İmam Hatipliyim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İmam Hatipliyim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mayıs 2022

“Bira Reklamlı” Kumru İmam-Hatip Lisesi Futbol Turnuvası (FOTOĞRAFLI) (ARŞİV)

Not: Bu haber 2006 yılında yapılmış ve yayınlanmıştır.
Öğrencileri sosyal kültürel etkinliklerle hayata hazırlamak, verimli geçen bir yılın sonunda sportif faaliyetle öğrencilerin motivasyonunu artırmak, onları olumsuz davranışların sergilendiği ortamlardan uzaklaştırmak, gençlere centilmenlik ve sporcu ruhunu aşılamak, gençlerin birbirleriyle kaynaşarak ortak hedeflerde birleşebilmelerini sağlamak, dünyanın en fazla ilgi duyduğu futbol sporuna ilgilerini artırmak amacıyla  Kumru İmam Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı Muammer Öztürk ‘ün organize ettiği ” Halı saha gençlik kupası” adı altında ortaöğretim öğrencileri arasında turnuva düzenlendi.

Sekiz takımın katıldığı turnuvanın final maçı ödül törenine Kumru Milli Eğitim Müdürü Abdulkadir Hocaoğlu, Şube Müdürü Erol Başar, Şube Müdürü Yusuf Ütü, Kumru Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü, Kumru Müftüsü ve Kumru Mal Müdürü ve çok sayıda okul müdürü katıldı.
Törende bir konuşma yapan Milli Eğitim Müdürü Abdulkadir Hocaoğlu “turnuvaların gençlerin bedenen ve zihnen gelişmesinde önemli olduğunu belirtti.” Ödül törene katılan davetlilerle turnuvaya katılan öğrenciler giydikleri formalarla bir hatıra fotoğrafı çektirdi.
Bekir AKKAYA/23.06.2006/KUMRU HABER/KUMRU

Okul Turnuvasında Bira Reklamı/Bekir Akkaya /Arşiv
Not: Bu yazı 2006 yılında yazılmıştır
Daha önceden “ben bilirim mahcubiyeti artırır” demiştik de sonunu getirememiştik. Bunun üzerine bir bilen ” herkes benim gibi müsamahalı davranmaz.” Deyip aba altından soba göstermişti. Eğer sözümüzden alınılıyor ise neden “yapılan işte bir hata mı vardı” diye öz eleştiri yapılmaz da yine “efelenme” yoluna gidilir anlamak mümkün değil.
“Ben bilirim” sözü doğrultusunda danışılmadan ya da olması gerektiği gibi yapılmayan işler sonunda mahcubiyetiniz bir yana kime zarar verildiğini bari hesap etmemek gibi bir lükse kimse sahip değildir. Yapılan işler benim çocuğuma kadar izletilebiliyorsa izleyenin de ya olumlu ya da olumsuz görüş bildirme hakkına sahiptir. İtirazı olanlara elbette ki bizlerin de bir itirazı vardır.
Kendi kendine “gelin-güvey” olmaalışkanlığı olan çok bilmişin biri çekmiş olduğu kareleri bizlere yine “çok bilmiş davranışları” sonucu bizlere göndermeseydi bizim de bir bilgimiz olmayacaktı. Bu tür fotoğrafları nedendir yüzlerce kişiye gönderir ya da böyle bir vazifesi vardır onu biz bilmiyoruz. Ne yazık ki farkında olmadan koskoca bir camiaya zarar verdiğinin bile farkında olmayan çok bilmişler aynı karelerde medyatik olmak için çekilen fotoğraflar ellerine mutlaka ulaşmıştır. Eğer ulaşmadıysa biz kendilerine elbette ulaştırırız. Yine de umursamaz tavır ve davranışlar “biz yaparsak en güzelini yaparız” ve kimseyi umursamayız deniliyorsa ilgili camia kimseyle sınırlı olmayıp, kimsenin de tekelinde değildir.
Neden söz ettiğimizi bilenler anladı da bilmeyenlere ufaktan da olsa bir açıklık getirmek gerekiyordur her halde…
İlköğretim Okulları arasında ilçemizde geçen hafta bir futbol turnuvası düzenlendi. Turnuvada giyilen formalardaki reklam, fotoğrafı görenleri şaşırttı. Bana gelen mesajlardan anladığım kadarıyla ilgili formaların üzerinde “bira” reklamı bulunuyor. Turnuva sorumlusu yani organizatör açıklamasında “Öğrencileri sosyal kültürel etkinliklerle hayata hazırlamak, verimli geçen bir yılın sonunda sportif faaliyetle öğrencilerin motivasyonunu artırmak, onları olumsuz davranışların sergilendiği ortamlardan uzaklaştırmak, gençlere centilmenlik ve sporcu ruhunu aşılamak, gençlerin birbirleriyle kaynaşarak ortak hedeflerde birleşebilmelerini sağlamak, dünyanın en fazla ilgi duyduğu futbol sporuna ilgilerini artırmak amacıyla turnuva düzenlediklerini” ifade ediyor. Açıklama olması gereken bir açıklama ve hiçbir söze gerek yok. Ya formalardaki “bira” reklamı ne oluyor ki…Olumsuz davranışlar içersinde “bira reklamı ya da biraya alışkanlı da var mı?”
Pek fazla bilgim olmasa da turnuva öncesi aşamalarda mutlaka giyilecek formalar da dahil bir çok işlemler yetkilerce gözden geçirilmiştir. Turnuvalarda Bira reklâmının da yapılacağı mutlaka yer almıştır. Mevzuat açısından bir sakınca yoksa bile adını zikretmeyeceğim okul açısından bu durum son derece yanlıştır. Hatırladığım kadarıyla ilgili açıklamayı yapan kişinin “satranç” taşlarının şekline bile itiraz ederek hassasiyeti ortada dururken birden bira reklâmına soyunması pek hayra alamet bir durum değildir. Bu yazıdan sonra ilgililer bu konuda bir açıklama yaparlarsa “bizim hassasiyetlerimiz” noktasında son derece seviniriz. Aksi takdirde elimizde bulunan tüm fotoğrafları okuyucularımızla paylaşmak boynumuzun borcu olsun.
“Bundan bir şey çıkmaz ya” sözleriyle işi basite alma davranışları hatanın olmadığını ve bira reklâmının daha sonraları yine yapılacağı türden bir kanaat oluşturmaktadır. Dolayısıyla bir veli olarak ilgili fotoğrafları ve şikâyetimizi ilgili resmi kurumlara ulaştırma hakkımızın da bulunduğunu burada ifade etmiş olalım.
Bu kadar hatalar içersinde yaşamak ve hata üstüne hata yapmak son zamanlarda alışkanlık haline geldi. Lütfen yetkililer ve asıl sorumlular duyarlı olurlarsa ilçemiz adına faydalı olacaktır. Aksi takdirde vebalden hiç birimizin kurtulması mümkün değildir…
Buluşmak ümidiyle/ Bekir AKKAYA/23/06/2006 /KUMRU HABER


