Hemen hepimiz ömrümüzün muhtelif devrelerinde bazı kurumların içinden geçeriz. ‘Falanca yerde olduğum yıllarda’ diye söze başladığımız olur. Orta öğretim, lise, üniversite, askerlik, filanca yerde işçilik, yurt dışı, filan yerde görevli olmak bu tür devrelerdendir. Kimi insanların ömrünün bir zamanı herhalde ‘imam hatip yılları’ şeklindedir.
Gerçekte içinden geçtiğimiz kurumların tarihini/ özgeçmişini bilmekte fayda vardır. Sınıflarında okuduğumuz, sıralarında ders yaptığımız okullar acaba hangi gerekçelerle o hale getirilmiştir, kimlerin emeği vardır, oralarda neler olup bitmiştir, kimlerin oraya dair görüşü nedir ve niçin? Ağaç vardır ulu çınar adını alır, ağaç vardır kavak vb. adını alır. Adlarına göre ona ömür, asalet,
değer biçeriz. Benzeri durum kurumlar için de geçerlidir. Firmalar bile ‘şu kadar yıldan beri’ diyerek kendilerini tanıtırlar. Buna göre imam hatip okulları/liseleri nedir sorusuna şöyle bir değini yapabiliriz.I.
Bu konuda derli toplu bilgi için Halis Ayhan hocanın Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde kaleme aldığı ‘İmam-Hatip Lisesi’ maddesine bakabiliriz. (DİA, C. 22, sf. 191-193).
“İlk defa 1913 yılında imam ve hatip yetiştirmek üzere
‘ıslah-ı medâris’ proğramı çerçevesinde Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ adıyla
bir okul açılmıştır. 3 Mart 1924 tarihli 430 sayılı Tevhid-i Tedrîsat
Kanunu’nun 2. maddesine göre… bütün medreseler kapatılmıştır. Aynı kanunun 4.
maddesi gereğince yirmi dokuz merkezde ilkokula dayalı olarak dört yıllık
İmam-Hatip mektepleri açılmış… 1929-1930 öğretim yılında ise [bu okullar]
tamamen kapanmıştır…
Genellikle kabul edildiğine göre bu okulların
kapanmasının asıl sebebi sorumlu makamların ilgisizliği ve mezunlarının, gerek
öğrenimlerini sürdürme gerekse meslek elemanı olma açısından istikbale dair bir
beklentilerinin kalmamasıdır… Dolayısıyla İmam-Hatip Mektebi mezunları için din
görevliliği cazip olmaktan çıkmış, bu görev tamamamen fahrî olarak yürütülmeye
başlanmıştır…
1933’te İstanbul Darülfünûnu İlahiyat Fakültesi’nin kapatılması…
1946’da ilkokullara din bilgisi dersleri konması
yönünde teklifler gündeme gelmişse de dönemin başbakanı Recep Peker bu
talepleri reddetmiştir… Dönemin Diyanet İşleri reisi Ahmet Hamdi Akseki de bir
raporunda camilerde halka namaz kıldıracak ve hutbe okuyacak imam ve hatip
yokluğundan şikayet ediyor…
İlk defa 15 Ocak 1949’da İstanbul ve Ankara’da olmak
üzere İmam-Hatip Kursu adıyla on aylık bir öğretim kurumu açılmış, daha sonra
bunların sayısı ona çıkarılmış… 13 Ekim 1951 tarih ve… İmam-Hatip okullarının
açılmasına karar verildi ve bu karardan dört gün sonra yedi ilde ilkokula
dayalı ortaokul seviyesinde dört yıllık İmam-Hatip okulları öğretime başladı.
1954-1955 öğretim yılında bu okulların üç yıllık lise kısmı da açıldı…
ilki 1959’da İstanbul’da olmak üzere Yüksek İslâm enstitüleri açılmıştır. 4 Kasım 1981 ve… 20 Temmuz 1982 tarih… ile İlahiyat fakültelerine dönüştürülene kadar bu okullara sadece İmam-Hatip Lisesi mezunları kabul edilmiştir.
4 Ağustos 1971 tarih… İmam-Hatip okullarının orta kısmı kapatılırken lise kısmı üç yıldan dört yıla çıkarılmıştır… 1972’de yayımlanan ‘Milli Eğitim Reformu Stratejisi’yle ilgili kararname ile İmam-Hatip Okulu adı İmam-Hatip Lisesi şeklinde değiştirilmiş…1973’te… Hem mesleğe hem de yüksek öğretime hazırlayıcı proğramlar uygulayan öğretim kurumları şeklinde tanımlanarak… Yüksek İslâm enstitülerine girebilen mezunlarına çeşitli yüksek öğretim kurumlarına girme imkanı verilmiş… 1983 tarih … aynı haklar korunmuştur.
