Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

9 Ocak 2018

Kirlenmemiş Bir Pınar Halil Tatlıgül Hoca / Doç.Dr.Ahmet ÇAPKU

Ordu Fatsa- Kumru yolu üzerindeki İslamdağ beldesindeki bir Kur’an Kursu’nda fedakar bir şekilde talebe yetiştiren, güzel ahlak, ilim ve edep sahibi örnek insan merhum Halil Tatlıgül Hoca 1 Mayıs 1990 tarihinde vefat etmişti. Etrafına güzel kokular saçan ve ardında güzel izler bırakan merhum Halil Tatlıgül hocayı rahmetle anıyor ve sizleri Ahmet Çapku hocanın merhumu anlatan güzel yazısı ile baş başa bırakıyoruz.
Halil Tatlıgül hoca, Rizeli Mustafa Yıldız hocadan Arapça icazetini aldıktan sonra memleketine (Çokdeğirmen Köyü) gelmiş ki, onun gelişi de apayrı bir konudur. Zira üç yıl boyunca (ilmî çalışmasına sekte vurmasın diye olsa gerek) Rize’de okurken izini tozunu kaybettirmişmiş! Babası, oğlunun dönüşünü, sevincinden kurban keserek karşılamış!
Halil hocanın yolu günün birinde Çatak’a (şimdiki İslamdağ) düşmüş ve orada eskilerin tabiriyle ‘mektep hocası’ olarak tutulmuş. Önce iki odalı bir ev temin edilmiş. Bir odasında henüz hayatının baharında Halil hoca oturuyor öbür odada dersler yapılıyor. Hoca efendi, talebeleriyle yemek yapıp yer, kimi zaman aç kalır ama kimseye bu babda bir şikayeti yoktur.
Önce iki kişi olan talebeleri dörde, sekize ve nihayet ellilere çıkıyor. Sığmıyorlar odaya. Başka bir yere geçiş yapıyorlar. Nihayet Kur’an kursu yapılmasına karar veriliyor. Talebelerin sayısı gün geçtikçe artıyor. İnşaat hızla tamamlanıyor.
Gece gündüz gayret
Halil hocanın gecesi gündüzü belli değildir hizmet adına. Zaten o, ömrünü hizmete adamış biridir hayatı boyunca. Talebelerin yetiştirilmesi, etraf köylerde cenaze, mevlid, nikah merasimleri, dargınların barıştırılması, fetva işleri, sağ sol davalarının olduğu muhataralı devrelerde çekilen sıkıntılar, Kur’an kursunun yanına yapılan cami ve bütün bunların gelir gider işlerine bakılması, hocaya yakınlık peyda etmek ve onun sohbetine, özel duasına mazhar olmak için sürekli gelip giden misafirler…
Ez cümle hayatında doğru dürüst doyasıya uykusu bile olmamış Halil hocanın.
Kimi zamanlar sabah namazı sonrası falan köye filan (cenaze…) için giden hoca, ikindi sonrası kursa gelir ancak onu bekleyen en az on-onbeş misafiri vardır. Akşama belki yatsıya kadar onlarla ilgilenir, sonra da talebelere, gecenin on ikilerine kadar ders verir imiş.
Yorulur, kimseye halini arzedemez, hastalıklar onu bir taraftan bunaltır ama o, her şeye rağmen gerek talebelerle ilgisini, gerek çevreden gelen sevenleriyle münasebetlerini, gerek ailesi ve çocuklarıyla olan birlikteliğini ve gerekse özel zikir-virdleriyle sürekli bir akış içinde adeta bir koşturmaca halinde görevine devam etmiştir.
Mesai anlayışı
Görev saatini, kendisine memuriyet kanunu icabı belirlenen saatler olarak tayin eden nice hoca-memur görmüşümdür. Sabah sekiz akşam beş memurlarıdır sözünü ettiğimiz kişiler. Fakat Halil hoca ve Terme’deki benim de hafızlık hocam Niyazi Kasapoğluhocada böylesi bir zaman tahdidi söz konusu olmamıştır.
Niyazi hocamdan örnek verecek olursak, kışın gecenin onunda onbirinde evine gider, sabahın o ayazlı soğuk gecelerinde dört dörtbuçuklarda kursta biterdi. Sabah ezanı okunurken hafızlık talebelerinin derslerinin neredeyse üçte ikisinin dersi dinlenmiş olurdu! Her yıl ve her zaman böyleydi onun ders anlayışı. Halen de öyledir. Mesai mi? Mesaiyi melekler yazıyordu. O kadar!
Nitekim Halil hocamızın, rahmetli olmadan evvel; “Ben ölürsem siz, Termeli Niyazi hocaya gidiniz” dediğini bana Niyazi hocam söylemişti geçen yıl kendisiyle yaptığım bir sohbette. Hasılı bir insanın ve hele bir talebenin gönlünü nasıl İslama kazandırabiliriz kaygısını sürekli yaşamış biri olarak karşımıza çıkar Halil hoca ve onun gibiler.
Sııntılı günler
Nitekim Çatak’a geldiği ve talebelerinin sürekli artışı karşısında o civarın önde gelenleri ona; “Hocam, gelin sizi kadrolu olarak buraya tayin ettirelim” dediklerinde Halil hoca; “Yahu bu biraz bana (teftiş vesaire açısından) sıkıntı getirir. Siz, benim karnımı doyurun yeter. Ben sizden başka bir şey istemem ki…” diyerek onların bu talebine bir şekilde karşı durmuşmuş.
Ancak zamanla kadrolu olmuş ve hocanın tahmininin de bir şekilde tahakkuk ettiğini söyler onu yakından tanıyanlar. Hocamızın hayat hikayesini bilenlerden dinlediklerime göre o, bu noktada epey sıkıntılar çekmiş zamanında.
Kimi insanlar/hoca-memur vb. istedikleri ortamı hazır bulamayınca bir an evvel o belde-bölgeyi terk etmeyi tercih ederler. Torpil, rapor vesaire ile ister ki hemencecik oradan uzaklaşıp biraz daha iyi bir yere geçsin. Halbuki böyle bir düşüncenin tam zıttı istikamette bir yaklaşım buluyoruz biz Halil hocanın zihniyetinde.
Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmak hatta bir mum olup orayı aydınlatmak anlayışıdır bu. Etrafı, istenilmeyen bir yığın insan kaplamış olabilir fakat mühim olan, bu tür insanlara ilim-irfan, edep-erkan yönlerinden bir model, tutunacak, sığınılacak bir liman olabilmektir. Hakikaten hocamızın etrafı da böyle olmuştur.
Halil hoca Çatak’a geldiğinde oraların epey sıkıntılı yerler olduğu söylenir. Fakat kendilerinden çekinilen nice insan bile, Halil hocayı görünce çeketinin düğmelerini ilikler, hoca efendinin karşısında saygı duruşuna geçer, hoca oradan geçerken onlara selam verir ve onlar da; “Hocam bir emriniz var mıdır?” diye sevgi ve hürmetlerini beyan ederlermiş.
Halk, yanlarına yaklaşmaktan korktukları bu tür insanların Halil hocaya karşı bu denli saygılı olduklarını görünce şaşa kalırlar ve, nasıl oluyor bu böyle, demekten kendilerini alamazlarmış.
Bugün dahi İslamdağ beldesinden geçen ve Halil hocayı tanıyan pek çok şoför, arabasının müzik çalan teybini susturur ve muhtemelen içinden hoca efendiye bir fatiha gönderir, biraz aşağıya inince de teybini tekrar açar. Ben bunu şu hikmete bağlama eğilimindeyim: “Allah sevdiği bir kulunu başkalarına da sevdirir.”
Örnek bir anlayış
Memurîn sınıfından olan cami görevlileri ve diğer memurlara yıllık olarak yapılan zamlar konusunda Halil hoca; “Yahu devlet şu kadar memura bu kadar zammı nasıl bulup da veriyor acaba!’ demekten kendini alamazmış. Aslında onun bu sözünün altında kendisi de bir memur olarak ‘acaba ben, bu millete bu kadar maaşı alma noktasında ne verebildim ki, devlet bana bu kadar maaş veriyor. Hak edebildim mi sanki?!” diye kendini hesaba çekmesi söz konusudur.
Tam bir duyarlılık örneğidir bu yaklaşım. Bırakalım az maaş ve az verilen zam hikayelerini, bu aziz millete, üstlendiğim görev icabı ben ne verebildim düşüncesi vardır onun zihninde. Grev, görev ihlali, gereği yokken alınan raporlar, kafadan kullanılan izinler (!) ve buna benzer uygulamaların görev açısından Halil hocamızın zihninde acaba nasıl karşılığı vardı sorusunun cevabını bizatihi hocamızdan öğrenmeyi ne çok isterdim…
Halbuki cami görevlilerinin maaşlarının diğer memur kesiminden daha aşağı seviyede olduğunu ve Halil hocanın aile fertlerinin sayısının kabarık oluşunu dikkate aldığımızda bu yaklaşımın daha bir önem kesbettiğini söyleyebiliriz.
Emek olmadan olmaz
Hasılı emek olmadan yemek olmaz sözü gereği Halil hoca, mektep hocası olarak geldiği Çatak’ta Kur’an kursu, cami, küçük bir kütüphane, yüzlerce (belki binlerce?) talebe ve bir o kadar, sohbetlere katılan cemaat ve oluşturulan imanlı-ahlaklı-edepli bir muhit hediye etmeye muvaffak olmuştur. Tabi bunda hoca efendinin hasbî gayretleriyle gecesini gündüzüne katarak ve iman sevgisini ortaya koyarak yaptığı çalışmalar etkili olmuştur şüphesiz.
Her başarılı erkeğin ardında başarılı bir hanımı vardır derler. Bu noktada hocamızın rahmetli hanımının da hocamızın hizmetlerine katkısı olmuştur kanaatindeyim. Çocukları (Abdulfettah ve Abdurrahman beyler) bunu ‘yüzde elli’ olarak düşünüyorlar, bana ifade ettiklerine göre. Benim bu tür hanımefendilere ‘sessiz kahramanlar’ diyesim geliyor. Toplumumuzun ruh hamurunu yoğuran sessiz ve fakat derinden işleyen ruh insanlarıdır onlar.
İmam Gazzâlî’nin âlimler için ‘dünya âlimi’ ve ‘ahiret âlimi’ ayırımı Halil hocayı anlamımız noktasında önem arzeder. Hüccetü’l-İslâm Gazzâlî, İhyâu ulûmiddîn isimli meşhur ve mâruf muhalled/(kalıcı-klasik) eserinde dünya âlimlerini, tabir yerinde ise nokta kadar menfaati için virgül gibi eğilen, ilmin şerefini ayağa düşürüp beş paralık eden ve böylece kendilerini ve toplumu perişan eden kişiler derekesine indirgerken; ahiret âlimlerini, hedefleri Allah rızası ve ahiret kaygısı olan sahici âlimler olarak nitelendirir
Bununla birlikte Halil hocanın ‘ilm-i tevâzûa’ bürünmesi de apayrı bir husustur. Meyveleri olgunlaştıkça dallarını aşağı eğen ağaç gibi hoca efendi, tam bir tevâzu ehli insan olmuştur. Onun hayatı üzerine muhterem pederim (Mehmet Çapku) ile hemen her konuşmamızda babacığım bana şunları söyler:
“Oğlum! Halil hoca vaazlarında, anlattıklarını sanki kendine söylüyor ve o mecliste herhangi bir hatalı, kusurlu biri varsa o kendisi imiş, başkaları ise tertemiz imiş gibi bir halet-i ruhiyeye bürünür ve bu doğrultuda konuşurdu. Halbuki kimi hocalar vaaz kürsüsüne çıkınca kürsüyü yumruklar, bağırıp çağırır ve sanki camide, mecliste suçlu ararmış gibi konuşurlar. Halil hoca ise Allah’ın garip bir dervişi gibi idi.”
Kabir taşında
Hoca efendinin notları arasındaki bir belgedeki şu şiir de bunu yansıtır niteliktedir:
“Min kelâmi ulemâi’l-âhireti [ahiret âlimlerinin sözlerinden]:
Eli boş gidilmez gidilen yere
Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımla pek güç getirdim
Hocamızın kabrinin baş taşına yazılan şiir de aynı minval üzeredir:
Dilerim bakmaya Rabbim yüzümün karasına
Merhem-i rahmet süre masiyetim yarasına
Kereminden ne kadar mücrim isem kesmem ümid
Giremez kimse Efendiyle kulunun arasına
Çok sevilirdi
Bizim insanımız, sevdiği biri vefat edince onu evliyalık makamına yükseltir, der Ahmet Hamdi Tanpınar. Öyledir gerçekten. Fakat Halil hocamızın keramet ehli olduğuna dair pek çok rivayet dinlemiştim onu tanıyanlardan. Onun bu kadar sevilmesi bile bir keramet değil midir?… (Sevmeyeni yok muydu, elbette onlar da eksik olmamıştır. Fakat iman taşıyan hemen herkesin onu sevdiğine tanığız sadece.).
Hocaefendi başta talebeleri olmak üzere etraf köylerdeki pek çok insana dini anlatma ve sevdirme noktasında durmak bilmeksizin gayret etmiş ve onlara İslam sevgisini kazandırmaya çalışmıştır. Kim bir şeye ne kadar emek sarfederse o şeyi o kadar sever ve onu sevdirebilir.
Pekiyi acaba hocayı yakından tanıyanların hocaya olan sevgi derecesi nedir diye sorulacak olursa şunu söyleyebilirim. Kendisini tanıyan ve sevenlerle yaptığım pek çok söyleşide, ona talebe olmuş ya da onunla şöyle böyle hatırası olmuş insanlar, o özel ve güzel anları sanki tekrar yaşıyorlarmışçasına bana anlatırlarken göz yaşlarına hakim olamıyorlardı…
İşte bu nokta, Hoca efendiyi tanıyanların ona dair duygu ve düşünceleri hususunda insana her şeyi özetleyen, sözün bitip sükûtun başladı yerdir…
Örnek bir şahsiyet
Hasılı bizler, dünyaya bir kez gelen insanlar olarak ‘iman-ahlak ehli bir insan evladı’ olarak kaldığımız ve bunu sevdirebildiğimiz oranda Hakk ve halk gönlünde yer edebiliriz. ‘Efendim bu devirde olmaz, çok zordur’ gibi mazeretlerle sadece kendimizi avutabiliriz. Çünkü önümüzde Halil hoca gibi bir numûne duruyor, gönül verilirse bu işin olabileceğine dair.
Zaten onu büyük kılan da bu zor zamanda bize, elle tutup gözle görebileceğimiz bir numûne oluşu değil midir?
Allah kendisinden, ehlinden ve onun yetişmesine katkıda bulunan herkesten razı olsun. (âmîn).
Not: Bu yazı Kumru.org sitesindeki Halil Hocada Sorumluluk Bilincine Dair başlıklı yazıdan kısmi olarak iktibas edilmiştir.
Bekir Akkaya'nın Notu: www.kumru.org sayfası Bekir Akkaya'nın 2000 yılında Almanya'da yaşayan Mehmet Arşın sponsorluğunda kurulan Kumru İlçesine kazandırdığı ilk site olup şu anda tarafımızdan kapatılmıştır. Bekir Akkaya 10.01.2018/KUMRU
Not: Mustafa Yıldız hoca zekasından dolayı Halil Tatlıgül Hoca’ya Zeki ismini eklemiştir.
Ahmet Çapku/ DinKulturuAtolyesi.com
KAYNAK : http://www.dinkulturuatolyesi.com/ahmet-capku-kirlenmemis-bir-pinar-halil-zeki-tatligul-hoca/
*******
©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

