Dikkat : Bu yazı 11.07.2015 15:26 tarihinde (STAR GAZETESİ) de yayımlanmıştır.
Guguk kuşunun hikâyesini okuyup, üstüne bir de
sosyal medyadan belgesel videosunu izleyince, şu an yaşananları da göz önüne
alarak Türkiye’de yetiştirdiğimiz/yetiştirilen insan cinsinden olan guguk
kuşları geldi gözümün önüne. Buyrun, birlikte bakalım.
Nahl suresi 66 ve Müminun suresi 21. ayetinde Yüce
Allah “Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır.” buyuruyor.
Gerçekten de dikkatli bir şekilde baktığımızda etrafımızda bulunan canlılardan
birçok ders ve ibret alabilmek mümkün. İşte bunlardan biri de, kuşlar aleminin
en üçkağıtçı, üşengeç ve aldatıcı üyelerinden biri diye tabir edilen guguk kuşu
olsa gerektir.
Guguk kuşu, yumurtlama
zamanı geldiğinde kendini gizleyerek yuva yapan çiftleri gözler. Gözüne kestirdiği, yavrusunu başkalarına muhtaç etmeyeceğine inandığı bir kuşun yuvasına giderek oradaki yumurtalardan birini atar ve yerine, oradaki yumurtanın mükemmel bir kopyası olan kendi yumurtasını bırakır. Öyle ki, hangi kuşun yuvasına yumurtasını bırakacaksa kendi yumurtasını da o kuşun yumurtasının renk ve desenine göre yumurtladığı da söylenmekte. Böylelikle işin zor kısmını üvey annenin sırtına yükleyerek beklemeye koyulur. Dışarıdan bakıldığında bırakılan yumurtanın diğerlerinden farklı olduğu fark edilse de üvey anne bunu anlayacak kadar zeki değildir, bundan habersiz kuluçkaya yatmayı sürdürür.Guguk kuşunun yumurtası genelde ev sahibi
yumurtalardan önce civciv çıkarır. Çıkan civciv daha gözleri açılmamış ve
tüyleri bile çıkmamış haldeyken sanki öğretilmiş gibi yuvada bulunan diğer
yumurtaları aşağı atar. Amaç; hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı annenin
yavrularına bakma içgüdüsünden yararlanmak ve kendisinin diğer yumurtadakilere
olan farklılığının ortaya çıkmasını önlemek. Bu hususta şu da bilinmelidir ki;
şayet bir yuvada iki veya daha fazla Guguk kuşu yumurtası olursa ilk çıkan
yavru daimi surette -kardeşi bile olsa- diğerlerine yaşama şansı vermeyecek ve
yuvadan atacaktır.
Artık bu yavru, yuvanın tek sahibidir ve üvey anne
tüm dikkatini ona vermiştir. Yavru guguk kuşu getirilen her şeyi yiyerek hayret
verici bir hızla büyür. Üvey anne, her ne kadar kendisine benzemese de bu
yavruyu beslemek konusunda içgüdüsüne karşı koyamaz ve bu yavruya o kadar iyi
bakar ki; üç hafta sonra neredeyse bu küçük yavru üvey annesinin dört katı
ağırlığa ulaşır. Ayrıca bu Guguk kuşunu sadece yuva sahibi üvey anne-babanın
beslemesinin yanında, ağzını geniş bir şekilde açarak devamlı ötmesi, kendini
acındırması sonucu yakın çevrede bu çığlıklara kayıtsız kalamayan diğer anne
babalar da besler. Altı hafta sonra da -genellikle yuvayı da dağıtarak- yuvadan
ayrılıp eş aramaya çıkar. Kısaca Guguk Kuşu’nun ibretlik hikâyesi böyle.
‘Üvey anne’ olduk
Guguk kuşunun hikâyesini okuyup, üstüne bir de
sosyal medyadan belgesel videosunu izleyince, şu an yaşananları da göz önüne
alarak Türkiye’de yetiştirdiğimiz/yetiştirilen insan cinsinden olan guguk
kuşları geldi gözümün önüne.
