Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

20 Ekim 2021

Ceset ya da kadavra’nın ölüm neresinde? /Bekir AKKAYA

     Geçenlerde “ölüm üzerine” slayt eşliğinde bir yazı okudum.  Yazı ölmeden önce ölmeyi ve öldükten sonra olabilecekleri konu almış. Aynı yazının bir başka türünü çok önceleri Zafer Dergisi’nde “Kabus” başlığı ile de okumuştum. O yazı ile bu yazı arasında pek bir fark yok.  Her ikisi de öldüğünüzü düşünerek kabre girene dek ve kabirde olabilecek ihtimalleri, yaşamanızı bir an için düşünmeye sevk eden bir yazı. Tasavvufta da “rabıta” denilen eylemin bir bölümü “öldüğünü farz etme” eylemi üzerine kuruludur. Yani bizim dilde “ ölmeden önce ölme” denilen eylem.

            Bugün bitirdiğim (15 Nisan 2006)  Mary Roach’ın “Kadavra” adlı kitabı bu yazıyı yazmama neden oldu. Kitap

kadavraların yaşantılarını anlatıyor. Bizim dildeki kadavranın karşılığı ölmüş insan bedenleri. Kadavralar doktorların okuduğu okullarda hayatlarını sürdürüyor. Neticede bir ameliyatı öğrenme canlı bedende olamayacağına göre, ölmüş bedenlerde bu kesip biçme işini yapmak,  tıpta da gelişmeyi sağlıyor. Tabi ki gerekli.

            Ölüm üzerine yazılanlar öldükten sonra bir insanın kadavra olabileceğini ve kadavra olarak bir tıp öğrencisinin elinde kesilip biçilme olduğunu işlemiyorlar. Bir kesim “kara yerler, kanmaz yerler ya da ölümün ilk gecesi ya da yılan çıyan yemelerini” söz konusu ederken, bir kesimde “ışıklar içerisinde uyuma seansları” olacağını düşünüyorlar.  Oysa öldükten sonra o ilk gece ya da diğer zamanlarda bir tıp öğrencisinin elinde, hocaların gözetiminde kesilip biçilmeniz de mümkündür.  Sadece kadavra olma ihtimali değil, insan nerede ve nasıl öleceğini bilemediğinden cesedinde çürüyene kadar ne gibi bir durumla karşı karşıya kalacağını kestirmesi de mümkün değil. Öyle de olsa  mesela bir Amerikalı şöyle düşünebilir…

            Kalbinize yenik düştünüz. Ve cesedinizin tüm bölümlerini ilgili fakültenin ilgili bölümünde her türlü deneyde kullanılmak üzere “kadavra olarak” bağışlandığını ve siz lime lime kesilip acılar içerisinde kıvranırken, sahibiniz sizin kadavranızdan yararlanan öğrencilerin tıptaki gelişmelere faydalı olacağını düşünerek mutluluktan uçtuğunu “ düşününüz… Kelimeler ve kavramlar bulunduğunuz yere göre bazen acı bazen de mutluluk verdiği gün gibi aşikâr. Merasimler de aynı kavramların uzantısı. Dünyanın birçok yerinde zenginseniz kadavranız bağışlanmaz ama cesedinizi ateşi bol olan fırında büyük bir törenle yakılacağınız gerçeği sizin için bir mutluluk kaynağıdır. Benim gibi garibansanız “ keşke ben ölünce en azından tören olmasa da olur diyerek çalılar ve çırpılarla yakılmayı” arzu edersiniz.

            Ben bizim mezarlıkta mezarlara bakarak yaşadıkları dönemlerde nelerle mutlu olduklarını görebiliyorum. Bulundukları yerlerden onlar beni nasıl görür bilgim dışında.

