Çocukluğumda galiba Ramazan, Ağustos ayına denk gelirdi. O zamanlar
fındıklar patoza verilirken insanların oruç tuttuklarını hatırlıyorum.
Sonraları Temmuz ve Haziran’a kaydı. O zamanlarda ise dut topladığımızı ve onu
iftar sofrasına hazır ettiğimizi anımsıyorum. Uzun günlerdi o zamanlar.
İnsanlar sıcaktan bunalır ve su içme ihtiyacı duyarlardı. Yine aklımda kalan
önemli bir hatıram ise, o zamanlar köyümüzde henüz mescid yapılmadığı için köy
halkı bizim eve gelir ve henüz elektriğin de olmadığı o demlerde camlı lambanın
ışığında bizim misafir odası dediğimiz yerde babamın veya büyük ağabeyimin
imametinde teravih kılınırdı. Biz çocuklar ise daima arka saflarda olurduk.
Arada bir kikirdeme tutardı biz çocukları namaz esnasında.
Ramazan’ın apayrı bir yeri vardı insanımızda. Biz çocuklar “üçeleme”
diye tabir edilen, Ramazan ayının başında, ortasında ve sonunda üçer günlük
oruç tutardık. Ancak o ilk oruç tutma demleri bizim için hem bir sevinç kaynağı
hem de açlıktan göz yaşlarımızı tutamadığımız zamanlardı. Hele de biz aç
çocuklar iftar sofrasında akşam ezanını beklerken