Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

29 Ocak 2021

Kumru İlçesi /25 Ocak 2021

Kumru İlçesi
Fotoğraf : Bekir AKKAYA
Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız...


............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Kumru İlçesi /25 Ocak 2021

Kumru İlçesi
Fotoğraf : Bekir AKKAYA
Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız...


............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

27 Ocak 2021

Neye bakıyorum ki?



............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Neye bakıyorum ki?



............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Makbuleye baktık! Yemedik içmedik...Çok ileriye gitmedik Vallahi kokladık

Makbuleye baktık! Yemedik içmedik...Çok ileriye gitmedik Vallahi kokladık

Maklube Sohbetlerinden...(16 Fotoğraf)
















............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Maklube Sohbetlerinden...(16 Fotoğraf)

26 Ocak 2021

Ordu İmam Hatip Lisesi’den Hatıra -(1978)

Ordu İmam Hatip Lisesi öğretmen ve öğrencilerinin öncülüğünde 1978 yılında MTTB’nin yapmış olduğu deneme sınavlarından sonra Ordu Lisesi’nin önünde aşağıdaki fotoğraf çekilmiştir. Fotoğraf bize o yıllarda hep öncülük yapan aktif Akıncılar ve MTTB’nin Ordu’da  fikir ağabeylerimizden Yakup Kırca’nın facebook sayfasından alınmıştır.

         O günün öncü hocalarımızdan bir kaçı bu fotoğrafta yer almıştır. Fotoğrafta bulunanlar: ?, Yakup Kırca,

Kemal Öner, ?, ?, İdris Naim Şahin, Ramadan Gökten, Mehmet Çalışıcı, ?,  Mehmet Gudu (Osmanoğlu), ? , Hamdi İnan, Adem Köse, Mehmet Ali Kılıç, ? , Ahmet Karagöz. Soru işaretli kişiler tarafımdan tanınamamıştır. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara uzun ömürler diliyorum. Yakup Kırca ağabeye de Kumru’dan selamlarımı iletiyorum.

         Bekir AKKAYA /26.01.2020/ KUMRU

        https://bekirakkaya.blogspot.com/,    https://kumrubelgesel.blogspot.com/

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Ordu İmam Hatip Lisesi’den Hatıra -(1978)

Ordu İmam Hatip Lisesi öğretmen ve öğrencilerinin öncülüğünde 1978 yılında MTTB’nin yapmış olduğu deneme sınavlarından sonra Ordu Lisesi’nin önünde aşağıdaki fotoğraf çekilmiştir. Fotoğraf bize o yıllarda hep öncülük yapan aktif Akıncılar ve MTTB’nin Ordu’da  fikir ağabeylerimizden Yakup Kırca’nın facebook sayfasından alınmıştır.

         O günün öncü hocalarımızdan bir kaçı bu fotoğrafta yer almıştır. Fotoğrafta bulunanlar: ?, Yakup Kırca,

24 Ocak 2021

Örgütlü toplum mu? Demokratik toplum mu/ Cemalettin Yaktı

"İş örgütlenmede değil o örgütlenmenin bireyin gelişiminin ne kadar önünü açmadığında. Feodal bir yapıyı örgüt diye yutturmada değil, demokratlıkta."

            Öncelerden örgütlü toplumun faydaları üzerine ne kadar makaleler okuduk. Ne kadar konferanslar dinledik. O kadar çok tartışmalarda bunu savunduk ki sayısını hatırlayamam.

    Örgütlü olmanın hak aramadaki gücü, almadaki mahareti ,ikna ediciliği vs. Yaşam tecrübesi ile bilgi arasında tam

bir paralellik olması lazım. Bilgi yaşam tecrübesinin denetiminde ona kılavuz, onun yandaşı, onun en keskin muhalifi ve de yaşam tecrübesinin en sadık talebesi olmazsa işe yararlığı açısından eksiklikler içerir.

           Örgütlenme deyince aklımıza demokrasinin gelmesine nasıl alıştırıldık bilemem. Bazen öyle yanılgılar içine giriyoruz ki örgütlenirsek ,bir araya gelirsek sorunlar kendiliğinden çözülecek, halloluverecek gibi. Fakat örgütlenme öyle başka sorunları beraberinde getiriyor ki eski sorun; eskisinden de beter bir sorunlar yumağı haline geliyor. Salt örgütlenme amaç halini alınca örgütlenme için başta var olan amaç yitip gidiyor. Bizim toplumumuz tarih boyunca hep örgütlüydü zaten. Hiç bir tarihte örgütsüz olmadı ne yazık ki?

Aile, sülale, dergah, tekke,tarikat,parti,lonca,ahilik,mezhep, hemşerilik,bölgecilik,boy,soy,mülkiyelilik,tıbbiyelilik,memurluk,karayolculuk vs. Peki bizim yüz yılardır yarattığımız bu örgütlenmeler neden sorunlarımızı çözmedi? Batıdaki örgütlenmelerin hepsi bizde eskilerden beri mevcuttu. Ya onlarla aynı zamanlarda ya da çok fazla zaman aralığı olmadan mevcuttu. Bizim toplumumuz en eski tarihlerden beri her konuda örgütlenmeyi doğal bir davranış olarak benimsemiştir. Hatta örgütlenmeyi toplumsallaşma olarak algılamıştır. Biz cemaat olmayı her zaman sevmişizdir. Araştırın bakın ,sorun soruşturun bu böyle.

Peki o zaman neden kendimizin eskiden beri derin tecrübelerimiz olan bu konularda, eskilerimize dönüp bakmıyoruz? Aslında bu günkü bilinenin tersine tarihte hiçbir toplum bizim kadar örgütlü bir toplum olmadı. Biz padişahlar mı devirmedik? İsyanlar mı çıkarmadık? Bizim taşımızdan toprağımıza, fikrimizden zikrimize kadar her şeyimiz örgütlüydü.

Bizim asıl derdimiz işte bu örgütlerden kurtulmak olmalıydı. Biz birey olamadık bu örgütler yüzünden. Hala da olamıyoruz. Onun içinde hiçbir şeyde başarılı olamıyoruz. Aynı tip yaşantı, aynı tip düşünüş, hatta ve hatta aynı tek “üniforma” giyiniş bizde.

