Çocukluğumda galiba Ramazan, Ağustos ayına denk gelirdi. O zamanlar
fındıklar patoza verilirken insanların oruç tuttuklarını hatırlıyorum.
Sonraları Temmuz ve Haziran’a kaydı. O zamanlarda ise dut topladığımızı ve onu
iftar sofrasına hazır ettiğimizi anımsıyorum. Uzun günlerdi o zamanlar.
İnsanlar sıcaktan bunalır ve su içme ihtiyacı duyarlardı. Yine aklımda kalan
önemli bir hatıram ise, o zamanlar köyümüzde henüz mescid yapılmadığı için köy
halkı bizim eve gelir ve henüz elektriğin de olmadığı o demlerde camlı lambanın
ışığında bizim misafir odası dediğimiz yerde babamın veya büyük ağabeyimin
imametinde teravih kılınırdı. Biz çocuklar ise daima arka saflarda olurduk.
Arada bir kikirdeme tutardı biz çocukları namaz esnasında.
Ramazan’ın apayrı bir yeri vardı insanımızda. Biz çocuklar “üçeleme”
diye tabir edilen, Ramazan ayının başında, ortasında ve sonunda üçer günlük
oruç tutardık. Ancak o ilk oruç tutma demleri bizim için hem bir sevinç kaynağı
hem de açlıktan göz yaşlarımızı tutamadığımız zamanlardı. Hele de biz aç
çocuklar iftar sofrasında akşam ezanını beklerken
acaba ne düşünmüşüzdür kim
bilir...Yine çocukluğumda karşı köylerde ezan okununca babam evimizin misafir
odasının penceresinden akşam ezanı okurdu. Köyün çocukları da bizim evde ezan
okunmasını bekler ve ezan okununca: “ezan okundu” diye bir nara patlatır
doğruca evlerinin iftar sofralarına koşarlardı.
Ramazan’nın arefe günü akşamı bizim için ayrı bir mana ifade ederdi.
Ramazan’ın son günü akşamı köy çocukları bir araya gelir, içimizden birine bir
koyun postundan yapılmış seccade giydirir, diğer çocuklar da ellerine
geçirdikleri teneke parçalarını davul olarak kullanır, bir kısmımız da elimize
çan, zil alır ve hep birlikte köyü kolacan etmeye çıkardık. /Yeşil cami direk
ister /Oynamaya yürek ister.../ türünden bir nakarat tuttururduk. Hane sahibi
teyzeler de bize arefe günü bayram için hazırladıkları baklava, şeker, yumurta,
fındık türünden hediyeler verirlerdi. Daha sonra biz topladığımız zahireyi bir
yerde biriktirir topluca mideye indirirdik. Karşı köylerdeki çocukların da
benzer türde ayinler yaptıklarını onların zillerinin ve davul seslerinin
gürültüsünden anlardık. Bayram günü ise bambaşka bir gündü bizim için. En güzel
elbiselerimizi giyinir, dedemiz, babamız ve ağabeylerimiz önümüzde olarak köyün
Cuma ve bayram namazlarının kılındığı camisine yönelirdik. Namaz öncesi mutlaka
geçmişlerimizin mezarları başına gider, bilenler Ya-sin, Teberake dualarını
okur bilmeyenler onları dinler veya kısa süreleri okuyarak geçmişlerin
ruhlarına bağışlardık. Bayram namazlarının kılındığı cami hıncahınç dolar,
müminler hep bir ağızdan tekbir, salavat getirirlerdi. Namaz sonrası ise
caminin iç avlusunda halka halinde bayramlaşma icra edilir ve hocanın duasıyla
bayram namazı bitmiş olurdu. Küs durduğu kimselerle barışmak istemeyenler ise
namaz sonrası bayramlaşmaya katılmadan evinin yolunu tutarlardı ve bu da halk
arasında hiç de hoş görülmezdi...
Eve geldiğimizde ilk iş anne-babamızın, köyün yaşlılarının elini öpmek
olurdu. Onlar da bize hediye verirler ve bizi dua yağmuruna tutarlardı. “Allah
ömrünü uzun etsin, düğününü güzün etsin...” şeklinde uzayıp giden dualardı
bunlar. Akşamleyin ablalarım bize sökün ederlerdi. İşte benim en çok sevdiğim
de bu olurdu bayramlarda. Ablalarımla haşır neşir olmak, yeğenlerimle oyuna
dalmak, onların anlattıkları günlük hadiselere kulak misafiri olmak...
