericek ve Temmuz ayının sonunda yaptığımız Düzoba Şenlikleri nedeniyle, çalışmak için uygun olan iki aylık yaz döneminin bir ayı da gitmiş oluyor ve bir aylık iş kaybımız oluyor. Ericek ve Düzoba Şenlikleri’ni iptal ettik.” Bu satırların yazarına göre alkışlanacak bir karar. Her gün gümbürtülerle dinlediğimiz sanatcı efendilerin en ucuzu, taktıkları CD’ler eşliğinde kıvırmaların bedeli sadece biri için en ucuzundan 50 milyar … İki sanatcı efendinin bedeli ise 100 milyar…İki yalandan şenlik gideri 200 milyar…İki yıl önce

Ben Adamın Gözünden Tanırım! /Bekir AKKAYA

Süreklilik arz eden ilişkileri kendim kurmaya çalışırım. Biriyle dost ya da arkadaş olmayı ya da tanışmayı arzu edersem kendim ölçüp biçerim. Bu noktada çok fazla seçiciyimdir. Acele ile yapılan ilişkiler birçok nedenden dolayı başarıya ulaştırmıyor. Sonuçta ya hayal kırıklığıyla ya da mahcubiyetle noktalanıyor. Bu konuda çok fazla ne hayal kırıklığı ne de mahcubiyet yaşadım. Birileri gelerek “ şu adam şöyledir, bu adam böyledir” gibi sözlerle kendi hayal kırıklıklarını ya da kuyruk acısı sonucu oluşan ön yargılarını size dayatmaya çalışsalar da ben bu tür kişilere hiç yüz vermem. Çünkü bu tür insanların ortak özelliği “hiçbir ilişkilerinin sağlam olmadığı” yönünde, bende bir kanaat çoktan oluşmuştur. Bu kanaate ulaşmak ise ya bilgelikten ya da tecrübe denilen kazıklardan oluşmadır… “Oturduğum yerden kalkmam ve kalktığım yere oturmam” sözünü prensip edinen birinin zaman zaman şok davranışlarla karşılaşması yine dostlarımız sayesinde oluşur. Bazı birliktelikler bazı olumsuz durumları da beraberinde getirir. Bu satırların yazarı bunun bilincindedir ve olabilecek duruma hazırdır. “Hoş geldiniz”i de biliriz ağırlamayı da…Neyin nerede yapılacağını da biliriz horlamayı da…Birliktelikte bir dostumuz varsa boynumuz kıldan incedir, bize kabalık yakışmaz. Mahcup etmedik ki, mahcupluk yaşayalım… Karadeniz Haber Postası bildiğim kadarıyla Öz madenlerin öz malıdır. Dolayısıyla burada oluşum Mehmetlerden, Muratlardan ve de Kürşatlardandır. Ve bu birliktelik sağlamdır ve düzeylidir. Bu tür ilişkilerde çok zor kurulan ve

Aptallığın İlacı Yok /Bekir AKKAYA

Konumumuz nedeniyle siyaset ve ticaret gibi yazılar yazma lüksümüz yok. Bizde bu nedenle daha çok insan ve insan ilişkileri üzerine yazmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bizde Beydeba’nın Kelile ve Dimne’si gibi hayvanlar üzerinden anlayanlara ya da anlamak isteyenlerle düşüncelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Apdallar haricinde her söz ya da cümleden herkes yaşadığı hayat için olumlu ya da olumsuz mesajlar alacak, ya takdir edecek ya da eleştirecektir. Her iki durumda da insan kendisi için bir mesaj çıkaracaktır. Yeni Şafak Gazetesinde Ali Bayramoğlu Kurban Bayramının ikinci gününde “Abdallığın Temel Altı Yasası” başlıklı siyasetten uzak ve bayramlık bir yazı kaleme aldı. Esas yazının muhatapları bundan da bir şey anlamayacağını bildiğim halde bu yazının bazı bölümlerini sizlerle paylaşmanın güzel olacağını düşünüyorum. “Hayat dediğimiz şey aslında bir yanıyla etrafınızdaki insanlardan, insan ilişkilerinden oluşur. Kimi insan münzevi karakterlidir. İnsanlarla ilişki kurmak ona da acı verir, diğer insanlara da… Kimi ise aşırı insan severdir, yalnız kalmaktan hoşlanmadığı insanlarla vakit geçirmeyi yeğler… Ne var ki herkes sosyaldir… Birlikte davranır, birlikte hareket ederiz, birlikte var oluruz… O zaman şunu söylemek pek de yanlış olmaz: Her kişinin temasa girdiği diğer kişiyle arasında cari bir hesap vardır. İlişki dostane de olsa ya da duygusal veya ticari de olsa her ilişki bir alışveriştir. Kaybeder ya da kazanırsınız… Yapın bir muhasebe göreceksiniz: Ya kazanmış ya da kaybetmişsinizdir… Bir ilişkiyi kendi elinizle ve rızanızla kurmuşsanız kaybın bir önemi yoktur. Olsa olsa bir deneyimdir bu. Ama hayatın en kritik meselesi, daha doğrusu sorun şudur: Manasız ve acıtıcı kayıplar genellikle beklenmedik zamanlarda, beklenmedik biçimlerde, en önemlisi kendi rızanızla kurmadığınız temaslarda ortaya çıkarlar… Her insanın hayatı, yaptıklarından dolayı