16 Ağustos 1997 tarih ve… diğer meslek liseleriyle birlikte İmam-Hatip liselerinin de orta kısmı kapatılmıştır.
İmam-Hatip okullarının açılmasını sağlayan kamuoyunun başlagıçtan itibaren bu okullardan asıl beklentisi, din hizmetlerini yürütecek ve toplumun dinî konularda bilgilenme ihtiyacını karşılayacak ehliyetli elemanların yetiştirilmesiydi. Gerçekten İmam-Hatip okulları bu beklentiyi karşılamada büyük ölçüde başarılı olmuştur… 1999 verilerine göre Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarında görev yapanların yaklaşık % 92’sini İmam-Hatip Lisesi veya fakülte ve yüksek okul mezunları oluşturmaktadır.
Türkiye’de genel olarak yaygın öğretimde başarı
seviyesinin düşük olduğu bilinmektedir. Buna rağmen halkın dinî ve din dışı
konulardaki bilgi ve kültürünün yükseltilmesinde İmam-Hatip liselerinin büyük
katkısının olduğu muhakkaktır… Türk toplumuna dinin doğru öğretilmesi büyük
ölçüde İmam-Hatip liseleri sayesinde mümkün olmuştur…
Öte yandan ülkenin birçok yerinde çocuklarının okullarda öğrenim görmesini istemeyen, özellikle kız çocuklarını okutmamakta direnen halk kesimlerinin bu zihniyetten kurtarılmasında en büyük pay İmam-Hatip Lisesi’nden yetişmiş gençlere aittir. Büyük çoğunluğu köy çocuğu olan bu yeni nesil, daha okul sıralarında iken düzenlenen halka açık dinî ve kültürel proğramlarla çeşitli yarışmalardaki başarılarıyla toplumun güvenini, ilgi ve desteğini kazanmış…”
II.
Kumru İmam Hatip Lisesi’ne dair hafızamdaki şu bilgileri zikredebilirim. Benim bildiğim İmam Hatip Lisesi binası Fizme yolundaki bir binada idi. Epeyce talebe vardı. Bu talebelerin kimi Kumru’da ikamet eder, kimi kiralık evlerde kalır ve kimi de köylerine gidip gelirdi. Talebelerinin çoğunluğu köylü çocuğuydu. Eğitim öğretim zamanlarında talebelerin okula dönüşüyle birlikte Kumru sokakları şenlenir, esnafın yüzü gülerdi. Giyim kuşam açısından tektip olma şartı herhalde yoktu fakat çeket, pantolon ve kravat resmi talebe olarak giymeleri gereken kıyafetti.
Ben 1983’lü yıllarda Kumru Merkez Kur’an Kursu’nda okuyordum. Haliyle İmam Hatip’e veya Lise’ye giden talebeler gibi olmayı ne çok arzulardım! Ellerinin altında bir yığın kitap, gruplar halinde neşeli halleriyle sokaklardan geçip okullarına giderlerdi. Okul çıkışı akşam öncesi mutlaka Kumru’nun ana caddesini baştan başa şöyle bir arşınlarlardı.
Bizim evimiz Karacalı Mahallesi’nde idi. Zamanın şartları gereği evimizin iki odasını, babam talebelere kiraya vermişti. Üçer kişilik odalarda altı talebe vardı. Ben ise babamla evimizin mutfağında kalır, gündüzleri her birimizin okuluna, işine giderdi. Çok iyi hatırlıyorum, özellikle kış mevsiminde yatsı sonraları İmam Hatip Lisesi’nin müdürü Muhammet Erdoğan bey yanında bir iki hoca ile birlikte talebeleri kontrol için ani baskın şeklinde gelirlerdi. Talebeler bundan hayli tedirgin olurlar, sigara içenler varsa paket ve izmariti mümkün mertebe saklama ihtiyacı hissederdi. Hocalar neleri kontrol ederlerdi? Herhalde talebeler ders çalışıyor mu, ihtiyaçları var mı, talebeliklerine yakışmayan tavırları söz konusu mu gibi durumları denetlerlerdi. Bu durum hocalar ve talebeler arasında gayet normal karşılanır, herhangi bir ‘özgürlük’ sorunu olarak görülmezdi. Hocaların kahvehane denetimleri yaptıkları ise cümle âlemce bilirdi.