26 Aralık 2017

Kitaplar Çöpe ya da Geri Dönüşüme / Bekir AKKAYA

   Bu yazı tarafımdan 14 Temmuz 2016 tarihinde yazılmıştır. Fotoğrafta görülen kitaplar ise yıl sonunda okulun çöplerinden toplanmıştır. Bilinmelidir ki okullarda kütüphane ya da kitaplık ya hiç yoktur ya da kullanılmamaktadır. Kütüphanesi olmayan okul düşünebiliyor musunuz? Emin olun kütüphanesi olmayan okullar mevcuttur. Yalandan kitap okuma zamanları düzenlense de bu sadece günü kurtarma, resmi yazıları güya yerine getirme numarasıdır...
                       **********
Mesleğimizin eğitim ve öğretimle ilişkisi olması nedeniyle bulunduğumuz yerlerde kitaplar hep karşımıza çıkar.
            Zorunlu olarak kitap işimizin bir parçasıdır. Öyle olunca da bir öğretmeni kitaplardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Hep böyle düşünülür ancak durum hiç te böyle değildir.
            İşin doğrusu son zamanlarda öğretmen kitabı sevmiyor. Diğer mesleklerde kitabı sevmeme anlaşılan bir durum olabilir. Ancak bir öğretmenin kitabı sevmemesi  ya da kitaptan uzak durması  anlaşılan bir durum değildir.
            Öğretmenin görevi eğitim öğretim ve dolayısıyla kitaptır. Mesleğini yerine getirirken ve geçimini temin ederken kullandığı araç ve gereci kitap ve kalemdir.
            Devlet öğrencilere kitapları ücretsiz veriyor. Aslında bu iyi gibi gözükse de bu durum çok kötü bir şeydir. Kitap gibi bir şeyin bu kadar değersizleştirilmesi ve işi bitince atılması ve yakılması şekline getirilmesi anlaşılır bir durum değildir. Ben şahsen bu durumun son derece tehlikeli bir durum olduğunu düşünüyorum. Ve bunu bir öğretmen olarak söylemekte hiçbir sakınca da görmüyorum.
            Bizde okuma alışkanlığı zaten yok. En azından ders kitabı da olsa evlere bazı kitaplar giriyordu. Şimdi bu kitaplarda yılsonunda öğrencilerden toplanarak geri dönüşüme gönderiliyor. Hatta bu kitaplarla birlikte ne kıymetli romanlar araştırma ve fikir kitapları da aynı şekilde toplanarak geri dönüşüme gönderilmekte. Okulların birçoklarında kütüphane yok. Yıl içinde sınıflarda oluşturulan kitaplıklarda toplanılan kitaplar toplanarak doğru yakılmaya ya da geri dönüşüme gönderiliyor. Yetkilere bu durumu aslında iletmek lazım. En azından kitaplar devlet tarafından ücretsiz verilmemeli. Çocuğunu okutacak en azından kitapları para ile almalı. Kitaplar da eskisi gibi sık sık değiştirilmeyerek gelecek yıllarda da kullanılabilmelidir.
            Bu konuda yazılması gereken çok şey var. Okuma yazması olmayandan öğretmen olmamalıdır. Kitap okuma alışkanlığı edinmemişlerden öğretmen ya da milli eğitimde bir görev verilmemelidir.
            Son olarak hafta içerisinde gazetelerde yayınlanan bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum.
   “Üniversite yerleştirilmelerinde daha önceleri Tıp ve Hukuk Fakültelerine uygulanan başarı puanı sıralaması bu yıl Mimarlık ve Mühendislik Fakültelerine de uygulanacak. Öğrenciler Tıp Fakültesine gitmek için 40 bin, Hukuk Fakültesine girmek için 150 bin, Mimarlık Fakültesine 200 bin, Mühendislik Fakültesi için ise 240 binin içerisine girmek zorundalar.   Bu rakamlarda öğretmenlik var mı? Yok.
             Kimse böyle bir durumdan çocuklarımız için iyi bir gelecek beklemesin.
            Milli Gazete’den
            “Kitap sızlar kitap sızlar
            Kalem ağlar kitap sızlar
            Son Kitabın ilk emrini
            Unuttular Kitapsızlar”