Toplumumuzda o kadar çok örgütlenmeler var ki artık gına geldi. Bireysel gelişimin, inisiyatifin, bireysel farklılıklar oluşturmanın, bireysel tercihler oluşturabilmenin önü bizde hep tıkalıydı zaten. Şimdiki ve önceden oluşturulan örgütler zaten bu gelişimin önünü kestikleri için bizden ilerilerde diye tarif ettiklerimiz varlar. Hatta ve hatta ticaretten siyasete, sanat ve edebiyattan, dini yaşantımıza kadar belirleyici bu örgütlenmeler. Hem de taraflı ve yanlı. Yandaşsa iyidir, doğrudur. Değilse kötüdür, yanlıştır.

Ben kendi şahsıma daha çok bireyleşme tarafındayım, daha çok özgürleşme tarafındayım. İş örgütlenmede değil o örgütlenmenin bireyin gelişiminin ne kadar önünü açmadığında iş. Feodal bir yapıyı örgüt diye yutturmada değil, demokratlıkta.

Cemalettin YAKTI/28 Aralık 2002    /www.kumru.org/kumruhaber/KUMRU
        
 © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Örgütlü toplum mu? Demokratik toplum mu/ Cemalettin Yaktı

"İş örgütlenmede değil o örgütlenmenin bireyin gelişiminin ne kadar önünü açmadığında. Feodal bir yapıyı örgüt diye yutturmada değil, demokratlıkta."

            Öncelerden örgütlü toplumun faydaları üzerine ne kadar makaleler okuduk. Ne kadar konferanslar dinledik. O kadar çok tartışmalarda bunu savunduk ki sayısını hatırlayamam.

    Örgütlü olmanın hak aramadaki gücü, almadaki mahareti ,ikna ediciliği vs. Yaşam tecrübesi ile bilgi arasında tam

Konyalı Mustafa Uğurlu hocamızın kaleminden merhum Hamdi İnan

Hamdi İNAN hocamız...

Ordu İHLisesi Sivas caddesi üzerinde Şehir merkezinden bir bir buçuk kilometre uzaklıkta idi.

Şehir merkezinde oturanlar İ.H. lisesine gidebilmek için Ordulularin tabiriyle köprübaşı ve hastane sapağından geçmek zorunda idi

1980 ve öncesi.

Sağ sol çatışmaları her yerde başını almış gidiyor amma ordu, hele Fatsa( Ki solcular :

“Kızıl güneş Fatsa’dan doğacak” diyecek

kadar şımarmışlar

O zamanlar genel kurmay başkanı olan k.evreni bile Fatsa’ya koymamışlardı.

Ordu'da köprü başı sapağı ki bu köprü bülbül deresi üzerinde idi Ve o zaman bu dere sanki Ordunun kanalizasyonu gibi idi ...

Bu köprüye solcular iki taraflı durur: Ordan geçenlere ;

Nerde sağcı varsa .........Diye küfürler ederler, eğer karşı koyan olur ise O dereye atarlardı.....

Hastahane sapağı da Sağcıların kontrolünde Bunlar da burda iki taraflı durur; Ordan geçenlere ,Nerde solcu varsa ..........Diye

Şimdi Arkadaşlar ;

“ Hocam peki siz buralardan geçerken ne yapar dınız ?Diye sorunca :Ne yapacağız ?Ben de ben de......Der ve oralardan geçerdim

Çünkü ben sağcı da değil solcuda değil Çok şükür Müslümanım

Müslüman olana başka sıfat gerekmez Diye Anlatmış Ve arkasından da : Bu iki yerden geçerken ;İçimiz titrerDışımız ise kukrerdi Diye de ilave etmişti ...

MerhumHamdi İnan hocam Rabbim rahmetiyle muamele etsin

Muhammed  Mustafa sav me komşu eylesin bu güzel ve kibar hele hele örnek insanı...

Konya’lı Öğretmen Mustafa Ugurlu

Kaynak : https://www.facebook.com/groups/7545703641/

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Konyalı Mustafa Uğurlu hocamızın kaleminden merhum Hamdi İnan

Hamdi İNAN hocamız...

Ordu İHLisesi Sivas caddesi üzerinde Şehir merkezinden bir bir buçuk kilometre uzaklıkta idi.

Şehir merkezinde oturanlar İ.H. lisesine gidebilmek için Ordulularin tabiriyle köprübaşı ve hastane sapağından geçmek zorunda idi

1980 ve öncesi.

Sağ sol çatışmaları her yerde başını almış gidiyor amma ordu, hele Fatsa( Ki solcular :

