Yazıma 1992 yılında Kumru’da yayınlanan Kumru
Gazetesindeki köşemde okuyucularımla paylaştığım bir hikaye ile başlamak
istiyorum.
Hikaye
şu;
Gerçekte
okuma yazması olmayan “Yasin” süresinin ne olduğunu dahi bilmeyen , Anadolu
köylerinden birinde okuması ve üflemesiyle ünlenen bir hoca varmış. Hoca o
kadar ünlü hale gelmiş ki ta uzak diyarlarda dahi halk “ Azizim kim gitse düzelirmiş…Hiç
yürüyemeyenler dahi hocanın bir üfürüğü ile yürümeye başlarmış. Çarpılanlar,
yamulanlar ve hatta nasipsizlerin dahi önleri açılırmış. Fakirler zenginleşir,
amaların gözleri açılırmış.”
Uzak
köylerden yaşlı bir kadıncağız varmış. Birtecükte oğulcağızı varmış. Oğulcağızı
çok halsiz ve hastaymış. Hiçbir çaresi kalmayınca mecburen bu hocanın yolunu
tutmuş. Biriktirdiği paralarını da yanına alarak ünlü hocaya ulaşmış. Zor bela
ünlü hocanın dizinin dibine oturup oğulcağızına okutmaya başlamış.
Hoca
çocuğa sessiz ve derinden
okumaya başlamış. Uyuklamasından da okumayı fazlaca
uzatmış. Kadın dayanamayıp “hocam nerde kaldı ve ileyhi türcaün” deyi vermiş.
Hoca
kurnaz, hoca tilki, hoca çakal, akabinde
“biraz sabır bire kadın, işte geldi ve ileyhi türcaün” deyip kadının da paralarını
alarak numarısını sürdürmeye devam etmiş.
Sonuçlara
baktığımızda yakın zamana kadar ülkemizin tüm alanlarında uygulanan yöntem
böyleydi. “Çevir kazı yanmasın, padişah uyanmasın.” Ya da “Bizim oğlan bina
okur, döner döner bi da okur.” mantığı. Tam vatandaşın uyanacağı anlaşılınca da
“ İşte geldi ve ileyhi türcaun” denilir fırıldaklığa kaldığı yerden devam
edilirdi.
Dikkat
edin, ne kadar karşı oluş varsa
arkasında böyle bir mantığın yattığına inanıyorum. Yani fırıldaklık sürsün
işler yürüsün. Burada asıl sorgulanması gereken söylem ve eylem değil
arkasındaki kötü niyetliler olmalıdır. Söylem ve eylem masum gibi gözükse de
asıl maksadın arkasında ne olduğuna bakmakta yarar var.
Ağaç
için, ya da çocukların okuması için
yapılan eyleme değil herkesin ortak değerlerine sığınarak asıl maksatlarını
gizleyenlere dikkat çekmektir muradım…
Bütün
engellemelere ve bütün karşı oluşlara rağmen Türkiye’de işlerin düzgün olması
için akıllı bir iradenin olduğu gözüküyor. Bana göre devlet denilen bu güçlü
irade ülkemizin selameti için gerçek manada hantallaşmış ve ileriye götürmeyen
tüm geçmişin kalıntılarını ve yapısını değiştirmeye yönelik çok ciddi
çalışmalar gerçekleştirmektedir. Karşı
oluşlar ve engellemeler bir yana bundan on yıl önce hiç birimiz SGK’ların,
hastanelerimizin, Özel İdarenin, köydeslerin ve onlarca kurumlarda yapılan reformları
hayal bile edemezdi. Dershaneler kapatılacak,
