20 Aralık 2009

Haddini aşmak /Prof.Dr. Abdullah ÖZBEK

Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışan, olduğundan fazla görünme yoluna giden kişi ve kuruluşlar, hem kendilerinin hem de başkalarının başına dert açar.


Bu konuda şu hikâye pek meşhurdur…

Bir gün bir kurbağa, derede su içen bir inek görür. Bir kendisine, bir de ineğe bakar. “Ne kadar da heybetli… Ben de öyle olabilirim” diye düşünür.

Bu iş için bir yeteneği de vardır…

Kendisini şişirmek!


Hemen işe koyulur. Başlar şişmeye…

Şiştikçe şişer…

Ama yetmez. Biraz daha…

Hırsı onu, kendi sınırlarının ötesine zorlar.

Fakat sonu hiç iyi olmaz.

Öyle bir patlar ki…

Bir ara buğday, hacca gitmeye niyetlenir. Yerine de yakın dostu arpayı vekil bırakmak ister. Yola çıkmadan önce, “Ben yokken işleri idare et” diye sıkı sıkıya tenbihte bulunur.

O da “olur” der…

Fakat arkasından başlar sormaya…

-Ekmek olayım mı?

Cevap olumludur…

-Olabilirsin…

-Peki, bulgur?

Buna da kerhen “evet” der.

Bu müsadelerden cesaret alan arpa, daha çok şey olmak ister. Ve sorar…

-Baklava ve börek de olayım mı?

Bu sefer buğdayın tepesi atar. Arpanın küstahlığına daha fazla dayanamaz ve lâfı ağzına tıkar…

-O kadar da ileri gitme!

Haydi, hayvanlar ve bitkiler dünyasında işler böyle…

İnsanlar âleminde de durum pek farklı değil… O kadar çok örnekler var ki…

Diyelim ki, bilgisi ve bazı hünerlerinden dolayı birisine birazcık değer veriyorsunuz.

Ama o ne yapıyor?

Fırsat bu fırsattır deyip, başlıyor, bilmediği konularda da ahkâm kesmeye. Hem de ne ahkâm! Bir de bakmışsınız ki devirmedik çam bırakmamış!

Bunu anlamak için çok fazla kafa yormaya gerek yok. Medyaya, bürokrasiye, ilmiye sınıfına ve siyâset alanına bakılırsa, fazlasıyla örnekler bulunur.

Bu konuda da şöyle bir hikâye anlatılır:

Meşhur ressamlardan birisi, ünlü bir şehirde resim sergisi açar.

Haliyle sanat severler ve bir kısım meraklılar, akın akın sergiyi görmeye gelir. Gelen ziyaretçiler haliyle, bazı tabloların önünde durup kendilerine göre yorumlar yapar. Fakat bir tanesi, bir şövalye resiminin karşısında dikilip kalır. Şurası olmamış burası olmamış diye eleştiriler yapar… Bu durum, ressamın dikkatini çeker. Yanına yaklaşarak sorar…

-Bu toblo ile çok ilgilendiğinizi gördüm…

Adam cevap verir…

-Evet, çizmenin körük kısımları pek hoş görünmüyor.

Gerçekten söyledikleri yabana atılacak şeyler değildir.

Bu arada mesleğini sorar. O da şu cevabı verir…

-Ben ayakkabı ve çizme ustasıyım.

Mesele anlaşılmıştır.

Ressam hemen orada, fırçasını ve boyalarını alarak düzeltme işini gerçekleştirir. Adama da teşekkür eder.

Fakat adam, resmin başından ayrılmak niyetinde değildir.

Başlar, pantolon ve kemer kısmında da hatalar olduğunu söylemeye.

Ressam bunu bir ukalâlık ve haddinı aşma olarak görür. Daha fazla dayanamaz ve şu hatırlatmayı yapar:

-Bak kardeşim! Kunduracılığına sözümüz yok. Yalnız çizmeden yukarı çıkma!

Kamu vicdanı, kim olursa olsun, durumuna göre hareket etmeyenleri “haddini aşmış” olarak görür. Ve bunlara, şöyle bir eleştiri yöneltir:

-Ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider gezmeye (…….).

Yine bazı kişiler vardır… Kendilerine bir görev verilince, hemen aşırılığa kaçar… Onlara iş buyuran ve temsil görevi veren, verdiğine vereceğine bin pişman olur… Tepkisini de şöyle dile getirir:

-Vur dedikse, öldür demedik ya!

Peki, bu haddini aşanları kim hizaya getirecek? Yoksa meydanı boş buldukları için, istedikleri gibi at oynatmalarına fırsat mı verilecek?

Bir kere başta, insanların bilinçlenmesi şarttır.

Onun için her şeyden önce, geminin dibini delenlerin de, bunlara seyirci kalanların da birlikte batacağını bilmek gerekiyor. Aynı şekilde, kurunun yanı sıra yaşın da yanacağının farkında olunmalıdır.

Bir de şu var…

Haddini bildirmek durumunda olan kişiler de hadlerini bilmek zorundadır. Bu konuda kişinin bilgisi, makamı ve mevkii de çok önemlidir.

Öyle ki herkesin, her önüne gelen azgına söz dinletmesi mümkün olmaz. Ama söyleyebilecek birileri mutlaka vardır. İşte onu karşısına çıkartıp söyletmek gerek.

Nerden bakılırsa bakılsın, bu bir akıl, eğitim, bilgi, vicdan, ehliyet ve dirâyet meselesidir.

Yoksa fincancı katırları ürkütülmüş olur.

Bu da başa belâ almak demektir.

Dileğimiz odur ki mevlâsını arayanlar, belâsını arayanlara fırsat vermesin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...