8 Şubat 2007

HANGİ YANLIŞTAN YANA OLALIM? / ABDULLAH ÖZBEK

Bir zamanlar iki tarih hocamız vardı… Birisi, “Osmanlı padişahlarının bir ikisi hariç, hepsi delidir.” derdi… Öbürü de, tam tersini söylerdi…
Biz tabi, ne yapacağımızı şaşırırdık. Kim deli, kim veli?
Hadi, teker teker geldiklerinde, iş kolay. Ya ikisi birden gelirse? Bu sefer, delilerle veliler birbirine karışacak… Seç, seçebilirsen… Bir de işin, iki yüzlülük yanı var tabiî ki… İşte, dananın kuyruğunun koptuğu yer!..
Bu tip kaprisli öğretmenlerin öğrencisi olmak, gerçekten çok zordur. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık…
Ama daha sonra, hayatın pek çok kesiminde, bu çelişkilerin yaşandığına şahit olduk. En başta da siyaset ve medya alanında… Üstelik tam bir kara mizah örneği sergilenerek… Birisinin “ak” dediğine, bir diğeri, hiç düşünmeden “kara” diyebiliyor… Bunu sorgulayınca da,
“demokrasi gereği” diyorlar. Modernlik de işin cabası…
Bakınız, bir de ne diyorlar?
Müsademe-i efkârdan Barika-i hakîkat doğar!.. Yani, fikirlerin çarpışmasından, hakikat (şimşekleri) meydana çıkar…
Tamam, buna bir itirazımız yok. Yalnız, şu soruyu kimse sormuyor:
Ya çarpıştırılan fikirler değil de, sadece hırslar, bilgisizlikler, bedenler, kaba kuvvetler ise? O zaman nasıl hakikat ortaya çıkacak? Olsa olsa, kinler, husûmetler, yaralar ve ölüler ortaya çıkar… Nitekim çıkmıştır da…
Bir keresinde, bir zamanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da yapan tecrübeli siyasetçi Ferruh Bozbeyli’yi (1927-…) dinlemiştim. Tabiî ki o zaman, siyaseti bırakmıştı. Üniversite öğretim elamanları ve öğrencilerinin bulunduğu bir salonda, aynen şöyle diyordu:
—Biz siyaset yaparken, muhalifimizin “ak” dediğine mutlaka “kara” derdik. Siz böyle yapmayınız!..
Ne zaman diyordu bunu? Av avlandıktan, tav tavlandıktan sonra… Ülkenin geleceği olan gençlik, bir hiç uğruna birbiriyle kavga ettirildikten sonra… Liderlerin birbirleriyle anlaşamamaları yüzünden, maddi ve manevi kaynaklar heba olduktan sonra… Anarşi ve terör yüzünden, nice ocaklar söndükten sonra… Analar ve babalar bağrına taş bastıktan sonra… On iki Eylül 1980 ihtilali ile pek çok taşlar yerinden oynadıktan sonra…
Acaba, Bozbeyli’nin düştüğünü söylediği hatalara bugün düşülmüyor mu?
Yoksa damdan düştüğümüz için akıllandık mı?
Nerde?..
Biz damdan düşeriz… Sonra döner, bir daha düşeriz… En sonunda zaten alışkanlık haline gelir… Ve damdan düşmeyi öğrenmiş oluruz!.. Hem de çok kolay bir şekilde…
Bunu anlamak için, isterseniz, medyaya bir göz atalım.
Günümüz siyasetçilerinden birisi, medyaya intikal eden şekliyle şöyle bir açıklama yapar:
“Suç artışı ekonomiyle değil, ahlâkla ilgili”[1]
Öyle anlaşılıyor ki bu ifade, suçların artışıyla ilgili sebepler konuşulurken söylenmiştir. Alıntı yapılan cümleye bakılacak olursa, denilmek istenen şudur:
Suçların artış sebebi, ahlâksızlıktır… Ekonomik bir sebebe bağlamak doğru değildir…
Diğer taraftan, bu sözün hangi ortamda söylendiğini bilmiyoruz. Önü, arkası var mı? Bir tarafları kırpılmış mı?
Yalnız biz, sadece şu soruyu sorabiliriz:
Bu haliyle, bu söz ne kadar doğru, ne kadar yanlış? Bilimsel bir değeri var mı? Hukukî, ahlâkî, kültürel, psikolojik ve sosyolojik gerçeklere ne kadar uygun, ne kadar değil? Haliyle, günümüz insanının anladığı anlamda bir siyasî değeri, konu dışında tutuyoruz.
Ama böyle bir değerlendirme yapan pek de yok…
Bir medya mensubu, bu fikre fena halde içerliyor. Adeta, okul münazaralarında olduğu gibi, tam tersi bir iddiaya yer veriyor… Ne diyor, bakınız…
“İnsanlar aç kaldıkça ahlaksızlığa ve suça yönelir.”[2]
Ne demek istiyor, bu sözüyle? Aç kalan insanlar hem ahlâksız olur hem de suç işler, demek istiyor…
Bir başka medya mensubu işi bu noktada bırakmayarak, daha da ileri götürüyor. Önce, ekonomi ile ahlâk arasında ilişki kuran siyasetçiye verip veriştiriyor; sonra da, fırsat bu fırsattır deyip, din eğitimine yükleniyor…