zorunlu eğitim on iki yıla çıkacak, imam hatiplerin önü sonuna kadar
açılacak denilseydi “kim inanırdı.” Ya da andımız kadırılacak, bütün memur ve
öğretmenler ve tüm okullarda kendi istedikleri gibi okullarına gidecek,
başörtüsü takılacak denilseydi kim inanırdı. Ama bunlar oldu ve her günde
oluyor ve olacak. Bırakın her şeyi şurada
iki ay sonra hepimiz yani halk cumhurbaşkanı seçecek…Üf be…Daha ne
olsun…Bugünde duydum “asmayalım da besleyelim mi” diyen bizim yerli “sisi” ceza
almış…Bana sorarsanız “BESLEMEYELİM”
Herkesin
bir gündemi var. Ülkenin de dünyanın da…
Benim
gibilerin şimdiki gündemi eğitim kurumları yöneticiliği, yani müdür ve müdür
yardımcılığı…
Ufacıktan
hatırlatalım. Malum gazetenin biri “28 şubattan beter” manşeti ile çıkmıştı da
arkasından “ malum bilinen bir iki tv kanalı “ Dershaneler kapatılıyor, ülke
batıyor” diye seferberlik ilan etmişti. Sonrasında hafızanızı yoklayın ve olup
bitenleri hatırlayın…
Bilenler
ve gündemi iyi okuyanlar “işte şimdi
dershaneler bitti. bu küstah tavır, dershanelerin sonunu getirir” demişlerdi de
kimse inanmamıştı.
Sonrasında
epey zaman geçti. 17 Aralıklar da 25 Aralıklar da bundan sonraki
süreçler…Dahası 30 Mart yerel seçimleri. Şu altı yedi aylık geçmişte olup
bitenleri düşününce adamın “ne oldu
şimdi” diyesi geliyor…
Benim
şahsan sürekli tekrar ettiğim bir cümleyi burada tekrar etmek istiyorum…Bundan
sonra hangi durum olursa olsun “GEÇMİŞ ALIŞKANLIKLARINIZI UNUTUN, TÜRKİYE ARTIK
ESKİ TÜRKİYE DEĞİL VE OLMAYACAK” Bu cümle tek taraflı değil ve bundan herkes
ama herkes kazançlı çıkacak. Ve gerçekten Türkiye’miz şahlanacak.
İşte
devletimizin en önemli bir kurumu olan hükümetimiz tavrını ortaya koyarak “Dershanelerle
İlgili Yasa ile birlikte” okul ve kurumlarda var olan yöneticilik anlayaşı ile
ilgili bir düzenleme gerçekleştirdi.
Benim şahsımı da ilgilendiren bu düzenleme ile birlikte “Dershaneler
Kapatılmasın” diyenlerin kervanına bazı okul ve kurumlardaki yani Milli Eğitimdeki
idareciler de katıldı. Seçimden önce yapılan bu yasal düzenlemeler güya büyük
tepki aldı. 30 Mart seçimlerinde hükümet ve dolayısıyla Ak Parti büyük oy
kaybına uğrayacağı ifade edildi. Seçimlerde istedikleri olmayınca da umudu yine
devletimizin en önemli kurumu olan Anayasa Mahkemesi’ne ümit bağladılar…Geçen
hafta da Anayasa Mahkemesi ilgili kanunun “Milli Eğitim mevzuatnda ve yöneticilerle ilgili kısmının anayasaya
uygun olduğunu” ifade ederek yalandan söylemlerin geçersiz olduğunu ilan etti.
En
çok yanıldığımız bir hususun altını burada çizmek istiyorum. Mevcut iktidar
devletin anayasal bir kurumudur. Anayasa Mahkemesi de Anayasal bir kurumdur.