ÖDÜL TÖRENİNDEN FOTOĞRAFLAR VE KUMRUDA O BİRANIN REKLAMI



*********
O BİRANIN DÜNYADA BAZI REKLAMLARI




























SON BİR NOT: UYDURMA YAZI DÜZMECESİ İLE BANA KUMPAS KURUP SÜRGÜN EDENLER BİRA REKCAMCILARINI VE YANCILARINI  HEP ÖDÜLLENDİRDİLER...
TAKDİR SİZLERİN...
BEKİR AKKAYA/21.03.2019/İYAD/KUMRU HABER/KUMRU


****** ©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©©****** ---------------------- - Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ (BEKİR AKKAYA)'ya aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir.-

“Bira Reklamlı” Kumru İmam-Hatip Lisesi Futbol Turnuvası (FOTOĞRAFLI) (ARŞİV)

Not: Bu haber 2006 yılında yapılmış ve yayınlanmıştır.
Öğrencileri sosyal kültürel etkinliklerle hayata hazırlamak, verimli geçen bir yılın sonunda sportif faaliyetle öğrencilerin motivasyonunu artırmak, onları olumsuz davranışların sergilendiği ortamlardan uzaklaştırmak, gençlere centilmenlik ve sporcu

9 Mayıs 2022

İNŞAAT İŞÇİLİĞİ VE DESTANI/ İmam Hatipli’nin Not Defteri -10 / Bekir AKKAYA

Fındık toplamak yani bizim buralarda amelelik yapmak için ilk işe gidişim 1975 yılında oldu. Giresun-Bulancak’ın bir köyünde 1975 yılında tam bir ay fındık ameleliği yaptım. Gidenlerin çok iyi bildiği çok ilginç ve yorucu bir fındık toplama deneyimi oldu benim için.

Ortaokul ve lise yıllarımda yaz tatilimin büyük bir kısmını çalışmakla değerlendiriyordum. Bu yıldan sonra her yıl fındık mevsiminden sonra çok sayıda Kumru dışında fındık toplamaya

gittim.

Kısa süren fındık ameleliğinden sonra ise büyük şehirlerde daha uzun bir zaman çalışmak için gurbette inşaat işçiliğine gidiyordum. İlk inşaata gidişim ise 1977 yılında Ankara - Demetevler oldu. 1977 yılından sonra her yıl inşaata gitmeye başladım. Bu inşaat işçiliğim okul yıllarım bitip göreve başlayıncaya kadar devam etti.

1977 yılında ilk inşaat deneyimim Ankara’da gerçekleşti. Bir ay süre çalıştığım Ankara’da epey para kazandım ve hayatımın en çok parasını gördüm. Hemen belirteyim, burada benim patronluğumu iki kişi yaptı. Bana bu iki patronumun çok büyük yardımları dokundu. Geçen ay Kumru’da talihsiz mermer düşme sonucu vefat eden Salih Dikili Ağabeyimle yine Duman Köyünden Necati Ağabeyler benim patronlarımdı. Kendilerinden çok hoşgörü ve yardımlar gördüm. İnşaatta çok acemi olduğum halde beni hep korudular.                                                    

  Daha sonraki yıllarda bugüne kadar onlarla hep görüştüm ve onlara her gördüğümde kendilerine teşekkür ettim. Salih Dikili Ağabeyime Allah rahmet etsin dualarımı iletirken Necati Ağabeye de buradan sonsuz selamlarımı iletiyorum.

Yine Duman Köyünden Abdurrahim’i, Musa Ağabeyiyi, İsa Ağabeyi, Vefat Eden Celal Ağabeyi ve oğlu Resulü ve Faruk arkadaşımı bu zamanda tanıdım. Bunlarla hala görüşür o günleri güzellikle anarız. Hatta Demetevler üçüncü Cadde de kaldığımız kovuşta “O güzel Aşkımıza” Türküsü yüzünden Faruk’la kavgamız ve bizi hiç ayırmadan izleyen Abdurrahim muhabetini hiç unutamam. Yine aynı kavgadan sonra gecenin iksinde Salih Ağabeyle Necati Ağabeyin Faruk’u kovuştan uzaklaştırmalarını bugün Farukla birlikte gülerek anlatırız. Benim için bu inşaat çalışması ilginç hatıralar barındırıyor. İlk Ankara’yı karış karış gezişimde yine bu yıl gerçekleşmişti.

Daha sonrada çok sayıda uzak vilayetlere inşaatta çalışmaya gittim. Ancak benim için Ankara – Demetevlerdeki ilk çalışmam gücümün de yetmemesi nedeniyle hayli zor olmuştu. İnşaat işçiliği bana çok zor gelmişti.