Ben şahsen denize bakan yani deniz manzaralı bir mezar ve etrafı çiçeklerle dolu bir bahçesi olan bir yerde yatmak isterim. Mezarımı alımlı ve çalımlı dünyada en iyi mermerden yapılmasını isterim. Cenazeme yüzlerce insanın bölük bölük katılarak “ulan ne adamdı be” denilmesini isterim. Yakınlarıma başsağlığına gelenlerin siyasette de ticarette de her türlü mevki ve makamlarda bulunanların “ne güzel adamdı, çok güzel ve faydalı işler yaptı” diye yalandan da olsa söz söylemelerini isterim…Çalı ve çırpıların içerisinde toprakla örtülü mezar aksesuarı olarak sadece başı yanımda bir taş olsun istemem…Bırakın istemeyi ben öyle kapkaranlık yerlerden korkarım. Benim mezarım şehre yakın ve görkemli ve ziynetli olsun…(dayalı döşeli bir ev yani…)

            Ölmeden önce ölmek zor şey. Öğrendiğimiz kelimelerle yola çıkarak “ölüm”ü tarif etmekte zor şey. Dünyadan zaman zaman bağları koparmadan ölüme yolculuğa çıkmak ta zor şey. Ne söylenilirse söylenilsin bildiğimiz kelimeler ve kavramlar, yaşayanların beş duyusu, bu olup biteni tarif etmeye, gerçeği görmeye, gördüklerimiz ve yaşadıklarımızla olayın vahametini açıklamaya çalışmak mümkün değildir. Yani sizin tarifiniz ya da yazınız sizin yaşarken gördükleriniz ve yaşantınızdan başka bir şey değildir. Oysa bedenle ruh birbirlerinden ayrıldığında bambaşka bir hayat ve bambaşka bir hayatın içerisine kapı açmaktır.

            Ruhla bedenin bir arada bulunmasıdır insana canlılık veren. Bedenle ruhun ayrılmasıdır “ölüm” hadisesini gerçekleştiren.  Canlı diye nitelendirdiğimiz bizler dahil tüm canlılar gerçek ve işin aslı değildir. Asıl özdedir ve özde gerçektir. Öz ise bozulmaz, parçalanmaz ve çürümez.

            Ceset ve kadavra fark etmez aslına döner.

            Gerçeği hayal etmek ya da göz atmak için zaman zaman perdeyi aralamak gerekir.

            Ruhla bedenin bir arada olduğu hayata sadece ceset ve kadavra yönüyle bakmak ve ruhta olan özü yok saymak, perdeyi her geçen gün kalınlaştıracaktır. Hangi bakış açısı olursa olsun  cesedin duyu organları ile ölümün gerçek yönü anlaşılmayacaktır.

            Buluşmak ümidiyle…

         Not : Bu yazı 15 Nisan 2006 tarihinde PROVİZYON GAZETESİ’nde Bekir AKKAYA yazısı olarak yayımlanmıştır.

            Bekir AKKAYA /15 Nisan 2006 /PROVİZYON GAZETESİ /FATSA

      

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Ceset ya da kadavra’nın ölüm neresinde? /Bekir AKKAYA

     Geçenlerde “ölüm üzerine” slayt eşliğinde bir yazı okudum.  Yazı ölmeden önce ölmeyi ve öldükten sonra olabilecekleri konu almış. Aynı yazının bir başka türünü çok önceleri Zafer Dergisi’nde “Kabus” başlığı ile de okumuştum. O yazı ile bu yazı arasında pek bir fark yok.  Her ikisi de öldüğünüzü düşünerek kabre girene dek ve kabirde olabilecek ihtimalleri, yaşamanızı bir an için düşünmeye sevk eden bir yazı. Tasavvufta da “rabıta” denilen eylemin bir bölümü “öldüğünü farz etme” eylemi üzerine kuruludur. Yani bizim dilde “ ölmeden önce ölme” denilen eylem.

            Bugün bitirdiğim (15 Nisan 2006)  Mary Roach’ın “Kadavra” adlı kitabı bu yazıyı yazmama neden oldu. Kitap

19 Ekim 2021

Safları Sıklaştıralım...

İsmet Erçal, Şakir Demirbaş, Adem Saraç, Burhan Erçak ve Yusuf Yalçuva
Bekir Akkaya Arşivi


............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Safları Sıklaştıralım...

İsmet Erçal, Şakir Demirbaş, Adem Saraç, Burhan Erçak ve Yusuf Yalçuva
Bekir Akkaya Arşivi


............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

İsmet Erçal Kardeşime Selamlar....



............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

İsmet Erçal Kardeşime Selamlar....



............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

“Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” Kitabını İnceleme Notlarım /Bekir AKKAYA

Değerli Hocam  Prof.Dr. Abdullah Özbek çok büyük bir emek vererek normal bir ansiklopediyi aratmayacak derecede Nasrettin Hoca ile ilgili kapsamlı bir kitap yazmıştı.  “Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” adını taşıyan kitap 526 sayfa olup ayrıca kitapta 530 dip not ve onlarca Nasrettin Hoca ile ilgili yazılmış kaynak kitaplara da yer verilmiş.     