Muhalefet ve iktidar hatta yasal kurumlar yasalarla kurulmuş devletin
birimleridir. Dolayısıyla burada sınır kavgalarında olduğu gibi ya da kişilerin
birbirleri ile kavgaları türünden kurumları algılamak mümkün değildir. Kurumlar
arasında kavga varmış gibi gözükse de bunu insan ilişkilerine benzetmek son
derece yanlıştır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin kararı birey olarak bizim
algıladığımız türden olamaz. Ve olmadı da…Ve ben şimdi Başkan Haşim Kılıçtan
beklentisi olanlara “ Ne oldu Şimdi” demek istiyorum. Ne yani şimdi Anayasa
Mahkemesi Ak Partiye geçmiş mi oldu. Devletin bir kurumudur. Devlet kurumları yine
yasalara doğrultusunda kurulur ya da ortadan kaldırılır. Devlet birimleri
arasında gerçekten bir uyumsuzluk varsa bu bir kaostur ve burada da devletten
söz etmek mümkün değildir.
Yukarıda
söz ettiğim gibi gelelim benim gibi mağdur edebiyatı yapanların durumuna.
Baştan söyleyeyim, sözünü edeceğim ve
Anayasa Mahkemesinin itiraz etmediği ve anayasaya uygun gördüğü Milli Eğitim ve
Milli Eğitime bağlı okullarda yöneticilik konusuna ki, ben de mağdurlardan
sayılırım. Tabi ki yerseniz. Bundan önceki durum hepimizin bildiği gibi idi.
Hangi yönetmelik çıksa mutlaka bir itirazı olan olurdu. Müdürlük ve müdür
yardımcılığı sınavı yapılır sonuçtan yine kimse memnun olmazdı. Her iktidar
yönetmeliği de idareci belirlemeyi de kendine göre yapardı. Ak Parti iktidarına
kadar sınav yapılmazdı. Milli Eğitim
Müdüründen tutun tüm idareciler mevcut iktidarın mensuplarınca belirlenir ve
herkeste buna razı olurdu. Kimsenin de “gıkı” çıkmazdı. Ak Parti iktidarı
gelince de gerek muhalefet partilerin ve gerekse sendikaların itirazı üzerine
artık bu işler sınava dayalı yapılır hale geldi. Yine kimse memnun olmadı.
Yüzlerce dava, yüzlerce dosya.
İnanın, bu konuda yapılan bir haberin altına yazılan
yüzlerce yorumu okusanız şaşarsınız. Ne büyük bir mesele imiş ki velilerin
haberi yok. Öğrencilerin haberi yok.
Bu
yazıyı yazarken aynı kategori içersinde olmasam “kedi ete yetişemeyince murdar
dermiş” denileceğini biliyorum. Biliniz
ki, ben de sözde mağdurlardanım. Yeni durumda müdürlük talebim var mı “Tabi ki
her öğretmen gibi benim de olabilir.”
Önceki
mevzuatta olan ve şu anda yeni kanunla netleşen şu müdür, müdür başyardımcısı
ve müdür yardımcısının aslının yani gerçeğinin “öğretmen” olduğu haline. Anayasa Mahkemesi de yeni kanunu büyük
ihtimal bu yüzden uygun gördü. Önceki mevzuatlarda da bu yöneticilik görevi
ikinci bir görevdir. Daha doğrusu
okullara öğretmen olarak başlarsınız. Göreviniz öğretmenliktir. Malzeme insan
ve çocuk. Öğretmenlikle birlikte okulda yapılması gereken işler okulda bir kişi
iseniz zorunlu olarak “müdür yetkili “olarak öğretmen, öğretmenin çok olduğu
yerlerde öğretmenin tercihi
doğrultusunda “müdür olarak öğretmen” dir. Başka bir özelliği de yoktur. Yani
idari işleri de yürüten bir öğretmen olarak aynı zamanda müdür. İşler çoksa
tercih eden öğretmenler arasından yardımcılar. Bu işin başka da bir mantığı
yoktur. Ve öğretmen her zaman ve mekanda öğretmendir.
Şu
soru sorulabilir. Peki bu durum bu kadar basit bir işse neden bu bağırmalar
çağırmalar neden?