            Bekir AKKAYA/ 14 Temmuz 2016/KUMRU
**********Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dokümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer doküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.Bekir AKKAYA **********





25 Aralık 2017

İnternet mi? Kütüphane mi?/Bekir AKKAYA


Not: Bu yazı tarafımdan 19 Mayıs 2014 tarihinde tarafımdan yazılmıştır. Fotoğraf ise o tarihte kütüphanesi olup ta hiç bir zaman öğrencilerin girmediği ve olan kitapların dağınık bir şekilde raflarda ve masa üzerlerinde darmadağın olduğunu Kumru YİBO'da çekilmiştir.
                       *************
Benim yaşıtların algılayamadığı bir dönem yaşıyoruz.
                Yaşamımızın her alanında durum böyle…
                Yemek alışkanlıklarımızdan tutun da konuşma adabına kadar…
                Yürüyüşlerimizden tutun da tepkilerimize kadar…
                Anne baba ilişkilerinden tutun karı- koca ilişkilerine kadar durum bana karmakarışık geliyor…
                Bu benim yaşıtlarımın alışkanlıklarından kaynaklanabilir…Bizim dönemimizle şimdiki dönem çok farklı…
                Şimdi her şey hazır ve bol…Bu bolluğun içersinde nimetin farkına varmak mümkün değil…
                Okullarda kitaplar bedava…Onunda ötesinde bilgisayarlar var…
                Radyonun ve televizyonun olmadığı bir dönem yaşadık biz. 1972 yılında Ankara eski garajında televizyon görmek için az dolaşmadım. Görüntüsünü değil kutusunu görmekti derdim…Gördüm mü? Hayır…
                Bizim eve televizyon 1984 yılında girdi. Tek kanal ve siyah beyaz…
                Gerçekten bolluk

20 Aralık 2017

İslamcı Dergiler Projesi

İSLAMCI DERGİLER PROJESİ

PROJE HAKKINDA

RAKAMLAR : 43 dergi, 3,442 sayı, 79,572 yazı

İslamcı Dergiler Projesi tanıtım broşürü için lütfen tıklayınız.
Dergilere Ulaşmak İçin Sayfaya Gidiniz: http://idp.org.tr

Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi başından beri üzerine çokça yazılan ve farklı yönleriyle konuşulan bir konu olmasına rağmen bu düşüncenin üretildiği, tartışıldığı ve yaygınlaştırıldığı dergiler pek çalışılmamıştır. Hâlbuki dergiler, Osmanlı’nın son döneminden bugünün Türkiyesine kadar, İslamcı düşüncenin oluşumunda ve gelişiminde önemli bir işleve sahip olmuş ve İslamcı yayıncılığın en önemli bileşenlerinden birini teşkil etmiştir. Bu yayınların incelenmesi Türkiye’de İslamcılık düşüncesi bağlamında tartışılan konuları, kavramları ve özneleri derli toplu bir şekilde ortaya çıkaracağı gibi, Türkiye’de İslamcılık düşüncesinin gelişim seyrinin ortaya çıkması için de önemli kapıları aralayacaktır.
Kapsam

Projede dergiler 3 aşamada incelenecektir. Projenin 2014-2015 yıllarında tamamlanan birinci aşamasında 1960-1980 dönemi mercek altına alınmıştır. Bu dönemin seçilmesinin nedeni hem kendisinden önceki dönemleri yansıtan bir yapısının hem de kendisinden sonraki dönem üzerinde çok ciddi etkilerinin olmasıdır. Böylece İslamcı neşriyatın ciddi bir atılım gösterdiği bu ara dönem üzerinden İslamcılığın ana temalarını ortaya koymanın daha kolay olacağı düşünülmüştür.
Projenin 2016’da gerçekleştirilen ikinci aşamasında 1960 öncesine ait 58 dergi incelenmiştir. 2017-2018 yıllarında gerçekleştirilecek 3. aşamasında ise 1980 sonrası yayımlanmış 500'e yakın derginin dijitalleştirilmesi, kataloglanması ve incelenmesi planlanmaktadır.
1960-1980 Dönemine Ait

43 dergi, 3,442 sayı, 79,572 yazı

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

19 Aralık 2017

Kız Çocuklarımızı Okutalım (Arşiv) Bekir AKKAYA


KIZ ÇOCUKLARIMIZI OKUTALIM! 

ONLAR ZATEN OKUYORLAR! BİZE DÜŞEN KATKI YAPMAK! 

KAMPANYAYA DESTEK OLUN! KUMRULU KIZLARIMIZ OKUSUN! 
İki yıl önce Ramazan ayında bir iftar vaktinde Kumru Din Görevlileri Derneğinde Kumru Kaymakamı İlhami Doğan, Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek, Kumru Milli Eğitim Müdürü Abdulkadir Hocaoğlu, Kumru İmam Hatip Lisesi Müdürü İbrahim Tatlıgül, ve bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu Kumrunun önde gelen tüm esnafları Şu anda Samsunda bulunan Ali Fuat Karaman ve Gazeteci Murat Yürekli’nin yoğun çabaları sonucu iftarda bir araya gelmişlerdi.


Toplantının asıl amacı “Haydi Kızlar Okula” kampanyasının Kumrudaki köylerde kızlara yönelik olarak nasıl hayata geçirileceği idi. İlköğretimi bitirdikten sonra Kumrunun köylerinde kızlar okumak istediği halde okuma fırsatı bulamıyordu. En azından bu kızlar bir lise eğitimini nasıl gerçekleştirebilirlerdi?


Kumru İmam Hatip Lisesi Müdürü İbrahim Tatlıgül hayırseverlerden yardım isteyerek kendi okulunda lise 1’e kayıt yaptıran kız öğrencilerin kalmaları için bir ev tutmuştu. Ama bunları gören köydeki kızlar Kumru Çok Programlı Lisesine ve İmam Hatip Lisesine kayıt yaptırmış olsalar da kalacakları pansiyon veya yurt olmadığı için öğrenimlerini yarıda bırakıyorlardı. Bazı öğrenciler direnerek Kumruda bazı duyarlı esnaf ve öğretmenlerinden yardım talep ediyorlardı. Bu amaçla da birkaç öğrenci için birkaç ev tutulmuş, en azından bazı kız çocukları liseyi bitirme başarısı gösteriyorlardı.


Bu amaçla duyarlı Kumrulu esnaf ve eğitimciler defalarca bir araya gelmişti. Amaçları “Haydi kızlar okula” kampanyasına köydeki kızları okutarak katılmak. İşin doğrusu zor bir durumdu. 30’ün üzerinde köyü bulunan bir ilçenin kızlara yönelik bir yurdunun bulunmaması acı bir durumdu.


Başta Murat Yürekli, Ali Fuat Karaman olmak üzere Kumru’da bu sıkıntının aşılması için yoğun çaba sarf edildi. Nihayet Hatipli Camiinin altında 360m2’lik boş alanın kullanılmadan boş yere durduğu öğrenildi.


Yetkili birimlerle görüşülerek bu alanın Lisede okumak isteyen kızların kalabileceği bir yer yapılmasının faydalı olabileceği kararlaştırıldı. Bu amaçla Kumru Kaymakamlığına, Kumru Belediye Başkanlığına, Kumru Müftülüğüne ve Erçallar gibi Kumrulu esnaflara gidilerek buranın yapılması için bir maddi hesap çıkartıldı. Akabinde işe başlanıldı. İşte iki yıl önce Din görevlileri derneğindeki iftar yemeği Kumru Belediyesince bu amaçla verilmişti. O gün yukarıdaki durum, katılanlara aktarıldı. Bütün katılan davetliler yardıma hazır olduklarını belirtmişlerdi.