1992-94 yılları arasında Kumru İHL’nin yeni binasında okudum. Okul binası şehrin Fatsa tarafından girişinin biraz yukarılarına düşüyordu. Talebelerin sayısı hayli fazla olduğu için derslik sıkıntısı vardı. Okulun genişçe ve fakat düzensiz bir bahçesi vardı. Laboratuar vardı lakin talebelerin oraya girip ders yapabileceği kadar müsait miydi? En azından okul laboratuarında ders yapmadığımızı hatırlıyorum diyebilirim. Okul kütüphanesi de mevcut değildi. Hakeza spor odası da yoktu. Kışın kısa günlerinde kimi talebeler ikindi namazını kılabilmek için zorluk yaşardı. Son sınıf talebelerine tatbikat yaptırmak için uygun bir yer de yoktu. Bu açıdan o zamanları sıra üstlerinde sınıflarda namaz kılan talebeleri hatırlarım. 1993’te (?) Kumru Yaylak Camii ibadete açılınca bu konuda bir ferahlama olmuştur.
Yeni bina ihtiyaca binaen belki biraz da acele ile yapılmış olsa gerektir. Bilindiği üzere hemen her önemli binanın mimarîsi, oradaki insanların şahsiyetlerinin oluşumunda etkilidir. Galatasaray-ı Mekteb-i Sultani binasının giriş kapısına ve mimarisine bakıldığında söylemek istediğimiz anlaşılır. Aslında bu sorun günümüzde hemen bütün mimarimizle ilgilidir diyebiliriz. Söz konusu durum şayet bir neslin eğitim öğretim gördüğü mekan ise daha bir önem kazanacağı şüphesizdir.
Okulumuzun hemen girişine kavak ağaçları dikmişlerdi. Sonraki yıllarda bunların kesilerek yerlerine başka fidanların dikilmiş olduğunu görmüştüm. Acaba okul önüne kavak ağacı gider mi? En azından yetişen neslin bunları dikkate alması gerekir herhalde. Bir keresinde şöyle bir konuşmaya şahit olmuştum: Müdür yardımcısı Abdulkadir Hocaoğlu hocamızın evine ziyarete gitmiştim. Müdürümüz Ahmet Hocaoğlu o akşam, kardeşi Abdulkadir beyin evine gelmişti. Ahmet hoca, okula yeni derslik yapılabilmesi için Tevkür’de ve bilmem falanca köylerde şu kadar ağaç olduğunu, bunların taşınmasının nasıl olacağını kardeşine soruyor, ondan fikir alıyordu. Demek ki, okul idarecilerimiz hafta sonu tatillerini bile okulun tamiri, ihtiyaçları için harcıyorlardı. Tamamen bir hasbîlik söz konusu idi. Benzeri şekilde okulun iç ve dış sıvası yapılırken nice talebenin hafta sonları oraya yardıma koştuklarını duymuştum. Öyle anlaşılıyor ki, oradaki okulun yapımında ve çevre düzenlemesinde halkımızın, hocalarımızın ve talebelerin el ele gönül gönüle birliktelikleri söz konusudur. Eldeki imkanlar ölçüsünde ne yapılabiliyor idi ise o yapılmaya çalışılmıştır. Bu nokta önemli ve kayda değerdir. Buna göre içinde ilim tahsil ettiğimiz okul binasının hangi şartlarda yapıldığı dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı ve daha iyisinin nasıl olabileceği üzerine kafa yorulmalıdır kanaatindeyim. Her şeyden evvel türlü çeşit yokluk ve sıkıntılar içinde o binayı inşa edenlere teşekkür borçluyuz.
