Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

15 Şubat 2020

Halil Hoca Kabe'de Vaaz Vermişti

Alim Bir Hoca: Halil Tatlıgül (1949-1990)
Şubat 1986’dan itibaren onun adını hemen her yerde duymaya başladım. Dost meclislerinde söz bir şekilde ona gelirdi. Genellikle “Hoca Efendi” denir, kendisinden sitayişle bahsedilir, sözleri nakledilirdi. Günler bu minval üzere geçiyor, onunla tanışma isteğim gittikçe artıyordu. Bir sonbahar günü kendimi bir Kumru minibüsünde buldum. Irmak boyu, seyrine doyulmaz manzarayı kah seyrederek kah hayallere dalarak on beş kilometreyi aşkın yolu aştığımda Ordu’da olduğunu öğrendim. Daha üç beş sayısı çıkmış İslâmî Araştırmalar dergisinin birkaç sayısını götürmüştüm. Paketin üzerine kısa bir not yazıp dergileri mesai arkadaşlarına emanet ettim.
Müthiş bir hafızası var
Birkaç ay sonra bir esnafı ziyarete gittiğimde,
söz yine Hoca’ya geldi. (Rabbim ikisini de cennetinde ağırlasın.) Tanışmadığımızı öğrenince, gitmeyi teklif etti, hemen kabul ettim. Zannediyorum seksen yedi yılının soğuk bir günüydü. Adımı duyduğunda paketin üzerindeki notu kelimesi kelimesine tekrar etti. Hafızası her kula nasip olmayan cinstendi. Bir vesile ile telefon numaramı vermiştim. Tepki vermeyince işitmediğini düşünüp numarayı yazmak istedim. Mahfuz, demişti. Hıfzını askerde yaptığını bilahare öğrendim.Halil Tatlıgül
Ordu ilinin Kumru ilçesinden olan Hoca, Fatsa Kumru yolu üzerindeki Çatak beldesinde Kur'an Kursu öğreticisi idi. Yatılı olan kursta, Kur'an öğretiyor, hafız yetiştiriyor ve meraklılarına Arapça, Fıkıh, Tefsir, Hadis dersleri veriyordu. Perşembe günleri vaaz günüydü. Vaazda Kur'an’ı takip ediyordu. Bitirdiğinde tekrar başa dönüyordu.
Mü’min gönlün hasletleri
Hemen her gün resmî erkandan eşrafa, esnaftan öğrencilerine, müşkili olanlardan dostlarına birçok kişi ziyaret ederdi. O, herkese vakit ayırır, herkesle ilgilenirdi. Cömertti, ikramsız kimseyi bırakmak istemezdi. Bir ziyaretimde vaktini almamak ve külfete sokmamak niyetiyle ikramı kabul etmek istememiştim. “İkramsız ziyaret mezarlıkta olur.” demişti gülerek. İlkeli bir insandı. Ziyaretçisi kim olursa olsun, tatlı dili güler yüzü ile, “Saat on yatağa kon.” der ve izin alarak dinlenmeye çekilirdi. Çok geçmeden kalkar ve geceyi ihya ederdi. Bu kısmını söylemezdi ancak dostları bilirdi.
Seçim dönemlerinde ziyaretçilerinin arasına siyasiler de katılırdı. Seçim kampanyasına katılan bütün parti temsilcileri kendisini ziyaret etmek zorunda hissederdi. Hepsini kabul eder, kırmadan, incitmeden ancak eğip bükmeden konuşur, onlara durumlarına göre nasihat ederdi. Halil Hoca, hakkı anlatma dışında bir endişe taşımıyordu. Bu nedenle de bütün partilere mesafeli duruyordu.
Derslerde okuttuğu metinle ilgili şifahî nakillerde bulunurdu. Medrese eğitim geleneğinde kitabî bilgiye eşlik eden bir birikim ağızdan ağza nakledilirdi. Bu eğitimde hoca merkezi bir role sahipti. O, hem eğitim geleneğinin hem de muazzam kültürün taşıyıcısı idi ve onu kime ne kadar aktaracağını bilirdi. Zira ilim bir emanetti ve taşıyabilene emanet edilirdi. Halil Hoca o geleneğin önemli temsilcilerinden biriydi. Bir gün dersten sonra, “Büyükler, falanca üstadın, alimin, şeyhin kitaplarını vaazlarımda takip etmemi istiyorlar. Ben Kur'an’ı takip etmeyi, Kur'an’a çağırmayı tercih ediyorum.” demişti. Söz edilen kitapları okuduğunu, gerek duyduğunda onlardan da nakillerde bulunduğunu ilave etmişti. O meşreplere karşı da eşit mesafede durmayı tercih ediyordu.