Tam baskıya girmeden önce sayılı sayıda basılan kitaplardan bir tanesi de incelemem ve görüş ve düşüncelerimi raporlamam için bana da gönderilmişti. Not alarak okuduğum bu değerli kitaptan fazlasıyla istifade etmiştim. Eğer elinizde yoksa bu kitabı mutlaka edinin. Belki de sahasında ilk ve tek olan bu kitapta Nasrettin Hoca ile ilgili tüm fıkralar yer aldığı gibi sade bir dille hocanın ne demek istediği de çok yönlü olarak analiz edilmiş bulunmaktadır.

Kitabı satır satır okuyarak aldığım notları  ve yorumları 04.04.2005 tarihinde Hocam ve Ağabeyim Prof.Dr.Abdullah Özbek’e  göndermiştim. İşte o notlar. Bekir AKKAYA/20.10.2021/KUMRU      

Değerli Hocam, Abdullah Ağabey,

          Büyük bir keyifle okuduğum “Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” adlı kitabınızdan dolayı

öncelikle teşekkür eder, Sizlerden Allah razı olsun der, selam ve saygılarımı iletirim.

          Kitapla ilgili söylemek istediğim aslında tek bir söz olabilir o da “ Bu tür yaklaşımla yazılan kitapların eksikliği ve noksan olduğu ve Nasrettin Hoca kitabıyla sizin bunu başlatmış olduğunuz ve çok gerekli bir durum olduğu, özellikle Türk ve Müslüman yazarlarda bu tür kitap çalışmalarının pek olmadığı”na dikkat çekmek isteğimdir. Belki de var ben pek bilmiyorum…Örnek olarak Doğan Cüceloğlu’nun “Savaşçısı” ya da çok satıyor okuyun dedikleri “Simyacı” bu tür yaklaşımla yazılan bana göre bir kitap türü. Hep şunu düşünmüşümdür; Acaba bizde bu tür yazanlar neden olmaz?

          Beyin fırtınasına yol açacak ya da günlük yaşantılardan yola çıkarak “Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca”da olduğu gibi bir yaklaşımda bulunacak Türk ve Müslüman kültürünü yansıtacak bir kitap türü şu anda pek bulunmuyor. Önemsediğimden değil örnek olsun diye yazıyorum, bir Savaşçı denilen kitap, daha çok batı yaşantısını örnek göstererek Hıristiyanlık temel alınarak bir yaşam tarzı öğütlüyor. Ne enteresan ki bu tür kitaplar da yok satıyor. Satıyor, Neden ? Yaşantılardan yola çıkarak, yaşama biçimi öneriyor. Sizin de sözünü ettiğiniz şekilde insanların yaşadıklarını önemsiyormuş numarası ile, yeni bir yaşam biçimi öneriyor. Yıllardan beri fotoğraf çeken biri olarak ben hep şunu gördüm. 20-30 kişiyi fotoğraflıyorsunuz. Sonra o kişilere fotoğrafları sunduğunuzda insanlar kendilerini arıyor…O halde eğitimin her türünde bilinenlerden yola çıkmak en uygunu.

          Bana göre bu tür kitapları yazmak zor. Neden? Bilgi birikiminin yanında psikoloji ve sosyolojiyi de çok iyi bilmek gerekir. En önemlisi kıvrak bir zekaya sahip olmak gerekir. Daha da önemlisi insanı ve hitap ettiği insanın kültür değerlerini tanımak gerekir. O zaman yazılabilir ancak…Bilimsel ya da şiirsel yazılanlar bu noktada çok kolay…Ama bu tür kitap yazmak hem zor iddialı bir durum…Okuyucu bu tür kitaplarda kendini bulacak, gülerek yanlışlığını görecek, doğruyu kabullenecek…

          Aslında bizde malzeme bol. Bir Bostan ve Gülistan yada Mesnevi, yada Kelile Ve Dimne gibi bizzat insanı ele alan kitaplar bu bakış açısı ile yazılabilse…Ya da romanlaştırılsa…Hatta bir hikayeden bir roman olur kanaatindeyim…Siz bunu Nasrettin Hocada yapmışsınız…İnanın haftalık olarak kafama göre yazan biri olarak Narettin Hoca’dan yola çıkarak üç yazım Gazetede yayımlandı bile…Tepki mi? Çok keyifli oluyor. Nasrettin Hocanın muhataplarının yermesi de övmesi de  insana keyif veriyor…Tüm sakarlar her devirde aynı…