O zamanlar derslerimiz sabahleyin başlar öğlen sonrası üç ders ilavesiyle günlük olarak sekiz ders yapılırdı. Meslek dersleri yanında edebiyat, sosyal, felsefe, fen dersleri de görülürdü. Lise yıllarında bölüm seçilir isteyenler edebiyat/sosyal isteyenler fen bölümlerinde ders görürlerdi. Talebenin önü açıktı, bugünkü gibi kat sayı uygulaması yoktu. Dolayısıyla muhtelif alanlarda okumak isteyen talebe belli ölçüde dini bilgi ile mücehhez olurdu. Zira son sınıf talebelerine namaz kıldırma tatbikatı yaptırılır, kendi sahalarında yetiştirilirlerdi. Kandil gecelerinde Merkez Camii’de okunan mevlidlerde İHL talebeleri de yer alırdı. Yıl sonu futbol müsabakalarının epey çekişmeli geçtiğini hatırlarım. Kumru Lisesi talebeleri ile Kumru İHL talebeleri arasında bilebildiğim kadarıyla kayda değer bir dostluk ortamı vardı. Herhangi bir husumetin olduğuna şahit değilimdir. Bahar sonlarında kimi hocalarla birlikte beş on kişilik talebe gurubunun Ericek Yaylası’na pikniğe gittikleri olurdu. Bunlardan birine ben de katılmış ve çok hoşça vakit geçirmiştik.
Okulda adı saygı ile anılan nice hoca olmuştur. Kimileri disiplin yönünden kimileri esprileriyle kimileri ise derslerdeki hoca talebe samimiyeti itibariyle zihinlerde yer etmiştir. Bu durum son sınıfların çıkardığı yıllıklara da yansımıştır. Matematikte Cemal Cürebal hocamız, edebiyat dersinde Aliye Ayız hocamızı unutmamız ne mümkündür? Bu manada hocalarımıza ait hatıralar bir kitap çapındadır denilebilir. Kanaatimce okuldaki hocalarımız talebelere ellerinden geldiği ölçüde yardımcı olmaya çalışırlardı. Şu kadar var ki, müzik derslerine genellikle meslek dersleri hocalarımız girer, birkaç ilahi öğretirlerdi. Benzeri durum spor, resim ve yabancı dil dersleri için de geçerli idi. Dolayısıyla öğrencilerin kabiliyetlerini keşfedip onları kabiliyetleri doğrultusunda yönlendirecek söz konusu derslerin hocalarından belli ölçüde mahrum idik. İmam Hatiplerden bu sahalarda ses getirici kişilerin fazla çıkmaması belki de bununla bir şekilde ilgilidir. Dikkat edileceği üzere talebelerin kabiliyetlerinin keşfedileceği önemli sahalar adı anılan derslerdir herhalde. Buna göre İHL’den mezun olan talebenin bilgi dağarcığında belli bir birikim ve İmam Hatiplilik şuuru olurdu. Ancak mezun olan talebenin kendi ifade edebileceği bir yabancı dili, sanat birikimi, edebî etkinliği arzu edilir seviyede olmazdı. Büyükşehirlerin kaliteyi yakalamış İmam Hatipleri için bunlar muhtemelen mümkün şeylerdi fakat Kumru gibi yerlerdeki okullar için bunlar oldukça zor şeylerdi. Ahlak ve tarih noktasında İmam Hatiplilik şuurundan şahsen şunu anlarım: Bu toprakların çocukları olarak bizlere devredilen tarih bilinci ve kültür mirasına sahip çıkarak bunları dinî duyarlılık ile birlikte sonraki nesillere daha zenginleştirerek aktarmak.
Kumru’ya İmam Hatip Lisesi’nin açılmasında Ali Peru amcanın epey emeğinin olduğunu kendisinden duymuştum. Bu başlı başına bir söyleşi konusudur. Onun gibi daha kaç fedakar insanımızın emeği olduğu araştırılmaya değer bir husustur. Aşağıya Kumru İHL’nin ilk müdürlerinden olan Rahmi YARAN hocamızla yapılan söyleşiyi alıyorum. Umarım o zamanın şartlarına dair bilgi almak isteyenler için faydalı olur.
…
A. Çapku: Kıymetli hocam,
Kumru’ya İHL müdürü olarak gelişiniz nasıl oldu?
(Doç. Dr.) Rahmi Yaran: Ben Kastamonu İmam Hatip Lisesi’nde öğretmendim. O zamanlar askere gidenlerin memuriyetle ilişiği kesilir, askerlik sonrası yeniden görev başı yapardı. Ben de açıktan atama ile Kumru’ya geldim. Mart 1977 yılı idi. Dört seneye yakın orada kaldım.
A. Çapku: Kumru İHL’nin ilk yeri
neresi idi?
