Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

30 Kasım 2007

Nedim Kovan'ın Dikkatine/ Bekir Akkaya

Sayın Bekir AKKAYA,

Kenthaber.com sitesinde aşağıda detay bilgileri bulanan yorumunuzun yayın durumu değişmiştir.

Haberin Konusu : Ordu’da ne var ne yok
Açıklama : Kent Haberin Kumru İlçesi Editörü olarak yazıyorum. Nedim Kovanı yakından tanımam. Hiçte yüz yüze gelmedim. Ordu Güneş Gazetesinden ve Kent Haberin Ordu Sayfasından sürekli takip eden biriyim. Yıldız Haber Dergisini de bir arkadaşın sayesinde inceleme imkanım oldu. Her ne kadar bir kamu kuruluşunda çalışmakla birlikte 15 yıldır da gerek haber noktasında ve gerekse köşe yazısı olarak sürekli yazan biriyim. Büyük ihtimal yazılarımız ve Kent Haber sayesinde yüz yüze olmasa da isim olarak tanışıyoruz. Düşüncelerimin tamamını yazma imkanım olmasa da işin doğrusu “30 MİLYONA FUHUŞ” başlıklı bölüm özelliklede lise önlerinde çoook kimlik sahibi, hatta yönetici bile tanıyorum….” Sözü gerçekten beni ürpertti. Bu yazıyı da bir yazı yazma noktasında değil bir anne baba kimliği içersinde yazmak istedim. Eğer bu yazıda yazılanlar doğru ise çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız demektir. Özellikle de bu anne babalar için son derece tedirgin edici bir durumdur. Bu noktada yetkililerin bu sözün doğruluğu yanlışlığı bir yana derhal üzerine gidilerek anne babaları rahatlatmaları gerekmektedir. Bu kesinlikle sıradan bir haber ya da bir yazı olamaz…Ben yorumları da okudum. Ne var ki Nedim Kovan’ın yorumlara verdiği cevapların içersinde “mas…….” İle başlayan kelimeyi de işin doğrusu çok yadırgadım. Bu noktada Nedim Kovanın tahriklere kapılarak kendisini ispatlama noktasına

POSTACI MEHMET ALIRLA SÖYLEŞİ /BEKİR AKKAYA

(Kesenizde Bereket Yoksa Bu Söyleşiyi Mutlaka Okuyun!)

Hiç kötülük düşünmeyecek ve kalbi sevgi ile dolu biri var mıdır? Diye sorsalar aklıma ilk gelen kişi u olur herhalde. “Saf ve temiz” kelimeleri beklide en güzel şekliyle ona uyuyor. Kimse “saf” kelimesinden abdaldır, delidir ifadesi çıkarmasın. Buradaki saflıktan maksadım tek kelime ile bozulmamışlık ve güzelliklerle donatılmışlıktır. Sözünü ettiğim kişi belki de en önemli işi yaptığı halde hiçbir hatada yapmamış. Yani hep görevinin bilincinde olmuş.Ne kadar zamandır derseniz? Hemen söyleyeyim, Tam 34 yıl…

O’nun kalbindeki sevgi, çok fazlası ile sözüne de yansıyor. Kendisini uzun zamandır tanıdığım halde dertleşme ve paylaşma isteği kendisinden geldi. İtiraf edeyim ki, bu durumda böyle biri ile bugüne kadar bir araya gelmemekten dolayı epey üzüldüm. Devşiricilikle itham edilen biri için bu kötü bir durum. Çünkü bu konuşmayı çok önceden yapmış olmam gerekirdi.

“Bak postacı geliyor” şarkısını Kumru’da söylüyorsanız, Mehmet Alır aklınıza gelmiyorsa, sizin iletişim noktasında eksikliğinizdendir. 1982’den bu yana tam 23 yıl Kumru’da her türlü mektubu

BİR METRE SÜT /Bekir Akkaya

Bundan önceki yazılarımızda duruş ve ilke kelimelerine yüklenen anlamı irdeleyerek duruşun “durma tarzı”, ilkenin ise “temel düşünce “olduğunu ifade etmiştik. Kelimelerden yola çıkarak “insanın bir duruşu ve durduğu yeri sabitleyen bir temel düşüncesi olması gerektiğini” söylemiştik. Bununda insana çok büyük yararlarının olduğunu belirtmiştik.