“Kızıl güneş Fatsa’dan doğacak” diyecek

Kumru Anıları /Mustafa Aru

   KUMRU ANILARI
 1.Bölüm
Yeşil bir denize girer gibiyim, sağda solda yükselen dağlar kayasız, Karadenizin hırçın yeşile kaplanmış dalgalarını andırıyor. Kıyıdan Karadeniz'den içeri uzaklaştıkça yükseliyor ve dağların arasında vadilere dalıyorum. Burası benim memleketim.Bu üzerinde ağaçlardan yeşilden oluşmuş kıvrılan yollardan eskiden at sesleriyle geçilir, emmiler Hekimoğlu türküsü söylerlermiş. Daha önceleri bu dağlarda eşkiyalar dolaşırmış namı değer Eşkiya Soytaro geçmiş buralardan. Mavzeriyle bir dağdan bir dağa vururmuş Soytaro...Heygidinin Hekimoğlusu Ünye'de Fatsa arası ordu kurulmuş başedilememiş...
          İlerliyorum bir küçük ırmak boyunca aracımla burası Elekçi deresi, çok eskilerde daha gür suyu akardı. Yeşil deniz suyunu içmiş gibi, HES burayı da yağmalamış. Birden uçurumlu kayalardan oluşmuş Yarbaşını görüyorum, evet geldim diyorum. Burası Kumru. Bizimkiler Çepni aksanlı konuştuklarından Kumru'nun Gummu derler. Kendi kendime tekrarlıyorum ''Gummu ya geldim.'' Aracı Elekçi'nin kenarına park edip yürüyorum. Gözlerim eski içi zından ahşap denilen dışı kireçle taşla kaplanmış evleri arıyor, hepsini yıkmış yok etmişler. Elekçi deresi boyunca dışarı sıvasız apartmanlar sur gibi dizilmiş.Elekçi deresi beton bir oluktan akan yeşilden tamamen koparılmış hale dönüştürülmüş. Suyu yok olmuş surlarla çevrili kıyıdan yürüyüp bir zamanların aşağıdaki köprüsüne geliyorum. Bizim inşaat ustalarının büyük kentlerin çarpık yapılaşmasını acımasızca buralara taşıdıklarını görüyorum. Aşağı köprüde duruyor Elekçi ye bakıyorum. Çok sular akmış bu köprü altından ama artık suyu bile kalmamış. Gözüm kahvehanelere ilişiyor. Kasketli dokuz köşeli emmileri arıyor gözlerim. Yoklar gitmişler benim kasketli mert bakışlı emmilerim... Sokaklardan ürkek halleriyle atkılı analar çıkardı onlarda gitmişler. Yukarı köprüye doğru yürüyorum. Birden bir davul sesi duyuyorum, gözümün önünde canlanıyor Recep ağa dokuz köşeli şapkası dar pantalonlu omzuna paltosunu atmış kamçısı boynunun arkasına asılmış, potinleri parlak, adımları narin kendinden emin, arkasında siyahımsı dizgini gümüş eyere bağlı davul vuruşuna göre yürüyen Aygır atı... Yoklar.
    2.Bölüm
        Yoklar demiştim. Anımsamak güzel.
    Bir zamanlar Elekci Irmağı gür akardı seli suyu olurdu. Kumru'nun yakın yerleşimlerinden yürüyerek okula ulaşmaya çalışırdı küçücük adımlar. Kara lastik ayakkabılar çamur, yıkardık Kumru girişinde o zamanlar temiz akan derelerinde küçük ellerimizle. Işığa koşan kelebekler gibiydik çevre köylerden patikalardan derelerden tepelerden yürürdü insanlar Kumru'ya doğru... Derlerki Gebekse' den Fatsa'ya ilk yürüyen İbrahim isimli biri Fatsa'ya yaklaşınca gördüğü denizi bir ovaya benzetir ve ''Ne ova bee içinde inek yok'' der.
         At, eşek sesleriyle girerdik çarşamba günleri Kumru'ya büyük at hanları vardı. Atlar, eşekler hanlara bağlanırdı. Tekkiraz caddesinde ve şehrin her girişinde at hanları ve demirci dükkanları vardı. Demir dövülen Körüklerden çevreye yanmış demir kokusu yayılırdı. Atkılı Analar yürürdü atların ardından eteklerinde beşinci yaşına girmiş çocuklar. Hekimoğlu türküsü söylerdi Katırı olan bir adam... Meydanın tam ortasında gür sesle meydan okur gibi söylerdi Hekimoğlu'nu. Omzuna bir Teyp asmış biri kaset sonses bağırarak elinde kırmızı baskı saman kağıta basılmış destan satardı... Okuma yazma bilmeyen yaşmaklı kadınlar analar, kasketli gasbetli emmiler okuma yazmayı sökmüş çocuklarına, gençlere destan okuturdu evlerin işyerlerinin çatı altında.
Abduraman isimli özürlü biri dolaşırdı Kumru meydanında o zamanlarda. Üstü başı bir ince mintan altında Çubuklu solmuş kısa diz kapaklarında don. Elinde delikli bir demir boru. Kalabalık içinde düğünlerde havaya silah atar gibi boru yukarı tutulmuş benzi soluk Abduraman bağırırdı TÖH TÖH !!!... Abduraman'a silah attırmak yani töh töh dedirtmek için para verirlerdi. Delikli demir para arardı Abduraman, demir parayı havaya kaldırıp bakardı.
    Milli bayramlarda Kuşnafak'dan şimşir getirilir bayram yeri şehrin yukarı ve aşağıdaki köprüleri süslenirdi. Merkez caminin önünde seyyar kitapcılar kurulurdu Cuma günleri dini romanlar ve kitaplar satılırdı.
     Fındıklar toplandığı zamanlar Kumru'ya sirk gelirdi... Delikanlılar horozlu aynalarda saçlarını tarar sirkte deniz kızını görmek için para verip kuyruğa girerlerdi. İspanyol paçalı patolunlu kızlar ve delikanlılar dolaşırdı yukarı köprüyle aşağı köprü arasında yoktu kimsenin kimseden rahatsızlığı. Çamlıkda küçük bir çay bahçesi tahta masalara gazoz sefası. Ya Akın sinaması ya Doğu sinaması. Paran yoksa ırmakta elle balık tutma sevdası.
Çarşamba pazar kurulan yerde kasaplar vardı yanında küçük bir Meyhanesi ve sinamalarda izlenen kabadayı filmlerindeki gibi iki tekte olunuyordu efe vari... Ayakta çarşamba tipi ökceye basılır çeket omuzda bağır yarım açıktı. Turlama yapılırdı Fatsa yoluna doğru en uzun mevzular burada konuşulurdu.
     Geceleri sessizliği Elekci ırmağındaki kurbağalar bozardı.Sürüler geçerdi yaylalara giden. Turnalar geçerdi bölük bölük. Baharın gelişi Erikceli Kayabaşı altında Nişan Gürgeni derlerdi şimdilerde yok edilmiş Gürgen ağacının ilk önce yeşermesiydi. Tarlalarda imeceler Turna kolu gibi sıra sıraydı, tarladan tarlaya Cıvlama denilen hep bir ağızdan türkü söyleyip bağırırlardı.
        Geceriz şimdilerde sesizce hatırlarız ve hatırlatırız...
     3.Bölüm
    Bazen alır başını gidersin. Sığınırsın geçmişteki özlemlerine ve özlediklerine. Bir türkü söylenir anımsarsın yaşarsın o günleri. Bir çiçek kokusu bile alır gider seni, birden doğduğun topraklardasındır. İşte öyle bişey kulaklarımda babamın sevdiği bir türkü ''Yüce dağ başında yanar bir ışık''
