25 Eylül 2024

NEDEN GERİ KALDIK? /Mustafa KÜÇÜK Hocamız Yazdı

Geçmiş geleceği inşa etmiyorsa, ışık tutarak geleceği aydınlatmıyorsa bu durum bir toplum için ciddi bir sıkıntı işaretidir. Ne ki varlıklı, müreffeh ve bilge bir toplumun inşası etkin bir  tarih bilincini zorunlu kılmaktadır. Tarihteki yaşanmışlıklar üzerinden geleceğe dair okuma yapamayan toplumlar asla görkemli bir medeniyet inşa edemezler. Sonuçta tarihin tekerrür edip durması da geçmişi silip atarak geçmişle gelecek nesiller arasına yüksek duvarlar örülmesi en büyük problem oluşturmaktadır.

ağaç fidanı büyüyüp dal budak saldıkça gövdesi gökyüzüne yükselir, kökleri ise buna paralel olarak yerin derinliklerine doğru iner. Köklerin kalınlığı ve büyüklüğü ile gövdenin büyüklüğü, dalların uzunluğu ve güçlü oluşu arasında da yakın bir ilişki vardır. Açıktır ki her ağaç kendi kökleri üzerinde boy atar, ışığa yönelir, dal budak salar, ufuklara yükselir. Kısacası ağaç için kökler önemlidir. Unutulmamalıdır ki ağaç için kökler ne ise din ve ahlak, tarih bilinci, kültürel değerler, esenliği amaç edinen örf, töre ve gelenekler de bir toplum için odur. Dolayısıyla bir toplumu bozmak ve istediğiniz biçimde şekillendirmek için o toplumun din, ahlak, kültür, sanat, tarih yazın ve düşün algısını yöneterek yok etmeniz gerekir. Böyle yapıldığı takdirde o toplumu oluşturan bireylere arzu ettiğiniz istendik davranışları eğitim ve öğretim yoluyla kazandırabilir ve kolaylıkla size sorun çıkarmayan, sömürü düzeninin farkına varmayan evcil bireyler yetiştirmek mümkün hale gelebilir. Bu nedenle tarih boyu hangi ülke işgal edilmiş ise orada ne eğitim ve öğretim, ne siyasal sistem, ne hukuk ve yargı, ne sivil toplum örgütleri, ne din, ne medya, ne kültür ve sanat, ne basın ve yayın ve ne de yazın ve düşün hayatı bağımsız olmuştur.

Binaenaleyh, Osmanlı yıkılıp dağıldıktan sonra küçücük bir toprak parçası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinde yetişen Cumhuriyet nesli maalesef geçmişiyle kavgalı, tarihine yabancı, doğru yanlış demeden atalarının her dediğine karşı çıkan bir anlayış içinde yetiştirilmişlerdir. Elbette ben, atalarımız doğru yanlış ne yapmışlar ve ne söylemişlerse hiç bir denetime tabi tutmadan hepsini toptan kabul edip bağrımıza basalım demiyorum. Benim dediğim İslam'ın gölgesinde tarihi yaşanmışlıkları denetime tabi tutup doğru olanlara sahip çıkmaktan ve geleceği bunun üzerine inşa etmekten başka bir şey değildir.

Bilineceği üzere ağaç için kökleri çok önemlidir. Bir şekilde köksüz kalmış ağaç asla ormanda fırtınalara dayanamaz, hafif bir rüzgâr karşısında bile ayakta duramaz, belli bir varlık gösteremez. Dolayısıyla ağaç ile onun kökleri arasında hayati bir ilişki vardır. O kadar ki

