Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

26 Ocak 2012

Selam Olsun/Ekrem Saygı

Bir yanımız yetim kaldı. Yoksul hayatımızı onaramadı hanımeli. Dualar edildi, şiirler okundu, türküler söylendi ve sonunda! Sistemin insafına terk edilmiş yazgılar gibi oldu. Öyle bir an geldi ki! Şiirlerle, türkülerle ve dualarla bilenmiş duygularımız köreldi. Sevgi dolu karşılıksız, anonim bakışlara ödünç verdiğimiz gözlerimizi bir daha geri alamadık. Kendi düşlerimizi başkalarının hayatın da görünce bildik hayatın acımasızlığını.


Bin dokuz yüz doksan – İki bin on bir. Bu süre içersinde kendimize bir yol çizdik. Arkadaşlıklar, dostluklar kurduk. İnciteni incitmemeye çalışarak, geri adım attık. İnsanlar birbirlerine şüphe içersinde bakarken, biz orta da durmayı yeğledik. İnsanlar soy, sülale, övgüleri söylemleri arasında boğuşurken, biz sessizce izledik olan biteni. “Nokta virgül çatışması” dedik. Ne anlamı olabilirdi ki bütün bunların… Aykırı düşüncelerin yanında olduk. Yirmi bir yıl aynı şehir, aynı cadde üzerinde aynı kaldırım taşlarına basarak tan yerinin ağarmasını bekledik beraberce. Sevdik, saydık, şiirler okuduk,
Necip Fazıldan, Nazım Hikmet’ten. Başımızı kaldırıp apartman pencerelerine bizi gören var mı diye baktık gecenin sessizliklerinde. Emin olup, sövdük hayatın acımasız yanlarına. Sonra evlerimizden birine giderek. Sıcak pideler eşliğinde kahvaltılar yaptık. Ağırlanmasak ta ağırladık insanları. Bazen da sabahın alaca karanlığın da sıcak çorbalarımızı içtik aspavanın sıcak ortamında. Yetmedi tencereleri doldurup evlerimize götürdük. Gazeteler çıkardık, yazdık çizdik. Amatörce de olsa tiyatrolar hazırladık. Bazen köyün delisi olduk, bazen da davulcusu. Ödüller aldık, takdir edildik, eleştirildik. Birilerinin ilçeye gelmesine sebep olduk, komünist dediler, Tiyatrolar getirdik dinsiz dediler, Çanakkale şehitlerini andık dinci olduk. Bir yere koyamadık kendimizi ve en sonunda da sahtekâr olduk. İki sahtekârın hareketiyle. (Allah’u alem).


Yine günlerden bir gün..Şairleri davet ettik ilçemize. Elimizde sıcak pideler, sabahın verdiği serinlikle, güneşin parçalı bulutlar arasından bize gönderdiği ışık huzmeleri arasında yürüdük rahmetli Bahri amcanın kahvesine. O zamanlar bu mekanın müşterileri, sabah namazından sonra, sözün dem aldığı, hayatın solunduğu bu çay evinde güne başlarlardı. Sabahın demli çaylara usulca indiği saatler… Yorgun yüzlü, bezgin bakışlı insanlar çay ocağının sandalyelerini birer birer doldururken biz de karışırdık zaman zaman aralarına. Çay içmelerindeki edaya, devamında gelen söze sohbete, memleket sorunlarını çözmelerindeki hünere hayran olmamak imkansızdı. 


Bir çok güzellikler yaşadık. Saygı duyduk, kusur etmemeye özen gösterdik. Saygı duyulduk. Bütün bunların yanın da çirkin ve tiksindirici olaylara da maruz bırakıldık.

Bir defasında Hanımeli Kafe’nin önün de sohbet ederken, kendini kariyer sahibi olarak gören bir şahıs..”He yaa Ekrem hocam senin için böyle böyle diyorlar” dedi. Şoka girmiştim. Şimdi bu da nereden çıktı, dedim kendi kendime. Yanımdaki dost “boş ver kim ne derse desin, aldırma” diyerek bana teselli veriyordu. 