Hayatımın akışı sırasında uzun yıllar Terme’de öğrenci yurtlarında
kalmışımdır. Şehirde ilk Ramazan’ı Kumru’da tutmuş olmakla birlikte yedi yıl
kadar Terme’de kaldım. Dolayısıyla gençlik yıllarımda Terme’deki ramazanların
bende etkisi olmuştur. Bildiğim kadarıyla Kumru’da Ericek [?] köyünün hemen
altında Kumru’ya bakan tepede [sanırım şimdilerde hakim ve savcı gibi üst düzey
memurların kaldığı apartmanın hemen üst tarafında] bomba atılır ve ardından
ezanlar okunurdu. Teravihlerde Merkez Camii genelde dolardı. Geceleri ise
davulcular dolaşır, tanıdıkları hanelerin önünde hane sahibi ‘uyandık’ diyene
kadar davul döverlerdi. Terme’de ise hayat sanki daha hareketliydi. Şehri
ortadan ikiye ayıran ırmağın iki yanında hatırladığım kadarıyla Pazar Yeri
Camii, Garaj Camii bir de Yeni Camii vardı. Ben en çok Müezzin Ahmet Şen’in
görev yaptığı Yeni Camii’de teravihleri kılmayı yeğlerdim. Zira bu camide çok
güzel vaazlar verilir ve hele de Ahmet Şen Hoca’nın namaz sonrası yanık sesiyle
okuduğu âmenerrasûlü’yü dinlemek benim için apayrı bir lezzetti. Bu arada
Terme’de farklı camilerde mukabele de okuduğumu hatırlıyorum. Arada biz
talebeleri evlerine iftara davet eden zenginler de çıkardı.
...
Ramazan’a dair yazılmış çeşitli eserler vardır.[1]
Bu eserlerde Ramazan’la gelen şenlikler, iftar vermeler, bayram oyunları,
hediyeleşmeler [diş kirası mesela], Ramazan sohbetleri, öğlen sonrası çarşı
pazarın şenlenmesi, Ramazan şiirleri, sokak sesleri, komşuluk ilişkileri gibi
muhtelif konular işlenir. Bu cümleden olarak Cenab Şehabeddin’in İstanbul’da
Bir Ramazan isimli eseri zikre değer. Yine A. Ragıb Akyavaş’ın Âsitane I
–evvel zaman içinde İstanbul- isimli eserinin ‘Ramazan’ bölümünde de önemli
bilgiler vardır. Akyavaş’ın verdiği malumata göre iftar öncesi hanelerde bir
telaş başlar, herkes kendi kesesine göre bir sofra donatırmış. Orta halli
aileler ise mutlaka bir aşçı tutarmış. İstanbul’da Seraskerkapısı, Selimiye,
Tophane, Baruthane, İcadiye, Salıpazarı ve Utarit Karakol Gemisi’nde iftar
topları atılırmış. Selatin camilerdeki vaazlar ve hoş sadâ hafızların
kıldırdıkları namazlar ise günün konuşma mevzusu olurmuş. Yine ‘diş kirası’
denilen iftara gelen ahbaba verilen bir hediyeden bahseder Akyavaş: “İftarlar
edilip teravihler kılındıktan sonra ev sahibine hayır dualar ve daha büyük
rütbeler, mansıplar temennisiyle konaktan çıkılırken misafirlere, tabii hepsine
olmasa da bir kısmına, yani dostlara ve ahbaplara ve mensuplara diş kirası namı
altında münasip bir miktar atiye verilmesi vükelalığın şânından sayılırdı. Bu
verginin mutlaka para olması lazım değildi. Akran ve emsal arasında kıymetli
bir tesbih, enfiye kutusu, kehribar ağızlık, tütün tabakası verilmesi de hoş
görülürdü.” Yine vükela ve vüzera konaklarında, hali vakti yerinde olanların
hanelerinde Ramazan imamları ve güzel sesli hafızların da tutulduğunu