Bilenlerin bildiği gibi o yıllarda “Destan” denilen şiirler sokakta bir teyp eşliğinde satılır “anneler-babalar” nağmeleri sokakları doldururdu. Bir ölüm ya da garip olaylar destana dönüştürülür ve sokakta güzel bir makamla okunurdu. Alınan destanlar köylerde özellikle kadınların kalabalık olduğu yerlerde sesli olarak destan satanlar gibi okunurdu. Herkesin evinde onlarca destanı mevcuttu. Destan okumak bir marifet sayılırdı. İyi bir destan okumak için iyi bir ses ve iyi bir makam bilmek gerektirirdi. Öğünmek gibi olmasın ama ben o yıllarda aranan bir destan okuyucusu idim. Gözyaşları içerisinde günde bir destanı 20-30 kez okuduğum olurdu.

İşte bu nedenle olsa gerek, ben her karşılaştığım durumu destan yazarak anlatmaya çalışıyordum. Yazdığım destanlarda o yıllarda bayağı kabul görüyordu. Şu anda elimde o günlerde  25-30 kuruşlarla aldığım destanlar mevcut.

 Şimdi ise sizlere Ankara – Demetevlerde inşaatta çalışırken yazdığım destanı paylaşmak istiyorum. Buyurun birlikte okuyalım…

ANKARA-DEMETEVLERDE İNŞATTA (GALIP İŞİNDE) ÇALIŞTIĞIM ZAMAN YAZMIŞ OLDUĞUM VE BÜTÜN İNŞAAT İŞÇİLERİNİN YAŞANTISINI KENDİ BİR AYLIK İNŞAAT YAŞANTIMDA ANLATAN DESTANIM (1977)

İNŞAAT DESTANI

 

Ben kalıp işçisi dert dile geldi.
Dertlerim birikti işte bu sergi
Her gelen geçenler halimi sordu
İşte anlatıyom dinlemek ister.
 
Sabah saat sekiz aldım keseri
İnşaat işi bu çalışmak ister.
Başka iş çok kolay, zor değil serseri
Her işi önceden denemek ister.
 
Elimde keserim belimde çivi
Üç gün durmak ile özledim evi
Bir kilo geliyor, gömleğin kiri
Boş zaman bulup ta yıkamak ister.
 
Çalışmak zor değil, inşaat zordur.
Kereste çok fazla ismi de boldur.
Bunların en başı meşhur beşondur.
İleri geriye taşımak ister.
 
Kısa tahta ise ismi kılapa
İşçiyim, Bekirim soyadım Apa.
Yüksektir inşaat, en yüksek kata.
Kılapa, beşonu taşımak ister.
 
Burası Ankara Demetevlerdir.
İşçisi kan ağlar keyfte beylerdir.
Sıcak ter döktürür beni ağlatır.
Bu gibi anlarda sabretmek ister.
 
Öğünlük belimde keser elimde
Çivi çakmaktayım tahta önümde
Beşonu, onbeşi hem de yanımda.
Çiviyi çakmaya izan el ister.
 
Kalıp işi Kalıp kelepçek vardır.
Mayası var, kiriş, kanadı kaldır.
Keresteler çoktur hem de ağırdır.
Kaldırmak için de çok kuvvet ister.
 
Paslandım kirlendim, çivi kiri bu,
Şu beyaz bir günde simsiyah oldu.
Yattığım yerler çöplerle doldu.
Odayla samanlığı tanımak ister.
 
Tahtalar ağırdır çakması zordur.
Acemiysen eğer, ikaz da boldur.
Çiviyi çakması acemiye zordur.
Tez öğrenmek için çok dikkat ister.
 
İşçiye namaz yok oldum beynamaz.
Bu böyle giderse namaz kılınmaz.
Saat on ikidir, göz uyku tutmaz.
Çalışmak içinde dinlenmek ister.
 
Yataklar perişan ahırdır sanki.
Çektiklerim bana veriyor sancı.
Her yerimiz yırtık modadır sanki.
Bu modadan kalıpçı kurtulmak ister.
 
Tahtalar çividir batar ayağa.
Keser sapı veya koşun dayağa.
Almıştır eline başlar vurmaya.
Gezer iken yavaş ve dikkat ister.

Sabah er kalkılır, gözler şişmiştir.
Ne ekmek bulunur, ne de yemek pişmiştir.
Yüzler yıkanacak suda bitmiştir.
Az buçuk yüzü de yıkamak ister.
 
Her şey para burda su da paradır.
Su bulunmaz bazen bizi aratır.
Her gün bize tam elli lira harcatır.
Para için çokça çalışmak ister.
 
Ekmek, helva tahta üstünde yenir.
Tek helvaya öğle yemeği denir.
Bilmeyenler bizi keyiftedir sanır.
Bilmek için inşaata çalışmak ister.
 
İşçilerin derdi çok, anlatmakla bitmez.
Yazılsa deftere kalemler yetmez.
İşçiler gariptir, zenginler bakmaz.
Söz çok uzar burda kemeyi ister.
Bekir Apa (Akkaya)/Ankara/Demetevler/26.06.1977

BİR TEŞEKKÜR

BİR AÇIKLAMA

Sizlerle paylaşmaya çalıştığım yazılardan Kur’an-ı Kerimle ilgili üç bölümlük yazıda Peygamberimizin ve eşinin mübarek isimlerinin bazılarında (SAV) ve (Hz.) ifadeleri kullanılmadan yazılmıştır. Bunun nedeni;   yazılar kaynaklarından aynen alınarak kullanılmasından dolayıdır.

Bu konuda bizi uyaran değerli dostum Öğretmen Dursun Kum’a teşekkür ediyorum.

Bekir AKKAYA/ Haziran – 2012/ KUMRU DESTAN GAZETESİ
.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

İNŞAAT İŞÇİLİĞİ VE DESTANI/ İmam Hatipli’nin Not Defteri -10 / Bekir AKKAYA

Fındık toplamak yani bizim buralarda amelelik yapmak için ilk işe gidişim 1975 yılında oldu. Giresun-Bulancak’ın bir köyünde 1975 yılında tam bir ay fındık ameleliği yaptım. Gidenlerin çok iyi bildiği çok ilginç ve yorucu bir fındık toplama deneyimi oldu benim için.