Ve aradan iki yıl geçti. Bu gün 2006’ın bir ramazanını daha yaşıyoruz. Dünden bu güne o gün alınan kararlar hayata geçirilmiş, Hatipli Camiinin altı 100 milyar harcanarak kız yurdu haline getirilmiş, kızlar Kumrulu esnafın destekleri, Kumru Belediyesi ve samsun İlk Adım Belediyesinin özellikle Başkan Yardımcısı Şamil Bilgü'nün, Erçalların ve diğer adını bilemediğimiz çok sayıda hayırseverlerin destekleri ile iki yıldan bu yana Lise tahsiline mutlu bir şekilde devam etmişlerdi. Yardımlara öncülük eden Murat Yüreklinin verdiği bilgiye göre İstanbuldaki Kumrulular derneği yöneticileri ve özellikle Ali Peru ve Mustafa Çayanın çok büyük katkısı olmuş.(Burada adlarını bilemediklerimiz ilerki günlerde mutlka yazılacaktır. Bazı hayırseverler adının yazılmamasını özellikle istemişlerdir.BA)


Bu iki yıl içersinde kız öğrencilerin lisede okumaları fazlalaştıkça Hatipli Camiinin altı bugün yetmez hale gelmiş ve bu amaçla da bu yıl dört daire daha kiralanmıştır.


Gazeteci ve Hayırda gönüllü Murat Yürekli durumu Kumru’ya gelen Kumrulu iş adamlarına iletmiş Yetkili birimlerle bir araya gelinerek Kumrulu kız çocukların en az liseyi bitirmeleri için bir yurdun yapılması adına önümüzdeki yıllarda önemli sözler almıştır.


İş Adamı ve İstanbul’da yaşayan Kumrulu Ali Peru “ liseye gitmek için yeni tutulan dört dairenin kirasını ödeyeceğini belirterek, önümüzdeki yıllarda Kumru’ya mutlaka bir kız yurdunun yapılması gerektiği üzerinde durmuştur. Mali Müşavir Mustafa Çaya ve Ali Peru’nun oğlu Dâhiliye Uzmanı Dr. Celalettin Peru var olan duruma büyük katkı yapmakla birlikte yurt projesi için ellerinden ne gelirse yapacaklarını söylemişlerdir.


Yine yapılacak yurt amacıyla Murat Yürekli’nin rehberliğinde İstanbul Kumrulular Dernek Başkanı Celalettin Dervişoğlu, Eski Dernek Başkanı Harun Topalcı, Mali Müşavir Mustafa Çaya, İş Adamı Yüksel Yaylak ve İş Adamı Adnan Yavuzer ve bir çok Dernek yöneticisi geçtiğimiz günlerde Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek’i ziyaret ederek kız yurdu için kendilerine belediyenin bir yer göstermesi halinde bu yurdun 2007 yılında bitirileceğini ifade etmişlerdir.


Bütün bunlar olurken okulların açıldığı bugünlerde liseli kız öğrenciler okullarına devam etmektedir. Gerek Hatipli Caminin altındaki liseli kız öğrenciler için ve gerekse tutulan dört dairedeki öğrenciler için hemen şimdi bir şeylerin yapılması gerekiyordu.


Aynı gün Öğrencilerin kaldığı yurt olarak tutulan yerler Kumru Kaymakamı Üzeyir Yılmaz’a gezdirilerek kendisine bilgi verildi. Kumru Kaymakamı Üzeyir Yılmaz öğrencilerle bir süre konuştuktan sonra çok güzel faydalı bir iş başarıyorsunuz. Kız çocuklarımız adına yaptıklarınızı tebrik ediyor, Kaymakamlık olarak yaptıklarınıza destek olacağını ifade etti.


Hayırda Gönüllü ve Gazeteci Murat Yüreklinin yoğun çabaları sonucu Ramazanın ilk günü durumdan haberdar olan ve yardımlarını esirgemeyen esnaflara Belediyenin katkıları ile Kınalılar Aile Çay Bahçesinde bir iftar yemeği verildi. Davet edilenlerin tamamının hazır olduğu iftar yemeğinin ardından yukarda yazmaya çalıştığımız konular bizzat işin bilenlerince dünü ve bugünü ile davetlilere anlatıldı.


İftar Yemeğine Kumru Kaymakamı Üzeyir Yılmaz, Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek, Kumru Müftüsü Abdullah Pamuklu, Kumru Milli Eğitim Müdürü Abdulkadir Hocaoğlu, Kumru Çok Proğramlı Lisesi Müdürü Şükrü Dizek, Kumru İmam Hatip Lisesi Müdürü İbrahim Tatlıgül, Ak Parti İlçe Başkanı Hamza Karar, İl Encümen Azası İsmet Erçal, İl Encümen Azası Cemal Salgut, Deva Eczanesi Sahibi Eczacı Mehmet Bilgü, Karadeniz Haber Postası Kumru Temsilcisi Gazeteci Murat Yürekli ve bu satırların yazarı ile birlikte çok sayıda Kumrulu İş Adamı ve esnaf katıldı.


İftardan sonra, bu iftarda buluşmamızın nedenini ve açış konuşmasını Murat Yüreki yaptı…


Daha sonra Kumru Müftüsü Abdullah Pamuklu iki yılda yapılanları ve var olan durumu ve yapılması gerekenlerle ilgili geniş açıklamalarda bulundu. Kız öğrenci sayılarını ve okumak isteyen öğrencilere yapılması gerekenlerin neler olduğunu belirterek, iki yılda 98 milyar masraf yaptıklarını, katkı yapanları bir bir anarak kendilerin teşekkür etti. Bundan sonraki yapılması gerekenler için yardım talep etti.


Daha sonra İmam Hatip Lisesi Müdürü İbrahim Tatlıgül “ Öğrenci sayılarını belirterek okumak isteyen kız öğrencileri boş çevirmek istemediklerini, geleceğin annelerinin en azından bir lise bitirmek istemelerinin çok anlamlı olduğunu buna seyirci kalınmasının mümkün olmadığını ifade etti. Köylerde kız öğrencilerin ilköğretimden sonra okuyamadıklarını belirterek acilen bir kız yurduna ihtiyaç duyulduğunu bu konuda Kumru ve Kumru dışındaki iş adamlarının bunu yapacakları sözünü verdiğini, Kaymakamımızın ve belediye başkanımızın bu konudaki duyarlılıklarına öğrenciler adına teşekkür ediyorum dedi.


Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek ise “ Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada yardımdan kaçınmayacaklarını belirterek “bunun için kalıcı bir çözüm gerek derhal yurt yapılmasına başlanılması gerektiğini söyledi. İki yıldan bu yana belediye olarak bu öğrencilere gereken yardımın yapıldığını ifade ederek esnaflarımızdan bizi geri çevirenin olmadığını söyledi. Kumrudaki dışardan gelen esnafların ise bu yardımlara sıcak bakmadığını belirterek, hem Kumruda Kumrunun insanından kazandıkları halde bir kuruş yardım yapmadıklarının doğru bir durum olmadığını belirtti. Bu organizeyi yapanlara, katılanlara ve özellikle de Murat Yürekliye çok teşekkür ediyorum dedi.


En son konuşmayı Kumru Kaymakamı Üzeyir Yılmaz yaptı. Kumru Kaymakamı Üzeyir Yılmaz Konuşmasında “ Eğitimin önemine vurgu yaparak bu işe el atan kim varsa teşekkür ettiğini söyledi. Kumru Kaymakamı Üzeyir Yılmaz “ Siz Kumruda olup bitenleri pek bilemezsiniz. İnanın çocuklar okumak istiyor. Kızlar okumak istiyor. Geleceğimiz bu çocuklara aittir. Geleceğin güzelliği kız çocuklarımızın okumasından geçer. Çocuklarımız parasızlıktan okuyamıyor. Kızlarımız kalma yerleri olmadığından okuyamıyor. Ben bugün çocukların kaldıkları yeri gördüm. Gerçekten bu çocuklara sahip çıkmak lazım. Biz Kaymakamlık olarak zaten yardım ediyoruz. Bu çocuklara sahip çıkmazsanız büyük suç işlemiş olursunuz. Ve ben sizlere bunun hesabını emin olun sorarım…Ne kadar güzel bir şey yaptığınızı biliyorsunuz ki buradasınız. Eğitim için her zaman kaymakamlık olarak yanınızda olduğumu bilmelisiniz. Kızlarımız en azından bir Lise mezunu olmalıdır diyerek Tüm katkı yapan herkese ve öğretmenlerimize teşekkür ediyorum dedi.


Daha sonra bu yıl yapılacaklar için bir yardım kampanyası başlatıldı. Katılanların yoğun ilgisi ve parasal destek sözleri ile toplantı son buldu.