öğreniyoruz. Bugün ‘jet imam’ denilen ve çabuk teravih kıldıran hocalara
geçmişte de rastlandığını görürüz. Bazı camilerde kıldırılan bu çok çabuk namaz
kıldırma şekline eski İstanbullular ‘götürü yapı yapar gibi namaz kıldırıyor’
derlermiş. Konuyla ilgili Akyavaş’ın pek hoş bir lisanla anlattığı bir hadiseyi
burada nakletmek isterim:
-
“Bizim Kadıköy’ünde Osmanağa Camii’nin imamı rahmetli Said Selman
Efendi demir hafızlardandı. Usul ve makama aşina, şen ve neşeli, sevimli ve
şakacı, yedi kuşaktan Kadıköylü bir İstanbul uşağı idi. Öyle bir teravih
kıldırırdı ki benim diyen yiğit arkasından yetişemezdi. O, ikinci secdeden
başını kaldırırken siz ancak rukûa varmışsınızdır. Cemaat secdede iken o zammı
süreyi çoktan bitirmiştir. Zaten namazı da er-Rahmânü sûresinin kısa ayetleri
ile kıldırmayı adet edinmişti. Ona uyanların içinde kalbi azıcık zayıf
olanların veya karınlı göbeklilerin vay haline!... Said Selman Efendi’nin
halini bilenler sırtlarına sokmak için ceplerinde ter beziyle camie gelirlerdi.
Rahmetli büyükpederim, aman oğlum ne oluyorsun Allah aşkına böyle, sen torpido
musun, diye şaka ettiğini kaç defalar işitmişimdir. O da cevaben gülerek, vapur
kalkıyor, Direklerarası’na yetişecek var, derdi. Aklıma hoş bir fıkra geldi:
Sultan Mahmud zamanında yaşayan Keçecizade İzzet Molla merhum, şair, âlim,
nüktedan bir zattı. Böyle sür’at ekpresi gibi teravih namazı kıldıran bir imama
uymuş. Molla merhum pek şişman, karınlı gövdeli bir zat imiş. Acele acele namaz
kılarken, bostan dolabı gibi yatıp kalkarken adamcağızın nefesi kesilecek gibi olmuş.
Namazın yarılandığı sırada dışarıdan kan ter içinde soluk soluğa biri camiye
girmiş ve Molla’nın yanıbaşında durmuş. Vah vah vah! Namazı kaçırdık,
yetişemedik diye kendi kendine söylenmeye, hayıflanmaya başlamış. Yorgunluktan
burnundan soluyan Keçecizade’nin kafasının tası atmış, kendini tutamamış. Hemen
iki tarafına selam verip namazı bozmuş: -Be birader! Biz [namazın] içinde iken
yetişemiyoruz, sen ne söylüyorsun Allah aşkına, demiş.”
Bu cümleden olarak namazı kısa ayetlerle hafif tutan imamlar yanında
hatimle namaz kıldıranlardan da bahseden Akyavaş, Fatih’te Sofiye tarikatı
denilen ve ekseriya çarkçı deniz subaylarının oluşturduğu bu tarikat erbabının
teravihi baştan aşağı Kur’an’ı okumak suretiyle kıldıklarını söylüyor ki,
namazları sabaha kadar sürermiş. Ve namazları ‘demir hafız’ denilen hafızlığı
çok güçlü imamlar kıldırırmış.
Yine eski ramazanlarda İstanbul dilencileri yanında ‘goygoycu’ denilen
Muharrem ayında kendilerine mahsus bir şekilde dilencilik yapanlardan da
bahseder. Bu kişiler “Hasan Hüseyin’e olan işlere / Gökte melek yerde her can
ağladı / Bağladılar hep suların yolunu / Soldurdular Fatma Ana gülünü / Ya, hoy
goygoy caaanım! / diye söylenerek altışar kişilik gruplar halinde sokakları
dolaşır zahire toplarlarmış. Bunun yanında özellikle ramazanlarda meddah,
karagöz oyunlarına da ayrıca değinir Akyavaş.