On yedi yaşında icazet sahibi
Halil Hoca, Ahmet Çapku
Mütevazıydı, davetlere icabet eder, düğünlere gider, cenazelerde bulunurdu. Genç yaşlı demez, bütün insanlara değer verirdi. İtibar görmesinin ve sevilmesinin nedeni sadece ilmi değildi. Birçok güzel vasıfla muttasıftı. Düzenlediği bir icazet merasimine Samsun’dan Rize’ye kadar birçok şehirden binlerce insan katılmıştı. Hocası da bu merasime katılanlar arasındaydı. İlkokul üçten ayrılıp Rize medreselerinde okumuş ve on yedi yaşında icazet almıştı. O dönem Rize müftüsü Yusuf Karali, Osmanlının yetiştirdiği önemli alimlerden ve dersiamlardan biridir. Yaşı bir hayli ilerlediğinden ders vermeyi bırakan müftü, zekasını fark edince ona özel ders verir. Bu durum bazı hocaları kıskandırır ve “Bu tıfılda ne buluyor?” diye müftüye sitem ederler.
Hac ibadetini yaparken vaaz edenleri görür, kendisi de bir köşe bulur, etrafına toplanan insanlara vaaz eder. Suud polisi delikanlı vaizin izin belgesini görmek ister. Ne izin belgesi vardır ne de izin alınması gerektiğini bilmektedir. Polis onu alır, bir heyetin karşısına götürür. Alimler heyeti onu imtihan eder ve vaaz edebileceğine dair belge verir. Yanlış hatırlamıyorsam “Kral Faysal zamanıydı. Artık Suud yönetimi vaaz edilmesine izin vermiyor.” demişti.
Ona da yol göründü
Dışardan bitirme sınavlarına girerek ilkokulu tamamlamış, İmam Hatip Lisesi diplomasını almıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Haseki Eğitim Merkezinden mezundu. İlahiyat Fakültesinde okumak istiyordu. Üniversite ona kente göçme, ilim ehline yakın olma fırsatı verecekti. Bu yol onu hem amacına ulaştıracak hem de
Halil Tatlıgül kabri
kimseyi kırmayacaktı. Hassas bir insandı. Yörenin tabiriyle bir kocamanın bile kendisine “Hoca Efendi biz sana ne yaptık da bizi terk ettin.” demesini istemiyordu. Öğrenci sayısı her geçen gün azalıyor, mevcutlarının hali onu tatmin etmiyordu. Büyük şehirlere göçmeliydi. Üniversite tahsili yıllardır emek verdiği bu beldeden ayrılmasını kolaylaştıran makbul bir gerekçe olacaktı. “Hoca okumaya gitti diye sevinirler, ama böyle bir neden olmadan gidersem bana gönül koyarlar. Onların bende hakkı çok. Kimseyi gücendirmek istemem.” demişti. İlk denemesinden sonuç alamadı çünkü TDK’nın kelimelerine aşina değildi. Sınava ikinci kez girmeye ömrü vefa etmedi.
1990 yılında ikinci yarı yılın başında rahmeti Rahman’a kavuştu. Cenazesine on beş binden fazla insan katıldı. Otuz bin diyenler de az değil. Çalıştığı kursun yanına defnedildi. Çatak olan beldenin ismi vefatından sonra İslâmdağ olarak değiştirildi. Gönüllerini kırmadığı insanların gönlünde yaşayan merhumu rahmetle anarken ağzından düşürmediği bir sözü nakletmek istiyorum: Li külli şey'in maniu li’l-ilmi mevâni’. (Her şeyin engeli bir tektir tek, ilmin engeli pek çoktur pek.)

Cahit Ezerbolatoğlu bir mübareki hatırlattı

Güncelleme Tarihi: 09 Şubat 2012, 15:44


****** ©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©©****** ---------------------- - Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ (BEKİR AKKAYA)'ya aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir.-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...