R. Yaran: İlk bina Afiyet Lokantası’nın üstünde idi. Yanında Bahri’nin Kahvesi denilen bir yer vardı. Okulun ilk müdürlüğüne o zamanlar Kumru Lisesi’nde öğretmen olan Adnan bey vekalet etmiş. Daha sonra Gölköy’den Abdullah Özbek gelmiş ve o da birkaç ay kalmış herhalde. Daha sonra ben görev başı yaptım. Tabi okulumuz bir ev görünümünde idi. Bahçesi falan yoktu. Önü yol ve kaldırım idi. Törenleri, İstiklal Marşı’nı falan orada yapardık. Dahası okulun önü o zamanlar bir tür garaj idi. Fatsa arabaları oradan kalkardı. Müdür odası ikiye iki metrelik küçük bir oda şeklindeydi. Okulumuzun konumu ve içinde yaşanılan dönem olarak sıkıntılı idik.
A. Çapku: Ne tür bir sıkıntı?
R. Yaran: Anarşik bir ortam belki henüz Kumru’da yoktu fakat bir şekilde bu hissediliyordu. Onun için biz, bir an evvel o binadan ayrılmayı istemiştik. Önce Kumru’nun girişinde ormanlık bir arazi vardı (şimdilerde Kumru otogarı) orası düşünüldü. Olmadı. Daha sonra Ayvalı/ Kömerik yolunda bir yere bakıldı. Orası da uzak bulundu ve başka sebeplerden dolayı o da olmadı. Bu sefer Fizme yolunda Celal isimli birinin evi okul binası olarak tutuldu. Böylece okulumuza ait bahçesi olan, şehrin gürültüsünden uzak bir yere geçmiş olundu. Bina olduğu için okul havası belki arzu edilir ölçüde yoktu ama eskisinden çok daha iyi idi.
A. Çapku: İlk zamanlar talebe
sayısı ve halkın ilgisi nasıldı?
R. Yaran: İlk zamanlar 100 kadar talebemiz vardı. O zamanlar kız talebe yoktu okulumuzda. Talebe sayısı her sene artıyordu. Zannediyorum Kumru Lisesi’ndeki talebe sayısı da aşağı yukarı aynı idi belki İHL’ninki daha fazla idi. Bazı derslerin hocasını bulmakta zorlanırdık. Kimi zamanlar ben Lise’deki derslere girerdim kimi zaman da Lise’deki hocalar İHL’ne derslere girerdi. Böyle karşılıklı gidiş gelişlerle boş dersleri kapatmaya çalışırdık. Lise’deki talebelerimiz de seviye olarak iyi idiler. Tabi talebelerimizde ciddiyet, okulumuzda disiplin vardı.
Bu okulların yapılmasında halkın büyük teveccühü vardı. Dernek başkanımızla okula yardım amaçlı fındık toplardık. Kendimize ayırdığımız tatilimiz falan pek yoktu. Şöyle bir hatıram vardır: Okulu yeni tuttuğumuz binaya taşıyacağız. Tabi bu arada kızımın doğumu yaklaşmıştı. Kumru’da o zamanlar hastane olmadığı için Fatsa’ya gitmemiz gerekiyordu. Okul işlerinin yoğunluğundan ben, hanımımla fazla ilgilenememiştim. Yeri geldiğinde espri kabilinden hâlâ sitem alırım bundan dolayı!
A. Çapku: O günkü öğretmen
öğrenci ilişkileri nasıldı?
R. Yaran: O günkü öğretmen öğrenci münasebeti daha farklı idi. O zamanın velisi de öyle idi. Ben bazen geceleyin öğrencilerimi ziyaret ederdim. Bir kısmı ailesinden uzaktı. Ne yapıyorlar, ihtiyaçları nelerdir diye gezerdik. Kahvehaneleri arkadaşlarla gezerdik oralarda öğrencimiz var mı yok mu diye. Kahvehane sahibi ve veliler bundan asla rahatsız olmazlar hatta bize teşekkür ederlerdi siz bizim talebelerimizle yakından ilgileniyorsunuz diye. Öğrenciler öğretmenlerine daha bir saygılı idi. Bu saygıyı bazen kötüye kullanmış öğretmenler olmuş mudur? Hepimiz insanız bazen ölçünün kaçtığı da olur. Fakat bunlar iyi niyetle yapılmış davranışlardır herhalde. Yine o zamanlar sınıfta kalmak vardı.
Benim gördüğüm şudur: Kumru’da o zamanlar ciddi bir kütüphane ve kitapçı yoktu. Ancak bizim talebelerimiz çalışkan ve disiplinli idiler. Bir yerlere gelmek istiyorlardı. Bir heyecan vardı. Onların hemen her biri şimdi bir yerlerdedir. Öğretmen arkadaşlar da gayretli idiler.[1]
A. Çapku: İmam Hatiplerin dinî
alan dışındaki sahalarda gerekli eleman yetiştiremediği eleştirisine ne
diyorsunuz?