Yazılarımdan yola çıkarak bana görüşlerini ileten okuyucularımızdan bazıları “katı bir düşünceden söz ettiğimi, bu tür düşüncede olanların kesinlikle zamana ayak uyduramayacaklarını, düşüncenin sabitleştirilmesinde bağnazlık olacağını” ifade eden mesajlar aldım. İlk etapta doğru gibi gözükse de, ben bu görüş ve düşüncede değilim. Neden?

Benim üzerinde durduğum husus “doğruluğuna inanılan temel bir düşünceye bağlı olarak bir duruşun olması gerektiğidir.” Yani ölçü birimi kabul edildikten sonra kaç metre ölçülürse ölçülsün fark etmez. Bir metre yüz santim mi? Beş yüz santim mi?

İSTANBUL NOTLARI-OSMAN YILMAZ

Malum mevsim tatil mevsimi.Herkes bir yerlere gidiyor.Bende dört çocuk altı kişi düştüm yollara.İstanbulda yaşayanlar bu mevsimde akın akın köylerinin yollarını tutar.Bizde İstanbulun yolunu tuttuk tatil yapalım diye.

Bu yazıya İstanbula gittim anaam diye diye başlamak istiyorum.Gerçi artık her yerde İstanbul dili konuşuluyor ama eskiden böyle denilirdi.İstanbula gettim anaam..

Evet bir haftalığına da olsa İstanbula gittim.İş için değil eş ve dostları ziyaret için.Bir uçtan öbür ucu arabayla bir saat çekiyor.Gördüğün her yer İstanbul.Hatta her yer köy..Yanlış değil köy.Ne köyümü :Kadıköy,Bakırköy,Alibeyköy,Ataköy

OLMAK YADA OLMAMAK

Bazen bu duygunun içimden geçtiği zamanlar oldu.’’olmak yada olmamak’’neydi beni olmaya yada olmamaya itenler.Baktım ki yazılacak şey çok fazla ben de kısaca anlatayım istedim.

Bazen alıp başını kaçasın gelir, hiç insan denilen canlının olmadığı, ıssız bir yere.Robinson gibi.

Neydi hikaye gemi batar, adam(ROBİNSON)denizde yüzer, bir adaya çıkar.yanında Cuma diye biri ile başlarlar adada yaşamaya.Ne güzel bir hayat savaş yok,televizyon yok,araba yok,benzin derdi yok,tüp

Derdi yok,ütü derdi yok, tıraş derdi yok,odun bitti,para gitti derdi yok,kaşın havada yada gözünün üstünde kaşın var derdi yok,bunlar çok basit şeyler,en önemlisi Cuma ile oturup beni çekiştirecek,benimle oturup Cumay’ı çekiştirip dedikodu yapacak adam yok.Ne güzel devletleri yıkan dedi kodu vebasını hallettin mi geri kalan sadece yaşamını sağlayacak şeyleri halletmek.

Ama şimdi öyle değil.Herkes çok biliyor.Hatta herkes en iyisini biliyor.O yüzden şimdi fikirleri beyan etme zamanı.Durmayalım herkes bir şey söylesin.Haaaaa… unuttum soru sormayı kusura bakmayın benim öyle pek aklım çalışmadığı için soruyorum.Bu

29 Kasım 2007

BÖLGEMİZDE SINIR DAVALARI VE YOL DAVALARI BİTMEK BİLMİYOR -EKREM SAYGININ KALEMİNDEN

Genel olarak bölgemiz de insanların çoğu birbirlerinden şikayet edip dururlar. Yolların yapılmayışından ve yollarının dar olduğundan yakınırlar. Fakat yol kenarlarından ve komşularının sınırlarından kendi sınırları içersine kattıkları bölümü kar sayarlar. Hemen her olayda içlerindeki şeytani ilişkileri artırarak karşılarına konanları suçlama kolaylığına kapılırlar. Kendilerinin haksız olduklarını bildikleri halde, haklı çıkmak için “şeytana çarığı ters giydirirler”



Yaklaşık 15 yıldır görevlendirme ile, tahkikat yapmak üzere basit ve kayda değer olmayan davalara katıldım, önce konuyu ciddiye alır, çok önemli bir konu zannederek şikayetçinin tuttuğu araç ile olay yerine gideriz. Konuyu inceleyip baktığınız da, ya kardeş, kardeşin sınırını 10 cm. geçmiş, ya da komşu komşunun yolunu 10 cm daraltmıştır. Bunu neden yapmıştır…? Gasp ettiği yer kendisine çok fayda getirmediğine göre ciddi bir sıkıntı var demektir… Bir de kadınlarımız

