AHMET ÇAPKU'NUN KALEMİNDEN
| ||
| ||
Geçen günü bir genç arkadaşa şunu sordum: ‘Hayatta seni en çok kim sever?’ Hiç çekinmeden ve düşünmeden ‘annem’ cevabını verdi. ‘Pekiyi niçin?’ diye soruma devam ettim. ‘Çünkü ben onun çocuğuyum’, diye yanıtladı. ‘Evet, sen onun çocuğusun ve yaklaşımın da doğrudur’ dedim kendisine. Anneler çocuklarına, karşılık beklemeden sevgilerini, uykularını,
yemeklerini, emeklerini verirler. Müthiş bir cömertlik duygusudur bu! Dokuz ay karnında taşırlar, dokuz yıl büyütüp adam sırasına katarlar ve doksan yıl da evlatlarının kahrını çekerler. Cömertliğe adanan bir ömürdür onların hayatı. Cennetin anaların ayağına serilmesi herhalde böylesi bir hasbî cömertlik duygusu ve inancıyla ilgili olsa gerektir. Buna karşılık insanın, hayatta en çok sevdiği ve samimiyet duyduğu kişi de annesi olur şüphesiz. Özellikle yetişkinlik devrelerinde insanlar karşı cinse fazlasıyla meylederler. Fıtrî ve tabiî bir şeydir bu fakat ‘akıl yaşta değil baştadır ancak aklı başa yaş getirir’ sözü gereği iş döner dolaşır, kişi neticede anne sevgisinin yerini hiçbir sevginin tutmayacağı düşüncesinde karar kılar. Bu, annesinin ona karşılıksız verdiği sevgi ve emeğin yansımasıdır aslında. Şu haliyle anneler, evlatlarına sevgi, umut, emek…vermiş olmakla onları imar etmiş ve evlatlarına ömür vermiş olurlar ve böylece hayat kalıcılığa kavuşmuş olur. Sahi anne sevgisi olmasaydı herhalde hayat devam etmezdi.
Böylesi bir girizgahtan sonra Halil Zeki (Tatlıgül) hocamızın görevinde sorumluluk anlayışı bahsine geçiş yapabiliriz. Rizeli Mustafa (Yıldız) hoca, talebesi Halil hoca ile ilgili olarak güzel anektodlar vermişti bana kendisiyle yaptığım bir söyleşide. Onlardan biri şöyledir:
‘Çay topluyoruz bizim tarlada. Bazen havalar kararıyor ve yağmur yağıyor. Çay toplarken bile bizim Halil bana, sürekli Arapça kelimeler soruyor, onların gramer kaidelerine dair soru üstüne soru yağdırıyor. Çay topluyoruz ama böylece ders de devam etmiş oluyor. Yağmur yağıyor, ıslanmaya başlıyoruz. Haydi Halil, ıslanacağız, gidelim artık diyorum fakat o, hocam ne olursunuz, şu kelimeyi de tahlil edelim, şunu da bunu da derken iyice ıslanıyoruz. Böyleydi bizim onunla hoca talebe münasebetimiz. Islanma pahasına ders, çay toplarken bile devam ederdi…’
Memurîn sınıfından olan cami görevlileri ve diğer memurlara yıllık olarak yapılan zamlar konusunda Halil hoca; ‘Yahu devlet şu kadar memura bu kadar zammı nasıl bulup da veriyor acaba!’ demekten kendini alamazmış. Aslında onun bu sözünün altında kendisi de bir memur olarak ‘acaba ben, bu millete bu kadar maaşı alma noktasında ne verebildim ki, devlet bana bu kadar maaş veriyor. Hak edebildim mi sanki?!’ diye kendini hesaba çekmesi söz konusudur. Tam bir duyarlılık örneğidir bu yaklaşım. Bırakalım az maaş ve az verilen zam hikayelerini, bu aziz millete, üstlendiğim görev icabı ben ne verebildim düşüncesi vardır onun zihninde. Grev, görev ihlali, gereği yokken alınan raporlar, kafadan kullanılan izinler (!) ve buna benzer uygulamaların görev açısından Halil hocamızın zihninde acaba nasıl karşılığı vardı sorusunun cevabını bizatihi hocamızdan öğrenmeyi ne çok isterdim… Halbuki cami görevlilerinin maaşlarının diğer memur kesiminden daha aşağı seviyede olduğunu ve Halil hocanın aile fertlerinin sayısının kabarık oluşunu dikkate aldığımızda bu yaklaşımın daha bir önem kesbettiğini söyleyebiliriz.
