Hedefe ulaşmada
ümitlerin ve hayallerin bir sınırı vardır. Ama hayalle hakikati birbirine karıştıranlar,
bunu pek anlayamaz.
Tutar da çamurdan
çelik yapmaya kalkışırsanız, insana gülerler… Çünkü bu gerçek üstü ve imkânsız
bir şeydir. En azından mevcut bilgi ve deneyler bunu
göstermektedir.
Belki de Nasreddin
Hoca, göle maya çalma nüktesini, “kabul olmayacak bir dua”
örneği olarak göstermek istedi. Ama insanlar onu tersinden yorumladılar.
Alsında kültürümüzde
bu konuda, uyarıcı nitelikte pek çok söz var…
Meselâ olmayacak bir
iş için boş yere çabalayanlar, akıntıya kürek çekmiş olurlar. Çekirgeyi
çifte koşanlar, kesinlikle tarlayı süremezler.
Ya tahta kılıçla
savaşa çıkanlar? Sonları hursan olur!
Değirmene su
gelmiyorsa, istediğiniz kadar taşına ayar vermeye çalışınız; un elde
edemezsiniz.
Bazıları kelden
merhem dilenir. Aslında olsa, adam kendi başına sürecek.
Bir gün Amerikan
başkanlarından Abraham Lincoln (1809-1865), iki çocuğunu ellerinden tutarak
parka götürür. Oynarlarken, ne olduysa bir müddet sonra kavgaya tutuşurlar.
Etraftakiler, ne olup bittiğini anlamak için, koşup gelir.
Lincoln gayet
sakindir… Şöyle bir açıklama yapar:
-Merak
etmeyiniz. Dünyayı tanımaya çalışıyorlar. Benim elimde üç ceviz var; onlar
ikişer ceviz istiyor!
Bir komutanın bu
konuda verdiği şu ders de ilginçtir…
Vaktiyle bir kale
komutanı kalesini düşmanlara karşı savunamaz hale gelir. Üst komutan da bunun
hesabını sorar… Der ki:
-Niçin böyle yaptın?
Cevap şudur:
-Komutanım bunun
sebepleri var…
Ve kendisinden
bunları söylemesi istenir. O da başlar saymaya…
-Birincisi, barut
bitmişti!
İkincisini
söyleyeceği sırada, komutan lafını keser…
-Tamam,
anlaşılmıştır. Barut yoksa, diğerlerini saymaya gerek yoktur.
Demek ki barut
olmayınca, diğerleri temin de edilse, bu kabul olmayacak duaya âmin demektir. Önemli
olan asıl sebepleri görmek gerekir.
Hal böyle iken, şimdi
futboldan şikesizlik bekliyoruz. Bu mümkün mü? Adı üstünde bu bir oyun…
Mevcut öğretmen
yetiştirme sisteminden iyi
öğretmen beklemek de öyle… Bir kere bu bölümlerde okuyan öğrencileri, “öğretmen
olmak için gerekli olan asgari yetenekler”e sahip olup olmadığına bakmadan
puanlamaya ve tercihlere göre alıyoruz. Bu göle değil, okyanusa maya atmak gibi
bir şeydir.
Hele de bir
yüksek öğretim kurumunda döner sermaye ve ikinci öğretim vs. varsa, burada
zaten eğitim yok demektir. Çünkü ekstra ücret peşinde pek çok
şikelerin buralarda nasıl sahneye konulduğuna yakından bakmak gerekir. Belki
buralardaki şikelerin hayata yansımasıdır diğer şikeler. Ve öğrencilerin hepsi
de bunları bütün boyutlarıyla biliyor!
Bunlara neden el
atılmaz; doğrusu üzerinde düşünmek gerekir…
Zaman zaman ülkenin
değişik illerine konferanslara gitmekteyiz. Bir ilde kurulan rüzgâr
jeneratörleri çok dikkatimi çekti. Rüzgârı az olan yerlere sırayla bunlardan
kurulmuş. Demek ki bizim de aklımız başımıza geliyor diye, insan görünce
seviniyor. Ama ertesi gün, yeniden hayal kırıklığı yaşıyorsunuz…
Nedir, bakınız?
Rüzgârı az olan
yerlere bunlardan kurmuşlar. Ağır
aksak dönüyor hepsi de. Ama rüzgârların ağaçları yerlere eğdiği tepeleri boş
bırakmışlar…
Sebebini
soruyorsunuz… Bir cevap veriyorlar…
Meğerse sit
alanıymış.
Ne demek bu?
Gerek jeolojik ve
gerekse tarihi yönden ender bulunan ve korunması gereken alanlardanmış…
Buna bir sözümüz
yok…
Ama bu ne termik, ne
hidroelektrik, ne de nükleer bir santral… Rüzgârın ağaçları eğmesine bir şey
demiyorsunuz… Bunun pervanelerini döndürse ne zararı var…
Bütün mesele şu olsa
gerek…
Biz insanımıza “gerçeğin
ne olduğu bilgisi”ni veremedik. Ve bunun üzerinde hiç kimse de tedbir
almıyor…
Onun için aklı ve
tecrübeyi bir tarafa bırakarak pek çok alanda sonuç alınamayacak işlere
girişiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...