16 Temmuz 2012

Duyarsızlaşma - Prof. Dr. Abdullah Özbek


Biliyor musunuz, toplum gittikçe duyarsız hale geliyor. Her tarafta karşınıza egoistliğin çirkin yüzü çıkıyor…
Bir anlamda bundan, herkes sorumlu…
En başta da medya… Her Allah’ın günü olumsuzlukları haber yapıyor. İşleri güçleri kötülükleri
teşhir etmek…
Bu sefer insanlar bunları duya duya olumsuz olaylara ve görüntülere karşı duyarsız hale geliyor. Adetâ bir kanıksama ortaya çıkıyor.
Ondan sonra da ekran karşısına çıkıp hiç sıkılmadan, “Neden bu hale geldik?” diye soruyorlar…
Neden olacak?
Genelde onların reyting hırsı yüzünüzden… Ne kadar çok seyredilirlerse gelirleri o kadar artacak…
İşte size bir misâl:
Yıl 2011. Nisan’ın on sekizi… Güpe gündüz ünlü bir kişi bıçaklanıyor! Adamcağız can havliyle kendisini sokağa atıyor. Hem de işlek bir caddenin ortasında… Adamcağızın feryadı yürek parçalıyor. Etrafından kendisini hastaneye götürmeleri için yardım istiyor. Hiç kimse kulak asmıyor. Oradaki taksilerden birisine yöneliyor; kapıyı bile açmıyorlar… Gelenler de durmuyor… En sonunda bir ticari taksiye atlayıp hastaneye yetişiyor.
Bu olayı akşam haberlerinde bir televizyon kanalı, görüntüyü de vererek, bir öğretim üyesi psikologla yorumluyor… Daha çok insanların duyarsızlığından şikâyet ediliyor.
Bir ara sunucu, olayı kaydeden kişinin kendi kameramanları olduğunu söylüyor. Hem de övünerek.  
Şimdi sormak lazım…
-Neden bu kameraman yardımcı olmadı?
Öyle sanıyoruz ki, haberini taçlandırmak istiyordu…
Nasıl mı?
Bıçaklanan kişinin çığlıkları ve araba bulamayışı onlar için iyi bir haber sayılırdı. Bir de bunun üstüne ölüm haberi yaparsa, kim bilir, ne ödüller alacağını hesaplıyordu!
Kafa yapısı bu!..
Öyle ya, keçi can derdinde kasap et derdinde!
Diğer taraftan insanımız gerçekten sahipsiz. Öyle ki kendi kendine bile sahip değil!
Siyasîler nerdeyse bütün vakitlerini, sonraki döneme kendilerini nasıl taşıyacaklarının hesabını yaparak geçiriyor. Hem de en samimi arkadaşlarını bin bir hile ile saf dışı etmeye çalışarak… Arada bir yaptıkları iyi işleri de sanki kendilerini oralarda tutmak için yapıyorlar. Zavallı halk da bunlara kanmak zorunda kalıyor… Çünkü başka seçenek yok… Kafası uyuşturulduğu için aramayı da düşünemiyor… Belki de işlerine, köleliğin rahatlığı daha iyi geliyor. Çünkü hürriyet hem kafa istiyor hem de gayret!.. Üstelik risk de almak gerek.
Yöneticilerin çoğu ise kurnaz… En büyük hünerleri de idare ettikleri insanları birbirine düşürmek!
Okullar eğitimden uzak…
Aileler yetersiz ve gamsız.
Çocuklar medyanın oyuncağı…
Kazanma hırsı bütün vicdanları esir almış…
Peki, böyle bir ortamda yaşayan kişiler nasıl bir karakter geliştirir, dersiniz?
Görünenlere bakılınca bunu anlamak zor değil.
Sokakta birileri kavga etse ya da öldürülse, kaç kişi dönüp de bakar? Yoksa “Beni sokmayan yılan bin yaşasın, neme lâzım” deyip kaçar mı?
Mahkemeler derseniz o biçim… Dava üstüne dava!.. Nerdeyse herkes birbirinden şikâyetçi…
Kısaca vatandaş, orman kanunlarına göre hayatını yaşıyor. Köyünde de böyle, kentinde de… Herkes birbirinden korkuyor…
Çoğu şehirlerin havası, kömür ve kamyon çetesi yüzünden kirli… İnsanlar zehirli gaz soluyor!
Buna rağmen seçim arifelerinde siyâset (toplum yönetimi) bilmez siyasetçiler, büyük projelerden bahsedebiliyorlar…
Toplum en önemli sosyal sermayesi olan güveni kaybederse, bunların hiçbir anlamı olmayacaktır.
Öyleyse, daha fazla vakit kaybetmeden bir şeyler yapmak gerek…
İyi bilinmeli ki gemi su alınca kimse kendisini kurtaramaz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...