Uyan da Balığa Gidelim! / Bekir AKKAYA

Geçen hafta yazdığım” Yüzleşme” yazısı üzerine uzunca bir mesaj aldım. “Hay Allah Rüyadaymışım” başlığındaki mesaj geçen hafta yazdığım yazının içersinde geçen “düşmanlarım fesatlıklarından, dostlarım hasetliklerinden” cümlesindeki “haset” kelimesinin güya tefsiri yapılmış. İlmilikten son derece uzak ve hiç bir kaynak belirtilmeyen yazı ayetlere sığınılarak kelimeyi tefsir değil sanki beni tefsire yeltenmiş. Büyük ihtimal yazarın “kompozisyon” bilgisinin noksanlığından olsa gerek ne satırbaşı, ne imla ne de dilbilgisi kurallarına riayet edilmiş. Bundan da öte “haset” gibi bir kelimeyi ve ayetleri somutlaştırmaya çalışarak güya modern bilimin verilerini göstererek “yaş” nedeniyle bedende oluşan fiziki özelliklerin durumu bile hasede bağlanmış. Oysa müfessir efendinin yaptığı gibi kuran ayetlerini büyük bir çoğunlu beş duyunun algılanması ile mümkün olmamaktadır. Hasetle ilgili ayetle başlayan yazının başlangıç kısmı kaynak belirtilmese de bir tefsirden aynen alınma. Ancak yazının büyük bir bölümü Müfessir Efendinin desteksiz yorumlarından ibaret. Mesajı yazanın kendini gizleyerek hasetle ilgili Kurandan ayetlerle yazının büyük bir bölümünü bana yönelik yazması, kendi verdiği kaynakla da çelişki içersine düşmüştür.

Bıktık Vallahi /Bekir AKKAYA

Çok bilmek, çok düşünmek çok önemli değildir. Çok okumak çok yazmak ve çok konuşmakta çok önemli değildir. Çok yorum yapmak çok isabetli kararlar vermekte çok önemli değildir. Bir şeyin çokluğu, o şeyin doğruluğunu ya da isabetli olduğunu göstermez.
Biri bir konu atıyor, diğerleri balıklama dalıyor. Yazılar ve yorumlar birbirlerini takip ediyor. Allah aşkına yaptığınız yazıları ve yorumları arşivden çıkarıp bir yıl sonra bi okusanıza. Ya da her gün değişen istikametlerinize ve günü gününe uymayan değerlendirmelerinize bir baksanıza. Eğer söz konusu bu yoldan geçim temin etme ise bir diyeceğimiz olamaz. Neticede bir alışveriştir ve alanda verende kazanç sağlar.
Benim anlayamadığım alanın ve verenin dışında üçüncü kişi ve kişilerin dert ve sıkıntıları. Kendilerine hiçbir yararı olmayan gündem belirleyenlerin ağlarına düşme hadisesi. “Kadın erkeklerle ya da başı açık namaz kılabilir mi? Kılamaz mı? Horozdan ya da tavuktan