HABER VE FOTOĞRAFLAR : *Bekir AKKAYA-KUMRU

RAMAZAN-2006

KUMRU


©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Sessiz Şehir / Ekrem Saygı


EKREM SAYGI'NIN KALEMİNDEN "KUMRU" YA DA "SESSİZ ŞEHİR" YAZISI
SESSİZ ŞEHİR
Çok şükür ya rabbi  tesadüflerle dolu bu şehirde  hala ayakta isem, şükürler olsun demekten alamıyorum kendimi.  Gözlerim geçmişe ve geleceğe takılmış halde  kendimi ve bu şehrin insanlarını düşünüyorum.
                     Bu sessiz şehirde özden  yapılması gereken hiçbir hareket kalmamış  öz değerler varmış gibi gözükse de, sadece sözle ifade edilir hale gelmiş. Sevgi, diyalog, paylaşım, hoşgörü, huzur, dost, vefa, incelik, nezaket vs. bütün kuralların içi boşaltılmış ve sanal bir aleme doğru iyi, kötü, doğru, yanlış ne olursa olsun, hiçbir ayırım yapılmadan sadece hayatta kalma pahasına kendilerini bekleyen tehlikelerden habersiz sessiz bir yolculuğa doğru yol almaktadır bu şehir.
                       Unutmak ve unutturmak karabasan gibi çökmüş bu şehrin üzerine. Sanki yeni bir dönem başlamış duyarlı olmak sıfırın altına düşmüş bu şehirde. Ne formamızın üstüne yazılan ve yazdırılan reklamdan haberimiz var, nede oyun için oynatılan tiyatrodan, hep beraber anlamını bilmeden, anlamsız her şeyi alkışlayan seyirlik bir insan topluluğu haline geldi bu şehir. Aptallık mı, yoksa başka bir şey mi nedir bilmem ama olaylar hep anlık yaşanılır ve anlık unutulur bu şehir de. Anlamlar, paylaşmalar sisler altına gizlenmiş, varlıklar ve yokluklar belli değil, unutarak ve unutturarak, bilerek yada bilmeyerek ne olursa olsun her şeyi eyvallah dercesine kabullenip içine sokar ve sonra da karın ağrısından ve sancılardan kurtulamaz  bu şehir. Bu şehrin sokakları şaşkınlıklarla, hayretlerle doludur. Köyleri ayrı derttir bu şehrin sınırındaki kazık davasından kurtulamaz, kenti ayrı bir derttir bencillikten yol alamaz.  Acele ve telaşla, kaşla göz arasında hiç tanımadığınız ve yabancısı olduğunuz sokaklar haline gelir bu şehir. Kültür evlerinde öz değerlerine ters düşen tiyatrolar. Geçmişinde yaylalarında milyarlar karşılığı oynatılan dansözlere ev sahipliği yaptırır bu şehir. Ölümleri bile basitleşmiştir bu şehrin. Beraber olduğu, paylaştığı ve konuştuğu bütün ortamlar sanallaşmış özden uzak bir yaşam tarzı başlamıştır bu şehir de.
                    Doğru, yalnız başına doğru değildir. Doğrular İnsan gönlüne girince can bulur. Canı çıkarılmıştır bu şehrin, Doğrular girecek bir gönül arar bir sağlam yürek arar bu şehir de. Meyve olgunlaşınca tat bulur. Olgunlaşmamış meyve saman gibidir, Samanı da hafif bir rüzgar eser kaybolur. Rüzgârın önünde savrulan gazel gibi hedefini şaşırmıştır. Neyin doğru neyi yanlış, Olgunluğu ve hamlığı belli değil. Karışık bir kavram içersinde sessiz bir yolculuğa doğru sürükleniyor bu şehir. Bir kayboluş anında top yekün ayağa kalması gerekirken, yanındakini unutan iş işten geçtikten sonra haberdar olan, sanal birlikteliklerle, günü birlik  yaşantılarla bütün bir araya gelişler  gerçek anlamından uzak, zorunluluk ve menfaate dönüştüğü bir topluluk haline gelmiştir bu şehir. Olaylar karşısın da her şeyi sıradanmış gibi göstererek ciddiyetten uzak bir yaşam tarzı sürdürülür bu şehirde.
                       Belki bir gün gelecek, bir ses bu şehre pişman olursun dese de, artık çok geç olacak. Bu şehre ait değerler unutulunca ve bu şehir öksüz kalınca, bu şehrin bedelini kimler ödeyecek, kimler bu şehrin sorumluluğunu üstlenecek? Sanal bir yaşam tarzı sürdürülen bu şehirde, her gün kahır çekmemek için birazcık olsun o saf çocukluğunuz kaldı ise bu şehrin sokaklarını  ve beraber olduğunuz arkadaş ve dostlarınızın nabız sıcaklıklarını ölçerek, gözlerinizdeki ışığı  dostların aynasına yansıtarak, bu şehrin yaşamına ve kendi yaşantınıza yaşam ve heyecan katarak yaşamak lazım gelmez mi?  Eğer bunları yapamıyorsak, bu şehir de gelecekte ödeyeceğimiz birçok bedel var demektir.
                 Yaşadığımız yenilgiler bize yeter. Hadi var mısınız hep beraber ayağa kaldıralım bu şehri?...
                                                                         Ekrem SAYGI
                                                                     KUMRU-  22.06.2006


©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Kumru Haber Formunda Yazı Yayınlama /Bekir AKKAYA

KUMRU FORMUNDA RESİM VE YAZI YAYINLAMA
Bir Açıklama!
Kumru.Org internet sitesinde siz ziyaretcilerimizin katılımı amacıyla bir de form oluşturmuş bulunmaktayım. Formu oluşturduğum günden bu yana 44 ziyaretcimiz formumuza üye olmuş bulunmaktadır. Bu kadar ziyaretcimiz olmasına rağmen katılımın düşük olmasını ben bir nedene bağlamaktayım. Forma fotoğraf ve yazı eklemenin basit olduğu halde bilinmemesi. Bunu nerden anlıyorum. Kumru.Org'taki Ziyaretci Defterinden. Ziyaretci Defterimize yazanların sayısı bini geçmiş bulunmaktadır. Bu çok güzel bir durum. Zaman zaman defterde kısa yazmanın sıkıntısı bulunduğu gibi, fotoğrafta eklenememektedir. Bu nedenle Kumru formuna arzu ettiğiniz katagoriye istediğiniz resmi ve istediğiniz fotoğrafı koymak çok basit...Ve size çok basit yoldan Forma yazı ve fotoğraf ekleme...İlginiz için teşekkürler...
FOTOĞRAF EKLEME
www.kumru.org Sayfasına giriyoruz...
Sayfaya girdiğimizde KUMRU LİNK BANKASI BÖLÜMÜNDEN http://www.gezginler.net/link/linkler.cgi?pagename=kumruhaber "27 Numaralı Linke Formlara ResimEkleme bölümüne yani http://img352.imageshack.us/ sayfasına giriyoruz...Açılacak sayfada bilgisayarınızdaki fotoğrafı "gözat" denilen yere tıklayarak buluyorsunuz...Burada önemli olan şey resminizin uygun büyüklükte olması...Sonra bulduğunuz fotoğrafı "host it" denilen yere tıklayarak yüklüyorsunuz...Sonra orada gözükecek fotoğrafı hemen yanındaki adresi aktif hale getirerek maosunuzun sağına tıklayarak kopyala yapıyorsunuz..Sonra  kumru.org ana sayfadan formumuzun adresi olan form bölümünden http://www.kumru.forumkurdu.com/ form sayfasını açıyoruz...Formda Hangi sayfada fotoğraf ve yazı yayınlıyorsak ilgili bölüme tıklayıp açılan bölümden "YENİ KONU" bölümü yazan yere tıklıyoruz. Siz burayı tıklayınca sizden kullanıcı adı ve şifre istenecek. Eğer üye iseniz şifrenizi ve kullanıcı adınızı yazarak ilgili bölüme ulaşmak çok kolay...Eğer üye değilseniz üye olmanız gerekir. Ve üye olduktan sonra sayfa açıldığında....Sizin fotoğraflarınıza ya da yazınıza balık koyarak bir alta geliyorsunuz...Daha önce fotoğrafınızın link ini maosunuzla kopya zaten yapmıştınız. Ve sonra formda "img" ye tıklıyorsunuz..Sayfada bir "img" yazısı oluştu her halde. sonra öününe ilgili fotoğrafın adresini yapıştırıp sonra tekrar "img" ye basığınızda resim işi tamamdır. Resminizin linki    [/img]http://canimordu.sitemynet.com/mynet_resimlerim/boz_ara_.jpg[img] ise işlem tamam demektir...Ve en altta "GÖNDER" e tıkladığınızda fotoğraf yayınlanmış durumda olacaktır...Nasıl çok kolay değil mi?
YAZI EKLEME
İlgili yazıyı ilgili sayfadan alıyorsunuz. Sonra formun ilgili kategorisine geliyorsunuz. Ve yeni konu açıyorsunuz. Sonra yazınıza başlığı koyduktan sonra daha img ye filan dokunmanıza gerek yok. Yazıya kopyala- Formun sayfasına "yapıştır" diyorsunuz...Ve en sondaki göndere tıkladıktan sonra yazınız yayında...
Fotoğraf ve yazı ekleme
Aynı sayfada aynı işlemleri yapıyorsuuz...Resim koyarken mutla ilgili adresi iki img içersine koymak ve resmi sonra yapıştırıp yayınlamak...Hadi kolay gelsinnnn.Hapinize teşekkürler....
Bekir AKKAYA (2005) KUMRU