Son yüzyılda farklı etnik kimliğe sahip, lakin çoğu aynı dini benimseyen Osmanlı toplumlarının başlarına gelen de aynen budur. Bilineceği üzere Osmanlı coğrafyasında farklı etnik kimliklere, farklı kültürel değerlere, değişik gelenek ve göreneklere sahip toplumları bir bütün olarak bir arada yaşatan devletin bünyesinde ve himayesinde bir arada tutan en önemli unsur kuşkusuz İslam’ın yardımlaşma ve dayanışma ruhu ve kardeşlik ilkesi olmuştur. Ne var ki bu toplumlar zamanla İslam'a tutunmak anlamında gevşeklik ve tembellik göstermiş olmalıdırlar ki bunun sonucu olarak ehli küfür ve ehli dalalet İslam düşmanları İslam coğrafyasında milliyetçilik ateşini yakmış, farklı etnik kimlikleri birbirlerine karşı kışkırtmış ve nihayet koskoca imparatorluk bir şekilde parçalanmıştır. Neticede Osmanlı toprakları üzerinde eğitim ve öğretiminden,  hukuk ve siyasal sistemine kadar tüm oluşumlarını sömürgeci emperyalist güç odaklarının belirlediği irili ufaklı onlarca devlet ortaya çıkmıştır. Bu devletlerin başlarına da bu kirli eller, kendileriyle çalışabilecek işbirlikçi adamları getirmişler ve bu adamları da o topraklardan sömürü sonucu aldıkları paralarla besleyip desteklemişlerdir. Sonuçta emperyalist güç odaklarının kurduğu batıl sistemlerin zengin ettiği bu işbirlikçi adamlar kendilerini zengin eden bu sömürü sistemlerini bu sistemleri kuran ağa-beylerinden daha fazla korumuşlar, kendi halklarına karşı onlardan daha acımasız ve zalim bir tutum içinde olmuşlardır. O kadar ki bu kukla devletleri idare eden işbirlikçi adamların söz konusu güç odaklarından milyarlarca dolar harcayarak aldıkları çoğu demode olmuş silahlar aslında küresel güçlere karşı değil küresel güçlerin kurduğu uyduruk sistemleri korumak maksadıyla sırası geldiğinde halka karşı kullanılmış ve kullanılacaktır. Dahası siyasal sistemleri uzaktan kumanda bu ülkelerde ordu ve polis teşkilatı ülkeyi ve halkı, halkın ırz ve namusunu korumak, can ve mal güvenliğini tesis edip garanti altına almak için değil aksine emperyalist güç odaklarının kurdukları işbirlikçi düzenleri korumak içindir. Bu ülkelerde din kesinlikle bağımsız olmadığı gibi hiç bir kurum, hiç bir organizasyon, hiç bir sivil toplum örgütü de bağımsız değildir. Sömürgeci anlayışın özellikle özgürlük tanrısına vurgu yaparak kendi ülkelerinde halklarına reva görmedikleri sınırsız özgürlük anlayışına sömürü altındaki bu ülkelerde öncelik vermeleri aslında oralarda yaşayan halklara özgürlük vermek için değil gazeteci, din ve bilim adamı kılığında, hiçte sivil olmayan sivil toplum örgütü görünümlü yapılar altında ajanlık faaliyetleri gösteren kirli adamlarına alan açmak içindir. Bir bakıma İslam coğrafyasında son yüz yılı aşkın bir süredir halkla yönetimler arasında sürekli anlaşmazlıkların, sürekli çekişme ve çatışmaların ve askeri darbelerin önemli bir nedeni de bu durum olmuştur. Bu coğrafyada halklarla kukla devletçikler arasında o denli büyük bir boşluk vardır ki bu ülkelerde halklar ileri giderken devlete hükmeden siyasal sistemler ise halkları hep geri çekmişlerdir...

Tüm bunlara rağmen yine de sözde İslam coğrafyasında az da olsa belli bir gelişmişlik düzeyinin olması halkın çalışkanlığıyla izah edilebilecek bir durumdur. Başta da ifade ettiğimiz gibi bir ağacın köklerini keserseniz bu tutum o ağaca verebileceğiniz en büyük zarar olur. Maalesef Osmanlı'nın parçalanıp onlarca devletin Osmanlı coğrafyasında kurulmasıyla ve Cumhuriyetle birlikte Anadolu'da yapılan da budur. Açıktır ki tarih bir yaşanmışlık olup dinden ve inançtan, sanat ve kültürden, gelenek ve göreneklerden bağımsız değildir, olamaz. Dolayısıyla din ve inanç ile sıkıntılı olanlar bir bakıma sürekli kültürel ve ahlaki değerle de sorunlu olmuştur. Osmanlı'nın başlangıçta yirmi dört milyon kilometre kare toprak bütünlüğü dikkate alındığında Cumhuriyetle birlikte ufku geniş Anadolu insanı sınırlarını küresel güç odaklarının belirlediği ve adına da vatan dedikleri, fakat aslında daracık bir hapishane görünümünde olan küçücük bir toprak parçasına hapsedilmiş ve kendilerine de  sadece bu hapishanenin müdürünü seçme yetkisi verilmiştir. Bu toprak parçasında oluşturan devletin başına da hiç bir yanıyla Anadolu insanına benzemeyen devşirme ve kripto adamlar getirilmiştir. Bu sakıncalı adamlar ise küresel güçlerle işbirliği yapacak acımasız bir siyasal sistemi oluşturmuş ve sürekli korku salan bu ithal politik sistemle de Anadolu insanı bir şekilde terbiye edilmiş ve küresel güçlere itaatkar bireyler haline dönüştürülmüştür. Bu toprak parçasında yüz yılı aşkın bir süre önce kurulan laik/seküler siyasal sistem, onun üstenci ve buyurgan yönetim anlayışı ve eğitim felsefesiyle birlikte bu toprakların adeta yaşam suyu olan tüm değerler tarumar edilmiş, deyim yerindeyse din adeta kuşa dönüştürülmüş, yeni nesil tarihine yabancı, geçmişine küfür eden bir hale getirilmiştir.     