Hasılı emek olmadan yemek olmaz sözü gereği Halil hoca, mektep hocası olarak geldiği Çatak’ta Kur’an kursu, cami, küçük bir kütüphane, yüzlerce (belki binlerce?) talebe ve bir o kadar, sohbetlere katılan cemaat ve oluşturulan imanlı-ahlaklı-edepli bir muhit hediye etmeye muvaffak olmuştur. Tabi bunda hoca efendinin hasbî gayretleriyle gecesini gündüzüne katarak ve iman sevgisini ortaya koyarak yaptığı çalışmalar etkili olmuştur şüphesiz. Her başarılı erkeğin ardında başarılı bir hanımı vardır derler. Bu noktada hocamızın rahmetli hanımının da hocamızın hizmetlerine katkısı olmuştur kanaatindeyim. Çocukları (Abdulfettah ve Abdurrahman beyler) bunu ‘yüzde elli’ olarak düşünüyorlar, bana ifade ettiklerine göre. Benim bu tür hanımefendilere ‘sessiz kahramanlar’ diyesim geliyor. Toplumumuzun ruh hamurunu yoğuran sessiz ve fakat derinden işleyen ruh insanlarıdır onlar.
Mehran oğlu Abdullah’ın rivayetine göre: “Harunu Reşid hacca giderken Kufe’ye uğradı. Orada birkaç gün durdu. Sonra tekrar yola devam edeceğini ilan etti. Bu münasebetle halk, yolların kenarlarına, halifenin kafilesini seyretmek için döküldüler. Dökülenlerin arasında Behlül de vardı. Behlül yolun tam kenarında oturdu. Çocuklar ona çeşitli eziyetler edip, kendisiyle eğleniyorlardı. O esnada Harunu Reşid’in hevdeci çıkageldi. Çocuklar da Behlül ile eğlenmeyi bıraktılar. Hep birlikte halifenin kervanını seyretmeye başladılar. Harun, Behlül’ün hizasına geldiğinde Behlül gür bir sesle
- Ey müminlerin emiri! diye bağırdı. Behlül’ün gür sesini işiten Harun, kendi eliyle hevdecin üzerindeki örtüyü kaldırdı ve:
- Buyur ya Behlül! diye cevap verdi. Behlül devamla:
- Ey müminlerin emiri! Nail’in oğlu Eymen, Amr kabilesinden Abdullah’ın oğlu Kuddame’den bize şu hadisi nakletti. Ravi der ki: Rasülüllahı Arafat dönüşü kızıl devenin sırtında gördüm. Önünde ne kimse dövülür ne de kovulur ve ne de ‘yol açınız, yol açınız’ diye bağırılırdı. Ey müminlerin emiri! Bu seferinde tevazu göstermen, kibir ve azamet göstermenden daha hayırlıdır. Ravi der ki: Bunun üzerine Harunu Reşid göz yaşları yere dökülecek derecede ağladı. Sonra dedi ki:
- Ya Behlül! Allah senden razı olsun. Bize daha fazla nasihat eder misin? Behlül:
- Ey müminlerin emiri! Evet daha fazla nasihat yapayım. ‘Bir kişi ki Cenab-ı Hak ona servet ve güzellik vermiştir. O da verilen servetten infak ediyor ve güzelliğinde de afif davranıyorsa, o kimse Allah’ın divanında iyilikle beraber kaydedilir. Harun:
- Güzel söyledin ya Behlül! dedi ve ona büyük bir hediye takdim etti. Buna karşılık Behlül şu cevabı verdi:
- Ey müminlerin emiri! Şu hediyeyi nereden almışsan götür, asıl sahibine ver. Benim ona ihtiyacım yoktur! Harunu Reşid:
- Ey Behlül, eğer borcun varsa söyle de ödeyelim. Behlül:
- Ey müminlerin emiri! Kufe’de çokça bulunan şu ilim ehli ittifakla der ki: Borcu, borç ile eda etmek caiz değildir! Harunu Reşid:
- Ya Behlül, sana yetecek ve seni çalışmaktan müstağni kılacak bir maaş bağlayalım sana! Ravi der ki, bu sözler karşısında Behlül Dânâ [Bilge Behlül] başını kaldırıp göklere baktı ve şunları söyledi:
- Ey müminlerin emiri! Ben de sen de Cenab-ı Hakk’ın efrad-ı ailesinden birer ferdiz. Seni hatırlayıp sana vermesi ve O’nun beni unutması muhaldir/imkansızdır! Ravi diyor ki, bu manzara karşısında mat olan Harunu Reşid perdeyi hevdecin üzerine sarkıttı ve yoluna devam etti. (Bkz. İhyâu ulûmiddîn, çev. Mehmed A. Müftüoğlu, İstanbul 1993, Tuğra neşr., c. II, sf. 792-793)