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Halil Hocada Sorumluluk Bilinci /Ahmet Çapku

AHMET ÇAPKU'NUN KALEMİNDEN

  • Halil Hoca’da Sorumluluk Bilincine Dair
‘Geline oyna demişler. Yerim dar, demiş. Yer açmışlar ve oyna demişler. Bu sefer de yenim dar, demiş.’ Bizim yörede halk dilinde kullanılan ve herhangi bir şeye istek duymadığı için o işten uzak durmak isteyen insanlar için kullanılan bir sözdür bu. Kimi öğretmen, cami hocası, sağlıkçı vs. herhangi bir yere tayin edilirken gönlünden ister ki, gittiği yer mesela ulaşım, güvenlik, üniversite, çalışma imkanı gibi yönlerden dört dörtlük olsun. Özellikle mahrumiyet bölgesi veya da ulaşımın zor olduğu köy ortamları ise o memur için çekilir gibi değildir. Gerçekten de insanın gönlü rahata ne kadar düşkündür! Armut piş ağzıma düş kabilinden tembelliğe karşı bir meyil vardır insanda. Bu nefs arzusu ancak ciddi bir iman-ahlak ve irfan eğitimi ile aşılabilir herhalde.
            Geçen günü bir genç arkadaşa şunu sordum: ‘Hayatta seni en çok kim sever?’ Hiç çekinmeden ve düşünmeden ‘annem’ cevabını verdi. ‘Pekiyi niçin?’ diye soruma devam ettim. ‘Çünkü ben onun çocuğuyum’, diye yanıtladı. ‘Evet, sen onun çocuğusun ve yaklaşımın da doğrudur’ dedim kendisine. Anneler çocuklarına, karşılık beklemeden sevgilerini, uykularını,
yemeklerini, emeklerini verirler. Müthiş bir cömertlik duygusudur bu! Dokuz ay karnında taşırlar, dokuz yıl büyütüp adam sırasına katarlar ve doksan yıl da evlatlarının kahrını çekerler. Cömertliğe adanan bir ömürdür onların hayatı. Cennetin anaların ayağına serilmesi herhalde böylesi bir hasbî cömertlik duygusu ve inancıyla ilgili olsa gerektir. Buna karşılık insanın, hayatta en çok sevdiği ve samimiyet duyduğu kişi de annesi olur şüphesiz. Özellikle yetişkinlik devrelerinde insanlar karşı cinse fazlasıyla meylederler. Fıtrî ve tabiî bir şeydir bu fakat ‘akıl yaşta değil baştadır ancak aklı başa yaş getirir’ sözü gereği iş döner dolaşır, kişi neticede anne sevgisinin yerini hiçbir sevginin tutmayacağı düşüncesinde karar kılar. Bu, annesinin ona karşılıksız verdiği sevgi ve emeğin yansımasıdır aslında. Şu haliyle anneler, evlatlarına sevgi, umut, emek…vermiş olmakla onları imar etmiş ve evlatlarına ömür vermiş olurlar ve böylece hayat kalıcılığa kavuşmuş olur. Sahi anne sevgisi olmasaydı herhalde hayat devam etmezdi.
            Böylesi bir girizgahtan sonra Halil Zeki (Tatlıgül) hocamızın görevinde sorumluluk anlayışı bahsine geçiş yapabiliriz. Rizeli Mustafa (Yıldız) hoca, talebesi Halil hoca ile ilgili olarak güzel anektodlar vermişti bana kendisiyle yaptığım bir söyleşide. Onlardan biri şöyledir:
‘Çay topluyoruz bizim tarlada. Bazen havalar kararıyor ve yağmur yağıyor. Çay toplarken bile bizim Halil bana, sürekli Arapça kelimeler soruyor, onların gramer kaidelerine dair soru üstüne soru yağdırıyor. Çay topluyoruz ama böylece ders de devam etmiş oluyor. Yağmur yağıyor, ıslanmaya başlıyoruz. Haydi Halil, ıslanacağız, gidelim artık diyorum fakat o, hocam ne olursunuz, şu kelimeyi de tahlil edelim, şunu da bunu da derken iyice ıslanıyoruz. Böyleydi bizim onunla hoca talebe münasebetimiz. Islanma pahasına ders, çay toplarken bile devam ederdi…’
Halil hoca, Mustafa hocadan Arapça icazetini aldıktan sonra memleketine (Çokdeğirmen Köyü) gelmiş ki, onun gelişi de apayrı bir konudur. Zira üç yıl boyunca (ilmî çalışmasına sekte vurmasın diye olsa gerek) Rize’de okurken izini tozunu kaybettirmişmiş! Babası, oğlunun dönüşünü, sevincinden kurban keserek karşılamış! Halil hocanın yolu günün birinde Çatak’a (şimdiki İslamdağ) düşmüş ve orada eskilerin tabiriyle ‘mektep hocası’ olarak tutulmuş. Önce iki odalı bir ev temin edilmiş. Bir odasında henüz hayatının baharında Halil hoca oturuyor öbür odada dersler yapılıyor. Hoca efendi, talebeleriyle yemek yapıp yer, kimi zaman aç kalır ama kimseye bu babda bir şikayeti yoktur. Önce iki kişi olan talebeleri dörde, sekize ve nihayet ellilere çıkıyor. Sığmıyorlar odaya. Başka bir yere geçiş yapıyorlar. Nihayet Kur’an kursu yapılmasına karar veriliyor. Talebelerin sayısı gün geçtikçe artıyor. İnşaat hızla tamamlanıyor. Halil hocanın gecesi gündüzü belli değildir hizmet adına. Zaten o, ömrünü hizmete adamış biridir hayatı boyunca. Talebelerin yetiştirilmesi, etraf köylerde cenaze, mevlid, nikah merasimleri, dargınların barıştırılması, fetva işleri, sağ sol davalarının olduğu muhataralı devrelerde çekilen sıkıntılar, Kur’an kursunun yanına yapılan cami ve bütün bunların gelir gider işlerine bakılması, hocaya yakınlık peyda etmek ve onun sohbetine, özel duasına mazhar olmak için sürekli gelip giden misafirler… Ez cümle hayatında doğru dürüst doyasıya uykusu bile olmamış Halil hocanın. Kimi zamanlar sabah namazı sonrası falan köye filan (cenaze…) için giden hoca, ikindi sonrası kursa gelir ancak onu bekleyen en az on-onbeş misafiri vardır. Akşama belki yatsıya kadar onlarla ilgilenir, sonra da talebelere, gecenin on ikilerine kadar ders verir imiş. Yorulur, kimseye halini arzedemez, hastalıklar onu bir taraftan bunaltır ama o, her şeye rağmen gerek talebelerle ilgisini, gerek çevreden gelen sevenleriyle münasebetlerini, gerek ailesi ve çocuklarıyla olan birlikteliğini ve gerekse özel zikir-virdleriyle sürekli bir akış içinde adeta bir koşturmaca halinde görevine devam etmiştir.
            Görev saatini, kendisine memuriyet kanunu icabı belirlenen saatler olarak tayin eden nice hoca-memur görmüşümdür. Sabah sekiz akşam beş memurlarıdır sözünü ettiğimiz kişiler. Fakat Halil hoca ve Terme’deki benim de hafızlık hocam Niyazi (Kasapoğlu) hocada böylesi bir zaman tahdidi söz konusu olmamıştır. Niyazi hocamdan örnek verecek olursak, kışın gecenin onunda onbirinde evine gider, sabahın o ayazlı soğuk gecelerinde dört dörtbuçuklarda kursta biterdi. Sabah ezanı okunurken hafızlık talebelerinin derslerinin neredeyse üçte ikisinin dersi dinlenmiş olurdu! Her yıl ve her zaman böyleydi onun ders anlayışı. Halen de öyledir. Mesai mi? Mesaiyi melekler yazıyordu. O kadar! Nitekim Halil hocamızın, rahmetli olmadan evvel, ‘ben ölürsem siz, Termeli Niyazi hocaya gidiniz’ dediğini bana Niyazi hocam söylemişti geçen yıl kendisiyle yaptığım bir sohbette. Hasılı bir insanın ve hele bir talebenin gönlünü nasıl İslama kazandırabiliriz kaygısını sürekli yaşamış biri olarak karşımıza çıkar Halil hoca ve onun gibiler. Nitekim Çatak’a geldiği ve talebelerinin sürekli artışı karşısında o civarın önde gelenleri ona; ‘Hocam, gelin sizi kadrolu olarak buraya tayin ettirelim’ dediklerinde Halil hoca; ‘yahu bu biraz bana (teftiş vesaire açısından) sıkıntı getirir. Siz, benim karnımı doyurun yeter. Ben sizden başka bir şey istemem ki…’ diyerek onların bu talebine bir şekilde karşı durmuşmuş. Ancak zamanla kadrolu olmuş ve hocanın tahmini i de bir şekilde tahakkuk ettiğini söyler onu yakından tanıyanlar. Hocamızın hayat hikayesini bilenlerden dinlediklerime göre o, bu noktada epey sıkıntılar çekmiş zamanında.