      Sıkılıyorum Elekciye bakan kafede oturmaktan. Çıkıp ırmağın kenarında yürüyorum. Bu kasabadan gideli hayli zaman olmuş yabancılaşmışız. Aracıma binip Kumru lisesi yolundan Samur Mahallesine doğru yollanıyorum. 19 Yıl yaşadığım, doğduğum, büyüdüğüm yürüdüğüm Sokaklardan geçiyorum. Geçtiğim sokaklarda insanlar hatırlıyorum. Taş ustası Vaittin emmiyi hatırlıyorum. Elinde küçük balyoz derelerde işlenecek bileki taşı yapılacak yada fırın kemeri yapılabilecek taş arardı. İletki, pergel, kumpas kullanırdı. Ekibinde yine kendisi gibi ustalar vardı Mehrigilin Hacı Emmi, Poz Dursun değerli taş ustalarıydı. Vahittin Emmi zeki espirisi olan adamdı. Adını unuttuğum ''Cündül'' lakabı olan birine kendisine takıldığı için ''bak sana Cündül müldür derim'' der. Ya unutulur mu espirili Canavar takma isimli Canavar Yekta ağbi... Şimdi geçiyorum evlerinin önünden yoklar. Cambaşı'nı geçmişim tırmanıyorum. İstikametim Alan dere. Amacım adı degişmemiş Kovancılı köyü Kayadibi denilen yerde aracı bırakıp Ercek yaylasına giden Kadı yolundan yaya giderek tırmanmak. Kayadibi denilen sokakta bir evin önüne aracı park edip yürüyorum. Kadı yolundayım yalnızca atların eşeklerin geçebildiği sarp yoldayım. Sessiz, kuş sesleri, karatavuk kuşu ses veriyor. Meşeler heybetli coşkulu bir yeşillik. Yolları yer yer orman kaplamış. Cerek denilen uzun mısır höbeklerinin ortalarına dikilen ve Ormandan kesilen tomrukların ağaçların atıldığı Atacaklar yok artık... Yürüyorum bir zamanların at ve eşek sesleriyle yankılanan orman yolunda. Heygidinin dünyası kimler geçmişti buralardan. Hatırlarım sabah erkenden yollara çıkılır Ercekte patates kazmaya gidilirdi. Kadı yolu şenlikti, at sırtında alamanya dönüşü getirilen radyolar son sesdi...Benim kulaklarımda hala ''Yüce dağ başında yanar bir ışık'' babamın sesi...
     İşte Kadı yolunun zirvesindeyim Kumru'yu izliyorum ufukta yemyeşil dağlar bakabildiğin görebildiğin yer yeşil... Bir kayaya oturuyorum. Yakında akan Kara dereyi dinliyorum. Buraların sonbaharını anımsıyorum, bu yeşil dünya sararır altın gibi olur. Uzun süreli rüzgarlar eser yapraklar gazel olur. Gazeller rüzgarla kuytulukları doldurur içine dalarsın, buram buram meşe, gürgen kokarsın. Oturduğum yerden kalkıyorum Karadereye doğru yürüyorum. Zirvede bildiğim adını unuttuğum pınardan avucumla su içiyorum.Karaderenin karşısına sesleniyorum bu dağlar konuşan dağlar, ben ses vermeyen dağları ölü algılarım, bu dağlar yaşayan dağlardır. Bağırıyorum - Yaşıyor musun!!! Ses yankılanıyor - Yaşıyorrr musun yaşıyorrr musun!!! Bağırıyorum- YAŞIYORUM!!! Dağ karşılık veriyor - YAŞIYORUM!!! Yaşıyorum yaşıyorum!!! Dilerim seni birgün yağmalamazlar, hep böyle yemyeşil kalasın diyorum. Sesler duyuyorum Ormandan yalnız değilim, çocuklar Kirmit denilen sütlü mantar topluyorlar. Gökyüzü hareketli bulutlar hareketli mis gibi kokuyor benim yaşayan dağlarım...
     Ercek Kadı yolundan dönüş yolundayım. Kayadibi köyüne doğru bakıyorum. Gözlerim eski evleri arıyor. Kumru'nun bir zamanlar eski ev ustaları vardı Aliustagillerden Sabri usta, kardeşi Yakup Tinci, Kadıoğlu Sabri usta, kardeşi Resim usta. Ayrıca hızarcılar vardı hatırlarım Kürt Ali denilen birini. Kadıyolu bitiş yerinde benim soy ağacımın bir tanesi Muzaffer Bıyık'ı arıyorum gitmiş yoklar... Aracıma binip dönüyorum. Alan derede terk edilmiş okulun yanında duruyorum. Hala zamana meydan okur gibi direniyor yapılar... Dereyi geçince çaput bağlanan dilek ağacına bakıyorum. Yaşıyor duruyor. Bu ağacın altında yumuşak toprakta bülbül oynatırdık çocukken. Bu bülbül toprakta gömülüydü. Toprağa parmakla dokununca hareket ederdi. Yıllar sonra öğrendim bu görünmeyen mahsun oynak bülbül meğer Karınca yermiş. Çocukluğumun mahsumiyetiyle bülbülü selamladım.
     Geçerken Yanağay'ı unutmadım selamladım. Başka birgün başka Kumru yolunda görüşelim...Hoşçakalınız.
     4.Bölüm
     Şimdi siz memleketten çok uzak yerlerde bir hayli uzak iklimlerdesinizdir. Farklı rüzgarlar esiyordur. Belki bir benzerlik yada bir koku veya bir sureti surat alıp götürüyordur sizi ilk dünyaya baktığınız gökyüzüne. Kimbilir daldınız evinizin balkonundan yeşil denizi düşünüyorsunuzdur. Kovit virüslü günlerde bunaldınız, büyük kentler bunalttı artık varıp memleketinde olmak geliyordur aklınıza. Bir yaykın yada meşe ağacı altında oturmak istiyor, duman çökmüş dağları görür gibisiniz. Şimdilerde mevsim güz belki kar düşmüştür memleketimin dağlarına. Yeşil ve sararmış yapraklara kar tanesi düşmüş, dereler sularla buluşmuş, Elekci bulanık akıyor.Kimbilir hangi kaçıncı güzdesinizdir. Yaş otuzbeşi geçeli hayli zaman oldu, gittikçe artıyor yalnızlığımız diyeli de...
Bende uzak bir kentdeyim. Ege'de, geç gelen güzdeyim. Oturmuş evimin balkonundan yeni gelen yağmur bulutlarını izliyorum. Bulutlar ne kadar tedirgin. Beton kentlere yağmur yağmak istemiyor sanki. Ama ben varıp gidiyorum bulutlarla, kısık göz ucuyla açılan uzak doğduğum iklime... Bir hoyrat saz sesi kulaklarımda Kumru Erdüzü altında memleketimin tek unutulmaz ozanı Baybutluoğlu NAÇIK ÇAVUŞ Neşet Ertaş tarzı vuruyor sazının teline'' Bir ayrılık bir yoksulluk bir de ölüm''...
    Hala ben Kumru'nun eski zamanlarındayım gelemedim 80-90 larına. Kimbilir 80'lerde neler yaşandı...90'lara kimler kaldı...
     Kulaklarımda düğünlerde çift çalan davul ve zurnalar. Düğünlerinde çığırtkan sesi takı merasiminde ''.........oğlundan 10 lira Hediyeeee'' Yada biraz varlıklı düğünü ise samanlık hayatlarında Deste Güreşleri ve Cazgır Karayusuf Emmi bağırdı. ''Pehlivan pehlivan bu da Fizmeden Seyfullah cıvık pehlivan...'' Karayusuf Emmi maytap adamdı güldürürdü Kumrulu'ları. Düğün akşamları samanlık hayatlarında yemekler yenir, bıyıkları yeni bitenlerle kulağı kesik emmiler kadeh dokuştururlardı. İnce bir saz çalardı. Ondörtlüler patlardı ondörtlülerin elinde. Gece ışıl ışıl olurdu... Pilava çatal kaşık dikilirdi. Gelin evinden çıkınca evin çatısındaki şişeye silahla hedef alınır vurulurdu. Damat evinde düğüne gidenleri davul zurnayla karşılar şapkalı emmiler kostak kostak yürürdü. Silahlar patlar çocuklar mermi kovanı toplamak için yarışırladı. Davulcunun karşılama parası verilir oturulurdu...
    Bir eski zamandı,yollarda at sesleriyle Jip seslerinin çakıştığı. Okullarda öğrencilerin şapkaya veda ettiği, Gebekseli'lerin Mahsar Efendi dışında Fatsa'da sürüyle efendinin yaşadığının farkına varıldığından elli yıl sonraydı. Divani'de yaşayan Berani'nin siyem ekmeğiyle beyaz pazar ekmeğini tanıştırdığından ve ''siyah siyem ekmeğini bir eline alıp bir elinde Kumru beyaz fırın ekmeğini göstererek -ekmek görsün gözün ekmek- dediğinden otuz yıl sonraydı. Divani' de polis Ömer'in Divani Kayabaşı'nda devrilen kabak yüklü öküz arabasına ki kabakları durdurmak için tabancasını ateşlediğinden yirmi yıl sonraydı. Kömerik kayabaşında tarladan geçen ve adını pörtlengöz koyduğu tavşandan korkan köylünün - laaa Hacıveli kaya altında pörtlengöz var zilli defi alda çalda gel- dediğinden yüzelli yıl sonra. Kumru'da en mahsumuyla deli Ayşe'nin - merhamatlu ekmeğin var mı? Sorusunu sorduğundan otuz yıl sonra yaşanıyor Kumru ve söylenecek ve yazılacak sözümüz var.
Mustafa Aru
          Kaynak : https://www.facebook.com/groups/1649105365376628