Yaşadığını Zannetmek! /Bekir AKKAYA

Kopya her tür alanda yapılabilse de en yaygın kopya kelimesi bizleri öğrencilik yıllarımıza götürür. Öyle veya böyle kopya çekme olayı her tür öğrencinin en bildiği bir durumdur. Aslında amaç okulu bitirmek ve sınıf geçmekse kopya çekmekle de amaca ulaşılabiliyorsa çoklarımıza göre kopya çekmekte hiçbir beis yoktur. Hatta çoklarımıza göre bu da bir öğrencinin başarılı olduğunun göstergesidir. Kopya çekme olayını hayatımızın diğer alanlarına uyarlasak nasıl bir durum oluşur? Kopya çekmek, emek vermeden ve hiçbir çaba sarf etmeden alınan sonuç olduğuna göre, emek ve hiçbir çaba sarf etmeden alınan her sonuç ta bu durumda bir kopya çekmek olarak karşımıza çıkar. O halde hayatta kopya çekerek yaşayanlar kazançlıdır ve dünyanın en akıllılarıdır(!). Böyle bir durumda kimse üretmeyeceğinden hatta kopya çekilecek bir materyal olmaması sonucu dünyanın sonu ya da kıyametin kopuşu demektir. Şu yazıları yazarken ben kopya çekmenin ne anlama geldiğini araştırma ihtiyacı bile hissetmedim. Nedeni? Ben kopya çekmenin iyi bir fiil olmadığını hatta genelde hırsızlık diye nitelendirildiğini öğrendiğimden. Kopya bir noktada hayatın her alanından çalan, hak etmeğine talip olan bir kişiliğin karşılığıdır.

Çarpılan çarpılana /Bekir AKKAYA

Rahmetli babam “ dolap çevirme “ deyimini çok kullanırdı. Ne zaman bu sözü söylese arkasından “ Oğlum! Dolap çevirenlerin çeviremeyecekleri hiçbir şey yoktur. Her yer ve mekanda onlardan uzak durman gerekir” derdi.
Babamın yaşadığı dönemler bundan atmış yıl öncesi. O dönemlerde dolap nedir? Nasıl çevrilir? Bunu pek bilmiyorum. Ama benim babam “dolap çevirme” deyimini özellikle “fırıldak adam, düzenbaz, onursuz, kişiliksiz, omurgasız , yön veya tarafı belli olmayan, üç kağıtçı, yan kesici” anlamlarında kullandığını hatırlayabiliyorum.
Her şeyde olduğu gibi bu dolap çevirme işi de değişti ve gelişti, hatta bayağı da modernleşti. Dün bu meslek sahipleri az kesime hitap ederken bugün teknolojinin sayesinde kolları uzadı, semirdi ve bir iş koluna dönüştü. Belki de yakın gelecekte en önemli meslek olarak gösterilecektir. Bugün için mesleklerini amatörce ve üstün başarı ile yapanların bazı özelliklerini söylersek, geleceğe ışık tutmuş ve gelecekteki dolap çevirenlere yol göstermiş oluruz. Bu ise bizlerin tarihe not düşmesi açısından çok önemli bir durum olsa gerektir. Bütün özellikleri bu köşede anlatamasam da bazı temel özellikleri belirtmem bir çoklarımızın ufkunu açacak, Dolap Zade Efendileri yekinen tanıma şerefine ulaşmış olacağız. İşte bazı özelliklere birlikte göz atalım;
Gün gelir her konuda gözlerinizin içersine baka baka yalan konuşmaktan çekinmezler. “-Çok yakın arkadaşımdır? Nerelerde beraber olmadık ki? Yaptığımız o işte söylediğimiz o sözde sen de vardın dimi? Geçenlerde oraya beraber gitmiş, beraber

ÖKÜZÜN NİYETİ /BEKİR AKKAYA

Bir gün çiftlikte sabana koşulan öküz, sahibine şöyle dedi:
“-Ben hastayım. Yarın çalışmayacağım.”
Ertesi sabah çiftçi eşeğini sabana koştu. Akşam, hasta olduğunu söyleyen öküz, eşeğe sordu :
“-Nasıl, kolay oldu mu? Dedi. “Patron bir şey demedi ya!”
Eşek, arkadaşını rahatlatacak sözler söyledi. Ve dedi ki :
“- Eh idare ederdi, ama merak etme patron bir şey demedi” dedi. Bu cevap öküzü çok mutlu etti. O akşam da sahibinin yanına gitti ve tekrar hasta olduğunu, çalışamayacağını söyledi. Sahibi de çaresiz yine eşeği sabana koştu.