            Kimi insanlar/hoca-memur vb. istedikleri ortamı hazır bulamayınca bir an evvel o belde-bölgeyi terk etmeyi tercih ederler. Torpil, rapor vesaire ile ister ki hemencecik oradan uzaklaşıp biraz daha iyi bir yere geçsin. Halbuki böyle bir düşüncenin tam zıttı istikamette bir yaklaşım buluyoruz biz Halil hocanın zihniyetinde. Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmak hatta bir mum olup orayı aydınlatmak anlayışıdır bu. Etrafı, istenilmeyen bir yığın insan kaplamış olabilir fakat mühim olan, bu tür insanlara ilim-irfan, edep-erkan yönlerinden bir model, tutunacak, sığınılacak bir liman olabilmektir. Hakikaten hocamızın etrafı da böyle olmuştur. Halil hoca Çatak’a geldiğinde oraların epey sıkıntılı yerler olduğu söylenir. Fakat kendilerinden çekinilen nice insan bile, Halil hocayı görünce çeketinin düğmelerini ilikler, hoca efendinin karşısında saygı duruşuna geçer, hoca oradan geçerken onlara selam verir ve onlar da; ‘Hocam bir emriniz var mıdır?’ diye sevgi ve hürmetlerini beyan ederlermiş. Halk, yanlarına yaklaşmaktan korktukları bu tür insanların Halil hocaya karşı bu denli saygılı olduklarını görünce şaşa kalırlar ve, nasıl oluyor bu böyle, demekten kendilerini alamazlarmış. Bugün dahi İslamdağ beldesinden geçen ve Halil hocayı tanıyan pek çok şoför, arabasının müzik çalan teybini susturur ve muhtemelen içinden hoca efendiye bir fatiha gönderir, biraz aşağıya inince de teybini tekrar açar. Ben bunu şu hikmete bağlama eğilimindeyim: “Allah sevdiği bir kulunu başkalarına da sevdirir.”
            Memurîn sınıfından olan cami görevlileri ve diğer memurlara yıllık olarak yapılan zamlar konusunda Halil hoca; ‘Yahu devlet şu kadar memura bu kadar zammı nasıl bulup da veriyor acaba!’ demekten kendini alamazmış. Aslında onun bu sözünün altında kendisi de bir memur olarak ‘acaba ben, bu millete bu kadar maaşı alma noktasında ne verebildim ki, devlet bana bu kadar maaş veriyor. Hak edebildim mi sanki?!’ diye kendini hesaba çekmesi söz konusudur. Tam bir duyarlılık örneğidir bu yaklaşım. Bırakalım az maaş ve az verilen zam hikayelerini, bu aziz millete, üstlendiğim görev icabı ben ne verebildim düşüncesi vardır onun zihninde. Grev, görev ihlali, gereği yokken alınan raporlar, kafadan kullanılan izinler (!) ve buna benzer uygulamaların görev açısından Halil hocamızın zihninde acaba nasıl karşılığı vardı sorusunun cevabını bizatihi hocamızdan öğrenmeyi ne çok isterdim… Halbuki cami görevlilerinin maaşlarının diğer memur kesiminden daha aşağı seviyede olduğunu ve Halil hocanın aile fertlerinin sayısının kabarık oluşunu dikkate aldığımızda bu yaklaşımın daha bir önem kesbettiğini söyleyebiliriz.
            Hasılı emek olmadan yemek olmaz sözü gereği Halil hoca, mektep hocası olarak geldiği Çatak’ta Kur’an kursu, cami, küçük bir kütüphane, yüzlerce (belki binlerce?) talebe ve bir o kadar, sohbetlere katılan cemaat ve oluşturulan imanlı-ahlaklı-edepli bir muhit hediye etmeye muvaffak olmuştur. Tabi bunda hoca efendinin hasbî gayretleriyle gecesini gündüzüne katarak ve iman sevgisini ortaya koyarak yaptığı çalışmalar etkili olmuştur şüphesiz. Her başarılı erkeğin ardında başarılı bir hanımı vardır derler. Bu noktada hocamızın rahmetli hanımının da hocamızın hizmetlerine katkısı olmuştur kanaatindeyim. Çocukları (Abdulfettah ve Abdurrahman beyler) bunu ‘yüzde elli’ olarak düşünüyorlar, bana ifade ettiklerine göre. Benim bu tür hanımefendilere ‘sessiz kahramanlar’ diyesim geliyor. Toplumumuzun ruh hamurunu yoğuran sessiz ve fakat derinden işleyen ruh insanlarıdır onlar.
İmam Gazzâlî’nin âlimler için ‘dünya âlimi’ ve ‘ahiret âlimi’ ayırımı Halil hocayı anlamımız noktasında önem arzeder. Hüccetü’l-İslâm Gazzâlî, İhyâu ulûmiddîn isimli meşhur ve mâruf muhalled/(kalıcı-klasik) eserinde dünya âlimlerini, tabir yerinde ise nokta kadar menfaati için virgül gibi eğilen, ilmin şerefini ayağa düşürüp beş paralık eden ve böylece kendilerini ve toplumu perişan eden kişiler derekesine indirgerken; ahiret âlimlerini, hedefleri Allah rızası ve ahiret kaygısı olan sahici âlimler olarak nitelendirir. Konuyu İhya’dan alıntıladığımız bir örnekle izah edersek mesele herhalde daha bir netliğe kavuşmuş olur:
Mehran oğlu Abdullah’ın rivayetine göre: “Harunu Reşid hacca giderken Kufe’ye uğradı. Orada birkaç gün durdu. Sonra tekrar yola devam edeceğini ilan etti. Bu münasebetle halk, yolların kenarlarına, halifenin kafilesini seyretmek için döküldüler. Dökülenlerin arasında Behlül de vardı. Behlül yolun tam kenarında oturdu. Çocuklar ona çeşitli eziyetler edip, kendisiyle eğleniyorlardı. O esnada Harunu Reşid’in hevdeci çıkageldi. Çocuklar da Behlül ile eğlenmeyi bıraktılar. Hep birlikte halifenin kervanını seyretmeye başladılar. Harun, Behlül’ün hizasına geldiğinde Behlül gür bir sesle
-          Ey müminlerin emiri! diye bağırdı. Behlül’ün gür sesini işiten Harun, kendi eliyle hevdecin üzerindeki örtüyü kaldırdı ve:
-          Buyur ya Behlül! diye cevap verdi. Behlül devamla:
-          Ey müminlerin emiri! Nail’in oğlu Eymen, Amr kabilesinden Abdullah’ın oğlu Kuddame’den bize şu hadisi nakletti. Ravi der ki: Rasülüllahı Arafat dönüşü kızıl devenin sırtında gördüm. Önünde ne kimse dövülür ne de kovulur ve ne de ‘yol açınız, yol açınız’ diye bağırılırdı. Ey müminlerin emiri! Bu seferinde tevazu göstermen, kibir ve azamet göstermenden daha hayırlıdır. Ravi der ki: Bunun üzerine Harunu Reşid göz yaşları yere dökülecek derecede ağladı. Sonra dedi ki:
-          Ya Behlül! Allah senden razı olsun. Bize daha fazla nasihat eder misin? Behlül:
-          Ey müminlerin emiri! Evet daha fazla nasihat yapayım. ‘Bir kişi ki Cenab-ı Hak ona servet ve güzellik vermiştir. O da verilen servetten infak ediyor ve güzelliğinde de afif davranıyorsa, o kimse Allah’ın divanında iyilikle beraber kaydedilir. Harun:
-          Güzel söyledin ya Behlül! dedi ve ona büyük bir hediye takdim etti. Buna karşılık Behlül şu cevabı verdi:
-          Ey müminlerin emiri! Şu hediyeyi nereden almışsan götür, asıl sahibine ver. Benim ona ihtiyacım yoktur! Harunu Reşid:
-          Ey Behlül, eğer borcun varsa söyle de ödeyelim. Behlül:
-          Ey müminlerin emiri! Kufe’de çokça bulunan şu ilim ehli ittifakla der ki: Borcu, borç ile eda etmek caiz değildir! Harunu Reşid:
-          Ya Behlül, sana yetecek ve seni çalışmaktan müstağni kılacak bir maaş bağlayalım sana! Ravi der ki, bu sözler karşısında Behlül Dânâ [Bilge Behlül] başını kaldırıp göklere baktı ve şunları söyledi:
-          Ey müminlerin emiri! Ben de sen de Cenab-ı Hakk’ın efrad-ı ailesinden birer ferdiz. Seni hatırlayıp sana vermesi ve O’nun beni unutması muhaldir/imkansızdır! Ravi diyor ki, bu manzara karşısında mat olan Harunu Reşid perdeyi hevdecin üzerine sarkıttı ve yoluna devam etti. (Bkz. İhyâu ulûmiddîn, çev. Mehmed A. Müftüoğlu, İstanbul 1993, Tuğra neşr., c. II, sf. 792-793)