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Kumru Anıları /Mustafa Aru

   KUMRU ANILARI
 1.Bölüm
Yeşil bir denize girer gibiyim, sağda solda yükselen dağlar kayasız, Karadenizin hırçın yeşile kaplanmış dalgalarını andırıyor. Kıyıdan Karadeniz'den içeri uzaklaştıkça yükseliyor ve dağların arasında vadilere dalıyorum. Burası benim memleketim.Bu üzerinde ağaçlardan yeşilden oluşmuş kıvrılan yollardan eskiden at sesleriyle geçilir, emmiler Hekimoğlu türküsü söylerlermiş. Daha önceleri bu dağlarda eşkiyalar dolaşırmış namı değer Eşkiya Soytaro geçmiş

22 Ocak 2021

İsmet Erçal ve Kumru /Bekir AKKAYA

 İsmet Erçal ve Kumru /Bekir AKKAYA: "Her insan her şeyi yapmakla mükellef değildir. Z aten her şey de herkes için değildir. Önemli olan insanın gücü yettiği şeyi yapmasıd...

İsmet Erçal ve Kumru /Bekir AKKAYA

 İsmet Erçal ve Kumru /Bekir AKKAYA: "Her insan her şeyi yapmakla mükellef değildir. Z aten her şey de herkes için değildir. Önemli olan insanın gücü yettiği şeyi yapmasıd...