Bu
konunun bir çok nedeni var. Bana göre en
önemli neden üniversite tercihlerinde öğrencilerin yeteneklerine uygun
bölümlere gidememiş olması. Daha da açık ifade ile öğretmenliği sevmediği
halde mecburen yapma durumu. Öğretmenliği sevenlerin ve bu işi severek
yapanların idarecilik gibi bir dertleri yok.
Benim açık yüreklilikle bir itirafım olsun. 14 yıl gibi uzun zaman Kumru
gibi bir yerde öğretmenlikle alakası olmayan bir yerde idarecilik yaptım. Bunun
asıl nedeni ne olabilir? Demek ki benden iyi bir kahve müdürü olmuş.
Samimiyetle söylüyorum. Her türlü oyun oynamayı severim. Şimdi o
alışkanlıklarımı bırakmış olsam da öğretmenliğimin en verimli çağlarını öğretmenlikten
uzak bir yerde görev yapmak nasıl bir şey? Gerçekten mutluydum ve huzurluydum
ve işimi de en iyi yaptığımı düşünüyorum. Yine bir itirafım olsun. Otuz yıldır yazı, çizi, haber gazete işleri
ile meşgul oldum. Beni tanımayan bir çok insan beni gazeteci sanır. Oysa ben
bir öğretmenim. Başarılı olmam gereken alan öğretmenlik olduğu halde ben
kendimi bu yolla tanıtmışım. Şimdi buna ne demeli.
Öğrencilik yıllarındaki özlem,
siz hangi mesleğin mensubu olursanız
olun bu şekilde açığa çıkar. 800 bin öğretmen camiasında idareci diye
görevlendirilen ve daha sonra kendini şantiye müdürüne dönüştüren çok az sayıda öğretmen idareciliği dert
ediniyor işte. Kendini geliştirememe ve öğretmenliğini unutarak farklı bir
idareci yapısına girme bu yüzden. Lise yıllarında “müdürlük” gibi makamlardan
etkilenen bir kesim istediği üniversiteye gidemeyince zorunlu olarak eğitim
fakültesine giderek öğretmen olmuş ve daha sonra da bastırılmış duygularını
okulda idarecisi olarak geçirmekle tatmin olma yoluna gitmişlerdir. Ruhları ve
karakterleri öğretmen olamadığı için de idarecilikte başarılı gözükseler de
okulları eğitim öğretim noktasında felç etmişlerdir. Gerçek manada yöneticilik
eğitimi de almadıklarından literatürde olmayan bir idarici tipi olup
çıkmışlardır. Bu tür idareciliğin yanına insan ilişkileri zayıf ve okuma
yazmayı ta çocukluk yıllarında edinememiş kişiler olunca durum daha da
vahimleşiyor. Yaratılış özelliği de buna eklenince işte sana okullarda olmaması
gereken zayıf karakterli idareci profili…
Dikkatli bir şekilde incelendiğinde
yeni yönetmelik okullara çok önemli ve faydalı bir idareciler getiriyor. Ben
her zaman şuna inanmış bir eğitimciyim. Sınavla “ a-b” işaretlemekle
okullarda idareci olunmaz. Bizzat
malzemesi insan olan ve sadece ve sadece insana hizmet eden hastane ve hapishane
gibi kurumların başında okullar gelir. Üstelik okulun malzemesi geleceğin
büyükleri olan çocuklardır. Burada eğitimin dolayısıyla öğretmenin ne kadar
önemli olduğu gün gibi aşikârdır. Okulu bir kereste şantiyesi gibi ya da çakıl
şantiyesi gibi idare eden öğretmen de olsa idareciye teslim etmek son derece
sakıncalıdır.
Şimdi uygulanacak yönetmelik
öğretmen olan okul idarecilerine, önceki
yönetmelikten öğretmen olduklarının hatırlatılmasının dışında pek bir farklılık
getirmiyor. Önceki yönetmelikte “müdür yetkili öğretmen” uygulamasını yaklaşık
aynen getiriyor. Şimdiki gibi yıllarca müdürlük olmayacak. Sınır dört yıl olacak.