Ortaokul ve lise yıllarımda yaz tatilimin büyük bir kısmını çalışmakla değerlendiriyordum. Bu yıldan sonra her yıl fındık mevsiminden sonra çok sayıda Kumru dışında fındık toplamaya

26 Nisan 2022

DÜNÜN “EHVENİ ŞER”İ- BUGÜN “DİYALOG” MU?- İmam Hatiplinin Not Defteri-11

Bundan önceki yazımızda  Ordu’nun bir çok yerinde 1975 – 1980 arasında hemen hemen her akşam değişik kültürel etkinlikler oluyordu. Tiyatro ve sinema salonları tıklım tıklım dolardı. O yıllarda herkes kendini doğruluğuna inandığı temel bir düşünce ile tanımlıyordu. Belki bana öyle geliyordu ama gerçekten son derece hareketli ve yoğun günlerimiz geçiyordu. Onlarca dernek ve teşkilat daha çok fikri ağırlıklı etkinlikler yapılıyorlardı. Hatırladığım kadarıyla Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi o günlerde  bir köşe yazısında sadece sol örgütleri 45 kadar sayabilmiş ve devamın da ise vs…diyerek çok daha fazla olduğunu ifade etmişti.
          Salonlarda ve sinemalarda heyecanlı konuşmalar yapılıyordu. Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimleri gerek sinema salonlarında ve gerekse dernek sohbetlerinde izleme imkanımız oluyordu.  Ankara ve İstanbul gibi yerlerden dergi ve gazetelerden yazılarını takip ettiğimiz hatipler geliyor bizleri coşturuyordu.
          Bizim dönemimizde İmam Hatiplerde pek solcu öğrenci olmazdı. En azından biz böyle biliyoruz. Solculuk deyince aklımıza komünizm gelir, Komünizm deyince de aklımıza din düşmanlığı gelirdi. Sosyal Demokrat söylemi o günlerde pek duyulan bir şey değildi. Komünizm’in dine bakışı ve din düşmanlığı bizler için tescillenmiş bir durumdu. O tür kitapların her türünü okurduk. O yıllarda Nobel ödüllü Rus Yazar Aleksandır Soljenitsin Batı Dünyasında olduğu kadar bizim Türkiye’de “sağcı” denilen kişilerce de biliniyor ve takip ediliyordu.  Kitapları ekmek su gibi okunuyordu. Aleksandır Soljenitsin Nobel Edebiyat Ödülü almış ve Rusyada sürgünlerden sürgünlere gönderilmiş ve Gulak Takım Adaları kitabı ile dünyada ve bizim gönlümüzde de büyük bir yer edinmişti.
              20.12.1977 tarihinde “Soljenitsin ve Batı” adında kitabın özetini çıkarmıştım. Bu kitaptan aldığım notları “Rusya ve Komünizm” başlığı altında toplamışım.
            İşte defterdeki o notlar: 

             Soljenitsin : “ Komünizmin ilerlemesiyle meydana gelecek felaket, yalnız bir ulusun değil, bütün insanlığın felaketi olacaktır. Komünizm bütün insanlığın yok olması demektir.

            Rus atasözü: “ Başına gelince anlarsın.”

 Marksizm bir bilim değildir. Rusya’daki insanlar da bunu anlamışlardır.
            Komünizm: Toplumun ve ferdin analizi ile açıklamasına el atmış olup, bir işi, ağır bir kasap baltası ile hastasını parçalayan operatörün kabalığı ile yapmaktadır.
          Komünizm ahlak kavramını boş verir.
Komünizm hem teorik hem de pratik açıdan insanlık dışıdır.
          Demirperde ülkelerinde akıl hastanelerinde günde üç kere enjekte edilen ilaçlarla itaatsiz beyinler allak pullak edilerek düşünülmez hale getiriliyor.

           Lenin: “Burjuvazi , onları asacağımız ipi kendi elleri ile bize teslim edecektir.
          Ticaret Nasıl Doğmuştur?
          Denizden gelen biri ile ormandan gelen birinin karşılaşması ticareti doğurmuştur.
Bu iki kişi ürettikleri malları birbirlerine gösteriyor ve değiş tokuş yoluyla ihtiyaçlarını temin ediyorlar idi. Herhangi bir silah taşımadıklarını göstermek için ellerini öne doğru doğru uzatıyor ve boş olduğunu ispat etmeye çalışıyorlar idi.
          Bu davranışın bugünkü adı “ YUMUŞAMA POLİTİKASI” dır.
          Rusya’da komünist parti dışında bütün partiler yok edilmiştir. Yalnız partiler değil bütün üyeleri de imha olunmuştur.
          Bu imha 15 milyon köylüyü 20. asırda ölüme göndermiştir.
          Rusya’da 1917 yılından evvel 80 yıl süresince, CAR’a karşı öldürme teşebbüsleri yüzünden ancak yılda 17 kişi idam edilmiştir.
        Rusya gizli polisinin 1920 yılında yayınladığı bir kitapta 1918-1919 ‘da ayda 1000 kişiyi mahkemesiz öldürmekle övünülüyordu.

            Daha sonraları, 1937-1938’deki STALİN terörünün en şiddetli devresinde ise, ayda öldürülenlerin sayısı gerçek bir tahmin olmamasına rağmen 40.000 kişiye ulaşmıştır.
            Sovyetler Birliğinde 40 yıldan beri gerçek bir seçim yapılmamıştır.
            Sovyetler Birliğinin ne bağımsız basını, ne de bağımsız adaleti vardır.
            Lenin: -“ Eğer bir şeyi ele geçirmek isterseniz, alın. Eğer taarruz edebilirseniz saldırın. Fakat karşınıza bir duvar çıkarsa geri çekilin.”
            Rus halkı ot gibidir. Rüzgarı gördü mü eğilir. Ama kökünden sökülmesine izin vermez.
            Prof. İvab Kurganov Aleksander’e göre yanılmışsa da şöyle demiştir. 1917-1959 yılları arasında, Sosyalizm Rusya’da 110 milyon kişinin hayatına mal olmuştur.