21 Ocak 2021

Elekçi Köprüsü açılışında dua eden Müftü Hacı Tevfik Efendi'dir

Güler Kumru Kayalık:'Bende şu anda orjinali bulunan ve hepimizin Fatsa tarihi yazılarında bir çok yerde yayınlanan bu fotoğraftaki din adamı 1908 yılında müftülük yapan Hacı Tevfik Müftü Efendi’den başkası değildir. Ve orijinal fotoğrafın üstünde 1911 yazısı bulunmaktadır.'
Bugün çok değerli bir hanımefendi ile tanıştım. Yaklaşık dört saate yakın sohbet ettik. Kumru ilçesinin kurulmasından bu yana bilinmeyenleri öğrenme fırsatım oldu. Bugün Güler Hanımefendi’nin bana anlattıkları elimde bulunan bir çok belgeyi de doğruluyordu. Ben bu sohbette bildiklerimin ve elimdeki belgelerin ayrıntılarını da öğrenmiş oldum.
           Güler Hanımefendi verdiği bilgilerin yanında getirdiği çok değerli siyah beyaz fotoğrafları da benimle paylaştı. Onlarca fotoğraf Kumru ve Fatsa’nın tarihi geçmişine de önemli kaynaklık edecek belgelerden oluşuyordu.
            İleriki günlerde Güler Hanımefendi ile birlikte kuracağımız bir blok sayfasından elimizde bulunan belgeleri yayınlama düşüncesindeyiz. Ayrılırken böyle bir sayfa oluşturma kararı aldık.
            Güler Kumru bir Osmanlı Hanımefendisi. Kültürlü ve bir o kadar tarihe ve sanata düşkün. İlgi alanı okumak ve tarihi bilgileri araştırıp arşivlemek. Elinde bir çok bilgi ve belge bulunmaktadır.
            İki yaşına kadar Kumru’da yaşayan ve daha sonra İstanbul’a yerleşen Güler Kumru Hocazadelerden Sait Kadının torunu. Babası İsmail Hakkı Kumrulu Sait Kadı’nın oğludur. Güler Kumru Hanım Efendi’nin annesi ise Hacı Tevfik Kumru’nun kızı İsmet Kumru Hanım’dır.
            Güler Kumru’nun bir çok bilgi ve belgeye ulaşmasının nedeni tesadüf değildir. Kendisi nezaketen ifade etmese de Dedesi Sait Kadı’nın İkinici Abdulhamit döneminin 52 mebusundan biri olması ve yine Halil Sıtkı Bey’in Atatürk’ün ikinci dönem Milletvekili oluşu ve yine bu aileden bir çok milletvekili’nin çıkması ve  Cumhuriyet kurulmasından sonra Güler Hanım’ın sülalesinde geçmişte olduğu gibi bugünde üst düzey devlet görevlilerinin bulunması, Babasının İstanbul’da önemli bir devlet görevinde bulunması ve yine eşinin de devletin en önemli bir yerinde görev yapması bir çok insanla tanışma ve bilgi almasına neden olmuştur.
            Biz ileriki günlerde bizimle paylaştıklarını ve kendisinin izin verdiklerini yayınlamaya çalışacağız.
            Bu yazı nedeniyle onlarca resmin hikayesinden birini sizlerle paylaşmak istiyorum.
            Güler Kumru Hanım getirdiği orjinal fotoğraflardan bir tanesini dosyadan çıkartarak fotoğrafla ilgili benim çok ilgimi çeken bir hatıra nakletti.
            Güler Kumru :
            “-Bir gün Fatsa’da bir loto bayisinde duvarda çerçeveli bir fotoğrafa gözüm ilişti. Dükkan sahibine kendimi tanıtmadan “Bu fotoğraf neyin fotoğrafı dedim? “
            Dükkan Sahibi  “-Hulusi Baba’nın fotoğrafı, Elekçi Deresinin üstüne yapılan köprünün açılış töreni bu” dedi. Burada Hacı Hulusi Baba törende bir papazla birlikte köprü açılışında dua ediyorlar.” Dedi.
            Güler Hanım : - Peki nerden aldın bunu.”
            Dükkan Sahibi : “Fatsa Güneş Gazetesi takvim olarak bastırmıştı. Bize de onlar verdi” dedi
            Güler Hanım bunun üzerine Fatsa Güneş Gazetesinde Feridun Altuntaş’ın yanına gider.
            Sorar Feridun Altuntaş’a : “Bu fotoğrafın altında yazanlar doğru mu? Diye…Feridun Altuntaş “evet” deyince de….
            Güler Hanım : “ Hayır bu fotoğrafın orjinali bende  var. Bu fotoğraftaki kişi Hacı Tevfik Müftü Efendi’dir. Ve kendisi Benim annemin babasıdır.” Diyerek “Doğru bilgi vermiyorsunuz. Araştırmıyorsunuz.” Diyerek fotoğrafın orjinalini getireceğini söyler.
            Bunun üzerine Fatsa Güneş Gazetesi sahibi  israrcı olmayarak susmayı tercih eder.
            Bende şu anda orjinali  bulunan ve  hepimizin Fatsa tarihi yazılarında bir çok yerde yayınlanan bu fotoğraftaki din adamı 1908 yılında müftülük yapan Hacı Tevfik Müftü Efendi’den başkası değildir. Ve orijinal fotoğrafın üstünde 1911 yazısı bulunmaktadır.
            Güler Hanımefendi bize onlarca hiç yayınlanmamış fotoğraflar emanet etti. Biz bu belge niteliğindeki fotoğrafların bir kısmını kendisinden izin alarak yayınlamayı düşünüyoruz.
            Bunu birlikte yapacağız…
            Fatsa ve Kumru ile ilgili bu fotoğraflar tarihçilerimize de bir ışık tutacaktır.
            Şimdilik Kumru’dan sevgi ve saygılarımı iletiyor, Güler Kumru Hanımefendiye teşekkürlerimi sunuyorum…Bekir AKKAYA/ 24 ARALIK 2010/KUMRU HABER/KUMRU
............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Elekçi Köprüsü açılışında dua eden Müftü Hacı Tevfik Efendi'dir

Güler Kumru Kayalık:'Bende şu anda orjinali bulunan ve hepimizin Fatsa tarihi yazılarında bir çok yerde yayınlanan bu fotoğraftaki din adamı 1908 yılında müftülük yapan Hacı Tevfik Müftü Efendi’den başkası değildir. Ve orijinal fotoğrafın üstünde 1911 yazısı bulunmaktadır.'
Bugün çok değerli bir hanımefendi ile tanıştım. Yaklaşık dört saate yakın sohbet ettik. Kumru ilçesinin kurulmasından bu yana bilinmeyenleri öğrenme fırsatım oldu.

Yavuz Bahadıroğlu vefat etti

Bizlerin ufkunu aydınlatarak "yalan-dolan bilgilerden" uzaklaşmamıza öncülük eden güzel insan Yavuz Bahadıroğlu'na Allah'tan rahmet sevenlerine sabırlar diliyorum. Mekanın cennet olsun büyük insan...
#YavuzBahadıroğlu #YAVUZBAHADIROĞLU
............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Yavuz Bahadıroğlu vefat etti

Bizlerin ufkunu aydınlatarak "yalan-dolan bilgilerden" uzaklaşmamıza öncülük eden güzel insan Yavuz Bahadıroğlu'na Allah'tan rahmet sevenlerine sabırlar diliyorum. Mekanın cennet olsun büyük insan...
#YavuzBahadıroğlu #YAVUZBAHADIROĞLU
............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

20 Ocak 2021

Bizim toplum ve öz eleştiri ancak Bekle bakalım!

Bizim toplum ve öz eleştiri ancak Bekle bakalım! 

         İki aydın insan aynı gün birbirlerinden habersiz TÜRKİYENİN GELECEĞİ- 2023 yılı ve sonrası ve Ak Parti İktidarının geleceğine dair  süper bir analiz yaptı. Ben de aynı düşüncede olduğumdan yazıları çok önemli buldum. Ve sizlerle paylaşmanın faydalı olduğunu düşündüm.  Aklın yolu bir ve bundan sonrasında Türkiye’yi kimse durduramaz…İşte o derinlikli yazılar…Her iki aydınımıza teşekkürler ediyorum…Bekir Akkaya/Kumru/Ordu

Bizim toplum ve öz eleştiri /Doç.Dr.Gültekin KAVUŞAN/


Bir arkadaşımın yazdığı yazı üzerine bunu yazdım ve istedim ki, öyle yorumlar içerisinde kaynayıp gitmesin. Biraz daha farklı bir bakışı herkesle , bu yazıyı okuyanlarla paylaşayım, daha doğru olur.