Daha da önemlisi her okuldan müdür olmak isteyenlere okul aile birliği başkan
ve başkan yardımcısı, en yaşlı ve genç öğretmen, öğretmenlerin gizli oyla
seçtiği iki öğretmen ve devamla ilçe milli eğitim müdürü ve şube müdürü puan
verip en yüksek oy alanlar müdür olacak. Bundan böyle okullarda müdür olanlar
şimdiki gibi istedikleri gibi davranamayacak. Hakaret edemiyecek. Okul aile birlikleri de bu sayede adam gibi
çalışacak, okul öğrenci temsilcileri ciddi olacak. Müdür ya da müdür
yardımcıları çok daha fazla dikkatli olacak. Daha sorumlu ve gerçekci olmak
zorunda olacak.
Aslında yeni kanun aşağıda
belirtmeye çalışacağım hiçbir ölçüye sığmayan davranış bozukluklarına dur deyip
okul idarecilerinin öğretmen olduklarını hatırlatan bir kanundur. Çok ta iyi
düşünülmüş öğretmenliğin yanında ikinci bir görev olarak donatılmış bir
öğretmen idareci ortaya çıkaracaktır. Dört yıllığına görevlendirme son derece
faydalıdır. Bütün öğrencilerimiz ve anne babalar bayram yapacak kadar önemlidir.
Şu anda önemi çok anlaşılmasa da birkaç yıl içersinde meyvelerini birlikte
toplayacağız.
Üstelik yeni yönetmelikte
sınavla mınavla müdür olunmayacaktır. Okul aile birliğinin, öğrenci temsilcisin
ve öğretmenlerin de onayını alma durumu verimi daha da artıracaktır. Eskisi
gibi kimse kimseden üstün olmadığını uygulamalı olarak görecektir. Aşağıda bu
yönetmeliğin ve uygulama kılavuzunun altına yazılmış binlerce yorumu okumaya
çalıştım. Tüm öğretmenler bu yönetmelikten memnun. Öğretmenlere huzursuzluk
veren ve kendinin öğretmen olduğunu unutan okulun bazı idarecileri tepkileri
görüyorlardır herhalde. Adamlar okullarda sanki bir diktatör. Bundan böyle bu
tür tipler müdürlüğü tercih etmiyecek ya da bunlara müdürlük görevi verilmeyecek.
İsteseler de kimseden oy alamıyacaklardır. Kendilerini “Yahudi vari” üstün görenlerin
tercih edecekleri bir müdür bundan sonra okullarda pek mümkün değil. Düğmeye
basılmış ve uygulama Allahın izniyle başlayacaktır. Gerçekten çocuklara model
olduklarının farkında olup, yetişkinlerin bile kaldıramıyacakları fiil, davranış ve söz modeller kendilerini bundan
sonra yenilemelidir. Bundan böyle
eğitimde de geçmişi unutup, yeni Türkiye’nin hedeflerine odaklanmak ve buna
göre hazırlanmak ve kendini yetiştirmek en doğru bir yol olacaktır.
İnsanlıktan nasipsiz bu tür
müdürlük yapanlara çok ağır ifadeler var. Çok sayıda öğretmen çok memnun. Krallık devri kapanıyor
diye. İnternette okuduğum yorumlar ve
tepkiler genelde şu şekilde ifade ediliyor.
Bu modellerin bilinen hiçbir idolleri
yoktur. Modelleri kendi gibi okul
idarecileridir. Kendi kendilerinden
beslenirler. İpe sapa gelmez
anlattıklarını kendi okullarında da yapma yoluna giderler. Bazen “İŞID”
olurlar, bazen de işitmezler. Sınavla gelmişizdir. Yüzlerce kişiyi elemişizdir.
Dolayısıyla müdürüzdür.
