Gözlerimizin önünde gerçekleşenleri bizde yaşamamış olsak “inandık” diyeceğiz. Dünkü söylenenleri ve yapılanları duymamış olsak yine hayra yorumlayacağız. Olaylara iyi niyetle bakıp eleştirmek başka, art niyetli olarak kişi ve olayları değerlendirmek başka şeydir. Gündelik ilişkilerimizden tutun da üst düzey ilişkilerimize kadar bir çekememe ve yalanı yutturma sanatı üzerine kurulu bir yaşam şekli belkide dünyada bizler için geçerli. Hayatın her alanında “havadan kuş tutulsa” bile bireysel hırslarımız ve kinlerimiz yüzünden “bizimkilerin ya da benimkilerin” dışındaki tüm yapılanları inkar etme, yok sayma kabul etmeme mantığına uygun bir yaşam şekli çok geçerli bir durum.
Nesilden
nesile düşmanlıkları ve dostlukları sorgulamadan kabul eden dünyada belki de
biziz. İlk gördüğümüzde kime nasıl baktıysak “er olan sözünden dönmez” mantığı
ile aynen sürdürüyoruz. Bu çocuksa “çocuk” olarak kalıyor, üstatsa “üstat”
olarak. Efendi ise efendi olarak kalıyor beyse bey…Düşünce olarak ne elimize
verildiyse hayatımızı da buna göre şekillendiriyoruz. Bu kadar kendini
sabitleyen, bu kadar uzun yıllar aynı bakış açısını ve düşünceyi sürdüren ve bu
kadar gelişmeye direnen bizlerin durumları iyi bir araştırma konusu aslında…
Kendi
kendine bu kadar düşman olan, bireyselliği bu kadar öne çıkartan, en yakınına
bile tahammülü olmayan bir yapı içersindeyiz. İnadına muhalefet ve karşı olma.
İnadına gördüklerine bile yok deme pişkinliği.
Bireysel ya da gruplaşmış çıkarlara dayanan bir zihniyet…
Doğruluğunu
yanlışlığını bilmesem de Türkiye dışında yapılan bir deneyi sizlerle paylaşmak
istiyorum. Dünden bugüne fıkradaki esperiyi, dünya düzeyinden komşuluk
ilişkilerimize kadar yakınlaştırmamız aslında gelişmişliğimizin de göstergesi.
Bu deney Kumru ve Fatsa’da da yapılsa, hısım
ve akrabalarımız dâhil büyük ihtimal aynı sonuç çıkardı her halde.
Eski
zaman yamyamları bir yığın Yahudi, Çinli ve Türkü ele geçirmişler. Hepsini
kaynatıp yavaş yavaş yemeği planlamışlar.
Yahudileri
büyük bir kazanın içine doldurup üstünü sımsıkı kapatmışlar.
Çinlileri
de büyük bir kazanın içine koymuşlar ama üstünü de yarım kapatmışlar.
Türkleri
koydukları kazanın ise üstünü açık bırakmışlar.
Çünkü
yamyamlar biliyorlarmış ki, bir büyük kazan içinde Türkler kaynatılıp
pişirilmeye alındığında, hangisi tırmanıp kazandan kaçmaya kalksa, öteki
Türkler bacaklarından yapışıp aşağıya çekerler onu…
Çinliler
ise kazanın altındaki odunlar azaldıkça, dışarı çıkarak kazanın altına odun
toplar, sonra yine girerler içeri…
Yahudiler
ise en küçük bir aralık bulsalar, birbirlerine omuz verip kaçmakla kalmaz, bir
de o kazana yamyamları doldurduktan sonra, tüm dünyada yamyamları kurtarma
kampanyası için bağış toplamaya kalkarlar…
Bir
kazan ve bu kazanın içersinde debelenen bizler. Kafamıza geçirilen tencere ama
kimin geçirdiğini değil, kazanın içersinde bize yol göstermek isteyen kapağı
kaldıranın ayağını çekmekle meşgulüz. Üretici ya da tüketici fark etmez bir
sorun elbette ki var. Sorundan da öte bir sorunu ortadan kaldırmayınca çözüm
oluşmaz.
Başımdan
geçen olayı aynen yazıyorum. İlçe Tarıma gittim “gelir desteği” için.
İşlemlerim tamamlandı ve beni bir başka yerde Kumru Ziraat Odasına gönderdi. Dosyayı
oraya verdim ve benden para alındı. Ve ben sonra İlçe Tarıma gittim. Hep ben
sorarım “bu ziraat odası” ne iş yapar diye?..Ve onlara da sordum “git internete
bak!” dediler.
O
zaman şu fıkra iyi gelir!
Azgın
bir koca varmış. Her gün karısını dövermiş.
Kadınları
koruma derneğinin mitinginde en güzel konuşmayı o yapmış.
-“Kadınlara
her kalkan el uygarlığı hançerler, insanlık utansın.” Demiş.
Eski
bir dostu da kulağına eğilmiş:
-“Yemezler!”
Buluşmak
ümidiyle…
Bekir AKKAYA /05.04.2004/ KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...