Küresel güçlerin ilkelerini belirlediği eğitim sisteminin dişlilerinden geçen bu çağdaş ve ilerici yeni Cumhuriyet nesli aldıkları eğitim sonucu adeta Stockholm Sendromu dedikleri bir haleti ruhiye içinde kendilerini iliklerine kadar sömüren emperyalist güçlere aşık olup hayranlık duymaya başlamış ve onların her yaptığına alkış tutar hale gelmiştir. Sonuçta kökleri kesilen herhangi bir ağaç gibi bir zamanlar dünyaya hükmetmiş, tarih yapmış, tarih yazmış ve tarihin öznesi olmuş bu millet yerlerde sürünür hale gelmiş veya getirilmiştir. Buna başarı denirse kuşkusuz bu başarı Anadolu insanının değil küresel güç odaklarını sevk ve idare eden emperyalist zalim adamların başarısıdır. Netice de Osmanlı yıkılmış, elimizde kalan küçücük toprak parçasının en güzide yerlerine de bu ülkede bir zamanlar Devlet-i Aliye'yi Osmani‘ye cizye ödeyen gayrı Müslim tebaa ve dışarıdan gelen insanlar yerleştirilmiş ve ticaret, eğitim, yönetim, bürokrasi ve hukuk da bu kesimin tekeline ve insafsız ellerine bırakılmıştır. Kısacası parçalanan Osmanlı coğrafyasında kurulan devletlerin elleriyle İslam coğrafyası bilinçli bir biçimde geri bırakılmış, yeraltı ve yer üstü kaynakları iliklerine kadar sömürülmüştür. Bu yetmezmiş gibi bir de bu coğrafyada geri kalmışlığın faturası İslam'a ve müslümanlara kesilmiş, bu zulme ve sömürüye karşı duran Müslüman bireyler ise terörist ilan edilerek ya şehit edilmiş ya da hapse atılmıştır...

Bu coğrafyada sömürü öyle bir boyuta ulaşmıştır ki Anadolu toprakları adeta tüketim odaklı ekonomik yapısıyla Batı'nın tüketim pazarına ve ikinci el çöplüğüne dönüştürülmüştür. Dahası bu ülke dünyaya hükmetmiş bir imparatorluk bakiyesi üzerinde kurulmuş olmasına rağmen asla üretime, teknoloji transferine yönelerek katma değeri yüksek ürünler üretememiştir. Koskoca Osmanlı bakiyesi üzerinde kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti bırakın uçak ve hızlı trenler yapmayı kendine ait bir araba dahi üretememiş, daha doğrusu üretilmesine izin verilmemiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki su uyur, lakin düşman uyumaz. Ne var ki düşmanlar  Osmanlı topraklarında bu kadar sinsi planlar yapmayı başarmış, kirli emellerine ulaşmak için her türlü entrikayı çevirmiş iseler bu durum düşmanların uyumadığı aksine Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman toplumların derin bir uykuya daldıkları, rehavete kapılıp dünyevileşerek kitabın emirlerini hafife aldıkları ve dahası tembellik edip üretmedikleri gibi yalın bir gerçeği ortaya koymaktadır. Elbette asıl suçlu hırsız olsa da olası hırsızlık olayına karşı tedbir almayıp kapıyı açık bıraktığı için kısmen ev sahibi de suçludur. Nasıl olur da Müslüman toplumlar ehli küfrün hile ve planlarına karşı tedbir almaz? İşte bu nokta önemlidir ve neticede Osmanlı Devleti gerileme sürecine girmiş ve parçalanmıştır. Müslüman bir toplumda İslam düşmanları coğrafyayı sömürü için bu kadar hile, bu kadar plan yapıyorlar ve ardından da bu planlarını hiç bir engelle karşılaşmadan rahatlıkla uygulayabiliyorlarsa bu durumda Müslüman toplumların da başlarını öne eğip nerede yanlış yaptıklarını bir düşünmeleri ve kendilerini eleştiriye tabi tutmaları gerekir.

Öyleyse her Müslüman bireyin uyanık olması, Allah'a ve elçisine itaat edip kitaba sımsıkı bağlanması, dinini hayata geçirip alay ve eğlence konusu haline getirmemesi bir zorunluluktur. Müminler de en az düşmanları kadar uyanık olmazlarsa benzer durumların bundan sonra da daha fazlasıyla gerçekleşeceği aşikardır.

Mustafa KÜÇÜK /29 ARALIK 2023/ GİRESUN

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...