Bu idareci sınıfı sınıflara ya
girmezler ya da çok girerler. Her ikisi de müdür olduklarındandır. Yaptıkları tüm işlemler beyinlerinde ta çocuk
yıllarında yer edinen büyük adamlara yönelik davranışlardır. Ne usul bilirler
ne söz dinlerler. Her gün sesleri ile
birlikte oldukları çocukların anne babalarını aşağılarlar.
Çocukların
sesleri gelmesin diye makam odalarına birkaç tuğla örerler. Havalı ve baskın görünelim diye makam
odalarını büyük yaparlar. Koltuklar son derece lükstür. Hatta bazıları
odalarına musluk ve çay ocağı bile kurarlar. Odalarında sadece kuş sütü
eksiktir. En çok sevdikleri söz “Müdür ziyaret ve ziyafet içindir” bu sözü sık
sık tekrar ederler. Emrederler
kesinlikle yapmazlar ve aslında yapmasını da bilmezler. Tören konuşmaları bir
komutan edasıyladır. Çocuklara “ ilk hedefiniz ak deniz” üslubu ile keskin ve
sert sözlerle başlar, devam eder ve biter.
Öğretmenlikten
uzak algılarıyla, aldıkları eğitime zıt
öğrenciden uzak bir metot sergilerler. Öğretmenlikten çok fazla kendilerine
göre maddi ve manevi getiri üzerine planlar yaparlar. Bunu özellikle oluştururlar. Oluşturdukları bu
durumları bulundukları her yer ve mekânlarda sergilemeye çalışırlar. Hocam, bey
ifadelerine sert tepki gösterirler. Müdürüm ve amirim sözlerinden büyük keyif
alırlar.
Gerçek
ve ilmini almış hiçbir idarecide görmediğiniz davranışlar ve emredici durum en
belirgin özellikleridir. Kimsenin olmadığı yerde hakaret ve kaba davranışlar , başkalarının
yanında kibarlaşırlar. Bilerek ya da bilmeyerek yaptıkları en büyük hata
“misafir yanında çalıştıklarını terbiye etme” süsüdür ki bu durum bütün
gizledikleri yönlerini açığa çıkarır. Söylemleri genelde sizin iyiliğinizi
düşünüyormuş rolündedir. Güya sizden çok sizi düşündüğünüzü söylerler. Bacak
bacak üstüne atarak bazen amuda kalkarlar. Sık sık telefonla konuşma numarası
yaparlar. Bilmedikleri bir konudan uzak durmaya çalışırlar. Bahane uydururlar
bir yerlere sıvışırlar. Başkaları kesesine çok cömert, kendi ceplerine el
uzatmazlar. Bir bardak çay içirirler yüzlerce yerde size çay içirdiklerini
söyler dururlar.
Kıskanç
ve hasettirler. Kendilerinden daha birikimli olan öğretmenlere hiç fırsat
vermezler. Onları dışlarlar. Okul içinde ve dışında adamlar oluştururlar,
öğretmenler arasında iyi ilişkiler olmasına asla fırsat vermemeye çalışırlar.
Yüze
karşı övüyormuş numarasına başvururlar. Kendilerinin hiçbir değere uymayan
yönleri konuşulmasın ve açığa çıkmasın diye bu yolla önünü kesmeye çalışırlar.
Kendilerinin tilkilikleri açığa çıkma tehlikesi varsa karşıdakilere kaş göz
hareketi ile “delidir, aman dikkat edin ve susun” uyarısı yapar gibi o kişiden
uzak durmanın bin bir faydalarını anlatırlar. Buna rağmen kendilerinin
tehlikeli diye tanıttığı şahısla birlikte olmayı istemeseler de devam ettirmeyi
sürdürürler.