Temel konu şu: 2023 seçimlerinde göreceğiz, nasıl şimdi sefa sürenler devrilecek ve hesap verecekler konusu. Aslında herkes toplumun trendini merak ediyor, bende ediyorum ama benim öngörüm var. Farkımız burada. Öngörüm var çünkü yaşadığım kadarıyla bu toplumun niteliğini biraz eğri de olsa, doğru da olsa görmüşüm, yaşamışım.

 Bu dediğimiz yani 2023'ye ne olur, daha sonra ise ne olur?

sorusuna yanıttır, veya öz eleştiridir, ya da ne derseniz deyin, adını da siz koyun.

Arpası fazla gelen atın, ne yapacağı belli olmaz. Sosyal yapıdaki gerekli talepler ve sosyal evrilme olmadıkça, yapılan ekonomik evrilmelerin faydasını, evrilmemiş sosyal toplum kaldıramaz, karnı şişer ve kusar.

Özal zamanında da bunu sağda solda çok demiştim. Özal'dan sonra yaşananlar iyi oldu, millet bırak arpayı samanı, hatta otu bile bulamadı. Bir gecede 300 milyar dolarını bankalardan yabancılar soyunca da zil takıp oynamışlardı, o sırada günlerden perşembe idi ve saat 09-15'te cep telefonum acil koduyla çaldı açınca derste durumu öğrenmiştim.

 Millet; 2 yıl sonra, 2003'te ancak beyinleri züğürt kalınca, "Dervişin soytarısı" olduğunu anlamıştı. Sosyal zekası ve refahı içine sindirememiş toplumların daima kafalarına batılılar tokatı basarlar. Zaten az kaldı. 2023 te dediğin gibi amerikalı, alman, ingiliz, fransız ve hatta ermeni ile yunan da öyle bir basacak ki, bugünleri mumla arayacaklar.

Hatırlarsanız Özal yanlış yapıyor, sosyal gelişme olmadan, ekonomik gelişme olunca, ata arpayı fazla yedirip öldürmek ile aynı şey diyordum.

Şimdi de aslında durum aynı. Ne gerek var, ne gerek var pandemide dünyanın en modern teknikleriyle savaşarak başarılı olmaya, ölen ölür kalan kalır; ne gerek var, bedava ilaca, evinde sağlıkçının aşı yapıp aman ölmesin 90lık demesine. Her yere koca koca şehir hastanelerine ne gerek var. Ne gerek vardı, bu hastaneye, zaten gereksiz olduğundan adam yolunu bile yapmadı, çıkıp laf eden kimsede olmadı.

 Bırakın eski köhne pislik içinde yüzen tuvaletlerde yıkanan paspaslarla


silinmiş koridorlarda yerlerde sürünen hastalar ile onların arasından zıplayarak gezinen beyaz gömleklilerin ihtiyaçları mı vardı? Varsa neden kalkıp ilaç kuyruklarındaki SSK müdürüne kalkıp tek laf etmiyorlar?

Çanakkale köprüsüymüş ne gerek var, Yavuz sultan köprüsüne ne gerek vardı, adı niye Yavuzmuş diyerek ortaçağdan kalmış hala alevicilik yapmayı marifet sayanların seslerine kimse ağzını açmazken.

Bıraksınlar artık, bu her her yere otoban, dünyanın en uzun tünellerini, dünyanın en yüksek 3. Yusufeli barajını inşa etmeyi falan filan.

  Yapın bir temel atmama töreni ve boğun Haliç'i eski pislik kokan şekline, sizden iyisi yok. Otobüs seferini azaltın, herkes iyice corona olsun, gebersin, inşaat ruhsatı için kendi partilinden bile inşaatın yarısı kadar para isteyip birde neden vermiyorsun diyerek kafa tutmayı.

Zaten arpaları fazla geldiği İBB, ABB, ABB,ABB BBB, MBB falan seçimlerinden belli değil mi? Acılı adana kültürüne alışmışlık varken, adamın sırtına sırtına daha da vuracaksın. Bu işin ustası da CHP'dir, ayrıca programı bile olmayan ödünç vekillerle partiyim diyerek daha halktan tek bir oy almamış partilerdir. Neden derseniz başındakilerin kim ve neden mevcut oldukları ayan beyan ortada. HDP zaten malum, ideolojisi de fikirleri de belli, arkasındaki kaynakta , destekte belli lafını etmek gereksiz, oyları da belli, nasıl oy aldıkları da zaten belli..

Merak etme, tıpkı senin dediğini diyenler gibi bu millette bu kafa varken daha bu ülkede bölünür, İstanbul'da konstantinopolis'e evriltilir, bu millette alkışlar. Nitekim nasıl cami yaptın diye de birilerine söverler, ama okudukları tarihte devir açıp kapayan fatihle ve burayı camiye çeviren sultanla da övünecek kadar da aptaldırlar, özellikle okuyup ellerine diploma diye kağıt verilmiş olup kendini aydın, entellektüel sana varlıklar.

Avrupalı 2 dünya savaşında 100 milyondan fazla kişiyi geberince öğrendi, Amerikalı kuzey-güney savaşını da sayısını bilmediği kadar insanı telef edince ve 1923 doğumluların hepsini Avrupa'da 2. dünya savaşında öldürünce öğrendi, yani batılılarda her evden 1 kişi niyazi olmuştu. Merak ediyorsan acaba önceliği hangi evlere verdiler diye biraz araştırıver, daha da ilginç gerçekleri görürsün. Beleşe detay bilgi yok. Bizde surum ne diye sorarsan, 1923 Türkiyesi'ne gelindiğinde de; her evden 2 kişiyi cepheye çektiler, 1'nin ölüsü bile köyüne dönmemiştir. 1985'ten bu yana her köyün mezarlığında mutlaka 1-2 tane bayraklı şehit mezarı var.