İnsanlar kendi günahlarını hafifletmek için yanlarına hep bir ortak ararlar. Olayın hiç üzerine gitmedim. Çünkü ben biliyordum kendimi. Dedikodulara kulaklarımızı tıkadık. Aldırmadık. Yine çirkin sözlerinden dolayı, “Youtube” de görüntülenen ve ciddi bir şekilde hastalanan bir 

insancığı teselli ettiğimiz bir gecenin yarısında beni telefonla arayarak ölümle tehdit etmesi, tam da emekli olma heyecanını yaşayacağım günleri beklerken, bu iki, insancığın hazırladığı , planlanmış bir komploya maruz kalmam bizim sonumuzu hazırladı. Baba toprağım, yirmi altı yıl çalışıp hayatımı düzene sokacağım emekli ikramiyem, bir anda yok olup gitti. Bize kalan bir çuval dolusu banka borçları, hüzün ve kahır…


Sonu gelmez bir karanlığın içersinde yürüyorduk. Karın boşluğumuzdaki ağrılar bizi bilinmeyene doğru sürüklüyordu. İntiharı dahi düşündük, fakat sağduyum bana akıllı ol diyordu. İşte böyle buna benzer bir sürü tiksindirici olaylar zinciri… Bundan sonra neler olacak! vallahi bende bilmiyorum. Sabredeceğiz, bekleyip göreceğiz


Burada biraz özeleştiri yapmakta fayda görüyorum.


Aslında bizi ailece yok olmaya mahkûm eden, bizi tüketen şey, bize verilen maddi zararın kendisi değil, kendimizi çok fazla önemsememizden kaynaklanan; Bir kahroluş, bir gücen genlik ve küçük düşmüşlük duygusudur. Yaşamımızdaki küçük insancıklara biz göz atacak olursak, bize neden ve nasıl zarar verdiklerini sorgulamamız gerekir. Uyanıklık içersinde yapılan bir gözlem, asıl düşmanın kendi içimizde olduğunu ortaya çıkaracaktır. Kendimizi benliğimize ters düşen bir durumla karşı karşıya bulduğumuz zamanlar da, bizi içten içe dürten şey, kendi büyüklenmemizdir. Bu da şunu gösteriyor ki, günahkar olan sadece karşı taraf değil, bu günahlar da bize düşen paylar da çoktur. Biz virgül atarken, onlar nokta vuruşu yapmışlardır. Ben şuna inanıyorum ki! Bu dünya da hiç kimse, ama hiç kimse sanıldığı kadar masum değildir.


Bir insan bedensel incinmeye katlanabilir. Kolu kırılabilir, hatta bacakları dahi kopabilir. Ama kendini küçük düşmüş hissetmez. Akıllı insan gözleme noktasını belirler. Arkasından tuzaklarını kurar ve bekler. Tavlayıp hazır hale getirdiği zaman sonun da zaferini kazanır. Biz düz mantıkla hareket ederek her insanı kendimiz gibi zarar gelmeyecek türden zannederek olaylar karşısında, birin yanına beş katılarak mağlup olduk. Bu mağlubiyetin sonunun nereye gideceğini şimdilik kestiremiyoruz. Gelecek zamanların neler getireceği belli değil. Bekleyip göreceğiz. Eğer büyüklenmeyle tepki göstermeseydik, kim bilir daha kaç olasılığın bizi beklediğini görebilirdik. Fakat şimdilik kaybettik. Gururunu kaybetmiş olmanın ve yaşanan acı olayların verdiği zihinsel acıya aldırış etmeyen bir insan, zarardan kolayca kaçınabilir. Yırtıcı bir hayvan tarafından kovalanan bir insanı düşünün. Kaçması ve koşması gerekir. Eğer hayvana kızarak zaman yitirirse, ya da gördüğü kötülüğe kahrederse yok olup gidecektir. Tıpkı bizim yok oluşumuz gibi. Biz olaylar karşısında hazırlıksız bekledik durduk. Hazırlıksız tepkimizi dile getirdik, kızdık sövdük saydık. Bu da bizim sonumuz oldu. Bizden geriye kalan, bir kahroluş, kaybedilen gurur, bir çuval dolusu banka borçları. Allah kerim… 