Zaafiyetlerimizi, hassasiyetlerimizi en ince
noktasına kadar bilen, yıllardan beri bizi gözetleyen bir yabancı tarafından,
çile ve zorluklarla ördüğümüz yuvamızın içine bırakılan guguk kuşları. Daha ilk
filizlenme dönemlerinde rakiplerini teker teker tasfiye ederek yuvanın tek
sahibi haline gelmeye çalıştığı, yuvanın asıl sahiplerinin içeriden ve
dışarıdan uğradıkları operasyonlarla daralma sürecine girerken, malum kuş ve
avanelerinin nasıl semirildiği, genişlediği, büyüdüğü ehlince malumdur. Bu
konuda, 8 yıllık kesintisiz eğitimle İmam hatip neslinin köküne kibrit suyunun
dökülmesi, 1700’ün üzerinde Kur’an Kursunun kapısına kilit vurulması gibi
olumsuz gelişmeler karşısında, o süreçlerden itibaren büyüme trendine giren
grubun durumu anlamak isteyenler için çok şey anlatır. Ayrıca kendilerine rakip
olması muhtemel kurumlara, kendilerinin önünün açılması için gerek içeriden
gerek dışarıdan nasıl operasyonlar yapıldığı da yine ehlince malumdur.
Aslında hepimiz besledik bu guguk kuşunu; gönülden
ve isteyerek. Bir anne şefkatiyle, tabiri caizse, yemedik yedirdik, giymedik
giydirdik. Bunlar “alnı secdeli insanlar, bunlardan zarar gelmez” diyerek
verdik kurbanlarımızı, zekâtlarımızı, fitrelerimizi. Başkası kazanacağına
bunlar kazansın diyerek, zararımıza da olsa bunların işyerlerinden alışveriş yaparak
kendi ellerimizle büyüttük. İstedikleri bir tarafa, istemedikleri halde de biz
destek olduk, yardım ettik bunlara. “Hizmet” yapıyorlar diye Allah rızası için
verdiğimiz “himmet”lerin, Kıbrıs kumarhanelerinde, köpük partilerinde nasıl
“hezimete” dönüştüğünü şimdi daha iyi müşahede ediyoruz.
Sadece sesi/konuşması/ağlamasından etkilendiğimiz
için tutup evimizin baş köşesine özenle kondurmuştuk guguk kuşlu saatlerimizi.
Fakat en mahrem görüntülerimizi kaydettiğini, konuşmalarımızı kayıt altına
aldığını tahmin edemedik.
Ve nihayet gün gelip, iyice beslendikten ve
semirildikten sonra Türkiye yuvasını dağıtmak istemiş olmasına da şaşırmamak
gerekir bu Guguk kuşlarının, çünkü yapısı böyle, iyice beslendikten, büyüdükten
sonra yuvasını dağıtmak bunların hücrelerine kadar işlemiş huyları.
Bu ‘hizmet’ kime?
Anavatanında en son 1999 yılının Mart ayında görülen
Guguk Kuşu’nu biz ürküttük sanmıştık ama ‘asıl yuvasına/vatanına’ gittiğini o
günlerde bilememişiz. Yeni yeni anlıyoruz şimdi. Sağlık sorunları için gitti
demişlerdi o zamanlarda ama sağlıkta devrimin yapıldığı şu son yıllarda yine
aramızda göremedik. Hz. Peygamber gibi hicret etti demişlerdi: “Çok sevdiği
memleketi kendisine vahşet-zar (?) haline getirildiği için insanlığın sığınağı
olan bir diyara (?), medeniyete (?) hicret.”
Oysa Hz. Peygamber’in hicreti bunların hicretine hiç
benzemiyordu. Hz. Peygamber öncelikle sıkıntı altında ezilen, eza ve cefa gören
arkadaşlarını göndermiş, en sona da Hz. Ebubekir ile kendisi hicret etmişti.
Bunlarda ise önce kendileri, ileri gelenleri hicret etmiş, alt tabakalar ise
kendi başlarına bırakılmıştı bu vahşet-zar (!) memlekette. Hiçbirinin aklına da
“bu nasıl hicret?” demek gelmemişti anlaşılan. Hem ictihad makamı görüp bu
makamın ictihadlarından “vahşet-zar” diyerek kaçmak ne demek?”Allah bana şefaat
etme yetkisi verirse ilk şefaatimi ona yaparım” dediği kişiyi terkedip gitmek
de tabi ayrı bir garabet.
Hz. Peygamber hicretinden 10 sene sonra tekrar
dönmüştü Mekke’ye ama bunlar 16 yıl geçmesine rağmen bir türlü dönmek bilmiyordu.