Dikkat edilirse yukarıdaki hikayede büyük bir âmir/yönetici ile halkın deli gözüyle baktığı ve fakat gerçekte veli olan Behlül’ün arasında geçen mühim konuşmalar vardır. Hakkı, hakikati olduğu gibi yalın haliyle en zirvedeki yöneticiye anlatan/aktaran bir âlim ile onun kadr u kıymetini takdir edebilen büyük bir âmir manzarası vardır karşımızda. Âlimden akıl-nasihat isteyen ve bunu bir erdem olarak telakki eden bir âmir zihniyeti taşır Harunu Reşid. Âlim, bedendeki beyin gibidir. Beden/âmir ise beyinin talimatlarını uygulama, icra mekanizmasıdır. Ne zaman ki, beden, beynin görevini de kendinde görür, üstlenirse kaçınılmaz olarak işler birbirine karışır ve sarpa sarar. Daha da vahimi, beyin, bedene yanlış talimatlar verdiğinde (dünya âlimi) o bünyenin zaafa uğraması ve fesada/bozuluma uğraması da izahtan varestedir. Onun içindir ki büyük İmam Gazzâlî, meseleyi şöyle düğümlüyor âlim ve âmir (bilge insanlar ve yöneticiler) arası münasebet konusunda:
“Âlimler niyetlerini Allah için halis kıldıklarında, konuşmaları taştan daha katı bulunan kalblere tesir edip o kalpleri yumuşatır… Şayet onlar (âlimler) doğruyu söyleseler ve ilmin hakkını verseler muhakkak felaha kavuşurlar. Şu halde halkın fesada gitmesi (ahlak ve insanlık haysiyeti noktasında bozulması), onların idarecilerinin (âmirler) bozulmasına bağlıdır. Âlimlerin bozulması ise dünya ve dost kazanma sevgisinin onların kalplerini istila etmesine bağlıdır. O kimse ki, dünya (ve dünyalık) sevgisi nefsine galip gelmiştir, o, en rezil ve düşük insanlara karşı bile uyarıcılık (nasihat) vazifesini yapmaktan aciz kalır. Nerede kaldı ki böylesi bir âlimin devlet yöneticileri (mülûk) ve dünya büyükleri (ekâbir) karşısında etkili olabilsin!” (İhya, II, 796)
Demek ki, bir toplumun ıslahı ve felahı/kurtuluşu, âhiret âlimlerine bağlıdır. Onlar âmirleri ve halkı ‘hakikat’ noktasında bilgilendirir ve yönlendirirler. Bu olmazsa âmirler bozulur. Âmirler bozulunca (balık baştan kokunca) halk bozulur. Böylece toplum fesada uğrar ve orası yaşanmaz hale gelir. Gazzâlî’nin tezi bu şekildedir. Bu verileri dikkate aldığımızda Halil hocamızın, etrafında ve hatta âmir tabaka arasında niçin bu denli etki bıraktığını, onun, Gazzâlî’nin tabiriyle, ‘âhiret âlimi’ oluşu sıfatında bulabiliriz kanaatindeyim. Bununla birlikte Halil hocanın ‘ilm-i tevâzûa’ bürünmesi de apayrı bir husustur. Meyveleri olgunlaştıkça dallarını aşağı eğen ağaç gibi hoca efendi, tam bir tevâzu ehli insan olmuştur. Onun hayatı üzerine muhterem pederim (Mehmet Çapku) ile hemen her konuşmamızda babacığım bana şunları söyler: “Oğlum! Halil hoca vaazlarında, anlattıklarını sanki kendine söylüyor ve o mecliste herhangi bir hatalı, kusurlu biri varsa o kendisi imiş, başkaları ise tertemiz imiş gibi bir halet-i ruhiyeye bürünür ve bu doğrultuda konuşurdu. Halbuki kimi hocalar vaaz kürsüsüne çıkınca kürsüyü yumruklar, bağırıp çağırır ve sanki camide, mecliste suçlu ararmış gibi konuşurlar. Halil hoca ise Allah’ın garip bir dervişi gibi idi.”
 Hoca efendinin notları arasındaki bir belgedeki şu şiir de bunu yansıtır niteliktedir:
“Min kelâmi ulemâi’l-âhireti [ahiret âlimlerinin sözlerinden]:
Eli boş gidilmez gidilen yere
Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımla pek güç getirdim
Hocamızın kabrinin baş taşına yazılan şiir de aynı minval üzeredir:
Dilerim bakmaya Rabbim yüzümün karasına
Merhem-i rahmet süre masiyetim yarasına
Kereminden ne kadar mücrim isem kesmem ümid
Giremez kimse Efendiyle kulunun arasına
Aşağıda vereceğimiz belge, Hoca efendinin tevazu sahibi ahiret âlimi oluşu vasfının ve ‘sorumluluk bilincinin’ çok açık bir örneğidir diye düşünüyorum. Ömrünün son aylarında (vefatından iki ay önce) Hicaz’a, muhtemelen Ramazan’da umre haccına, giden Halil hoca, oradan, henüz onbeş yaşlarında olan ikinci oğlu Hacı’ya (Abdurrahman), şu mektubu göndermiştir.
            “Esselâmü aleyküm
Oğlum Hacı! Selâm eder, hepinizin gözlerinden öperim. Oğlum biz sekizinci gün diyende Mekkeye geldik. Yollarda çok kaldık. Arabistan sınırında tam kırk saat kaldık. Hacdan daha zor oldu. Ben böyle sanmıyordum. Cenabu Hakk nasib etti elhamdülillah.
Oğlum! Bizim evimizin telefonu otomatik olmadığından konuşamıyoruz. Çok denedim amma olmuyor. Ne ise benim size fazla diyeceğim yokdur. .…..’le[1] Ahmed Ali’ye ağabeylik yap. Annenin dediğinden çıkma. Namazlara mutlaka camiye git. Benim olmadığımı belli etme. Hepinize mukaddes topraklardan selâm gönderirken hepinizin gözlerinden öperim.
Esselâmü aleyküm.
Babanız H. Tatlıgül.
İmza
Mart 2. 1990
[Not: Mektuptaki vurgular bize aittir. A. Çapku]
Halil hoca Hicaz’a resmi izinli olarak gitmiş olmasına rağmen, gerideki hizmetlerin aksamadan yürütülmesine refakat etmesi ve kendi yokluğunu hissettirmemesi için ikinci oğlu Hacı’ya mektup yazıp hizmetin devamını arzu ediyor. Tam bir sorumluluk bilincine sahip âlim ve fazıl bir insan örneği vardır bunda. Sahiden böylesi âlimlere, hocalara ve büyüğümüz yerinde olan insanlara ne kadar ihtiyacımız vardır bugün! Elleri öpülesi insanlardır onlar. Bizim insanımız, sevdiği biri vefat edince onu evliyalık makamına yükseltir, der Ahmet Hamdi Tanpınar. Öyledir gerçekten. Fakat Halil hocamızın keramet ehli olduğuna dair pek çok rivayet dinlemiştim onu tanıyanlardan. Onun bu kadar sevilmesi bile bir keramet değil midir?... (Sevmeyeni yok muydu, elbette onlar da eksik olmamıştır. Fakat iman taşıyan hemen herkesin onu sevdiğine tanığız sadece.). Hoca efendi başta talebeleri olmak üzere etraf köylerdeki pek çok insana dini anlatma ve sevdirme noktasında durmak bilmeksizin gayret etmiş ve onlara İslam sevgisini kazandırmaya çalışmıştır. Kim bir şeye ne kadar emek sarfederse o şeyi o kadar sever ve onu sevdirebilir. Pekiyi acaba hocayı yakından tanıyanların hocaya olan sevgi derecesi nedir diye sorulacak olursa şunu söyleyebilirim. Kendisini tanıyan ve sevenlerle yaptığım pek çok söyleşide, ona talebe olmuş ya da onunla şöyle böyle hatırası olmuş insanlar, o özel ve güzel anları sanki tekrar yaşıyorlarmışçasına bana anlatırlarken göz yaşlarına hakim olamıyorlardı… İşte bu nokta, Hoca efendiyi tanıyanların ona dair duygu ve düşünceleri hususunda insana her şeyi özetleyen, sözün bitip sükûtun başladı yerdir…
Hasılı bizler, dünyaya bir kez gelen insanlar olarak ‘iman-ahlak ehli bir insan evladı’ olarak kaldığımız ve bunu sevdirebildiğimiz oranda Hakk ve halk gönlünde yer edebiliriz. ‘Efendim bu devirde olmaz, çok zordur’ gibi mazeretlerle sadece kendimizi avutabiliriz. Çünkü önümüzde Halil hoca gibi bir numûne duruyor, gönül verilirse bu işin olabileceğine dair. Zaten onu büyük kılan da bu zor zamanda bize, elle tutup gözle görebileceğimiz bir numûne oluşu değil midir?
Allah kendisinden, ehlinden ve onun yetişmesine katkıda bulunan herkesten razı olsun. (âmîn).
Ahmet Çapku
19.07.2006
Üsküdar

[1] Kaleme alınan mektup Hoca efendinin mahremiyet dairesi olan ailesi ve çocuklarına aittir. Dolayısıyla edebe aykırı olur endişesiyle hanım kızının ismini vermeyi uygun görmedik. Hoca efendiden dört yıl sonra rahmet-i Rahmân’a kavuşan, ‘zevcesi’nin mezar taşına da hanım teyzenin ismi, edeben kaydedilmemiştir. (A. Çapku)
©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©