R. Yaran: Benim kanaatimce farklı sahalarda yetişmiş de olabilir. Çünkü İmam Hatip mezunu olup da hukuk, edebiyat, spor, sanat gibi alanlarla kendini yetiştirmiş insanlar o makama geldiklerinde, bu imam hatiplidir denilmiyor. Tabi İmam Hatipler bir sporcu veya başka alanlarda eleman yetiştirme yeri değildir. Eğer talebede kabiliyet varsa o zaten kendini yetiştirir. Bir de son zamanlarda İmam Hatip Lisesi mezunu olanlar adeta cezalandırılıyor. Bundan dolayı bir kısmı da İmam Hatip mezunu oluşunu gizleme ihtiyacı hissediyor. Asıl olan ilim âlemine, dinî ilimlerde insan yetiştirmiş olmasıdır. Eğer bizler bir şeyler ile övünecek isek kendi sahamızda insan yetiştirmiş olmakla övünebiliriz.
Şunu bilmemiz gerekir. Kızında erkeğinde bu halkın cehaletten kurtulup okumasında İmam Hatiplerin büyük katkısı olmuştur. Halkta genel olarak okumaya karşı bir ilgisizlik vardı. Her şeyden evvel okullar yakın değildi. Dolayısıyla veli, çocuğunu uzağa göndermeye çekinirdi. Özellikle kızları için bu husus daha önemli idi. Uzağa gidenlerin önemli bir kısmı ise okulu bitiremeden geri dönerdi. Geri dönenden de halk memnun değildi. Halkımız, çocuğum eğitim alsın biraz da dindar olsun diyordu. Halkın bu okullara teveccühü ve İmam Hatiplere güven duyması Türkiye çapında, öyle zannediyorum ki, genel öğrenci sayısında da bir artışa sebep olmuştur. Onun için kendi imkanları ölçüsünde değerlendirilecek olursa İmam Hatiplerin başarısız oldukları söylenemez.
A. Çapku: Halkımızın bu okullara
teveccühünün sebebi/ sebepleri ne olabilir?
R. Yaran: Ramazanlarda, kandil gecelerinde biz İmam Hatip hocaları ve talebeleri camide halkın içinde yer alırdık. Vaaz ederdik, Kur’an okunurdu. Halkla iç içe idik. Bizde okuyan talebeler dinî bilgileri de edindikleri için büyüklerine daha bir saygılı, derslerinde başarılı ve heyecanlı idiler. Böylece güven problemi halledilmiş oluyordu. Kumru’daki din görevlilerinden de destek görürdük. Nutkullo Hoca, Mehmet Özbek, Ömer Fatsa gibi hocalarla da yakından görüşürdük. Herhalde bütün bunların güven ortamının oluşmasında katkısı vardır. Öyle hatırlıyorum ki, ben Haseki Eğitim Merkezi’nde okumak için Kumru’dan ayrılırken halk beni uğurlamaya gelmiş ve ardımdan ağlamışlardı. Böyle bir samimiyet ortamı vardı.
A. Çapku: Hocam çok teşekkürler.
R. Yaran: Bil-mukabele.[2]
…
Hâmiş:
- Kumru İHL tarihçesine dair okul müdürlüğü yapmış muhterem hocalarımız ve okulun yapımında emeği geçen pek çok büyüğümüzden sağlıklı bilgi alınabilir.
- 3 Ağustos 2008 tarihinde Kumru İHL mezunları için buluşma ve tanışma günü düzenleyen kıymetli zevatı tebrik ediyorum. Niyetleri makbûl, sa‘yleri meşkûr olsun.
Hürmet ve muhabbetlerimle.
Ahmet ÇAPKU
30.06.2008
[1] Rahmi
Yaran hoca bazı öğretmen arkadaşlarının isimlerini de vermektedir. Hocaların
gayreti konusunda şunu söyleyebiliriz: Kumru İHL’ne müdür olmuş zevata baktığımızda
hemen her biri gerek akademik gerek idari sahada şu an çok daha üst
mevkidedirler. Onların bu gayreti herhalde talebelerine de yansımış olsa
gerektir.
[2] Bu söyleşiyi 05.03.2008
tarihinde Rahmi Yaran hocamızın MÜİF’teki odasında gerçekleştirdik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...