          Bu tür kitaplara çok ihtiyaç var. Ve herkese gerekli. Bizler genelde okumayan bir milletiz..Ancak bu tür kitapları herkes okuyor. Dil sade ve halk dili…Türk halkının büyük çoğunluğunun anlayacağı türden…Öğrencilerde bu tür kitapları çok seviyor…Ve çok faydalı…Diğer kitaplarınız da böyle olursa çok güzel olacağına yürekten inanıyorum…

          Affınıza sığınarak aldığım notlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum…Bu noktada ben kendi bakış açımla bunları söylüyorum. Tabi ki bu benim tarzım ve doğru da olamaz. Sadece bir görüş…

1.    Genel manada kitabı yukarıda değerlendirdim. Son derece başarılı bana göre bu türden benim okuduğum bu düşüncede ilk kitap…Sol kesim ordan burdan devşirdiklerini kendilerinin yazdıklarıymış gibi bize yutturuyorlar…Hem de yabancıların kültürünü benimsetmek amacıyla…Bu benim değerlendirmem ve ben böyle görüyorum…Bu  bakış açısından yola çıkarak “Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” kitabı önemli bir bakış açısı getirecektir.

2. Sayfa 36’daki “papuçla ağaca çıkma” fıkrasında  Hoca” Dolduruşa gelmenin veya dolmuşa binmenin ne olduğun biliyor. Ne kadar emin olunursa olunsun en olumsuz durumu da gözden ırak tutmamak gerekir” diye de düşünmüş olabilir.

3. Sayfa 38’de “testiyi kırma” fıkrasında “ çocuğunu bildiğinden, onun bildiği dilden uyarmış” olabilir.

4. Sayfa 38’de “kızı gelin etme” fıkrasında “Atını sağlam kazığa bağlama, tedbiri elden bırakmama, işi alttan alma” gibi bir öğüt vermiş olabilir.

5. Sayfa 40’ta “kazan kılıfı” fıkrasında “bilinen nesneden yola çıkılarak bilinmeyene” metodu uygulanmış olabilir.

6. Sayfa 44’te “eşeğini satma” fıkrasında “ Kişileri alaya almak, kendi abdallıklarına inandırmak, ya da maskaralıklarını akıl işi gibi pahalıya satmak niyetinde olanlara bir ders” olabilir.

7. Sayfa 45’te “eşek ve  kadın ölümü” fıkrasında “bütün kainattaki varlıkların ölümlerinin aynı derecede olduğunu, her varlığın ölümünün kendi başına çok önemli olduğunu, hiçbir varlığın önemsiz olmadığını en önemlisi herkese göre varlıklar önem kazandığını, biri için önemsiz gibi gözüken bazı şeylerin, bazıları için hayati önem kazandığını vurgulamak” gibi bir ders olabilir.

8. Sayfa 46’da “ah gençliğim fıkrasında “ herkes kendini en iyi bilir.” Düşüncesi de olabilir.

9. Sayfa 46’da ki “dışarda arama fıkrasında” Tasavvufta mutluluk Allah’a ulaşmakla olur. İnsanlar asıl kaynağı bilmediği sürece aradıklarını bir başka yerlerde ararlar…Örnek olarak mutluluğu kimi kadında, kimi parada ya da mevki ve makamda…” bu düşünce de olabilir.

10. Sayfa 47’de hanıma iyidir diyenlere “onu asıl bana sorun demekle” işin ehline sorulması” yönünde bir düşünce olabilir.

11. Sayfa 56’daki dip notta, fıkralar değerlendirilirken, “birçok fıkralarda Nasrettin Hoca ağzı ile de söylenilmiş olabilir. Bir şeyin inandırıcı olması için genelde inandırıcı olanlar işin içine sokularak yapılır. Şimdilerde bizim Kumru ve köylerinde  bir Abdi Hoca ve Halil Hoca söylemleri var ki adam söylemek istediğini bu iki şahsiyeti öne sürerek konuşturur. Kimi duymuş kimi dinlemiş olarak…

12. Sayfa 86’da ki fil fıkrası “Sana taş atana sen ekmek at” sözü ile çelişiyor. Ne var ki bu sözdeki taş ikaz anlamında ve uyarıcı dostun uyarısı anlamındadır.