Yalan
konuşurlar. Konuştukları yalanlara sizi de ortak ederler. “Hani demiştin
ya…Hani görmüştün ya…Birlikteydik…Unutmuşsundur…Üçüncü şahısların yanında bu
yalanlarını yalanlamayacağınızı kestirebilirler. Ben yoktum dediğiniz anda da
hemen kıvırarak “tamam tamam sen değildin o filandı” diyerek numaralarını her
yer ve mekanda sürdürürler. En güzel yönleri ilişkileri uzun soluklu olmaz. Tez
anlaşılırlar. Bunu bildiklerinden dostluklarını ilerletemezler. “Yalancının
mumu yatsıya kadar” olduğunu bilebilirler.
Okulda
yapılan tüm çalışmalar bu şekilde devam eder.
Toplantılar böyledir, etkinlikler böyle…İnsan ilişkisi ne ise okuldaki
tüm işlemler de aynıdır. Hiçbir şey planlı olmaz. Ne başı bellidir ne de sonu.
Hepsi göstermelik hepsi de atmasyon. Proje morije yalan üzerine. Ne takvime
bağlıdır ne de bir sıraya. Bir günde kitap yazılır, bir günde bina dikilir. Rakamlar
ve istatistiki rakamlar çok önemli değildir. Beşi on beş elliyi yüz diye
yuttururlar. Başarılı okul müdür arkadaşlarını çekemezler ve hiç sevmezler. Her
fırsatta onları suçlamaya güya aşağılamaya çalışırlar. Bütün hatalarına ve
çapsızlıklarına bir gerekçe bulurlar bulmaya çalışırlar. Büyük diye
düşündükleri adamların isimlerini söyleyerek kendilerinin de onlardan biri
olduğunu her gün binlerce kez ifade ederler. Yaptıklarını ettiklerini en ufak
bir itirazda “bi de sana…….diyorum, bi de sana çay söylemiştim, sayemde adam
oldun, sana ne kadar yardım etmiştim, seni korumuştum, para vermiştim” gibi
sözcüklerle verecek ve paylaşacak bir şeyleri olmadığından bu tür söylemlerle
diyet ödettirmeye çalışırlar..Birbirlerini paslarlar güya meth ederler.
Eksiklerini
inşaat işçiliğinde giderirler. Kimi de tavuk besler dolmuşculuk yapar. Kimi müteahitliğe soyunur kimi de kömürcülüğe.
Kimi pazarlamacı olur kimi de ihaleciye…İş verirler, iş alırlar…Ne kanun ne
yönetmelik tanırlar. Sıradan işleri abartırlar da abartırlar” Yorumları böyle…
Okul
aile birlikleri göstermeliktir. Veliler bilgilendirilir ama çocuğun başarılı
olmamasında en büyük suçlu anne babadır. Arkasından çocuktur. Say say bitmez.
Veli gelmiştir ama suçlanarak çıkmıştır. Aklanmak için de “bir miktar para
vermek zorundadır. Gıkı çıkmaz. Çünkü suçludur. Çocuğu çok yaramazdır. Bir an
önce kurtulma derdindedir.
Bu
yönetmelikle okullarda bu idareci
tipinin sonunun geldiğini gösteriyor. Bugün olmasa da bundan sonra bazı okullarda olmayan insan ilişkileri ve
öğrenci seviyeleri çok daha fazla olacaktır.
Güzün
aydın Türkiye
Güzün
aydın öğretmenlerim.
Gözün
aydın Öğrenciler,
Gözün
aydın anne babalar.
Gözün
aydın gelecek…
Ülkemizin
önünü açacak bu mevzuat Milli Eğitim Camiasına ve tüm ülkeme hayırlı olsun.
Selam
ve Saygılar…
Bekir
Akkaya/ 18 Haziran 2014/ Kumru
BEKİR AKKAYA ÖZEL ARŞİVİ /SİZ DE GÖNDERİN YAYINLAYALIM...
bekirakkaya@yahoo.com----kumruhaber@gmail.com
***Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dökümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer döküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...