          KISACA ALEKSANDER SOLJENİTSİN’İN “SOLJANİTİN VE BATI” KİTABINDA HAYATI
      - 1918 yılında Rusya’da doğdu
      - 1945 -yılında tutuklandı
      - 1950 -Komüniz düşmanlığı nedeniyle siyasi suçlu olarak özel kampa götürüldü.
      - 1953 -8 yıl hapishanede yattı. Aynı yıl hastaneye yatırıldı.
      - 1955 -Hastaneden sonra tekrar sürgün edildi.
      - 1956 -sürgünden kurtuluş.
      - 1962 -Yazarlar Derneğine giriş.
      - 1965 –İlk çember-Kanser kovuşu ve yurt dışına kaçırılışı.
      - 1967 –Yazarlar Birliğinden kovuldu.
      - 1970 – Dünyada şöhrete ulaşması.
      - 1970 – Nobel Edebiyat Ödülünü aldı.
      - 1973 – “Gulak Takım Adaları” basıldı. Bardağı taşıran son damla oldu. Sovyet vatandaşlığından atıldı.
      - 1974 – Batı Almanya’ya geldi. Sonra İsviçre’ye yerleşmiştir.
      - Bu notlar tarafımdan 20.12.1977 tarihinde SOLJANİTİN VE BATI kitabından alınmıştır.
        İmam Hatipten okuyan bir öğrenci olarak aldığım bu notlar bugün defterimde sadece. O yıldan bu yana dünyada bir çok şey değişti. Rusya dağıldı. Demirperde ülkeleri kalmadı. Almanya’nın doğusu batısı kalmadı. Duvarlar balyozla yıkıldı. Almanya çoktan birleşti. Komünizm korkusu yerini bütün dünyada başka korkulara bıraktı.
          Ama o günlerde biz İmam hatipliler Komünizm ya da diğerlerine daha çok din ve özgürlük eksenli bakıyorduk. Ama bizim en büyük düşmanımız kesinlikle komünizmdi. Hatta bazı imam hatipli ağabeylerim “ehven-i şerden” söz ederlerdi. Komünizmin karşısında Amerika ve Nato ülkelerindeki olup bitenleri “ehven-i şer olarak nitelendirirlerdi.
          Ehven-i Şer” bakışı daha çok kendilerini “nurcu” diye tanımlayan kişilerce yapılırdı. Daha çok okudukları kitaplar “Saidi Nursi’nin” Risaleleri olurdu. Ülkücü ve Akıncıların dışında bunlar gazete olarak “Yeni Asya” gazetesini, parti olarak ta Süleyman Demirel’in liderliğini yaptığı Adalet Partisini tutarlardı. Mesela Erbakan ve Milli Selamet Partisine kesinlikle karşı idiler. Akıncılarla- Yeni Asyacılar arasında ciddi tartışmalar olur bu tartışmalar kitap, dergi ve gazete köşelerinde bile her gün yapılırdı.
          “Nurcu” diye kendilerini tanımlayan bu arkadaşlarımız çok fazla değildi. Kendilerini “sağcı” olarak tanımlasalar da “ülkücüler” gibi değildiler. Yaptıklarını ve söylediklerini Saidi Nursi’nin eserleri ile desteklerler ve onun sözlerini kaynak olarak öne sürerlerdi. Olaylara kesinlikle girmezler ve kendi yaptıkları sohbetlerin dışında hiçbir dernek ve teşkilata gitmezlerdi. Demokrasiyi önemsediklerini ifade ederler ve bununda öncülüğünü Amerika’nın yaptığını ve buna bağlı olarak Nato’nun yaptığını söylerlerdi. Amerika ve Nato’nun kesinlikle Komünizmle mücadelede desteklenmesi gerektiğini vurgularlardı. Rusya’ya karşı Amerika ve Batının “Ehven-i Şer” – Şerrin Hafifi” olduğunu belirtirlerdi. 

           “Akıncılar” benim hatırladığım kadarıyla böyle düşünmüyordu. Rusya ve Amerika’yı İslam düşmanı olarak görüyorlardı.

           O günlerde bugün tanınan Fethullah Gülen Cemaati diye bir cemaati en azından ben hatırlamıyorum. Nurcuların bir çok kolunun var olduğunu biliyorum. Bugün ise doğru ve yanlış olduğunu bilmediğim husus “Fethullah Gülen o günlerde Nur Cemaatinin içersinde olup seksenli yıllarda bu cemaatten ayrılarak yeni bir çalışma yöntemi oluşturmuş olmasıdır. Temelde “Nur Cemaati”nin içersinde ve aynı kaynağın bir parçasıdır. Seksenli yıllarda Ehven-i Şerri” hararetle savunan bir çok Nurcu Kardeşim bugün “Dinler Arası Diyalog” savunucuları haline gelmişlerdir. Benim hiçbir zaman aklımın almadığı bu “diyalog” düşüncesi yıllar sonra hangi söyleme dönüşür merak ediyorum. Bugün yine “Ehveni Şerri “ seksen öncesi olduğu gibi savunan ve böyle olduğuna inanan Nurcu kardeşlerimizin de olduğunu özellikle vurgulamak isterim.