13. Sayfa 88’de “neden helva” fıkrasında “ İnsanlar olaylara ve eşyalara kendi zayıf noktalarından bakarlar. Yani dervişin fikri ne ise zikri de odur” sözünde olduğu gibi.

14. Sayfa 89’da ki ortaklık fıkrası çelişkili. Hoca hissesini satıyor mu Alıyor mu?

15. Sayfa 106’daki kara kaplı kitap bugün olsa idi “kırmızı kaplı kitap olurdu. Hani şu derinlerin hususiyetleri. O ibare burada bir şekilde yer alsa idi, tarihi bir not olurdu.

16. Sayfa 117’de Eşek Kadı olmuş fıkrasında “….Neredeyse sular kararmak üzeredir” cümlesi zannedersem “sular” değildir.

17. Sayfa 125’te dış görünüşün aldatılıcıvında “ Bu durum tanıdığımızı zannetdiğimiz kişilerde çok başımıza gelir. Sonra pişman olunur. En iyisi hiçbir zaman tedbiri elden bırakmamak gerekir.

18. Sayfa 135’teki duygu sömürüsüne benden birkaç katkı…” Bunu en çok doktur ve sağlık görevlileri yapmaktadır. Kapıcısından doktoruna kadar. Çocuğun doğması ve ameliyat esnasında…Birde sevinç ve üzüntü anında istismarcılar çoğalıyor. En belirginleri bana göre “ doğum, ölüm, cenaze, düğün anlarında”…Daha doğrusu sevinç ve üzüntü anlarında çok yaygın..

19.  Sayfa 148’deki sondaki “biridir” kelimesi “birdir” olmalı.

20. Sayfa 151’de olduğu gibi uzun hikayeler mutlaka dip notlarda değil kitabın asıl sayfasında yer almalı. Dip notlar bir ölçüde kitabın okuma ahengini ortadan kaldırıyor. İşin doğrusu dip not açıklamaları bu tür kitaplarda çok küçük olmalı. İmkanlar ölçüsünde açıklamalar sayfaya konulmalı, sadece kısa dip notlar alt bölümde yer alırsa daha iyi olur düşünüyorum…

21. Sayfa 155 teki “karıştırılmalıdır” kelimesi “karıştırılmamalıdır” olması gerekir.

22. Sayfa 156’daki dip notta “ Şeytan inkarcılığından değil, kibrinden, gururundan ve

kendini ademden üstün görmesinden dolayı lanetlenmiştir.

          23. Sayfa 172’ki atasözlerine annemin sık kullandığı “kan eden kandan gider” sözü ilave edilebilir.

          24. Sayfa 177’de dip nottaki Kafir tanımına “ örtmek” manası da ilave edilebilir.

          25. Sayfa 184’te dostlar alış verişte görsün fıkrasına Kumrudan da  olmuş bir fıkra” Kumru Derbent Köyünde olmuş. Adam 3 kuruşa köpek eniyor, beş kuruş vererek sabun alıp elini yıkıyormuş. Hanımı enciyi uyarınca yani “karımız” ne diyince “ Ne diyon Hatun bana “enci” sana da “enci karısı” diyorlar. Bu çok önemli değil mi, bu yetmiyor mu? demiş.

          26. Sayfa 187’de “ Cedi oğlak demektir. Demeleri üzerine cümlesi …daha düzgün hale getirilebilir.

          27. Sayfa 189’da 196. dip nottaki …….”.alabilir” ifadesi “olabilir” olmalı.

          28. Sayfa 190’da bir uyarısında iki tane “bir “ kelimesi kullanılmıştır. Biri olmamalı.

          29. Sayfa 191’deki dip notta “ rüşvetin ne amaçla verildiği gayet tartışılmasına gerek yok neden verdiği gayet açıktır.

          30. Sayfa 193’te en son cümlede “şu” yerine “bu” daha uygundur.

          31. Sayfa 198’deki onu öp fıkrasından yola çıkarak “ açıkça çelişki arz eden fıkralar için mutlaka fıkranın nereden alındığının kaynağı belirtilmelidir. Mantık dışı fıkralar bu kitapta belki de yer almamalıdır.

