Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

9 Mayıs 2010

Devleti ele geçirmek /Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

Siyasi arenadaki muhalifler başta olmak üzere, toplumda köşe başını tutmuş olan kişi ve kuruluşlar, birbirlerini akıl almaz ithamlarla suçlamakta…


Maksat şu…

Kendisinden başkasını bir şekilde saf dışı etmek…

İnsanlar bir zamanlar “sağcı-solcu” diye kavga ettirildi. Bu yüzden o kadar kan döküldü, o kadar ocaklar söndü, o kadar hayatlar karardı ki…
 Zarar ve ziyanın haddi hesabı yok…

Zaman oldu, “Alevi-Sünni” çatışmasının fitili ateşlendi. Burada da yangına körükle gidenlerle söndürmek için su taşıyanlar birbirine karışmış vaziyette.

Nihayet, “Türk-Kürt” meselesi gündemde yerini aldı. Plân ap açık ortada… Kardeşi kardeşe vurdurmak… Bu felâkete kendini kurban edenler, sonunda neyin bayramını yapacaklarını kesinlikle bilmemektedir.

Genel geçer suçlamalarda her ihtiyaç duyulduğunda kullanılan “irtica” ise, zaten gündemdeki yerini ve tazeliğini korumakta… Bu konuda oluşturulan teşhis listesi o kadar kabarık ki…

Birisi namaz mı kılıyor, hanımının başı mı kapalı, evine ayakkabısını çıkararak mı giriyor, karşılaştıklarına selâm mı veriyor, bulunduğu kurumda mescit mi açıyor, sülalesinde sakallı birisi mi var, içki mi içmiyor, kumar mı oynamıyor, imam-hatip ve Kur’an kursunda mı okuyor?

Tamam işte… Kurtulamazlar… Hepsi mürteci!

Dahası da var… Ülkedeki bütün olumsuzluklardan bu irticacılar sorumlu tutuluyor.

Şimdilerde ise, ayrıştırmada ve suçlamada kullanılan moda bir kavram daha var…

Devleti ele geçirmek!

Bu noktada sorulacak pek çok soru var…

-Bir kere “devlet” ne anlama geliyor?

-Kim ele geçirecek?

-Nasıl geçirilecek?

-Şu anda kimin elinde?

-Şimdi mi daha emin ellerde, yoksa eline geçireceklerin elinde mi daha iyi olur?

Önce, şu “ele geçirme” kavramını biraz irdeleyelim…

Ele geçirme, “yakalama, tutma, hüküm altına alma, birilerinin bir yeri idaresine dâhil etmesi ve zapt etmesi” demektir.

Peki, “devlet” kavramıyla “ele geçirme” kavramı nasıl bir araya getirilebilir?

Kanaatimizce bütün mesele, “devlet” kavramının iyi bilinmemesinde yatmaktadır. Kendisine “devlet adamı” denilen kişiler bile, maalesef, “devlet” denilince ya bürokrasiyi, ya hükümeti, ya silahlı kuvvetleri, ya da yargıyı anlıyor… Ya da bunların ötesinde esrarlı bir yapılanmayı…

Bunlar, adâlete hizmet ettiği müddetçe, mekanizmanın sadece küçük birer parçası olabilir… Çünkü bunların hiç biri devlet demek değildir. Öyle olsaydı, tarihte hiçbir devlet yıkılmazdı.

Öyleyse devlet nedir?

Devlet, ilk insan topluluklarından itibaren ihtiyaç duyulan bir kurumdur. Onun tek bir görevi vardır. Adâleti sağlamak. Yani devlet, bu anlamda, adâleti temsil etmektedir.

O zaman, şu soruya da cevap vermek gerekir…

-Adâlet nedir?

Adâlet denge ve her şeyin yerli yerine konulması demektir. Bunun zıddı ise zulümdür.

Meselâ atın önüne ot, itin önüne et koymak bir adâlettir.

Bu ve benzeri ilişkilerin, her seviyede ve alanda ciddi bir şekilde öğretilmesi gerekir. Bir anlamda eğitimin özünü bu nokta oluşturmalıdır.

Buna göre “devleti ele geçirmek” şu anlama gelebilir:

-Adâleti en iyi şekilde gerçekleştirmek için çaba sarf etmek…

Adâlet bilincinin olduğu bir toplumda böyle bir düşünce ve yarış, kesinlikle kınanacak ve suçlanacak bir faaliyet değildir. Aksine övülmesi gerekir.

Ama “devletin malı deniz, yemeyen domuz” anlayışına sahip olanlar kesinlikle buna yanaşmaz.

Kendisini düzenin bekçisi ve devletin kurucusu gibi görenler de bunu anlamak istemez. Onların devlet anlayışı, her durumda kendilerini haklı ve ahlâklı görmektir.

Aynı şekilde, kılık kıyafete kafayı takan, rakip gördüklerini irticacılıkla köşeye sıkıştırmaya çalışan, yeni fikirler üretme yerine geçmişi kutsallaştıran, sürekli “devlet elden gidiyor” yaygarası koparan kişi ve çevreler de devleti anlamaktan acizdir.

Bütün bu bilgisizlikler bize çok pahalıya mal olmuştur. Ülke bu yüzden çok şey kaybetmektedir. En başta da insanların birbirlerine olan güvenleri yara almıştır…

Ne yazık ki hala aklımızı başımıza almış değiliz.

Peki, hiç mi çıkış yolu yok?

Elbette ki var…

Önce bu durumlardan ders çıkaracak ve istikbâle ümitle bakacak bir nesil yetiştirmeye ihtiyaç var.

Bunun için maddî ve manevî bütün imkânların seferber edilmesi şarttır.

İşte o zaman engeller daha kolay aşılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...