Bu Yazı Devam Edecek….Bekir AKKAYA/KARADENİZ DESTAN GAZETESİ/ 7 Aralık 2011/KUMRU
.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

DÜNÜN “EHVENİ ŞER”İ- BUGÜN “DİYALOG” MU?- İmam Hatiplinin Not Defteri-11

Bundan önceki yazımızda  Ordu’nun bir çok yerinde 1975 – 1980 arasında hemen hemen her akşam değişik kültürel etkinlikler oluyordu. Tiyatro ve sinema salonları tıklım tıklım dolardı. O yıllarda herkes kendini doğruluğuna inandığı temel bir düşünce ile tanımlıyordu. Belki bana öyle geliyordu ama gerçekten son derece hareketli ve yoğun günlerimiz geçiyordu. Onlarca dernek ve teşkilat daha çok fikri ağırlıklı

5 Nisan 2022

Yasak Olmasına Rağmen Alparslan Türkeş’in Elini Öptüm ve Hızır (AS) Sayesinde Belgeyi Aldım /Bekir AKKAYA

Şimdilerde askerlik ertele işlemleri e-devlet üzerinden yapılıyor. 1980’li yıllarda askerlik erteme Askerlik Şubelerine gidilerek yapılıyordu. Gerek lise ve gerekse üniversite yıllarımda birkaç kez bende öğrenci olmamdan kaynaklı askerliğimi ertelettirdim.

1984 yılında üniversite hayatım bitmişti. İlan edilecek gün ve zamanda Milli Eğitim Bakanlığı’na bizzat müracaat edecek ve öğretmenlik görevime başlayacaktım. Nihayet beklediğim gün

geldi. Askerlikle ilgili ilişiğim olup olmadığına dair bir belge harici tüm belgelerimi hazırladım. Başıma gelecekleri bilmediğimden askerlik şubesinden alacağım belgenin kolay alındığını düşünüyordum. Çünkü öğrencilik yıllarımda birkaç kez almıştım. Zaman kısıtlı ve öğretmenlik için müracaat süresi sınırlıydı. En kolay belgeyi en sona bırakarak daha çok öteki belgeleri hazırlama telaşında idim. Ankara’ya bizzat elden götüreceğim dosyanın teslim tarihine tam 19 gün kalmıştı.

KUMRU ASKERLİK ŞUBESİ, SARI ZARFI FATSA’YA GÖNDERDİ

Her zaman aldığım gibi askerlikle ilişkim olup olmadığıma dair belgeyi almak için Kumru Askerlik Şubesi’ne gittim. Görevli Asker : “Kumru’da muayene günlerinin süresi bittiğini, belgeyi almam için Fatsa Askerlik Şubesi’ne gitmem gerektiğini” söyledi.

Ben askere gitmeyeceğimi, muayeneye de gerek duyulmadığını, daha önceden birkaç kez aynı belgeyi aldığımı” söylesem de hiçbir sonuç alamadım. Nihayet elime sarı bir zarf vererek beni Fatsa Askerlik Şubesi’ne gönderdiler.

İçim rahattı. Fatsa Askerlik Şubesi memurlarından bir tanesi akrabamızdı. “Zarfı verir, belgeyi alırım” diye düşünüyordum.

Fazla bir zamanım olmadığı için bir gün sonra Fatsa Askerlik Şubesi’nde soluğu aldım. Nihayet akrabamız Sıddika hanıma ulaşarak derdimi anlattım. Sıddıka hanım şubede birkaç kişiye durumumu anlattıktan sonra bana dönerek : “ muayenelerin vakti geçtiğinden bu belgeyi almam için muayene olmam gerektiğini, bunun için de Ordu Askerlik Şubesi’ne gitmem gerektiğini” söyledi. Elime tekrar kapalı bir sarı zarf verilerek bunu Ordu Askerlik Şubesi’ne ulaştırmam gerektiği söylenildi.

Ciddi manada beni bir telaş ve korku kapladı. Öğretmenlik müracaatı için zaman daralıyordu. Böyle olmasına rağmen Ordu’ya gitmenin ve bu belgeyi almanın çok da zor olmadığını düşünüyordum.

FATSA ASKERLİK ŞUBESİ SARI ZARFI ORDU’YA GÖNDERDİ

Bir gün sonra Ordu Askerlik Şubesine gitmek üzere Ordu’ya gittim. O akşam Ordu’da bir otelde kaldıktan sonra sabahleyin erkenden Ordu Askerlik Şubesine gittim ve bana Fatsa’da verilen sarı zarfı memura teslim ettim. Görevli sarı zarfı ilgili birime ulaştırdıktan sonra yanıma gelerek “muayene olmam gerektiğini, soyunmam için de dışarıda bir kapalı  kabin olduğunu” söyledi. Denilenleri yaptım.

İlçelerde yapılan askerlik muayeneleri bittiğinden ve muayene sadece Ordu Askerlik Şubesi’nde yapıldığından çok kalabalıktı. Uzayan kuyruğa girerek sıramın gelmesini beklemeye başladım. Nihayet sıram gelip muayene edildikten sonra benimle birlikte olanların aksine “salonda beklemem gerektiği” söylendi. Belge almam artık anlık meselesiydi. En azından ben böyle düşünüyordum.

Bir süre bekledikten sonra görevli bir memur elinde sarı bir zarfla “Bekir Akkaya” diye seslendi. Bana dönerek : “Bu kapalı sarı zarfı alıyorsun ve bunu Samsun Yüz Yataklı Askeri Hastane’ye ulaştırıyorsun” denildi.

Ben cidden şoktayım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Sayılı günler kalan öğretmenlik müracaatımı yapamayacağı kesin gibi. Tamamen ümidimi yitirdim. Yapacakta başka bir şey yok.

ORDU ASKERLİK ŞUBESİ SARI ZARFI SAMSUN’A GÖNDERDİ

Aynı gün Ordu’dan Samsun’a gittim. O gece Samsun’da bir otelde kaldım. Sabahleyin de erkenden Samsun 100 Yataklı Askeri Hastane’ye giderek Ordu Askerlik Şubesi’nde verilen sarı zarfı görevli bir askere verdim.

Görevli asker yanıma gelerek  “Yarın tekrar gelerek muayene olmam gerektiği” söylendi. Bende tekrar otele geri döndüm. Üst üste üç gün gidip geldim ve sonunda muayene oldum. Muayene sonunda görevli asker kapalı bir zarı zarf vererek “bunu Ankara 800 Yataklı Askeri Mevkii Hastanesi’ne ulaştırmam gerektiği” söylendi.

