İnsanoğlu
hata ve nisyan ile malul bir varlıktır. Bu yüzden, her insan hayatta çok kere
yanlış hesap yapar, yanlış kararlar alır ve er ya da geç bu yanlışların
dramatik ve trajik sonuçlarını gayet ıstıraplı şekilde yaşamak zorunda kalır.
Bu sebeple insan geç de olsa yanlışını anlamak, bundan dolayı kendini
sorgulamak ve bir daha benzer yanlışlar yapmaması gerektiği konusunda
kendisiyle hesaplaşmak zorundadır; fakat kimi insanlar ya kendi hatalarını
kendilerine dahi itiraf edemeyecek kadar yüksek bir gurur ve onur katsayısına
sahip olduklarından, kimi insanlar da hayatta mağdur olmanın ve kendilerini
kurban gibi algılamanın acısını mazoşistçe yaşamaktan haz duyduklarından olsa
gerek, “Hayatta yaşadığım tüm kötü tecrübeler benim yazgımmış, bu yüzden
mutlaka yaşanacakmış…” diyerek saçma
sapan bir kaderciliğe sığınırlar. Kader ya da alın yazısına sığınmak insanın geçmişte attığı yanlış adımlardan dolayı kendisini hesaba çekmek, hatta pişmanlıktan dolayı öz benliğiyle didişip kendi kendini yiyip bitirmek söz konusu olduğunda, iyi bir kaçış yolu ve az çok rahatlatıcı bir formül olarak görülebilir. Fakat bu yol ve formül afyon yutmaktan çok farklı bir şey değildir. Yani alın yazısına sığınmak, insanın kendini hayatta kurban olarak seçildiğine inandırması ve bu suretle kendi kendini kandırması sayesinde yaşadığı kısa süreli bir keyif hâlidir.
sapan bir kaderciliğe sığınırlar. Kader ya da alın yazısına sığınmak insanın geçmişte attığı yanlış adımlardan dolayı kendisini hesaba çekmek, hatta pişmanlıktan dolayı öz benliğiyle didişip kendi kendini yiyip bitirmek söz konusu olduğunda, iyi bir kaçış yolu ve az çok rahatlatıcı bir formül olarak görülebilir. Fakat bu yol ve formül afyon yutmaktan çok farklı bir şey değildir. Yani alın yazısına sığınmak, insanın kendini hayatta kurban olarak seçildiğine inandırması ve bu suretle kendi kendini kandırması sayesinde yaşadığı kısa süreli bir keyif hâlidir.
***
İnsan ne
kadar hata yaparsa yapsın, hatalarını itiraf etmeyi, onlarla yüzleşmeyi ve bir
daha benzer hatalar yapmamaya azmetmeyi bilmek zorundadır. İnsanın bizzat kendi
zatına veya hayatında önemli yer tutan başka bir insana karşı geçmişteki
hatalarını açıkça itiraf etmekten kaçınıp bunu yüksek gurur/onur meselesi
yapması gelecekteki hayata esaslı bir anlam yükleyerek asılmayı çok zorlaştıran
anlamsız bir tavırdır. Pek çok insanın zaman zaman hayattan yana kendisini çok
yorgun ve yılgın hissettiği, varoluşsal boşluk duygusuyla yaşamaya başladığı
anlar olabilir. Bu noktada yapılması gereken iş, behemehâl uğruna yaşanacak
yeni bir anlam arayışına koyulmak ve ne yapıp edip o anlamı bulmak olmalıdır.
Hayat ancak uğruna yaşanacak anlam ya da anlamlar mevcut olduğunda yaşanmaya
değer bir hâl alır. Gerçi hayatı kendisine bağlayarak yaşadığımız kimi
anlamlar, düşünüp taşınmadan attığımız yanlış adımlardan dolayı
anlamsızlaşabilir. İşte burada alın yazısına sığınıp mağdur ve kurban rolüne
talip olmak veya hayata havlu atmayı çıkar yol saymak yerine, belki sil baştan
hayata asılmayı sağlayacak yeni anlamlar bulmak gerekir. Hayata yüklenen
anlamlar değişebilir; fakat anlam hiçbir zaman tümüyle yok olan bir şey
değildir.