Hem ülkenin en yetkili ağzından hususi davet alabilecek derecede güzel
gelişmeler olmuştu ama yine de gelmek istemiyorlardı. Onların Anavatanlarının
orası olduğunu, bizim yuvamıza besletilmek için bırakıldığını işte şimdi daha
iyi anlıyoruz.
Yaptıklarına “Hizmet” diyorlardı ama bu hizmetin
‘neye’ ve ‘kime’ hizmet olduğunu bilemiyorduk. Evet, ortada bir hizmet vardı
ama meğer bu Türkiye ve Müslüman düşmanı lobilere, otorite’ye (!) yapılan bir
hizmetmiş. Eğer ‘hizmet’ İslam’a ve Müslümanlara olsaydı Taif’te taşlandıktan
sonra bile “Rabbim, gazabına uğramayayım da çektiğim mihnetlere, belalara
aldırmam” diyen Hz. Peygamber gibi tüm sıkıntı ve zahmetlere karşın mücadeleyi
sürdürmek, kaçıp gitmemek gerekirdi.
Saklanmış guguk kuşları
Tarık Bin Ziyad gibi, İspanya sahiline ulaşıp,
arkasında düşman gibi deniz, önünde deniz gibi düşmanı görünce geri dönmeyi,
kaçmayı değil, gemileri yaktırmayı gerektirir bu ‘hizmet’. Ömer Muhtar gibi,
idam sehpasına çıkarken bile “Ey huzura ermiş nefis, Razı edici ve Razı edilmiş
olarak Rabbine dön” ayetini düstur edinerek, ABD’ye değil, Rabbine dönme
kararlılığında olmayı gerektirir hizmet yolunda olmak. Rus başkumandanın
karşısında ayağa kalkmadığı için divan-ı harbe verilince “Bunların idam kararı
ebedi aleme seyehat etmem için bir pasaport hükmündedir, idam olunsam bile
milletimin kalbinde yer edeceğim” diyen Bediuzzaman gibi her zaman ve mekanda
dik durabilmektir ‘hizmet’. Süleyman Hilmi Tunahan gibi “hizmet muvaffak olsun
da varsın yerimiz caminin papuçluğu olsun” anlayışında olarak, Pensilvanya
malikanelerine, köşklerine değil, caminin papuçluğuna razı olmaktır gerçek
hizmet.
Şükürler olsun ki “hizmet (!)”in farkına, bizi tam
anlamıyla “hezimet”e uğratmadan önce, yuvayı dağıtmadan önce varabildik, ya
varamasaydık?
İşte şimdi önümüzde bizi bekleyen çok önemli ve o
derecede can alıcı bir husus var: Her ne kadar “takiyye” diyerek olağanüstü bir
şekilde kendilerini kamufle etmeye çalışsalar da, yuvamıza bırakılan diğer
Guguk kuşlarını araştırıp bulmak. Bunun yolu da aslında çok basit; İmandan
aldığımız bir ferasetle, “Kur’an ve Sünnet” laboratuvarında, “Vatanseverlik”
kabında bu yumurtaları bir DNA testine tabi tutmak, ve test sonucunda da, ne
olursa olsun, kim olursa olsun ve ne kadar zor gelirse gelsin o yumurtayı yuvadan
çıkarıp atmak.
Son olarak meraklılarına bir not: “One Flew Over the
Cuckoo’s Nest” özgün adıyla 1975 yılında ABD’li yapımcı ve yönetmenler
tarafından beyaz perdeye uyarlanan “Guguk Kuşu” filmi, En iyi Erkek
oyuncu, En iyi Film, En iyi Yönetmen ve
En iyi Uyarlama dallarında Oscar almış. Tüm zamanların en iyi filmleri arasında
üst sıralarda.
Filmini değil ama gerçeğini izlemek 40 yıl sonrasına
kısmet olsa da gerçekten iyi bir oyunculuk, iyi bir film ve iyi bir uyarlama
olduğuna şüphemiz kalmadı diyebiliriz.
Dikkat : Bu yazı
11.07.2015 15:26 tarihinde (STAR GAZETESİ) de yayımlanmıştır.
Kamil ÇAYIR/ İbrahim Çeçen Ünv. İslami İlimler
Fakültesi Araştırma
kamilcayir@gmail.com
KAYNAK :https://www.star.com.tr/acik-gorus/turkiyenin-guguk-kuslari-haber-1043112/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...