İşte bu durum benim yıkıldığım andı. Öğretmenliğe müracaat edemesem de bu belgeyi almam gerektiğine karar verdim. Belki de “evrakları alır son günde olsa bakanlığa evrakları teslim ederim” diye kendimi ikna etmeye çalışıyordum.

SAMSUN YÜZ YATAKLI HASTANE BENİ ANKARA’YA GÖNDERDİ

Samsun’dan o akşam Ankara’ya gitmek üzere yola çıktım.

Sabahleyin erkenden Ankara’ya vardım. Hiç dinlenmeden direk 800 Yataklı Askeri Mevki Hastanesi’ne sabah saat 08:00’de ulaştım.

Sarı zarfı ilgili birime teslim ederek akşam beşe kadar bekledim. Ne arayan var ne de soran.

Ankara Askeri Mevki Hastanesi tıklım tıklım dolu. Salonlar dolu olduğu gibi bahçeler de de boş yer yok. Herkes benim gibi. Türkiye’de ne kadar benim gibi özürlü ya da hasta varsa herkes burada. Herkes bekliyor ve bende bekliyorum. İlk gün yüzlerce kör , topal ve her türden hasta ve özürlü gibi akşama kadar bende bekledim. Acelem olmasa aylarca beklemeyi hiç önemsemem. Dışarılarda hastaları ile birlikte yatan hasta yakınları da var. Konuştuğum bazı insanlar “ bir aydır beklediklerini” bile söylüyorlardı.

Ankara’yı bilenler bilir. Mevkii Hastanesi Ulus’taki İsmet Paşa denilen yere yakın bir yerde bulunuyor. Ankara’da inşaatlarda çalışmamdan kaynaklı en iyi bildiğim yer Ulus ve İsmet Paşa civarıdır.

Bu nedenle İsmet Paşa’da Emniyetin zannedersem üstünde Örnek Otel’de bir oda da yer ayırttım. Sabah olunca otelden ayrılarak erkenden hastaneye gitmeye başladım. Erkenden gittiğim Mevkii Hastenesi’nden akşamları hiçbir şey yapmadan otele geri geliyorum. Gündüz vaktini hastanede geceyi de otelde geçirmeye başladım.

Günlerden salıydı. Öğretmenlik başvuruları hafta sonu Cuma günü sondu. Yaklaşık hastanede beklediğim gün sayısı on iki gün olmuştu. Tamamen ümidim bitmişti.

Salı günü sabahleyin erkenden Ankara Askeri Mevkii Hastanesi’ne gittim. Bilenler bilir o günlerde hastane de olsa salonlarda sigara içiliyordu. Hastanenin bekleme salonunda bir boş yer buldum ve sigaramı yaktım her gün olduğu gibi beklemeye başladım.

TÜRKEŞ’İN ODASINDA BEKLEYEN ASKER "HIZIRIM" OLDU

Saat 12’ye yarım saat var. O kadar kalabalığın içerisinde Zabıta Asker kalabalığı yararak benden tarafa geldiğini gördüm. Gele gele benim yanımda durdu. Ve bana yönelerek herkesin duyacağı bir sesle “Sen düzgün oturmasını bilmez misin?” dedi.

Ben o anda işin doğrusu korktum ve elimdeki sigarayı söndürmeye çalışarak etrafıma bakındım. Herkes benim gibi ama ne hikmetse asker bana bağırıyordu. Hiçbir şey de diyemedim.

Kolunda “görevli”, başında “zabıta” yazan asker “sen kalk ve peşimden gel” diyerek  sivillerin kesinlikle girmeleri yasaklı olan koridora doğru yöneldi. Korku dolu bir şekilde mecburen askerin peşinden gittim. “Gelmiyorum” demem mümkün değildi. Nihayet dar koridorun ışıklı bir alanında durdu.

YASAK OLMASINA RAĞMEN TÜRKEŞ’İN ELİNİ ÖPTÜM

Bana yönelerek başındaki Zabıta yazan şapkayı çıkararak “Beni şimdi tanıdın mı? Sen Bekir Akkaya değil misin? Sen Ordu İmam Hatip Lisesi’nde okumadın mı? Ben de Ordu İmam Hatip Lisesi’nde bir yıl okudum. Bir yıl sonra Ordu Lisesi’ne geçtim.” Adım :………………………….. dedi. (hatırlayamadım) Şimdi de askerliğimi burada yapıyorum. Alparslan Türkeş’in başında koruma olarak görevliyim. Biz iki kişiyiz. Diğer arkadaşım şu anda Türkeş’in yattığı oda da nöbet tutuyor. Türkeş’in yattığı yatak zaten bir kat üstte. Giriş çıkışlar ve görüş yasak. İstersen seni kısa da olsa görüştüreyim” dedi. Ben de “memnun olurum” diyerek O önde ben arkada bir üst kata çıktık. Kısa da olsa Türkeş’in elini öperek geçmiş olsun dedikten sonra odadan ayrıldım.

Tekrar alt kata indik ve bana “ne için burada olduğumu” sordu. Ben de “olup bitenleri anlattım ve öğretmenlik için belge almam gerektiğini” söyledim. Ve “on iki gündür burada olduğumu, Cuma günü de öğretmenlik müracaatımın sonu olduğunu” belirttim.

Benden ayrılarak zarfı teslim ettiğim bölüme gitti. Daha sonra beni asker bir doktor ’un odasının önünde öğleden sonra beklememi ve kesinlikle bir yere ayrılmamamı tembihledi. Ve benle ısmarlaşarak Ankara Mevki Hastanesi’nde yatmakta olan Alparslan Türkeş’in odasında nöbet görevine döndü.