Bu bağlamda
Viktor E.Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” adlı eserinde tarif ettiği
“logoterapi”den (hayata anlam kazandırma yoluyla terapi) kısaca söz etmek
faydalı olabilir. II. Dünya Savaşı’nda Nazilerin toplama kamplarındaki
inanılmaz acılara tanıklık etmiş ve fakat buna rağmen “Bütün bu acıların,
çevremizdeki bunca ölümün bir anlamı var mı? Çünkü eğer yoksa hayatta kalmanın
kesinlikle hiçbir anlamı yok! Çünkü anlamı böyle bir rastlantıya bağlı olan
yaşam, nihai anlamda yaşanmaya değmez” diye düşünmekten de vazgeçmemiş olan
Frankl adı geçen eserinde şöyle der: “Yaşamın anlamı insandan insana, günden
güne, saatten saate farklılık gösterir. Bu nedenle önemli olan, genelde yaşamın
anlamını değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamıdır.
Sorunu genel terimlerle ortaya koymak, bir satranç şampiyonuna sorulan soruyla
kıyaslanabilir: ‘Söyleyin ustam, dünyadaki en iyi hamle nedir?” Bir maçtaki
belli bir durumdan ve rakibin özel kişiliğinden bağımsız bir en iyi hamle ya da
iyi bir hamle diye bir şey kesinlikle yoktur. Aynı şey insanın varoluşu için de
geçerlidir.” (Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, s. 122-123).
***
İnsan
biyolojik, ruhsal ve toplumsal koşullara tabi bir varlıktır. Kalıtımsal
özellikler, içgüdüler ve çevre gibi harici faktörler insan hayatını büyük
ölçüde etki altına alır. Ancak bunlar insanın değişmez kaderi olarak
kodlanmamalıdır. Evet, insan bu üç etki kaynağına sahiptir. Fakat bunlar insanı
tümden belirleyen şeyler değildir. Yani insan önceden belirlenmiş veya
neticelenmiş bir varlık değildir. Unutmamak gerekir ki aklı başında her insan
dinî açıdan da mükellef olmak için özgür, özgür olduğu için mükelleftir. Bu
sebeple, insan tahayyül edilebilecek en kötü şartlara bile direnerek yaşamayı
başaracak güce sahip bir varlıktır. Ancak insanın hayata asılması için, yaşamı
ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni, uğruna yaşayacak bir hedefi olmalıdır.
Hayata anlam kazandırmaya çalışmak yerine, hayatın anlamsızlığından dem vurmak
söz konusu olduğunda “varoluşsal boşluk/vakum” kaçınılmaz hâle gelir.
Varoluşsal vakumda sürgit yaşamak pek mümkün değildir. Hayattaki anlam
spektrumu hayli geniştir. Esas mesele bu spektrumu görünür hâle getirmektir.
Aslında hayata dair yeni anlam arayışlarında uzun boylu felsefi uğraşlara filan
da hacet yoktur. Anlam denilen şey bazen gayet kolay ve basit şekilde
bulunabilir ve tahmin edildiğinden çok daha etkili sonuçlar verebilir.
Sözgelimi tatsız tuzsuz ve ruhsuz bir inancı canlı kanlı imana dönüştürmek, bir
insana bağlanmak ve adanarak sevmek, bir eser meydana getirmek, sanat ve
estetik değerleri fark etmek ve hatta gerçek yaşamın içinde keskin mizah
duygusunu kullanabilmek gibi dolaysız, dolambaçsız yollarla hayat yeniden canlı
kanlı, anlamlı hâle gelebilir ve bu sayede kenarından köşesinden tutunarak
değil, basbayağı asılarak yaşanabilir.
ANKARA OKULU
- Tarihselci Okuma Grubu’ndan Alınmıştır…
****** ©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©©****** ---------------------- - Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ (BEKİR AKKAYA)'ya aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir.-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...