Hayatımızı kırık bir kalple izini sürdüğümüz caddelerin kaldırım taşları üzerinde karın boşluğumuz da oluşan acı ile birlikte, gözyaşlarımızı içimize akıtarak, eşim ve çocuklarımı aynı kamyon içersin de, hep kahır diyerek bilinmeze doğru yol aldık. Geride kalan yirmi bir yıllık arkadaşlıklarımız, dostluklarımız bir enkaz yığını içersinde kaybolan bir “kara kutu”dur. Aramak istesek de, aranmak istesek de, bizce hiçbir anlamı yok artık.


Bir yere bağlanmak, bir insana bağlanmak gibi… Çocukluğumun ve ömrümün kırk dokuz yılını geçirdiğim memleketim ve memleketimin insanları bana çok şey kazandırdı.Herkesin geçmişi kendi cennetidir belki de. Ne kadar hüzünle ve kahırla ayrılmış olsam da, biz her zaman memleketin güzel yanlarını hatırlayacağız. 


Ne kadar hüzün, kahır ve pişmanlıkla dolu olursa olsun “ Hata tekrarı bir hayat”ta yaşanan her şeyi kendi elleriyle bir yalnızlığa yerleştiriyor insan. Biz de kendi ellerimizle yalnızlığa yerleştirdik hayatımızı. Şimdi şehirlerin solgun yüzünde, kendi yüzümüz görüyoruz. İnanın bizi özetleyen bir fotoğraf karesi dahi yok. Meğerse ne çok aldanmışız fotoğraf karelerindeki “Ben” e. 

Üç beş kırık dökük eşya. Hıçkırıklar arasında kamyon yürüdü. Yaşlandı gözümüzdeki yaşlar. Yol göründü, yollar büyüdü. Çetin yenilgilerden bize kalan yürekler büyüdü. Yirmi bir yıl bir ezberin hayaliyle yaşayan biz… Aldanışlarımız büyüdü. Annem… Belki de, bir acı ömürle sınanmıştı hayatı. Gözünde yaşların eksik olmadığı annem. Oturduğu yerden izliyordu kamyonun yüklenişini. Sonsuza bıraktığı bakışlarla. Boynu bükük duruşu bambaşka bir anlam kanıyordu. Yorgun yüzünün arkasın da bir sızı gizliydi. Ona göre çökmüştü bir tarafı. Ağlamaklı gözlerle, güle, güle oğlum. Allah yolunu açık etsin derken, bir taraftan da sebep olanlara içten içe beddualarla haykırıyordu. Kahırla sustum ve susturdum. 


Dostlarla son günümdü. Ayrılışım ne gerçekti, ne de yalan. Bilinmeze doğru bir yolculuk başladı. 


“Neyi yitirmiş ise en güzel onun türküsünü söylermiş insan”… 

Herkese selam olsun. Kırdığım döktüğüm, sövdüğüm bütün insanlardan haklarını helal etmelerini diliyorum. Biliyorum. Borçlu olduklarım vardır. İnanın kazanma derdim yok. Borçlarımı en kısa zaman ödeme mücadelesi veriyorum. 

Anneme selam söyleyin..Biliyorum ki o her gün ağlıyordur. Analar, ayrılıkta da ağlar, kavuşmada da... 


Ekrem SAYGI

KAYNAK: http://my.opera.com/sonbahar/blog/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...