Her ne kadar kendisini tanıdığımı söylemiş olsam da ilgili arkadaşı o gün hiç hatırlayamadım. Ancak, benim adımdan, mezun olduğum okula kadar bildiğinden tanımamazlık ta yapamadım. O gün bana söylediği ismi ne hikmetse bir türlü hatırlayamadım. Ordu’da böyle birini çok arkadaşlarıma sordum, kimse 1984 yılında Alparslan TÜRKEŞ’in Mevki Hastanesi’nde odasında Ordu’lu bir askeri hatırlayamadı. Eğer böyle biri varsa sonsuz teşekkür ederim. Eğer bu yazı kendilerine ulaşırsa bir araya gelerek yüz yüze teşekkür etmek isterim. 

ÖĞLEDEN SONRA İŞİM GÖRÜLDÜ 

Nihayet öğleden sonra erkenden doktorun kapısında beklemeye başladım. Doktor, içerinden tek tek hasta alıyordu. Üçüncü kişi olarak ben çağrıldım. Uzun muayeneden sonra dışarı çıkartıldım.

Kapılarda Bir Yazı: “Bugün muayene olanlar hastanenin arka tarafında açık alanda toplansınlar” şeklinde idi.

Her gün muayene olan yüzlerce kişinin arasına nihayet ben de katıldım. Üst kattan isim okunarak verilen rapor ya da belgeler elden ele dolaştırılarak sahibine ulaştırılıyordu.

Zarı Zarf üzerindeki yazı :  Bekir Akkaya,  Fatsa Askerlik Şubesine Ulaştırılmak Üzere.

Günlerdir alamadığım belgeyi Ordulu olduğunu, Ordu İmam Hatip Lisesinde bir yıl okuduğunu daha sonra Ordu Lisesi mezunu olduğunu ve hastalığı nedeniyle Mevkii Hastanesi’nde yatan Alparslan Türkeş’in başucunda bekleyen iki görevli askerden birinin yüzlerce insanın arasında beni bulması neticesinde almamı, “KUL BUNALINCA HIZIR YETİŞİR” sözüyle ancak açıklayabiliyorum.

SARI ZARFI ALDIM FATSA ASKERLİK ŞUBESİNE GETİRDİM

Ankara Mevki Hastanesi’nden aldığım sarı zarfı alarak o günün akşamı Fatsa’ya gitmek üzere yola çıktım. Perşembe Sabahı erkenden Fatsa Askerlik Şubesine ulaştım ve sarı zarfı teslim ettim.  Sıddıka Hanım’ın yardımları ile  aynı gün “askerlikle ilişkisi yoktur” belgesini alarak aynı günün akşamı dosyamı  tekrar son gün olan Cuma günü Ankara’ya Milli Eğitim Bakanlığı’na dosyamı teslim etmek üzere yola çıktım.

NİHAYET TEKRAR ANKARA VE BAKANLIĞA SON GÜN DOSYAYI TESLİM

Cuma günü sabahleyin Kızılay’da Milli Eğitim Bakanlığına evraklarımı teslim ettim.

Bitirilmesi zor bir süreçti ama HIZIR KARDEŞİMİN sayesinde

şükrolsun bitirdim.

Bu vesile ile    Ömrünü Türk dünyasına adayan, Türk milletinin bilge başbuğu Alparslan Türkeş’i ebediyete irtihalinin 25. yıl dönümünde rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Mekanı cennet olsun. Rabbim peygamberimize komşu eylesin.

Hızır değil ise bana HIZIR GİBİ yetişerek Ankara Mevki Hastenesi’nde işlerimi kolaylaştıran bu güzel Ordulu askerimizden ALLAH RAZI OLSUN. Sonsuz Teşekkürler…

Bekir AKKAYA /06.04.2022 /https://bekirakkaya.blogspot.com/


.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Yasak Olmasına Rağmen Alparslan Türkeş’in Elini Öptüm ve Hızır (AS) Sayesinde Belgeyi Aldım /Bekir AKKAYA

Şimdilerde askerlik ertele işlemleri e-devlet üzerinden yapılıyor. 1980’li yıllarda askerlik erteme Askerlik Şubelerine gidilerek yapılıyordu. Gerek lise ve gerekse üniversite yıllarımda birkaç kez bende öğrenci olmamdan kaynaklı askerliğimi ertelettirdim.

1984 yılında üniversite hayatım bitmişti. İlan edilecek gün ve zamanda Milli Eğitim Bakanlığı’na bizzat müracaat edecek ve öğretmenlik görevime başlayacaktım. Nihayet beklediğim gün

24 Mart 2022

TAVSİYE EDİLEN KİTAPLAR ÜZERİNE/ İMAM HATİPLİNİN NOT DEFTERİ-6 / BEKİR AKKAYA

İmam Hatip Yıllarında Tuttuğum Notları sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.

Şimdi ise o yıllarda hocalarımız ve bizden büyük ağabeylerimizin bizlere tavsiye ettiği bazı kitaplardan
söz etmek istiyorum.

09.03.1977 yılında daha önceden sizlerle paylaştığım

TAVSİYE EDİLEN KİTAPLAR ÜZERİNE/ İMAM HATİPLİNİN NOT DEFTERİ-6 / BEKİR AKKAYA

İmam Hatip Yıllarında Tuttuğum Notları sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.

Şimdi ise o yıllarda hocalarımız ve bizden büyük ağabeylerimizin bizlere tavsiye ettiği bazı kitaplardan

23 Mart 2022

İMAM HATİPLİNİN NOT DEFTERİ–5 /Kitaplardan Aldığım Notlar

Önceden paylaştığım notlarıma devam etmek istiyorum.
Şimdi sizlerle paylaşmak istediğim notlar 1979 yılında okuduğum Dr.H.H.Bilsel’in Kitabı “Allah Vardır”’dan alınma…

“Allah Vardır” kitabından Kur’an-Kerim’le ilgili aldığım notlar şöyle…

------------

KUR’AN-I KERİM

Kuranı Kerim 114 süredir.

Kuranı Kerimin
Ayet Sayısı