“Âlimler niyetlerini Allah için halis kıldıklarında, konuşmaları taştan daha katı bulunan kalblere tesir edip o kalpleri yumuşatır… Şayet onlar (âlimler) doğruyu söyleseler ve ilmin hakkını verseler muhakkak felaha kavuşurlar. Şu halde halkın fesada gitmesi (ahlak ve insanlık haysiyeti noktasında bozulması), onların idarecilerinin (âmirler) bozulmasına bağlıdır. Âlimlerin bozulması ise dünya ve dost kazanma sevgisinin onların kalplerini istila etmesine bağlıdır. O kimse ki, dünya (ve dünyalık) sevgisi nefsine galip gelmiştir, o, en rezil ve düşük insanlara karşı bile uyarıcılık (nasihat) vazifesini yapmaktan aciz kalır. Nerede kaldı ki böylesi bir âlimin devlet yöneticileri (mülûk) ve dünya büyükleri (ekâbir) karşısında etkili olabilsin!” (İhya, II, 796)
Hoca efendinin notları arasındaki bir belgedeki şu şiir de bunu yansıtır niteliktedir:
“Min kelâmi ulemâi’l-âhireti [ahiret âlimlerinin sözlerinden]:
Eli boş gidilmez gidilen yere
Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımla pek güç getirdim
Hocamızın kabrinin baş taşına yazılan şiir de aynı minval üzeredir:
Dilerim bakmaya Rabbim yüzümün karasına
Merhem-i rahmet süre masiyetim yarasına
Kereminden ne kadar mücrim isem kesmem ümid
Giremez kimse Efendiyle kulunun arasına
Aşağıda vereceğimiz belge, Hoca efendinin tevazu sahibi ahiret âlimi oluşu vasfının ve ‘sorumluluk bilincinin’ çok açık bir örneğidir diye düşünüyorum. Ömrünün son aylarında (vefatından iki ay önce) Hicaz’a, muhtemelen Ramazan’da umre haccına, giden Halil hoca, oradan, henüz onbeş yaşlarında olan ikinci oğlu Hacı’ya (Abdurrahman), şu mektubu göndermiştir.
“Esselâmü aleyküm
Oğlum Hacı! Selâm eder, hepinizin gözlerinden öperim. Oğlum biz sekizinci gün diyende Mekkeye geldik. Yollarda çok kaldık. Arabistan sınırında tam kırk saat kaldık. Hacdan daha zor oldu. Ben böyle sanmıyordum. Cenabu Hakk nasib etti elhamdülillah.
Oğlum! Bizim evimizin telefonu otomatik olmadığından konuşamıyoruz. Çok denedim amma olmuyor. Ne ise benim size fazla diyeceğim yokdur. .…..’le[1] Ahmed Ali’ye ağabeylik yap. Annenin dediğinden çıkma. Namazlara mutlaka camiye git. Benim olmadığımı belli etme. Hepinize mukaddes topraklardan selâm gönderirken hepinizin gözlerinden öperim.
Esselâmü aleyküm.
Babanız H. Tatlıgül.
İmza
Mart 2. 1990”
[Not: Mektuptaki vurgular bize aittir. A. Çapku]
Hasılı bizler, dünyaya bir kez gelen insanlar olarak ‘iman-ahlak ehli bir insan evladı’ olarak kaldığımız ve bunu sevdirebildiğimiz oranda Hakk ve halk gönlünde yer edebiliriz. ‘Efendim bu devirde olmaz, çok zordur’ gibi mazeretlerle sadece kendimizi avutabiliriz. Çünkü önümüzde Halil hoca gibi bir numûne duruyor, gönül verilirse bu işin olabileceğine dair. Zaten onu büyük kılan da bu zor zamanda bize, elle tutup gözle görebileceğimiz bir numûne oluşu değil midir?
Allah kendisinden, ehlinden ve onun yetişmesine katkıda bulunan herkesten razı olsun. (âmîn).
Ahmet Çapku
19.07.2006
Üsküdar
[1] Kaleme alınan mektup Hoca efendinin mahremiyet dairesi olan ailesi ve çocuklarına aittir. Dolayısıyla edebe aykırı olur endişesiyle hanım kızının ismini vermeyi uygun görmedik. Hoca efendiden dört yıl sonra rahmet-i Rahmân’a kavuşan, ‘zevcesi’nin mezar taşına da hanım teyzenin ismi, edeben kaydedilmemiştir. (A. Çapku)
|
Kumru İlçesi'nin İlk Kültür ve Haber Sitesi -İnternette İlk Yayın : 1999
Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.
19 Aralık 2017
Halil Hocada Sorumluluk Bilinci /Ahmet Çapku
Etiketler:
Yazarlarımız-Şairlerimiz
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
KONULAR
Haber-Yorum
(1832)
Fotoğraf Galeri
(1413)
Fotoğraflarım
(1257)
Biyoğrafi
(1010)
Yazılarım
(1002)
Kitap-Dergi-Gazete
(958)
Kültür-Sanat
(864)
Yazarlarımız-Şairlerimiz
(856)
Hakkımda
(657)
Araştırma-İnceleme
(603)
Eğitim
(594)
Edebiyat
(587)
Spor-Sağlık
(483)
Kumpas-Polemik
(454)
Kurum -Kuruluş
(381)
İslam
(368)
Hatıra
(281)
Video Galeri
(265)
Belgesel
(217)
İmam Hatipliyim
(194)
Tarih
(174)
Şiir Arşivi
(116)
Türkülerimiz
(71)
Şiirlerim
(55)
Röportaj
(49)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...