Gerçekte şimdilerde de Ramazan hep güzeldir, şenliktir, berekettir. En
azından yaşayan biri olarak gözlemlerim bu doğrultudadır. Fakirlerin hal ü
hatırı sorulur, camiler özellikle teravihlerde dolar, iftarlar verilir, kitap
fuarları düzenlenir, akşam şenlikleri yapılır, minarelere mahyalar asılır ve
kandiller yakılır, çeşitli yerlerde sohbetler yapılır vs. En azından Üsküdar’da
yaşayan biri olarak Üsküdar Çadırı’nda düzenlenen akşam proğramlarını buraya
kaydetmem bile burada Ramazan’ın ne kadar canlı olduğunu göstermeye yeter: 26
Ekim-27 Kasım 2003 Ramazan Proğramı: [Alıntılıyorum:] 26 Ekim 2003 Pazar:
Mehmet Kemiksiz ve Tasavvuf Müziği 20:30; Sema Gösterisi 21:30; Hava-i Fişek
Gösterileri...;/ 30 Ekim 2003 Perşembe: Osman Akbulut, Türk Halk Müziği 20:45;
Tiyatro “Morartma Geceleri”, Hasan Nail Canat 21:30; Metin Şamdan, Türk Sanat
Müziği 22:30;/...01 Kasım 2003 Cumartesi: Hacivat-Karagöz “İsmail Yeşilbağ”
Ortaoyunu 20:45; Folklor Türkiye Şampiyonu Üsküdar Belediyesi Halkoyunları
Ekipleri 21:30; Konser, “Songül Karlı” 22:00.../ 14 Kasım 2003 Cuma: Mehteran-ı
Eyüp Sultan Konseri 20:45; Folklor Üsküdar Belediyesi Halkoyunları Ekipleri;
Konser “Orhan Hakalmaz” 21:30.../ Elimdeki proğramda her gece için ayrı proğram
var. Bunlardan bir kaçına gidebildim. Çadır ağzına kadar dolup taşıyor her
renkten insanlarla. Ayrıca adı geçen çadırda her akşam sayıları binlerle ifade
edilen insanlara belediye tarafından iftar veriliyor. Çadırın bulunduğu yer
Demokrasi Meydanı’nda. Mimar Sinan yapısı Mihrimah Sultan Camii ile Yeni Camii
denilen Valide Gülnüş Emetullah Sultan’ın yaptırdığı cami arasında bir yerde.
Bu iki camiden karşılıklı /münavebeli okunan öğlen, ikindi ve yatsı ezanlarını
dinlemek ise câna şifa gibi gelir. Bütün bunlara ilave olarak camilerde okunan
mukabeleleri, çeşitli dernek ve kurumların muhtaç insanları arayıp sorarak
dağıttığı muhtelif yardımları da ilave etmeliyim. Hele de bu tür kurumlardan birinde
çalışıyorsanız, yardımlaşmanın insanın ruhunda bıraktığı tadı anlatmak belki de
kabil olmaz.
Yarın Ramazan Bayramı’nın ilk günü. Yine bayram namazları kılınacak, eş
dost aranıp hal ü hatırı sorulacak, mezarlıklar ziyaret edilecek, büyüklerin
elleri öpülür duaları alınacak. Bu arada hastanede, hapishanede ve gurbet
illerde olanları da hatırda tutmak gerek. Dünyayı anlayıp ötelere iyi
hazırlanmak için mezarlıkları, hastane
ve hapishaneleri ziyarete davet eder eski düşünürler. Galiba bu tür özel
günlerde biraz da çocuk olmak gerek. Çocuklarla luna parklara gitmeye, onlarla
birlikte oyun oynamaya ne dersiniz...
Bu vesileyle bütün okurlarımızın mübarek Ramazan Bayramını gönülden
kutluyorum. Hayra muvafık ne muradınız varsa nail olmanız temennisiyle...
Ahmet
Çapku 24.11.2003
Üsküdar
[1] Bu cümleden olarak Cenab Şebadeddin, İstanbul’da
Bir Ramazan,haz. Abdullah Uçman, İstanbul 1994, İletişim Yay.; A. Ragıb
Akyavaş, Âsitane –evvel zaman içinde İstanbul-, Ankara 2000, 2 cilt. [bu
eserin I. Cildinin 331-376. sayfaları Ramazan ile ilgili yazılardan oluşur]
******
BEKİR AKKAYA ÖZEL ARŞİVİ /SİZ DE GÖNDERİN YAYINLAYALIM... bekirakkaya@yahoo.com----kumruhaber@gmail.com ***Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dökümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer döküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...