Beyinleriyle düşünen bir millet yaradılıncaya kadar bu sürecek, tıpkı batılılar gibi. Kimyada ekstraksiyonda saflık derecesi, yüksek kaliteli saflıktaki ürün elde etme; seri bağlı çoklu ekstraksiyon yapıldığında sağlanır. Eğer, tarihi, coğrafyayı, fiziği, kimyayı, matematiği ve diğer bilim dallarının bilgilerini ezberletirsen, ÖĞRETEMEZSEN sonuçta adamın kafası analitik düşünmeyi, sentezlemeyi, sebep-sonuç ilişkilerini anlayacak beyinsel evrimleşmeyi gerçekleştiremez. Eğitim bunun için şart. Her önüne gelene diploma çakarsan ürünün kalitesi bozuk çıkar. Hak edene diplomayı çakacaksın ki, toplumda kimin ak kimin aslında kara olduğunu çıkaracaksın.

Feto boşuna mı kendi içinde birbirleriyle elemanlarını evlendiriyordu? Neden kalkıp evlendirme bürosu gibi çalışan ablalar, abiler sistemi kurdular acaba? Hiç düşündünüz mü?

Sadece Türkiyeliler değil, tüm batı için bir deneyin sonucu. Osmanlı yıkıldıktan sonra, daha doğrusu 9 milyon kilometrekarelik alanda bir güzel sopalanıp dövüldükten sonra,  batıdaki milli devlet kurma sürecinde en geç kalan ve 780 bin kilometrekarelik alana sıkıştırılmış 100 yıllık nasyonalist bir devlete evrilmenin Türk toplumunun sosyolojik açıdan ortak beyinsel evrimleşmesi deneyini merak ediyorlar. Evet , 1. dünya savaşında köylerine kadar girilip dayak atılmış bir toplumun eziklik derecesinin ne olduğunu aslında batılılar, özellikle amerikalılar ve ingilizler bizden daha çok merak ediyorlar. Siz merak etmeyebilirsiniz, ama amerikalı, ingiliz , alman, fransız merak ediyor.

Amerikalı hatta, Vietnam savaşından sonra o ülkede yaptığı araştırmalar ile savaşın sonraki nesillerdeki etkilerini inceliyor ve politikasını da ona göre çiziyor. Bu bilgiyi de araya sıkıştırıvereyim.

Doç.Dr.Gültekin KAVUŞAN

Kaynak: http://www.gultekinkavusan.com/

                    https://www.facebook.com/gultekin.kavusan

----------

Bekle bakalım /Engin ARDIÇ | Sabah


Kaçmadan bir süre önce, sanırım 2003 yılının aralık ayı, Cem Uzan bana şöyle demişti:

"Halk uyandı artık... İlk seçimde bunlar gidecekler!"

Hem kendini kandırıyor hem de beni aptal yerine koyuyordu...

Ne olmuştu da halk uyanmıştı? AK Parti daha bir yılda büyük bir fiyaskoya mı imza atmıştı?

O günden sonra hep daha güçlü geldiler.

On sekiz yıldır da iktidardalar.

Kendini kandırmayı tercih eden birçok kişi şimdi de "AK Parti gidici" diyor...

Çünkü "wishful thinking" yapıyorlar ve gönüllerinden geçeni gerçek sanıyorlar.

Bu ucuzluğu ve kolaylığı da onlara basında kalem oynatan birkaç kazma sağlıyor.

AK Parti'nin niçin iktidara geldiğini ve niçin orada kaldığını "analiz edebilme" yetenekleri yok.

Çünkü düşünme yetenekleri de yok.

Türkiye'nin 2002 yılında aldığı büyük dönemecin ve girdiği sürecin "halkla bürokrasi arasındaki büyük çelişki ve kavganın" sonucu olduğunu göremiyorlar.

Aynı yanılgıya 1950 yılında da düştüler, 1965 yılında da, 1983 yılında da... Halk ya aptaldı ya kandırılmıştı ya da oyunu bir paket makarnaya satıyordu...

Böyle düşünürsen, "seçmenin evine muslukçu çağırırsam oyunu da alırım" sanırsın tabii.

Türkiye'yi 2002 yılına kadar bürokrasi yönetti. Ama açık açık, ama üstü kapalı.

Osmanlı'da kapıkulları, cumhuriyette de onun mirasçısı olan bürokrasi.

"Vesayet rejimi" bu yönetimin üstü örtülü şeklidir.

Sonra iktidar halka geçti.

Bu elbette sosyalistlerin hayalini kurdukları ve gerçekte mevcut olmayan "alafranga halk" değildi.

Halkın iktidarı tekrar bürokrasiye bırakmaya hiç niyeti yoktur.

"Geleneksel güç odakları" yola getirilmiştir. Artık ne "Menderes'i öldürün" diye tutturacak rezil bir ulema zümresi vardır, ne de kolay kolay darbeye heves edebilecek bir asker.

Çünkü halkın gerektiğinde canını ortaya koyarak ve şehit de vererek darbeye karşı çıktığı görülmüştür. Bu, tarihte ilk defa olmuştur.

Çünkü halk bu iktidarda ilk defa "insan yerine konulduğunu" hissetmiştir.

Bezirgânın da burnu sürtülmüş, iktidar onca kötülük gördüğü sermayenin yanına kendi ürettiği ve ona rakip yeni bir sermaye sınıfı yerleştirmiştir.

Üstelik halka "eski ve büyük bir imparatorluğun mirasçısı" olduğu da hatırlatılmış, "mazlum millet" ezikliğinden çıkılmış, iki yüz yıldır hasret kaldığımız "özgüven" geri gelmiştir.

Hangi kuvvet bu iktidarı devirecektir bu durumda?

Ağlamaktan başka bir şey bilememiş "sol" mu?

Dış güçler...

Dış güçler ancak içeride müttefik bulurlarsa etkili olabilirler.

Bir potansiyel müttefik "ayrılıkçı Kürtler" tabii.

Buna oynuyorlar. Bürokrasinin hazin kalıntısı CHP de buna oynuyor.

Evet, bu iktidar ancak "halk isterse" gider.

Halkın hiç de böyle bir niyeti yoktur.

Çünkü "yeniden ezilmeye" hiç niyeti yoktur.

O zaman da çaresiz kalıp ya deprem beklersin ya yangın, ya sel felaketi ya da ordunun yenilmesini zavallı dostum... Beklemeye devam et bakalım.

Engin ARDIÇ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ardic/

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............