Peygamberler Şehrinde Güneş, Nemrut Heykelinde Dolu/Bekir AKKAYA

Kumru Atatürk Yatılı İlköğretim Bölge Okulu Öğretmenlerinden Özden Yaktı'nın çabaları sonucu, Samsun İkadım Belediye Başkan Yardımcısı Şamil Bilgü'nün tahsis ettiği otobüsle geçtiğimiz hafta iki günlüğüne Gaziantep, Şanlıurfa ve Adıyaman ilimizi kapsayan bir gezi de yer aldık. Son derece keyifli ve paylaşımcı bir gezi oldu. Şahsen ben bu geziden son derece faydalandım. Sizlerle geziden edindiğim izlenimleri kısaca paylaşmak istiyorum.

Gezilen yerler kadar gezide beraber olduğunuz insanlar da amacınızın gerçekleşmesinde önemli bir unsurdur. Bu yönden benim için çok keyifli bir yolculuk oldu. Gezi boyunca Dr Cemalletin Yaktı ile memletim ve insanları kurtarma adına derin konular içersine girmemiz, istemeden de olsa gezi amacımıza da uygun düşmedi. Her ne olursa olsun gezimizde yer alan başta öğretmen arkadaşım Özden Yaktı ve diğer öğretmen arkadaşlarımız, Eczacı Mehmet Bilgü , Eczacı Mehmet Güneytepe ve Ekrem Saygı ile birliktelik, gezi kadar verimli ve keyifli oldu. Şamil Bilgü’nün bereketinden olsa gerek İlkadım Belediyesine ait otobüs şoförlerimiz de son derece yetenekli ve bir o kadarda bilge insanlardı.

İnsanlığımdan Utandım! /Bekir AKKAYA

Yapılanlar insanın yanına “kar” olarak kalmalı mıdır? Ya da kalır mı?



Bizim inancımızda kesinlikle kalmaz! Bazı olumsuzluklar “ değişik nedenlerle” sır olarak kalsa da, gün olur kabak gibi ortaya çıkar. Ya da kabak gibi siz ortadasınızdır. Söylemleriniz ya da eylemlerinizin bir de şahidi ortada ise sizin varlığınızın adından bile söz etmek mümkün değildir. Böylelerinin bırak kişiliklerini, kendi varlıkları bile tartışma konusudur.



“Dün dündür, bugün bugündür.”


Mahalle Salatası! Afiyet Olsun!

Son zamanlarda Türkiye’mizin gündeminde bir “Mahalle Baskısı” muhabbeti aldı başını gidiyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda epey bilmediklerimizi bu vesileyle öğrenmiş olduk. Bana göre muhabbetin her türü makbuldür. Konuşmamaktansa konuşan bir ülke insanı olmak, bunun da ötesinde insanın kendi mahallesinde olup bitenleri işin uzmanlarınca ve hatta hocaların hocaları tarafından öğrenebilmek son derece yararlı. Tartışan ve ahkam kesenlerin bizim mahalle ile bir ilgisi olmasa da, ya da bizim mahallelilere benzemese de onların uzmanlıklarından yararlanmamak, biz mahallelilerin lüksü olamaz. Mahalle dışındakiler işin sosyolojik ve psikolojik yönlerini konuşacak, biz de bu konuşmalardan karın doyuracağız. Afiyet olsun!
Mahalle baskısı deyince bizim kafa geçmişten günümüze gidip geldi. İşin sosyolojik boyutunu algılayamasam da bu kadar sözün beni neresi ilgilendiriyor diye epey düşündüm. Genelde konuşulanları biz pek üzerimize almayız ama, elin koskoca hocaları “beni” konuşunca bir hücre olarak ben, farkında olmasam da epey incelenmiş olduğumu öğrendim. Bu büyük zevatlar bizi inceleyerek kendi şablonlarına göre kalıplar oluştururlar ve o kelime ve kavramlara yine kendilerine göre anlam vererek garipler kürsüler oluşturarak geçimini temin ederler. Yandan destekçiler de “benim de hocamdı” diyerek, kıyıdan kenardan biz ne kadar baskıcı mahalleliler olduğumuzu yorumlayarak akşam iftar rızklarını temin ederler. Tevfik Fikret “Yiyin efendiler yiyin!” derken büyük ihtimal onların söz ettiği mahallelileri kast etmemiştir sanırım.
Uzmanlar baskıyı hep kılık