6 Aralık 2007

Ölümden Sonrasına Yolculuk ve Ölüm Anı-6/Bekir AKKAYA

Ölümden Sonrasına Yolculuk ve Ölüm Anı-6
Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi ölüm anı ve ölümden sonrası bir çoklarımızın düşündüğü türden bilinmez bir durum değildir. Ölüm anı ile doğum anı birbirlerinin tıpa tıp aynısıdır. Doğumda ruhun ana rahminde bedenle buluşması gibi, ölümde de ruhun bedende ayrılması sözkonusudur. Çocuğun dünyaya gelmesinde göbek gibi fazlalıkları kesilir ve hatta tam benzerlik olmasa da doğum sonrası dünyada yaşamasına engel teşkil edebilecek eksiklikler tıpbi etkenlerle giderilmeye çalışıldığı gibi, ölümden sonrasında da ruhun fazlalıkları ruhun gittiği hayata uyumu için yol göstericiler tarafından arınmaya ya da bazı etkenlerle oraya uyumu için çaba sarfedilir. Dünyaya gelen bir çocukta bir problem yoksa, ortobedik ya da bir başka özrü yoksa dünyada yaşamasına pek bir engel yoktur. Ölümden sonrası hayatta bunun gibidir. Dünyada ruh ve beden uyumu içersinde bizim günah dediğimiz fiil
ve davranışlardan kendini koruyan ruh için öbür tarafta hiçbir sorun yoktur. İşin doğrusu orada onlara bir rehberde gereksizdir. Belkide bizim sırat köprüsü dediğimiz yeri bile hiç görmeyeceklerdir. Normal hayatın akışını en yüksek düzeyde sürdüreceklerdir.
Daha önceden Süryani Dilinden söz ederek ruhsal dilin Süryanice olduğunu ifade etmiştik. Bir sohbette bir arkadaşımızın bunun yanlış olabileceğini ifade etmişti. Bu bilgi doğrudur. Süryanice dünyada en eski dil olan üç dilden biridir. Süryanicenin tarihi beş bin yıl öncesine kadar gider. Ve bugün dünyada bu dili kullanan çok az sayıda insan mevcuttur. Süryaniler ülkemizde de çok azınlıktır. Dünyada da sayıları çok fazla değildir. Süryaniler beş bin yıldan bu yana hiç devlet olmamışlar ve kendi kendilerini yönetmemişler ve hep bir başka devletlerin ve kültürlerin himayelerinde yaşamışlardır. Meraklısını ufak bir bilgi. Süryaniler müslümanlar gibi rüku haricinde altı vakit namaz kılmakta, ibadetleri beş bin yıldan bu ya müslümanlara benzemektedir. Süryanice ise çok zengin bir dil olup,
yine kaynaklarda cennet dilinin de Süryanice olduğu ifade edilmektedir.
Ölüm anı en çok merak edilen ve her birimizin mutlak karşılacağı bir durumdur. Hele de ölümden sonrası hayat bilinmezliğini büyük çoğunluk tarafından sürdürmektedir. Öyle olmasa, ölüme sitem eden, kabirlere veryansın eden ilahiler olurmuydu? Bu konu ilerde işlenecektir. Kara yerler kanmaz yerler, ölüm sana niçin çare bulunmaz türünden türü güya dini ilahiler, öte taraftan “yolun sonu görünür, ya da ah oğul türü türkü ve şarkılar. Hepsi korku içermekte ve çaresizliğin göstergesi olarak çoğunluğun duygusunu ve isyanına tercüman olmaktadır.
Oysa ölüm ve ölüm sonrası böyle hiç değildir. Eğer doğum anına bu tür söylemler söylense daha uygun olurdu. Çünkü ruhla bedenin bir araya gelmesi bir ölçüde sıkıntı ve zorluktur. Beden yüzde yüz ruha bir yüktür. Üstelik dünya yaşamı ruh için bir imtihan sürecidir. İnsan sadece ve sadece bütün dinlerde ve inançlarda bilinçli davranışların sonucundan öte tarafta sorumlu olacaktır. Çocuk yaşı ve akılla ilgili problemleri olanlar bu dünyadaki fiillerinden sorumlu olmayacaktır.
Ani ölümler hariç insan ölümüne yakın zamanlarda bir kırılganlık göstermektedir. Ölüme yakın zamanlar bir çok insan yorgun ve bitkin hal almaktadır. Teslimiyet ve hırslar tamammen ortadan kalkmaktadır.
Ölüm döşeğinde ise hastanın yanındakiler çaresiz bir durumda hasta üzerinde gerçekleşen ani değişikleri kendi akıllarınca yorumlama, ve tesellilerine neden olacak davranışlar göstermektedir. Bu durumda ölecek kişi çok kez çevresindekilerle çoktan irtibatı kesmiş ve gideceği yerle meşgul olmaktadır. Bize göre anlamsız saçma sapan cümleler ve davranışlar aslında derin anlamlar içermektedir. Hatta bir çok hasta bize göre zor olan bilgileri ve sırları o kalabalığa söylemekte başında olanları şaşkına çevirmektedir. Aslında bu işi bilenler ve ruhla bedenin arasında geçen durumlara vakıf bilgeler için hiçbir garip durum sözkonusu değildir. Zaman zaman ruh bedenden ayrılarak bir iki metre uzaklaşınca çevresindeki sevenleri ağlaşmaya başlayınca, ruh istemedende olsa bedene geri dönerek surtiyle bize sevinç çığlığı attırırken, ruha ise bu durumlar büyük ızdırap vermektedir. Ruhun bedenden ayrılması ruh için büyük mutluluktur. Bedenden kurtulma ve daha sonrası gerçek kişilik olan ruh için ağrının sızının bitmesi ve gerçek hayata başlamanın birinci basamağıdır. Hangi günaha bulaşmış ruh olursa olsun, bu an aşağı yukarı aynıdır.
Geçenlerde bu konulara vakıf ve ilmine güvendiğim Samsun’daki büyük üstadım H.B’e yıllarca ilgili merak ettiğim bir soru sordum. “Beden bana göre ruhun bedenden ayrılmasından sonra pek bir anlam ifade etmiyor. Bu durumda kabirleri ziyaret etmenin bir anlamının da olmaması gerekir.” Deyince , H.B. bana şu bilgiyi verdi.” Hayır öyle değil. İnsan bedeninde uyluk kemiğinin yakınlarında gözle görülemeyecek kadar bir parça vardır. Ruh bedenden ayrılınca, ve ceset toprakla temas edince her şey dağılır ve parçalanır, toprak olur. Ancak cesetteki bu parça ne çürür, ne yanar. İşte bu parça insan bedeninin özü ve şifresi ve planını içersinde barındıran özdür. “Açıklamalarını dinleyince aklıma yattı. Çok sonra Okuduğum Dıon Fortune’nin Ölüm Kapısından Geçiş kitabının 48-49 sayfalarında çok ilginç bir açıklama var ki, H.B.’ün bilgileri ile sanki aynı. Bilgiyi kitaptan okuyalım “ Ruh, asıl ölüm yaklaşırken kendi düzleminde uyanır, son bir gayret göstererek bedene konsetre olur ve gizemli bilgilere sahip olanların

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...