          32. Sayfa 223’teki …bizi intikal eden…cümlesi “bize” olmalıdır.

          33. Sayfa 243’te Canım çıktı fıkrasındaki     “ Adam biri ölür” değil….Adamın biri ölür olmalıdır.

          34. Sayfa 244’te b) açıklamasında “”hiç zaman “ değil “hiçbir zaman” olmalıdır.

          35. Sayfa 298’deki dip nota “ bide imam hatipliymiş…ifadesi de koyulursa iyi olur…

          36. 414’te en son cümledeki “adlanılmamalıdır” değil, adlanılmamalıdır olmalı.

          37. Sayfa 406’da ilk cümlede “bizim hamimiz” değil, “bizim halimiz” olmalıdır.

          38. Sayfa 443’te “Nasr..ddin şu ..öy” değil, “Nasreddin şu köy” olmalıdır.

          39. Sayfa 446’da “dokuz aylık yolu ben” değil…”beş” olmalıdır.

          40. Sayfa 461’de “Bir Hocaya Timur Sorar” ifadesinde “Bir” kelimesi kaldırılmalıdır.

          SON NOTLARIM:

1.    Dip notlar kısaltılmalı, dip notlardaki metinler sayfa içersinde yer almalıdır. Zaten kitabın bazı yerlerinde böyle yapılmıştır.

2.    Kitabın ismi “bu şekliyle daha geniş kapsamlı olabilir. Çünkü Nasrettin Hocadan yola çıkılarak hayata dair ne varsa güzel bir şekilde yer almış. Ve herkesin büyük bir keyifle okuyacağı bir kitap olmuş. Bu noktada kapakta sokaktaki vatandaşa da bir mesaj olmalı. Bizde eğitim daha çok okulla ilgili olarak düşünülüyor. Bu nedenle belirttim.

3.    Bugüne kadar hep hayata dair bizden olmayan bizim kültürümüzle bağdaşmayan kitaplar okuduk. İlk kez hayata dair bu tür bir kitap bana göre…Ve devamı mutlaka gelmeli..Akıcı bir üslup ve dil…  

4.    Dip notlar ince, işin doğrusu beni yordu…

5.    İşin doğrusu hayata dair ne söylenilmek gerekiyorsa NASRETTİN Hoca ile birlikte söylenilmiş…Benim için vaz geçilmez bir kaynak…

6.    Allah razı olsun…

7.    Yazımda hata varsa bağışlamanız dileğiyle…Selam ve Saygılar…

                                                                                 Kumru.04.04.2005

                                                                                      Bekir Akkaya

............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

“Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” Kitabını İnceleme Notlarım /Bekir AKKAYA

Değerli Hocam  Prof.Dr. Abdullah Özbek çok büyük bir emek vererek normal bir ansiklopediyi aratmayacak derecede Nasrettin Hoca ile ilgili kapsamlı bir kitap yazmıştı.  “Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” adını taşıyan kitap 526 sayfa olup ayrıca kitapta 530 dip not ve onlarca Nasrettin Hoca ile ilgili yazılmış kaynak kitaplara da yer verilmiş.     

Tam baskıya girmeden önce sayılı sayıda basılan kitaplardan bir tanesi de incelemem ve görüş ve düşüncelerimi raporlamam için bana da gönderilmişti. Not alarak okuduğum bu değerli kitaptan fazlasıyla istifade etmiştim. Eğer elinizde yoksa bu kitabı mutlaka edinin. Belki de sahasında ilk ve tek olan bu kitapta Nasrettin Hoca ile ilgili tüm fıkralar yer aldığı gibi sade bir dille hocanın ne demek istediği de çok yönlü olarak analiz edilmiş bulunmaktadır.

Kitabı satır satır okuyarak aldığım notları  ve yorumları 04.04.2005 tarihinde Hocam ve Ağabeyim Prof.Dr.Abdullah Özbek’e  göndermiştim. İşte o notlar. Bekir AKKAYA/20.10.2021/KUMRU      

Değerli Hocam, Abdullah Ağabey,

          Büyük bir keyifle okuduğum “Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca” adlı kitabınızdan dolayı

18 Ekim 2021

İsmet Erçal Kumru Spor'u Şampiyon Yapmıştı. İşte O takım (2005)

İsmet Erçal Kumru Spor'u Şampiyon Yapmıştı. İşte O takım (2005) 



............. © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............