Bu memlekette, yıllardır, zorunlu olarak “Din Kültürü ve Ahlak Dersi” okutuluyor, dualar ezberletiliyormuş… Ve yine de büyük kentler yaşanmaz hale geliyormuş…[3]
Ne olacak şimdi?
Bu söz ve tutumların hangisi doğru? Bir tarafın “ak” dediğine, diğer taraf, hiç düşünmeden nasıl “kara” diyebiliyor? Bu düz mantıkla, işin içinden nasıl çıkılacak?
Şimdi, biraz insaf ve aklıselim (sağ duyu) ile meseleye bakmaya çalışalım…
Ekonomi, ahlâk ve suç?
Bunların hangisi sebep, hangisi sonuç?
Kim kimi doğurdu?
Tavuk yumurtayı mı, yumurta tavuğu mu?
Şunu hemen söyleyelim ki, dünyadaki sınırlı kaynakları adâletsiz bir şekilde dağıtmak, pek çok problemin, yani ahlâksızlığın tetikleyicisidir. Öte yandan, böyle bir uygulamanın kendisi zaten bir insanlık suçudur. Bu suçun işlendiği yerde, diğer suçların esamisi bile okunmaz!
Yalnız hukuk da, ahlâk da, din de, bu problemleri çözme iddiasındadır. Onun için, ekonomik meseleleri ele alırken, bunları kesinlikle göz ardı edemeyiz.
Şimdi soralım…
Ekonomi ile ahlâkı birbirinden ayrı düşünmek mümkün mü?
Elbette ki hayır…
En azından bir ekonomi, hukuk, sosyoloji, kültür ya da tıp tarihine birazcık göz atılsa, ekonomi ile ahlâk arasında nasıl bir ilişkili olduğu, nasıl birbirini etkilediği, açıkça görülür.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok. En basitinden, atasözlerimize bile baksak, problemi çözeriz… İşte bir kaçı:
Aç ayı fırın yıkar.
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez.
Aç anansa (atansa) da kaç.
Aç ayı oynamaz…
Aç elini kora sokar.
Açın imanı olmaz.
Açın karnı doyar, gözü doymaz.
Aç ile eceli gelen söyleşir.
Aç kurt aslana saldırır.
Aç kurt yavrusunu yer.
Aç ile dost olayım diyen, peşin karnını doyursun.
Şüphesiz bu hikmetli sözler, büyük bir tarihî tecrübenin ürünüdür. Bir anlamda Hz. Peygamber de, açlık ve fakirliğin, kişinin imânını tehlikeye sokacağına dikkat çekmiştir.
Devlet adamlarına nasihat için yazılan ya da tavsiye edilen pek çok siyasetname türü kitaplarda da, fakirlik ve açlığın tehlikesine dikkat çekilmiştir.
Görülüyor ki, açlığın ve yoksulluğun pek çok ahlâksızlıklara ve suçlara ittiği bir gerçektir. Buna kimsenin sözü olamaz… Yalnız, bu yaklaşım tarzı, konuyu bütünüyle izah etmekten uzaktır.
İsterseniz bir de tok ayılara bakalım…
Onların fırın yıkmayacağını kim garanti edebilir?
Biri açlıktan yıkarken, öteki de, gözüne hoş görünmediği için, manzarasını engellediği için, sırf güç gösterisi için, pekâlâ yıkabilir. Hem de hiç gözünün yaşına bakmadan… Hatta onlar, sadece fırın yıkmakla tatmin bile olmazlar.
Onların, ne yuvalar ne şerefler, ne haysiyetler, ne toplumlar ve medeniyetler yıktığı herkesçe bilinmektedir. Belki de asıl soyguncu, asıl kapkaççı, asıl madde bağımlısı bunlardır!..
Peki, öyleyse, neden hep aç ayıların üstünden problemlere bakılır, ideolojiler oluşturulur, insanlar kamplara ayrılır? Tok ayıların yıktıklarının enkazı altında kalan insanların iniltisine neden kulak verilmez?
Şu bir gerçektir ki, tek taraflı bakışın sıkıntılarını, başta biz olmak üzere, bütün insanlık çekmektedir. İnsanı da, problemleri de bir bütün olarak ele almak gerekir.
Bizim düşüncemiz, ne aç, ne de tok ayı üzerine oturmalı. Asıl mesele, ayıların haklarına riayet edilerek kontrol altında tutulmasıdır.
İşte o zaman eleştiriler, reddetme değil, bir tamamlama görevi görür.
Bu anlayışa ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kavrayabilsek!..


[1] Bak. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=217524&tarih=05/04/2007 ; http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yazidetay.asp?AuthorID=89&ArticleID=5020 (Erişim Tarihi: 7 Nis. 07)
[2] Bak. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6265214&tarih=2007-04-04 (Erişim Tarihi: 7 Nis.07)
[3] Bak. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=217524 ; (Erişim tarihi. 5 Nis. 07)

Prof.Dr.Abdullah ÖZBEK/KONYA
www.abdullahozbek.org
abdullahozbek@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...